Heidegger’in “Varlık ve Zaman”da Tarihle İmtihanı

Bu çalışmada “Varlık ve Zaman”dan hareketle Heidegger’in tarihsellikzamansallık ve Dasein arasında kurduğu ilişki açıklanmaya çalışılacaktır. Heidegger’in tarihselliğe dair belirlenimlerini anlatmadan önce, düşünürün Daseinanlama ve zamansallık arasındaki ilişkiyi nasıl belirlediğine açıklık getirmek durumundayız, çünkü Dasein zamansallık zemininde anlamayı gerçekleştirmektedir ve tarihsellik de Dasein’la birlikte varolan zamansallıkla ilişkilidir.

Heidegger’e göre farklı varolma olanaklarının yanı sıra soru sorma olanağına sahip olan ve doğrudan “bizler” olan bu varolana Dasein diyoruz (Heidegger, 2008:7). Dasein kendi varlığını sorun ederek, kendisini kendi varoluşundan hareketle anlayabilen,  kendi varlığı içinde ve sayesinde açımlanabilen bir varolandır. Dasein’ın “dünya içinde olması” onun kendi özüne ait bir özelliğidir. Bu anlamda Dasein ontik bir özelliğe sahiptir ve bu durum onun ontolojik olma özelliğinden kaynaklanmaktadır. Dasein, ontik ve ontolojik olma özelliği sayesinde diğer varolanları da kendi varlığı üzerinden açıklamaktadır. Dasein’ın diğer varolanlardan farkı şu şekildedir:

“Birincisi ontik önceliktir: Bu varolanın varlığını belirleyen varoluştur. İkincisi ontolojik önceliktir: Dasein varoluş belirleniminin zemini üzerinde kendi kendince ‘ontolojik’tir. Dasein’ın üçüncü önceliği, onun, her türlü ontolojilerin olanaklılığının ontik-ontolojik koşulu olmasıdır.” (Heidegger, 2008:14).

Dasein ontik açıdan bize en yakın hatta hep bizimle olmakla birlikte, bu ontik özelliği yüzünden ontolojik açıdan da bize en uzak olandır. Bunların yanı sıra burada önemli olan Dasein’ın kendi varlık anlayışına sahip olabilmesidir. Bu anlamda Dasein dünyadan hareketle kendisini anlama eğilimi içindedir, bu da onun önontolojik[1]  bir belirlenimle dünyaya yöneldiğini bize göstermektedir.

Dasein dünya içinde karşılaştıklarından hareketle kendisini anlamaktadır. “Anlamak demek, dünya içinde varolmanın ilgili imkânına kendini tasarlamak demektir, yani tam da o imkân olarak varolabilmektir” (Heidegger, 2008:411). Bu anlamda dünya Dasein için hem zemin hem de bir sahnedir, buradaki dünyayla kastedilen de sadece ontik bir belirlenim olmayan, zamansallığın ve tarihselliğin içkin olduğu bir yerdir –ki zamansallık söz konusu olmasaydı anlama da gerçekleşemezdi.

Heidegger’in zamansallık ve tarihsellik arasında kurduğu ilişkiyi kavramak için onun felsefesinde fenomenolojinin nasıl bir konuma sahip olduğunu da bilmek gerekir. Heidegger fenomenolojinin anlamını açıklarken -özsel olarak da felsefi bir yapıya sahip olduğunu belirttiği- Eski Yunanca’ya başvurur. Heidegger’e göre fenomenoloji terimini anlamlandırabilmek için öncelikli olarak onun kurucu ögelerini açık kılmamız gerekmektedir. Terimin Eski Yunanca’daki etimolojik öğeleri “phainomenon” ve “logos” tur. En genel anlamında fenomenoloji, fenomenlerin bilimi ya da logosu (Wissenschaft von den Phainomenon) olarak anlaşılabilir. Grekçe phainomenon kendini göstermek anlamına gelen “phainesthai” fiilinden türemiştir. Buna göre, phenomenon kendini gösteren (das Sichzeigende) ya da kendini açığa vuran ( das Offenbare) anlamına gelmektedir. Phenomenon açık olan ve ışığa getirebilen bu yüzden de kendini olduğu gibi gösterendir. Bu anlamda anlaşıldığında, terim görünüş (Erscheinung) teriminden açıkça ayırt edilebilir. Buna göre: “Fenomen yalnızca görünüş değil, ama daha doğrusu görünen ya da kendini gösterendir. Görünüş her zaman belirli fenomenlere gönderimde bulunur. Görünüş birşeyin görünüşüdür, kendini gösteren bir şeyin görünüşü( Pöggeler: 2001:3).

“Fenomenoloji, böylece, fenomen olarak, kendini kendisini gösterdiği biçimde göstereni “görünür kılma” ya da açığa çıkarma olarak anlaşılmalıdır. Fenomenolojik yöntemin temel amacı kendilerini gösterdikleri biçimiyle ilk (dolaysız) verilere dönmektir” (Heidegger 2008:3). Fenomenolog burada dünyaya bir yorum dayatmaktan kaçınır. Bunun yerine, kendisini dünyanın kendisini ona özünde nasılsa öyle açacağı bir konuma getirmeye çalışarak fenomenleri ilk verildikleri şekilde incelemeye çalışır.

Heidegger’in fenomenolojik yaklaşımında bir diğer önemli kavram da “yönelimsellik” (intentionality) tir. Yönelimsellik Dasein’ın dünyaya zamansallık zemininde olan yönelimiyle, anlamasıyla bağlantılıdır, çünkü anlamanın kendisi de yönelimseldir. Bunun yanı sıra Dasein gündelik pratik ilgilerinde yani kullandığı araç ve aletlerin kullanımında da yine birlikte olduklarıyla kendi dünyasına yönelmektedir.

Heidegger için, fenomenoloji kopmaz bir biçimde hermeneutik ya da “tarihsel” yorum ile bağlantılıdır. Betimlenmesi ve analiz edilmesi gereken bir başlangıç noktası olarak varoluş özsel olarak tarihsel bir karakterdedir ve zamansallık zemininde temellenmiştir. Dasein her zaman geçmişten gelir, geleceği bekler ve şimdi de karar verir. İnsan kendi varoluşunda geçmişin, şimdinin ve geleceğin üzerine “yayılır”.  Bu anlamda da tarihsellik ve zamansallık onun varlığının temelini oluşturur.

Varoluşun fenomenolojik bir betimlemesi, tarihsel kavramları kullanmayı gerektirir. İnsan bu anlamda kendi içinde duran, kapalı bir töz ya da kendilik değil,  “varolan” bir varlıktır. Bununla beraber yönelimselliği olan, kendi varoluşunun olanaklarını da görebilen bir varolandır. Heidegger’in fenomenolojiyi çektiği yön bu anlamda, her şeyden önce onun transandental “ben”i eksistensiyal yapısıyla ele almasıdır. Buradaki “ben” dünya içinde birlikte varolan, kaygı, korku taşıyandır ve sonludur.

Heidegger tarihselliği (Geschichtlichkeit) Dasein’ın dünya içinde bulunmasıyla ilişkilendirerek açıklamıştır. Buna göre Dasein’ın doğumdan ölüme kadar uzanan yoluna tarihsellik denilebilir. Ölüm Dasein’ı çevreleyen bütünün bir ucudur, öteki uç da başlangıç olan doğumdur. Heidegger’e göre aradığımız bütünlüğü temsil eden de doğum ve ölüm arasındaki kısımda kalan varolandır. Ayrıca Heidegger’in belirttiği gibi, tarihselliği zamansallıktan hareketle, fenomenolojik kurgulama yoluyla çözebiliriz; buna göre tarihselliğin yorumu aslında zamansallığın somut bir şekilde açığa çıkmasıdır Böylelikle tarihselliğin eksistensiyal-ontolojik bir kurgulanışını da gerçekleştirebiliriz. Dasein’ın tarihselliğinin analizi bize şunu göstermektedir: söz konusu varolan, ‘tarih içinde yer aldığı’ için ‘zamansal’ değildir, aksine o, kendi varlığının temelinde zamansal olduğu içindir ki, tarihsel bir varoluşa sahip olmuş ve sahip olabilecektir” (Heidegger, 2008:400). Heidegger’e göre tarihselliği öncelikli olarak Dasein’ın salt zamansallığıyla açıklamamız gerekmektedir, bu nedenle de tarihsellik ve zaman içindelik aynı derecede gerçektir.

Heidegger Dasein’ın dünya içinde olmaklık üzerinden tarihselliğinin düz anlamda ontik bir dünyada varoluş olarak anlaşılmaması gerektiğini belirtir. Dasein dünya içinde varolurken dünya içinde karşılaşılan varolanlarla beraber ve onlarla birlikte varolur. Diğerleriyle var olabilmek, hem kendi geçmişiyle hem de geleceğiyle ilişkili olmaktır, başka bir deyişle tarihsellikle varolmaktır.

Heidegger’e göre tarih zaman içinde dönüşen varolanlar bütününü imlemektedir. Varolanların bütünüyle kastedilen insanlar, insan toplulukları ve onların kültürleridir. Kısacası burada “tarih, varlık minvalini ya da yaşanmışlığı değil de, ‘tin’ ve ‘kültür’ aracılığıyla doğadan (her ne kadar o da burada anlaşılan biçimiyle tarihe ait olsa da) ayırt ettiğimiz insani varoluşun özsel belirlenimleri için kullanılan bir varolan sahasını ifade etmektedir”(Heidegger, 2008:402). Bu bağlamda tarih, Dasein’ın şimdi, geçmiş ve gelecek arasındaki yaşanmışlıklarıdır. “Bu şekilde ‘tarihi olan’ bir şey, tarih de ‘yazabilmektedir’. ‘Çağa damgasını vurarak’ ‘şimdilerde’ bir  ‘geleceği’ tayin edebilmektedir”(Heidegger, 2008:402).

Heidegger eski eserlerin tarihsel olmaları üzerinden yaptığı açıklamayla da bunu göstermiştir. Buna göre eski eserlerin tarihsel olmaları onların Dasein’ın geçmişle olan ilişkisinden kaynaklanmaktadır. O eski eserler sonuç olarak, Dasein’ın dünyasına ait olmuşlardır.  Buradan Dasein’ın sadece geçmişle ilişkisinde tarihsel olabileceği sonucunu çıkarmamalıyız,  çünkü Dasein varoluşundan dolayı asla ‘geçmiş’  olamaz.  “Dasein’ın gelip-geçici olmayışı yüzünden değil, ama onun özü gereği asla mevcut olan olmaması, daha ziyade sürekli varolması yüzünden bu böyledir. Artık varolmayan bir Dasein’ı ise, kati bir ontolojik anlamda ele alacak olursak, geçmiş değil bir- zamanlar –oldum olasıydı demek gerekir”(Heidegger, 2008:404). Geçmişteki eserlerin tarihsel olabilmesini sağlayan da, bu eserlerin bir zamanlar Dasein’ın dünyasına araçsal olarak ait olmasıdır.

Heidegger’in tarihselliğe dair açıklamalarındaki önemli bir kavram da “tekerrür” (Wiederholung)dür. Heidegger tekerrürle tarihsellik içerisinde eylemde bulunan Dasein’ın imkanlarına göndermede bulunmaktadır. Bir anlamda bu durum Dasein’ın kendisini gösteren kapalılığı açma durumunu bize göstermektedir. Bu kapalılığı açma durumu Dasein’ın miras alınmış bir varoluş imkanıdır. Başka bir deyişle tekerrür “bir zamanlar oldum olası olan Dasein’ın kendi imkanlarına geri dönmesidir” (Heidegger, 2008:409). Heidegger burada her ne kadar “miras” kavramıyla geçmişi işaret etse de, tekerrürle birlikte geçmişe dönüşü değil tam aksine “günümüz üzerinde etkisi olan geçmişin iptali”ni (Heidegger, 2008:409) kastetmemektedir. Bu anlamda tekerrür bizlere ne geçmişi ne de birbirini düzenli bir şekilde takip eden olayların oluşturduğu ilerlemeyi işaret etmektedir. Tekerrür tarihselliğin bir zorunluluğudur.

Heidegger’e göre tarih meselesini tarih bilimiyle çözemeyiz, ki zaten tarihbiliminin varlık koşulunu oluşturan da yine Dasein’dır. Bu bağlamda da “tarihbilimin teması ne tek tekler ne de tarihin üstünde varolan tümelliklerdir. Tarihbilimin teması fiilen varolmuş olan oldum olası imkânlardır” (Heidegger, 2008:419). Tarihbiliminin oluşturulabilmesi için geçmişe giden yolun açık olması gerekmektedir; ancak bu açıklığın nasıl olacağı Heidegger’de de net bir şekilde ifade edilmemiştir. Sadece Dasein tarihsel olduğu için geçmişi kavrayabilmemizin de önünün açık olduğunu söyleyebiliriz.

Sonuç Yerine

Heidegger yıllardır süregiden “varlık unutulmuşluğu”nun, içinde yaşadığı çağda çözümlemesini yapmaya çalışarak, eleştirdiği metafizik tutumdan farklı bir yaklaşım geliştirmeye çalışmaktadır. Burada tarihsel süreci kapsayan krizden bahsederken tarihsel olguları daha çok bir kenara koymayı yeğleyen Heidegger, metinlerinde bizi zaman zaman “mistik” bir hal içerisine sürüklemektedir.

Heidegger’e göre “metafizik, bir çağı temellendirir, zira varolanın özgül bir yorumu ve hakikatin özgül bir kavranışı yoluyla o çağa üzerinde oluştuğu temeli verir. Bu temelin, çağı ayırt eden bütün olgular üzerinde tam bir hâkimiyeti vardır”(Megill, 1998:230). Bununla birlikte yeniçağ metafizik için yeni olmakla birlikte sondur ve metafiziğin aşılması gerekmektedir. Tamamlanmış olanın aşılması gerektiği fikrinde, bir çelişki yoktur. Ayrıca Heidegger metafiziğin yalnızca tamamlanmışlığından değil, aynı zamanda aşılmış olmasından da emin olmak ister, çünkü ona göre metafizik ortalıktan temelli olarak kalkmaz ise değişik bir şekilde geri gelebilir.

Felsefenin sonunun yeni bir başlangıca yol açtığı konusunda hem Hegel hem de Heidegger hemfikirdirler diyebiliriz; ancak Heidegger’in bu tamamlanma ve onun getireceği başlangıç düşüncesi, Hegel’inkinden önemli farklar içermektedir. Heidegger 1956-57 seminerlerinde “Metafiziğin Varlık Tanrı Bilimsel Yapısı” adlı yazısında da şöyle der: “Bize göre düşünmenin tarihiyle yapılan konuşmanın niteliği bundan böyle Aufhebung değil, geriye atılan adımdır” (Megill, 1998:233). Heidegger tarihsellikle her ne kadar salt geçmişin anlaşılmaması gerektiğini belirterek, geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki akışı göstermeye çalışsa da, içinde bulunduğu çağın krizinden kurtulma noktasında, geçmişe duyduğu (bunu Eski Yunan’a, ‘eve’ özlem olarak da okuyanlar vardır) özlemi yoksayamamaktadır. Bu nedenle Heidegger’in tarih düşüncesinde nostaljinin izlerini yakalamak mümkündür.

Heidegger tarihsel olguları, toplumsal formasyonu, üretimi ve kendisinin de zaten pek anlamadığını belirttiği politik düzlemi “unutmuştur”. Ortaya koyduğu incelemelerinden tarihe dair somut bir praksis alanı çıkmadığı için Heidegger’in üzerine eleştiri oklarının acımasızca fırlatılmasına elbette gerek yoktur, çünkü Heidegger hiçbir zaman bize böyle bir vaatte bulunmamıştır. Kendisi fundemantal ontolojiyle tarihe yaklaşmaktadır ve bu yaklaşımın sonucu da insanı, eylemlerini, tarihsel olguları “unutabilmeyi” beraberinde getirebiliyor. Kısacası Heidegger  “gerçekte, savaş ve diğer tarihi olguların kendilikleriyle öncelikle ilgilenmez. Onun asıl amacı, insan varlığının gerçekteki tarihi doğasıdır” (Polt, 1999:1). Heidegger’in bu tutumu da tek tek olguların oluşturduğu tarihsel düzlemi kendi içerisindeki farklılıklarıyla beraber bir kenara atmayı beraberinde getirmiştir.

Heidegger’in tarihsel olayları ve olguları bir kenara bırakarak Dasein’ın tarihselliğine ilişkin söylediklerinden şunları çıkarabiliriz: Heidegger dünyasız bir özneden ve onun tarihselliğinden bahsetmemektedir. Ona göre tarihin yaşanılmışlığı ile dünya içinde olma ve yaşama aynı şeylerdir. Bu yüzden de “Dasein’ın tarihselliği, özü gereği dünyanın tarihselliğidir” (Heidegger, 2008:419). Dünya Dasein’la birliktedir ve Dasein varolduğu sürece de tarihselliğin imkânlarıyla birlikte dünya içindeki olanaklarla Dasein karşılaşacaktır. Bütün bu tarihsellik sarmalı içerisinde eksik kalan ise başkalarıyla kurulan ilişkilerle şekillenen tarihsel sürecin dinamizmidir, bu nedenle Heidegger’in Dasein’i tarihsiz bir dünyayla karşı karşıya kalmaktadır. Tarihsel olaylar Dasein’ın yaşanmışlıkları noktasında eşitlenirken, bu olaylar arasındaki farklılıklar göz ardı edilmektedir.

Heidegger’in Dasein’a dair eksistensiyal analizinde, fırlatılmış olan varoluşun somutlanmasından hareket edilmekte ve buradan da zamansallık ve Dasein arasındaki ilişki açığa çıkarılmaktadır. Heidegger’in tarihsellik ve zamansallık üzerine yapmış olduğu vurgu, onun tarihsellik anlayışının Dasein’ın doğum ve ölüm arasındaki yaşamında “siyasal” tutumuna dair de bir açıklık beklememize sebep olmaktadır; ancak Heidegger dünya içinde varolan adına böyle bir kaygı taşımamaktadır. Tekniğin gelişimine dair yapmış olduğu eleştiriler onun tarihsel olgulara da yer verdiği düşüncesini yaratıyor olsa da onun için bu tarihsel olguların pek bir değeri söz konusu değildir. Zaten kendisi de tarihbiliminin temasını belirlerken dahi tek tek varolanların ya da genel bir tarihsel süreç analizinin daha değersiz olduğunu belirterek, Dasein’ın olanaklarına dikkat çekmeye çalışmıştır. Son olarak tarihselliği sadece Dasein’ın olanakları bağlamında ele almak, toplumsal-tarihsel bir yorum getirme konusunda Heidegger’i “naif” kılmaktadır diyebiliriz.

KAYNAKÇA

HEIDEGGER, Martin. Metafizik Nedir?, (çev.Mazhar Şevket İpşiroğlu, Suut Kemal Yetkin), İstanbul: Kaknüs Yayınları, 2003.

HEIDEGGER, Martin. Varlık ve Zaman, (çev. Kaan H. Ökten), İstancul: Agora Kitaplığı, 2008.

MEGILL Allan, Aşırılığın Peygamberleri Nietzsche, Heidegger, Foucault, Derrida,(çev. Tuncay Birkan), Ankara: Bilim ve Sanat Yayınevi, 1998.

PÖGGELER O.,ALLEMAN B., Heidegger Üzerine İki Yazı, (çev. Doğan Özlem), İstanbul: Paradigma Yayınevi, 2001.

POLT Richard. Martin Heidegger: Tarih, Kalıtım ve Yazgı. New York: Cornell University: 1999.

 

 

 


[1] Önontolojik (Vorontologisch) kavramıyla Dasein’ın bütün ontolojileri önceleyen bir yapıya sahip olduğu belirtilmektedir.