
Disiplinlerarası Karşılaşmalar’ın 20. sayısının dosya konusu “”Eleştirel Teorinin Diyalektiği: Köklerden Bugüne”dir.
Editörlerden:
Günümüzde Eleştirel Teori geleneğini sürdüren düşünürler çeşitli biçimlerde etkili olmaya ve gündemde kalmaya devam etseler de Eleştirel Teori’nin başlangıçtaki radikalliğini yitirdiği ve bugün bir kriz içerisinde olduğu düşüncesi sıkça dillendirilmektedir. Felaketler, savaşlar ve yoksulluk gibi toplumsal krizler bakımından geçmiş dönemleri hiç de aratmayan çağımızın yeni problemleriyle yüzleşirken, başlangıcından beri yerleşik toplumsal düzene dair eleştirel söz söyleme iddiasındaki Eleştirel Teori’nin bugünkü durumu hakkında biz neler söyleyebiliriz? Adorno, Horkheimer ve Marcuse gibi düşünürler tarafından ilk nesli temsil edilen Eleştirel Teori’nin, radikal köklerinden uzaklaşması sebebiyle ölmeye yattığı iddia edilse bile, onun en ayırt edici özelliği olan eleştiriyi bitimsiz kılması ve kendini de kıyasıya eleştirme kudretini hatırlarsak, bu ölüm fermanının fazla aceleci, indirgemeci ve hatta haksız bir hamle olduğunu görürüz. Şayet Eleştirel Teori’nin krizinin kaynağı, köklerinden başarıyla uzaklaşmış olmasına rağmen sunduğu eleştirinin artık toplumsal dönüşümü sağlayacak güçten yoksun kalmasıysa, o zaman “eleştiri”den ne anladığımızı ve bugünün koşullarında onu nasıl sürdürebileceğimizi sorgulamak gerekir. Biz de bu sebeple, ViraVerita olarak, yola çıkışımızın onuncu yılını geride bıraktığımız 20. Sayımızda, Aydınlanmanın Diyalektiği kitabında Aydınlanma’nın vaadinin eleştirel şekilde sorgulanmasına nazire ederek “Eleştirel Teori’nin Diyalektiği”ni düşünmek istedik. Bu vesileyle, bizzat Frankfurt Okulu’nun verdiği isimle Eleştirel Teori’nin 1923’ten bu yana değişen çevresi ve çerçevesini 2023 yılında incelemek ve aradaki yüzyılı masaya yatırmayı amaçladık.
Yola çıktığı günden bugüne teorinin yaşam ile bağını ve güncel meseleleri düşünmeye yönelen ViraVerita, yazarları “Eleştirel Teori’nin Diyalektiği”ni “köklerden bugüne” sorgulamaya davet ederken, aynı zamanda, bugün Eleştirel Teori’nin işletilebileceği yeni problem alanlarının neler olabileceği üzerine birlikte düşünmeyi ve disiplinlerarası karşılaşmaları sağlamayı amaçlamıştı. 20. sayımızı yayınlarken çağrımızın karşılık bulduğunu görmek bizi sevindirdi: Hakem değerlendirmesinden başarıyla geçen üç araştırma makalesi, bir derleme makale ve üç çeviri ile toplam sekiz makalede, doğumdan bedene, erken cumhuriyet döneminden Türkiye’deki 68 hareketlerine kadar uzanan farklı konularda özgün çalışmaları bir araya getirme şansımız oldu. Hem teorik hem pratik meseleleri kapsayan psikolojiden siyaset bilimine, sosyolojiden felsefeye uzanan çok katmanlı disiplinlerarası bir diyalog kuruldu. Çeviriler sayesinde de Eleştirel Teori’nin içindeki kuramsal tartışmaları yansıtan yazılara yer verebildik. Bu dosya kapsamında böyle heyecan verici bir çeşitliliği yansıtabilmiş olmaktan mutluluk duyuyoruz.
Dosyamızı Eleştirel Teori ve fenomenoloji gelenekleri ile felsefe ve sosyolojiyi birleştiren bir çalışma ile açıyoruz: “Eleştirel Fenomenoloji Perspektifinden Doğum Deneyimleri ve Duygusal Adaletsizlik” başlıklı araştırma makalesinde Güler Cansu Ağören, 2023’te gerçekleştirdiği “Doğuran Benlik Anlatıları” adlı araştırmasından yola çıkarak, doğum hikâyelerindeki duygusal adaletsizlikleri, muayenehane, doğumhane ve lohusa odası bağlamında eleştirel fenomenoloji yöntemiyle inceleyip, bu mekânların doğuran bedenlerin özgürce hissetme kapasitelerini nasıl tehdit ettiğini ve bu tehditlerin toplumsal ve politik kökenlerini tartışıyor.
Dosyanın ikinci yazısı olan, Selfet Duran ile Derya Fırat’ın yazdığı “Erken Cumhuriyet Dönemi (1923-1950) Eğitim Alanının Yapısı ve Dinamikleri’ne Eleştirel Bir Yaklaşım” başlıklı araştırma makalesi ise erken cumhuriyet dönemindeki eğitimi eleştirel sosyoloji bağlamında ele alıyor. Yeni bir kültürel sermaye türünün inşa sürecini ve bunun toplumsal-sınıfsal yapı üzerindeki etkilerini, eğitim kurumları ve aktörler üzerinden araştıran makale aynı zamanda eleştirel bir tarihsel perspektif sunuyor.
Dosyamızın üçüncü araştırma makalesi ikinci makalede olduğu gibi yine Türkiye ile ilgili: Olgun Bilir, “Marcuse’nin Türkiye ‘68’indeki Yeri ve ‘Herbert Marcuse: Âsi Gençliğin Peygamberi’ Yazı Dizisinin Analizi” başlıklı yazısında Frankfurt Okulu’nun en politik figürlerinden biri olan Herbert Marcuse’nin Türkiye 1968 hareketi üzerindeki etkisini Talat Sait Halman’ın yazı dizisi üzerinden analiz ederek yorumluyor.
Sercan Karlıdağ tarafından yazılan derleme makale türündeki, dosyanın dördüncü makalesi ise yine Türkiye’yi odağa alarak “Psikoloji Eleştirisinden Eleştirel Psikolojiye: Türkiye’deki Eleştirel Yönelimli Psikolojiler İçin Bir Sınıflandırma ve Bazı Değerlendirmeler” başlığı altında 5 güzergâh ve on iki hat üzerinden Türkiye’de eleştirel psikolojinin gelişimine dair çalışmalara yönelik kapsamlı ve aynı zamanda eleştirel bir derleme ve yorum sunuyor.
Bu sayının bizce en heyecan verici bölümlerden biri de Eleştirel Teori’nin günümüzdeki bazı temsilcilerine yönelttiğimiz üçer soruya verilen üçer yanıttan oluşan, “Eva von Redecker, Fabian Freyenhagen ve Rocio Zambrana ile Eleştirel Teori’nin Diyalektiği Üzerine” başlıklı röportaj oldu. Adorno üzerine çalışmalarıyla tanınan, Essex Üniversitesi’nden Fabian Freyenhagen; Humboldt ve New School Üniversitelerinde yürüttüğü toplumsal cinsiyet ve eleştirel teori üzerine çalışmalarıyla tanınan Eva von Redecker ve Puerto Rico Üniversitesi’nden Hegel ve Eleştirel Teori ilişkisi ile kolonyalizm gibi temalar üzerine çalışan Rocio Zambrana, Eleştirel Teori’nin köklerine ve bugününe, özel olarak da toplumsal dönüşüm problemine dair yönelttiğimiz soruları incelikle yanıtladı. Bu röportajın hem Türkiyeli okurlar hem de yurt dışında Eleştirel Teori üzerine çalışanlar için oldukça özgün bir diyalog sunduğu kanısındayız.
Dosyamızda üç tane de çeviriye yer verdik: İlk çevirimiz olan Mike Watson’ın yazdığı, Celil Emre Bostan’ın çevirdiği, “Frankfurt Okulu’nun Savunulması” başlıklı makale, Frankfurt Okulu Eleştirel Teorisi’nin ilk nesil temsilcilerine yöneltilen elitizm ve obskürantizm gibi çeşitli yerleşik eleştirileri değerlendirip bunlara karşı çeşitli yanıtlar sunmaktadır.
Dosyamızın ikinci çevirisi, Gözde Türkeli’nin çevirdiği “İlerleme, Normatiflik ve Toplumsal Değişimin Dinamikleri: Rahel Jaeggi ve Amy Allen ile Bir Fikir Teatisi” başlıklı röportaj ise dosyadaki ilk röportajda yanıtlarına yer verdiğimiz Eva von Redecker’in bu kez Eleştirel Teori’nin günümüzdeki önemli temsilcilerinden Amy Allen ve Rahel Jaeggi’ye yönelttiği soruları ve bu sorulara verilen yanıtlarla şekillenen üçlü tartışmayı içeriyor.
20. sayımızın dosya dışı yazılara yer verdiğimiz Açık Defter bölümünde ise “Kişisel Özdeşlik ve Beden” makalesinde İbrahim Demirbaş, bedeni ve bedenli varoluşu merkeze alıp “kişisel özdeşlik” probleminin, özdeşlik ve değişimin birbiriyle ilişkisini içeren hareketli bir zeminde anlam kazandığını Merleau-Ponty’nin fenomenolojik incelemeleriyle ortaya koyuyor.
20. sayımıza makaleleriyle katkı sunan tüm yazarlara ve çeviri metinlerle tartışmayı zenginleştirmemizi sağlayan tüm çevirmenlere çok teşekkür ederiz. Ayrıca, röportaj davetimizi kabul ederek, bu sayıyı hazırlarken kafamızı kurcalayan sorulara verdikleri ufuk açıcı yanıtlar için Freyenhagen, Zambrana ve von Redecker’e minnettarız; sayelerinde bu tartışmaya uluslararası Eleştirel Teori çalışmalarını da dâhil etme fırsatı yakaladık. Hakemlerimize ise bu sayıyı mümkün kılan titiz değerlendirmeleri ve yazıların niteliklerine yönelik sundukları değerli katkılar için özel olarak teşekkür etmek isteriz. Son olarak ViraVerita adına bize yayın sürecinde destek olan, editör kurulundan Gülçin Ayıtgu ve Özgür Uçar’a, dil editörlükleri için Aynülhayat Uybadın ve Ahmet Emin Bülbül’e, mizanpaj için de Ceren Dalgıç’a bu keyifli olduğu kadar yorucu süreçte yükümüzü hafiflettikleri için müteşekkiriz.
20. sayımızın Türkiye’deki Eleştirel Teori çalışmalarına katkı sunması dileğimizle tüm okurlarımıza “iyi okumalar!” diliyoruz.
Sayı Editörleri
Elis ŞİMŞON, İlker TEPE, Toros Güneş ESGÜN, Umur BAŞDAŞ
Makalelere dergipark linkimizden ulaşabilirsiniz: https://dergipark.org.tr/en/pub/viraverita/issue/88305
Tüm okurlarımıza keyifli okumalar diliyoruz!
/Araştırma Makalesi_Research Article
Güler Cansu Ağören
Öz
Bu çalışmadaki amacım 2023 yılında gerçekleştirdiğim Doğuran Benlik Anlatıları adlı araştırmada dinlediğim doğum hikayelerini eleştirel fenomenolojik bir analize tabii tutmak ve bu anlatılarda muayenehane/doğumhane/lohusa odası bağlamında ortaya çıkan duygusal adaletsizliklerin izini sürmektir. Duygusal adaletsizlik kişinin duygusal bir varlık olarak kapasitesinin seyrelmesi anlamına gelir ve (1) kişinin iyilik halini kesintiye uğratan unsurlardan uzaklaşma özgürlüğünün (2) kişinin duygusal kaynak ve fırsatlara erişiminin ve (3) kişinin duygularının tanınırlığının adil olmayan biçimde sınırlandırılmasını içerir. Bu çalışmada sunacağım incelemeyle muayenehane/doğumhane/lohusa bağlamının gebe/doğuran/lohusa bedenlerle kurduğu kapsama ve barındırma ilişkisinin bu bedenlerin özgür ve yapıcı biçimde hissetme kapasitelerini ironik biçimde tehdit edici niteliğini ortaya koyacak; muayenehane/doğumhane/lohusa odası bağlamının düşmansı bir mekân olarak tanımlanma potansiyelini ve bu düşmansı mekânsallığın sosyopolitik kökenlerini inceleyeceğim. Doğum bağlamında ortaya çıkan korku, can sıkıntısı, utanç, pasifize olma, kendine yönelik öfke, yılgınlık, teslimiyet ve duygu yokluğu gibi deneyimlerin ontojenezine yönelik bu aşkıncı analizden yola çıkarak; benliği tehdit edici ve yıkıcı duyguların doğumun doğasına değil, muayenehane/doğumhane/lohusa odası bağlamını kapsayan ve sistematik olarak adaletsizlikler üretmeye güdümlü güç sistemlerine içkin olduğunu iddia edeceğim.
Anahtar Kelimeler
Eleştirel fenomenoloji, duygu fenomenolojisi, doğum deneyimleri, feminizm, duygusal adaletsizlik
Abstract
My aim in this study is to conduct a critical phenomenological analysis of the birth narratives I listened during my 2023 research entitled Birthing Self Narratives, and to trace affective injustices that emerge in the examination/birth/postpartum room context through these narratives. Affective injustice refers to the reduction of one’s capacity as an affective being and involves unjust restrictions in (1) the freedom to move away from elements that disrupt one’s well-being, (2) access to emotional resources and opportunities, and (3) the experienced affective recognition. Through this analysis, I will reveal the hostile character of the ironically inclusive and receptive relationship that the examination/birth/postpartum room establishes with pregnant/birthing/postpartum bodies, threatening these bodies’ capacity to feel in a free and flourishing manner. Hence, I will explore the potential for defining the examination/birth/postpartum room as a hostile environment and examine the sociopolitical roots of this hostile spatiality. Based on this extensive analysis of the ontogeny of experiences such as fright, boredom, shame, pacification, self-anger, frustration, submission, and affective indifference that occur in the context of birth; I will argue that self-threatening and destructive emotions are inherent not in the nature of birth, but in the injustice producing systems of power embedding the examination/birth/postpartum room.
/Araştırma Makalesi_Research Article
Selfet Duran ve Derya Fırat
Öz
Bu çalışma erken Cumhuriyet dönemi (1923-1950) eğitim alanının yapısal tarihini, bu dönemde eğitim alanında yaşanan değişim ve dönüşümleri, alanda eyleyiciler (agents) açısından mücadele nesnesi haline gelen bahisleri (illusio), eğitim alanındaki kültürel sermayenin niteliğini ve bu kültürel sermayeyi belirlemek üzerine verilen siyasal-toplumsal mücadeleleri ortaya koymayı amaçlamaktadır. Çalışmada Cumhuriyetin eğitim kurgusunun niteliği, eyleyicilerin bu kurguyu aşındırma denemeleri, günümüze kadar gelen, sınıfsal yeniden üretim, fırsat eşitliği, dini ve özel öğretim, siyasal endoktrinasyon gibi temel tartışma konularının tarihsel kökenleri ortaya konulmaya çalışılacaktır. Bunun için eğitim alanı içerisindeki eyleyicilere kültürel ve sınıfsal yeniden üretim ve ayrım/ayrışma fırsatları sunan ve kültürel ideolojik kodlarını eğitim kültürüne yansıtma olanağı veren ortaöğretim alt alanındaki okul türleri ve öğrenci sayılarının tarihsel süreç içerisindeki değişimine odaklanılacaktır. Literatür taraması yöntemiyle gerçekleştirilen çalışmanın kuramsal çerçevesini Bourdieu’cü yapısal tarih ve alan analizi tartışmaları oluşturacaktır. Bourdieu’cü yapısal tarih ve alan analizi daha önce kültürel-ideolojik çerçevede pek çok kez araştırması konusu yapılan Erken Cumhuriyet Dönemi eğitim alanındaki eyleyicilerin peşinde oldukları ve sınıfsal ve kültürel ayrım/ayrışma fırsatları sunan yeni bir kültürel sermaye türünün inşa sürecini ve bunun toplumsal-sınıfsal yapı üzerindeki etkilerini ortaya koymak açısından önem arz etmektedir. Bu çalışmanın en önemli iddiası ve özgünlüğü de budur.
Anahtar Kelimeler
Erken Cumhuriyet Dönemi, Eğitim, Alan, Kültürel Sermaye, Yeniden Üretim
Abstract
This study aims to reveal the structural history of the education field between 1923-1950, the changes and transformations experienced in the education field during these periods, the objects (illusio) that became objects of struggle for the agents in the field, the nature of the cultural capital in the education field and the political-social struggles given to determine this cultural capital. In the study, the nature of the educational structure of the Republic, the attempts of the agents to erode this structure, the historical roots of the basic discussion topics such as reproduction of class, equality of opportunity, religious and private education, political indoctrination that have continued to the present day will be tried to be revealed. For this purpose, the focus will be on the historical change of school types and student numbers in the secondary education sub-field, which offers opportunities for cultural and class reproduction and distinction to the agents in the education field and the opportunity to reflect their cultural ideological engagements to the educational culture. The theoretical framework of the study, which is carried out with the literature review method, will be formed by Bourdieu’s structural history and field analysis discussions. Bourdieu’s structural history and field analysis is important in terms of revealing the construction process of a new type of cultural capital that the agents in the field of education in the Early Republican Period, which has been researched many times in the cultural-ideological framework, were after and that offered opportunities for class and cultural distinction/separation, and its effects on the social-class structure. This is the most important claim and originality of this study.
/Araştırma Makalesi_Research Article
Olgun Bilir
Öz
Bu çalışma, Herbert Marcuse’nin Türkiye’deki 68 Hareketi üzerindeki sınırlı etkisini derinlemesine incelemektedir. Marcuse, 1960’ların sonunda Batı Avrupa ve ABD’de devrimci ideolojilerin önemli bir sembolü olarak dikkat çekmiş ve Türkiye’de entelektüel çevrelerde ilgiyle karşılanmıştır. Ancak, düşünceleri Türkiye’deki toplumsal hareketlerde belirleyici bir rol oynamamıştır. Çalışmada, Marcuse’nin kapitalizm, teknoloji, tüketim toplumu, aşk ve cinsiyet gibi kavramlarına yönelik kapsamlı eleştirileri ele alınmakta ve bu eleştirilerin Türkiye’de nasıl yankı bulduğu incelenmektedir. Türkiye’de Marcuse’nin fikirleri, kitaplarının çevirileri, ve çeşitli dergilerde yapılan analizler yanında Talat Sait Halman’ın Milliyet gazetesinde 1968 yılında yayımladığı “Herbert Marcuse: Âsi Gençliğin Peygamberi” başlıklı yazı dizisi gibi biçim ve içerik olarak diğerlerinden farklı yayınlar aracılığıyla tanıtılmıştır. Bu yayın ana akım bir medya aracılığıyla Marcuse’nin fikirlerinin tanıtılması bakımından dikkat çekicidir. Bu analiz, Marcuse’ye yönelik entelektüel bir merakın var olduğunu gösterirken, Türkiye’deki devrimci gençlik hareketlerinin ideolojik ve politik temellerinin Marcuse’nin fikirlerinden bağımsız olarak geliştiğini vurgulamaktadır. Çalışma, Marcuse’nin eleştirilerinin Türkiye’nin özgün devrimci amaçları ve sosyo-politik koşullarıyla hangi noktalarda örtüşmediğini veya ayrıştığını değerlendirmeye odaklanmaktadır.
Anahtar Kelimeler
Marcuse, 1968 Hareketleri, Devrimci Gençlik, Kapitalizm Eleştirisi, İleri Endüstriyel Toplum
Abstract
This study examines the limited impact of Herbert Marcuse on the 1968 Movement in Turkey. Marcuse emerged as a significant symbol of revolutionary ideologies in Western Europe and the United States in the late 1960s and garnered interest within Turkish intellectual circles. However, his ideas did not play a decisive role in shaping social movements in Turkey. The study addresses Marcuse’s comprehensive critiques of concepts such as capitalism, technology, consumer society, Eros, and sexuality, exploring how these critiques resonated in Turkey. Marcuse’s ideas were introduced through translations of his books and analyses in various journals, as well as through distinctive publications like Talat Sait Halman’s 1968 series in Milliyet, titled “Herbert Marcuse: Prophet of the Rebellious Youth.” This series is notable for presenting Marcuse’s ideas through mainstream media. The analysis demonstrates that, despite a certain intellectual curiosity toward Marcuse, the ideological and political foundations of Turkey’s revolutionary youth movements developed independently of his ideas. This study thus focuses on examining where Marcuse’s critiques align with or diverge from Turkey’s unique revolutionary aims and socio-political context.
/Araştırma Makalesi_Research Article
Sercan Karlıdağ
Öz
Eleştirel psikoloji(ler), coğrafyalara özgü farklı gelişimler göstermiştir. Bütünlüklü bir eleştirel psikolojik perspektifin olduğu akademik-entelektüel bir coğrafya olmasa da, Türkiye’de, özellikle 2000’li yılların başından itibaren dikkate değer gelişmeler gözlenmektedir. Bu yazıdaki amaç, bu eleştirel psikolojik iddia, yönelim ve arayışları değerlendirmektir. Bu amaçla, ilk bölüm, psikolojinin sorunlu bir bilim olduğu saptaması ve meta-teorik bir yaklaşıma olan ihtiyaçla psikoloji eleştirisine ayrıldı ve ontolojik, epistemolojik/metodolojik ve etik-politik açılardan temellendirmelerde ‘eleştirel teoriye’ başvuruldu. İkinci bölümde, eleştirel yönelimli psikolojilere yönelik bir sınıflandırılma yapıldı. 5 güzergâh ve 12 hat ile, psikoloji eleştirisinin içeriği ve eleştirellik hedefi boyutları öncelenerek çalışma örnekleri sunuldu. Üçüncü bölümde ise, önceki bir sınıflandırma ile karşılaştırmalı kritiklere ve mevcut sınıflandırmaya ilişkin bazı değerlendirmelere yer verildi. Buna göre, psikolojinin aktüel krizi, sosyo-politik ethosun beraberinde getirdiği engel ve zorluklar özel olarak tartışıldı. Güncel gelişmelere dair geniş hacimde kritikler içererek psikoloji eleştirisi ve ötesine alan açan bu çalışma, eleştirel yönelimli psikolojilerin çeşitli imkânlar sunduğunu göstermektedir. Eğer amaç, anaakım kabul ve pratikleri değiştirmek ve eleştirel/muhalif/radikal bir psikolojiyi yaşanabilir bir dünya ve toplumsal özgürleşme aracı kılmaksa, psikoloji eleştirisini daha güçlü biçimde temellendirmeye çalışmak ve psikoloji eleştirisinden eleştirel psikolojiye seyreden yaklaşımları desteklemek önemlidir.
Anahtar Kelimeler
Psikoloji eleştirisi, eleştirel psikoloji, eleştirel yönelimli psikolojiler, Türkiye’deki gelişmeler
Abstract
Critical psychology has shown diverse developments specific to different geographical contexts. Although Turkey lacks an academic-intellectual geography characterized by a cohesive critical psychological perspective, notable developments have been observed, particularly since the early 2000s. The purpose of this paper is to evaluate the critical psychological claims, orientations, and pursuits. To achieve this, the first section is devoted to the critique of psychology as a problematic science and the need for a meta-theoretical approach, drawing on ‘critical theory’ as a foundation from ontological, epistemological/methodological, and ethical-political dimensions. The second section provides a classification of critically oriented psychologies in Turkey. Five critical pathways and twelve strands of critically oriented psychologies are examined with examples of studies, prioritizing the content of psychology critique and dimensions of criticality. The third section presents comparative critiques of a previous classification and provides evaluations on certain aspects of the existing classification. Based on these evaluations, the current crisis in psychology and the obstacles and challenges posed by the socio-political ethos are discussed in detail. This study extensively critiques contemporary developments, highlighting the various possibilities offered by critically oriented psychologies. If the aim is to change the mainstream assumptions and practices and establish a critical/oppositional/radical psychology as a means for a liveable world and social emancipation, it is important to strive to strengthen the foundations of psychology critique and support approaches that have transitioned from psychology critique to critical psychology.
/Röportaj_Interview
Toros Güneş Esgün, Elis Şimşon, Umur Başdaş, İlker Tepe
Öz
Eleştirel Teoriye adadığımız özel sayımız için Fabian Freyenhagen, Eva von Redecker, Rocio Zambrana gibi bu düşünce geleneğinin bazı öncü çağdaş temsilcileriyle birer söyleşi gerçekleştirdik. Her bir katılımcıya aynı üç soruyu yönlendirdik ve bu sorularda kendilerinden Eleştirel Teorinin çağdaş Dünya’nin yeni meydan okumalarına yanıt üretme ve toplumsal dönüşüm tetiklemedeki etkinliği üzerine düşüncelerini sunmalarını ve Frankfurt Okulu’nun yüzyıllık geçmişinde yöntem ve temalar açısından geçirdiği evrimi değerlendirmelerini istedik. Bu şekilde söyleşimiz Eleştirel Teorinin kökenleri ve geleceği hakkında yeni tartışmalar için karşılaştırmalı bir perspektif sunuyor.
Anahtar Kelimeler
Eleştirel Teori Toplumsal Değişim Diyalektik Gelenek Eleştiri.
Abstract
For our special issue devoted to the Critical Theory, we conducted interviews with three leading contemporary members of this school of thought such as Fabian Freyenhagen, Eva von Redecker, Rocio Zambrana. We directed each interviewee the same three questions that ask them to offer their reflections on issues such as the power of Critical Theory to effectively respond to the new challenges of contemporary world and instigate social tranformation and to evaluate the evolution of the methods and themes of the Frankfurt School throughout its hundred year long history. In this way our interview provides a comparative perspective for further debates on the root and future of Critical Theory.
/Çeviri_ Translation
Mike Watson Çeviri: Celil Emre Bostan
Öz
Avrupa’daki devrimci solun yenilgisiyle boğuşan bir grup teorisyenin oluşturduğu Frankfurt Okulu , mütemadiyen yanlış anlaşılmıştır. Bu kişiler, kendilerini eleştirenlerce obskürantizmle ve elitist olmakla itham edilmişlerdir. Fakat onlar, kendilerine yönelik bu eleştirilerin aksine, gerçekliği perdeleyen şeyin kapitalizm olduğunu savunmuşlardır.
Anahtar Kelimeler
Frankfurt Okulu Eleştirel Teori Kültür Endüstrisi
Abstract
The Frankfurt School, a group of theorists who grappled with the defeat of Europe’s revolutionary left, are often misunderstood. Critics charge them with obscurantism and elitism. They argued that, on the contrary, it was capitalism that obfuscated reality.
/Çeviri_Translation
Eva Von Redecker Çeviri: Gözde Türkeli
Öz
Çağdaş eleştirel teorinin iki önemli düşünürü olan Amy Allen ile Rahel Jaeggi’nin elinizdeki çeviride bir başka eleştirel teorisyen Eva von Redecker’nın Berlin’de onlara yönelttiği soruları cevapladıkları bir röportaj yer almaktadır. Her iki düşünür de sorulan sorulara karşılık, temel olarak toplumsal değişimin imkanlarına dair ve değişimin dinamiklerinin nasıl analiz edilebileceği üzerine derinlemesine bir tartışmaya girmektedir. Bunu yaparken eleştirel teorinin iki farklı hattını temsil eden Allen ve Jaeggi, öncelikle eleştirel teorinin farklılaştığı ve zenginleştiği çeşitli kaynakları (Kant, Hegel, Foucault, Nietzsche vb.) açıklamakta ve farklı teorik tutumları göz önüne sermektedirler. Daha sonra toplumsal değişim ve dönüşümleri değerlendirirken başvurulan ilerleme ve gerileme kavramlarının yüklendiği anlamları tartışmaktadırlar. Ayrıca Batı-Avrupa merkezli tarih yazımının ve ilerleme fikrinin sorunlu bir politik ve ideolojik tutum içerdiğini ve teleolojik tarih anlayışının sakıncalarını ele almaktadırlar. Bunun yanı sıra, Allen ile Jaeggi’nin farklılaşan yaklaşımları ekseninde, ileriye dönük ilerleme ve geriye dönük ilerleme kavramı başta olmak üzere tarihsel gelişmeleri hangi kavram setleri ile tartışmamız gerektiğine dair zengin bir tartışma metinde yer almaktadır.
Anahtar Kelimeler
Eleştirel Teori, Toplumsal Değişim, İlerleme Kavramı, Tarihsel Materyalizm, İçkin Eleştiri
Abstract
The present translation includes an interview with Amy Allen and Rahel Jaeggi, two crucial thinkers of contemporary critical theory, in which they respond to questions posed to them in Berlin by another critical theorist, Eva von Redecker. In response to the questions, both thinkers engage in an in-depth discussion about the possibilities of social change and how the dynamics of the change can be analyzed. In doing so, Allen and Jaeggi, representing two different trajectories of critical theory, first explain the various sources (Kant, Hegel, Foucault, Nietzsche, etc.) from which critical theory differs and is enriched, and then they expose different theoretical positions. They then discuss the meanings of the notions of progress and regression that are used to analyze social changes and transformations. They also argue that Western-Eurocentric historiography and the idea of progress involve a problematic political and ideological stance and discuss the drawbacks of a teleological understanding of history. In addition, Allen and Jaeggi provide a rich discussion of the conceptual sets with which we should discuss historical developments, especially the forward-looking notion of progress and backward-looking notion of progress, in the context of their diverging approaches.
/Araştırma Makalesi_Research Article
İbrahim Demirbaş
Öz
Kişinin durmaksızın değişen özelliklerinin arkasında, bu değişimleri onun üzerinde mümkün kılarak değişmeyen benliğinin nasıl ve ne şekilde var olabileceği sorununa dayanan kişisel özdeşlik problemi, ‘benlik’ tasavvurunu bedenden ve bedenin varoluş şeklinden soyutladığı sürece zeminsiz ve dolayısıyla hatalı bir sorudur. Zira beden, insanın her türlü belirleniminin onda yaşandığı temel konumun bizzat kendisi ve de insanın ondan hiçbir şekilde soyutlanamayacağı bir varoluş merkezi olarak, ‘benlik’ten soyutlanabilir veya ondan ayrı düşünülebilir bir yapıda değildir. Beden hakkındaki bu olgu, insanın varoluş durumlarına ve dünya ile kurduğu ilişkinin nasıl gerçekleştiğine dönülerek görülebilir bir yapıya sahiptir. Bu bağlamda, bu çalışmada tam da bu varoluş durumlarından ve insanın bedeni ile kurmak zorunda olduğu dünyayla olan ilişkisinin, Merleau-Ponty’nin bedene dair yaptığı varoluşsal/fenomenolojik incelemelerle temellendirilerek nasıl gerçekleştiği ortaya konacaktır. Böylelikle, değişim ve özdeşliğin birbirinden soyutlanmadan, bütünsel bir şekilde ele alındığında aslında birbirlerini ne denli gerektirdiklerinin bir mantıksal serimlemesi ortaya konarak, ‘kişisel özdeşlik’ dediğimiz problemin de içerisinde hem özdeşliği hem de değişimi barındıran insan varoluşundan hareketle bir zemine sahip olduğunun bir gösterimi yapılacaktır. Bu gösterim sonucunda, ‘beden’i ‘ruh’ veya ‘benlik’ karşısında ‘maddî nitelikler’e indirgeyen yaklaşımın bir araştırma konusu olarak bedeni ne denli ıskaladığı gösterilerek ve böylelikle bedenin bir ‘nesne’ olarak herhangi bir şeye indirgenemez konumu ortaya çıkartılarak bir ‘beden merkezli ontoloji savunusu’ yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler
Kişisel Özdeşlik, Beden, Merleau-Ponty, Varoluş, Benlik.
Abstract
The problem of personal identity, which stems from the question of how and in what way person’s unchanging self can exist behind their constantly changing attributes and make these changes possible on it, is a baseless and therefore invalid problem as long as it abstracts the conception of the self from the body and the manner of the body’s existence. This is because the body, as the fundamental position in which all determinations of a person are experienced and as an existential center from which the person cannot be abstracted in any way, cannot be abstracted from or thought of separately from the self. This fact about the body can be seen by returning to the states of human existence and how their relationship with the world is realized. In this context, this study will reveal how precisely these states of existence and the relationship that a person must establish with the world through their body are realized, based on Merleau-Ponty’s existential/phenomenological investigations of the body. Thus, by demonstrating how much change and identity necessitate each other when considered holistically without being abstracted from one another, a logical exposition of this will show that the problem of ‘personal identity’ has a foundation based on human existence, which includes both identity and change. As a result of this demonstration, it will be shown how much the approach that reduces the ‘body’ to ‘material qualities’ in opposition to the ‘soul’ or ‘self’ misses the body as a research subject, thereby revealing the irreducible position of the body as an ‘object’ and advocating for a ‘body-centered ontology’.