Dejenerasyon Tezi Bağlamında İktisadi Öz yönetim Girişimleri: “Kardemir Demir Çelik” ve “Olympia Veneer Company” Örnekleri

Öz yönetim[1] teşebbüsleri, genel olarak mal ve/veya hizmet üretiminin, işçilerin kendi öz patronajları altında gerçekleştirildiği ve işçilerin üretim araçları üzerinde tasarruf hakkını elinde bulundurduğu ticari işletmelerdir. Bu yönüyle kapitalist muadillerinden farklılık gösteren bu girişimler, “bütünsel olarak işçilerin kimi demokratik süreçler sonucunda ekonomik kararlar aldığı” (Estrin, 1983: 12), yönetim şekilleri açısından insan odaklı ve âdem-i merkeziyetçi nitelikler taşıyan iktisadi birimlerdir.

Öz yönetim nosyonu “işçilerin yönetime atılması, verimlilik arttırmaya dönük ortak çabalar, ortaklık temelinde yönetim organlarının seçimi, herkesin bir oy sahibi olması ilkesine dayanan tüm ortakların tam eşitliği, işletme amaçlarının ortak saptanması, sorumluluk alanlarının rotasyonu gibi bir dizi olumlu niteliğe sahiptir” (Arvon, 1991b: 78-79). Model olarak, işçilerin üretim süreçleri üzerinde inisiyatif kullanabildiği, üretilen değer üzerinde patron temellükünün bulunmadığı türde bir üretim örgütlenmesi olarak, kapitalist sistemin temel dinamiklerine karşı açılacak potansiyel mücadele hatlarını yaratabilmek noktasında önemli bir enstrüman olmaya namzetmiş gibi gözükmektedir. Kanımca, öz yönetim modelinin, talip olduğu bu hedefi ne oranda kotarabileceği tartışmaya açıktır ve tarihsel örnekler eşliğinde tahlil edilmeye muhtaçtır. İşçilerin öz yönetimlerinin içerisine konumlandığı ve zorunlu olarak parçası olduğu bir kapitalist ekosistem içerisinde ne derece uygulanabilir olduğu problematize edilmelidir.

Böylesi bir problematizasyonun aydınlığa kavuşturulması, bu çalışmanın temel amacıdır. Bu bağlamda, öncelikli olarak ‘dejenerasyon tezi’ tanımlanmaya çalışılacak, akabinde bu tezin ortaya atıldığı tarihsel art alanına değinilecektir. Sonrasında Marx’ın dejenerasyon düşüncesi Kardemir öz yönetim örneği üzerinden açımlanacak, son olarak da Kardemir’in aksine, kapitalist ekonomi içerisinde başarıya ulaşmış bir ABD şirketi olan Olympia Veneer Company’nin kapitalistleşerek sistem içerisinde ne şekilde asimile olduğuna değinilecektir.

İktisadi öz yönetim teşebbüsleri, tarihsel olarak sosyoekonomik daralma/buhranların yaşandığı ya da yeteri oranda istihdam alanının yaratılamadığı zamanlarda, işçi sınıfı mücadelesinin temel hak arayış mekanizmalarından birisi olmuştur. İşçilerin genel üretim faaliyetleri, satın alma, pazarlama, müşteri ilişkileri vb. konularda başat olarak rol alabildikleri bu türden teşebbüsler Cornforth’a göre, pazarın süreç içerisinde yaratmış olduğu baskılar dolayısıyla- kapitalist teşebbüsler de dâhil- diğer teşebbüslerle benzerlikler gösterebilmektedir. Yine Cornforth’a göre, işçi kooperatiflerinin bu yönde göstereceği eğilimlerin tersine çevrilmesi pek de olanaklı değildir (Cornforth’dan akt.Somerville, 2007: 10). Cornforth’un geri dönülemez bir süreç olarak adlandırdığı bu durum temel olarak ‘dejenerasyon tezi’ bağlamında kavramsallaştırılmaktadır. Burada işaret edilen pazar kaynaklı baskılar; üreticiler arasında yaşanan pazar rekabeti, korporasyonların yeniden yatırım potansiyellerinde (servet birikimi) belirleyici olan likidite birikimleri (satın alma güçleri) gibi faktörleri içermektedir.

Öz yönetim girişimlerinin baskın iktisadi sistem içerisinde yozlaşarak sönümlenmesine mahal veren etkenlere, Kardemir ve Olympia Veneer Company örnekleri ışığında değinmeden önce, dejenerasyon tezinin gündeme geldiği tarihsel bağlama temas etmekte fayda var. 19. yüzyılın ikinci yarısı, Avrupa’da kooperativist hareketlerin patlak verdiği yıllar olmuş, bu dönemde emek sömürüsü azami ve gayri insani boyutlara ulaşmıştır. Emeğin içine alındığı sömürü kıskacı, proleter kesimlerin refleksleriyle karşılaşmış, yaşanan kalkışmalar ‘The Rochdale Society of Equitable Pioneers’ adıyla bilinen ilk tüketici kooperatifinin kurulması ile vücut bulmuştu. Rochdale teşebbüsü “1844 yılında yirmi sekiz yoksul halı dokuma işçisinin Toad Lane’de [İngiltere] açmış oldukları iş yeri ile hayata geçmiş, Rochdale kooperatifi dünya üzerinde başarıya ulaşan ilk örnek olmuştur. Kooperatifin özgüllüğü bununla sınırlı kalmamış, aynı zamanda kendisinden sonra gelecek olan kooperatiflerin de takipçisi olacağı [kimi] ilkelerin tasarımına imza atmıştır” (Fairbairn, 1994: 2). Kooperativist hareketlerin bir prototipi olarak gösterilebilecek Rochdale girişimi, öz yönetim hareketlerine ivme kazandırmış, işçilerin öz yönetim deneyimleri Avrupa’nın münferit bölgelerinde meydana gelen diğer örgütlenmelerle sürmüştür. Marx tam da böylesi bir olgusal bütünlüğün içerisinde, dejenerasyon tezi bağlamındaki görüşlerini kaleme almıştır.

Buna göre Marx, işçilerin öz yönetim tasarruflarını eski üretim tarzı içerisine doğmakta olan yeni bir üretim tarzı olarak tanımlamış- bu şekliyle olumlamış- öte yandan, kooperatiflerin kapitalist üretimle doğrudan ilişkili ve “mevcut sistemin tüm kusurlarını” yeniden üreten- fabrika sistemi ve kredi sistemi gibi- olgulara dayandığı gerçeğine de dikkat çekmiştir (Marx, 1981: 571). Marx, argümanlarını erken dönem kapitalizmi içerisinde kayda geçen öncül öz yönetim uygulamaları bağlamında dile getirmiş, bu uygulamaların kapitalist bir üretim tarzı içerisinde, kendi özgüllüklerini muhafaza ederek varlıklarını sürdürebileceklerine kanaat getirmemiştir.Marx’ın asırlar öncesinde yapmış olduğu bu tespitlere başvurmak ve tahlillerini yakın tarihimizde yaşanan Kardemir öz yönetim deneyimi ışığında tanıtlamak pekâlâ mümkündür. Kardemir Demir Çelik ülkemizin önde gelen çelik üreticilerinden birisi olarak- Tansu Çiller’in başbakanlığını yaptığı ellinci Türkiye Cumhuriyeti hükümeti tarafından- 1995 yılında 1 TL gibi sembolik bir özelleştirme bedeli karşılığında fabrika çalışanları ve Karabük halkına satılmıştır[2]. Kardemir bu süreçle birlikte geleneksel kapitalist işletme formundan çıkarak, işçilerin patronsuz bir şekilde üretimde bulunabildikleri işçilerin öz yönetim örgütlenmesine geçmiştir. Bu geçişin ardından üretim tesislerini entegre tesis (üretimin ham madde üretimi aşamasından paketleme aşamasına kadar geçen tüm safhaların pratik edilebildiği model) modeli temelinde modernize eden Kardemir[3], bu suretle Fordist üretim biçimini uygulayan diğer pek çok kapitalist tesisle aynı üretim biçimini uygulamaya koymuş, yine bu şekliyle kapitalist sermayeye özgü sermaye döngüsü sürecini yeniden üretmiştir. Bu bağlamda, Kardemir kapitalizme özgü süreçleri kendi öz yönetim örgütlenmesine monte  etmiş, böylelikle kapitalist örgütlenme biçimlerine yakınlaşarak, kapitalist sistemin dayandığı olgularla dirsek teması kurmuştur.

Marx’ın öz yönetim girişimlerinin dayandığı olgular arasında işaret ettiği kredi sistemi, piyasa ekonomisi aktörlerinin ticari yaşam döngülerini güvence altına alması açısından önem teşkil eder. Ayrıca, sermayenin yatırımlarını genişletebilmesi, sermayesini yeniden biriktirebilmesi açısından da işlevseldir. Kredi sistemi genel ekonomi açısından kapitalist sistemin devamlılığını sağlamak noktasında ihtiyaç duyduğu likidite gereksinimini sağlamaktadır.

Kardemir 1998 yılı itibariyle içine düşmüş olduğu mali darboğazdan çıkışın yollarını, tıpkı her kapitalist korporasyonun yaptığı gibi kredi finansmanı kullanmak suretiyle aramış fakat Kamu İktisadi kuruluşları ve kamu bankaları, Kardemir’e işletme sermayesini ucuza sağlayacak kredi fırsatlarını tanımamışlardır[4]. Kardemir’in likidite açıklarını gidermek için kapitalist sistemin vazgeçilmez işbirlikçisi kredi sistemine başvurmuş olması bir diğer yozlaşma emaresidir. Bu durumun delalet ettiği bir başka nokta ise, verili sistemin verili veçhelerinden sadece birisi olan kredi sistemine duyduğu- sistemin tunç yasalarının ön gördüğü şekilde/duymak zorunda bırakıldığı- muhtaçlık ilişkisidir. Bu ilişki tıpkı Marx’ın de belirttiği üzere sistemin çarklarını yeniden üretmektedir.
Artz ve Kim’e göre, işçi kooperatiflerinin dış finansman sağlamak noktasında yaşamış olduğu zorluklar, bu kooperatiflerin yatırımcılarca yüksek risk taşıdığı şeklinde algılanması ve yatırımcıların işçi kooperatiflerin taşıdı risk ve [olası] “karlılıklarını” tahlil edememelerinden kaynaklanmaktadır (2011: 24). Artz ve Kim’in işaret ettiği üzere, yatırımcıların kooperatifleri desteklememe gerekçeleri, açık şekilde kooperatiflere kapitalistleşme gereksiniminin bir zorunluluk olduğunu buyurmakta, bu bağlamda sistemin dayatmaları bir kez daha devreye girmektedir. Ne yazık ki, sistemin bir dizi dayatmasından sadece birisi olan kredi finansmanı gereksinimi, Kardemir’i iflasa götüren en önemli etkenlerden birisi olmuştur. Kardemir’in yaşadığı sıkıntılar, bizlere işçilerin üretici kooperatiflerinin- bir Pac-man misali önüne çıkan her türlü alternatif üretim örgütlenmesini iğdiş etme potansiyeline sahip- kapitalist tunç yasalarının başat olduğu bir yapı içerisine dâhil olma çabalarının ne denli meşakkatli süreçlere denk düştüğünü göstermektedir. Bu  durumu, işçilerin öz yönetim müteşebbislerine, kendilerini merkez kaç kuvvetine mukavemet göstermeye çalışmaktan başka bir seçenek tanınmadığı- ki bu bile bile lades anlamına gelmektedir- bir acziyet sarmalına benzetmek mümkündür.

 Kardemir’in iflasa sürüklenmesinde- dönemin Kardemir Yönetim Kurulu Başkanı Sencer İmer’in de belirttiği üzere[5]– 1998  yılında Asya ve Rusya’da yaşanan ekonomik krizlerin de payı bulunmaktadır. Bu krizler başta Kardemir olmak üzere Türkiye’deki  çelik üreticilerini zora sokmuş, çelik fiyatları Türkiye Kalkınma Bankası A.Ş.’nin Şubat 2001 tarihli Demir-çelik Sektörü adlı sektörel  araştırmalar raporuna göre, demir-çelik mamulleri ihracatımızda 1997’den 1998’e geçilen süreçte miktar bazında %12,  değer bazında  ise %14’lük bir düşüş kaydedilmiştir[6]. Bu, verili bir iktisadi sisteme giren öz yönetim müteşebbislerinin yerel ya da küresel  iktisadi konjonktürden bağımsız ya da aynı konjonktürün etkilerinden muaf olmadığı anlamına gelmektedir. Bir diğer deyişle, işçilerin öz yönetimlerinin dejenerasyon risklerine karşı giriştiği mücadelelerde galip çıkması bir hayli güç gözükmektedir. Özgül dinamikleriyle içerisine konumlanan tüm alternatif ticari yapılanmaları sarmalayan kapitalist ekosistemden kaçışın yolları, ya zorunlu bir kapitalistleşmeyi ya da süreç içerisinde sönümlenmeyi getirecektir.

Bu noktaya değin, dejenerasyon tezini Kardemir Demir Çelik gibi iflasını vermiş, öz yönetim ilkelerinden sapmak zorunda kalarak başarısızlığa uğramış bir örnek üzerinden açıklamaya çalıştık. Peki ticari kar marjlarıyla kapitalist sistemin kar pastasından pay alabilmiş ve bu anlamda başarılı olabilmiş öz yönetim örnekleri aynı sisteme, kendi niteliklerini koruyarak tutunabilmiş midir? Bu sorunun cevabı için Pencavel’in takibi görüşlerine başvurabiliriz;

(…) mülkiyet sahipleri girişimlerinin lehine olacak şekilde, işletmelerden ayrılan üye işçilerin yerine (bilinçli olarak!) üye olmayan işçileri istihdam etme yolunu aramakta, müesseseler zaman içerisinde, “tüm işçiler üye, tüm üyeler işçidir” ilkesinden sapmakta; üye olmayan işçilerden oluşan grupların sayısında artışlar yaşanmaktadır. Bunun sonucunda, firma [lar], sahipliğin birkaç kişinin    elinde yoğunlaştığı, kritik kararların kalan az sayıda işçi tarafından alındığı pek çok geleneksel firmadan ayırt edilemez hale gelmektedirler (2012: 11).

Bir kontrplak üretici kooperatifi olarak ticaret hayatına başlayan ve öz yönetim modeliyle örgütlenen ABD menşeli Olympia Veneer firmasının deneyimleri Pencavel’in görüşlerini doğrular niteliktedir;

Kuzey-Batı Pasifik’te [ABD] yer alan çeşitli kontrplak kooperatifine ilham veren Olympia Veneer Company, üretim faaliyetlerine 1921 yılında, 125 üye işçisiyle birlikte başlamış, erken dönemlerde yaşanan zorlukların ardından, uzun yıllar boyunca başarıdan başarıya koşmuştur. Kurucu üyelerin fabrikadan ayrılmalarıyla birlikte, ayrılan üyelere ait hisseler geri alınmış, yerleri üye olmayan işçilerle ikame edilmiştir. 1952’ye gelindiğinde, çalışanlar arasındaki üye sayısı ellinin altına düşmüş, girişim 1954’te United States Plywood Corporation’a mevcuttaki üyelere “tatminkâr kazançlar“ sağlayacak bir fiyata satılmıştır (…) (2012: 11).

Diğer bir ifadeyle, Olympia Veneer kooperatifinin karlılık oranlarında yaşanan sıçramalar, şirketin özvarlıklarının- yani net değerinin- artmasına yol açmış, bu durum şirket hisselerinin de değerlenmesine olanak sağlamıştır. Dolayısıyla da, kurucu işçi üyelerinin paylarına düşen hisseleri- dışarıdan gelen ve ne kooperatif üyesi, ne de işçi olmayan- yatırımcılara cazip bedeller karşılığında satmışlardır. Bu durum, işçilerin öz yönetim uygulamalarının kapitalist yatırımcılarca gasp edilmesiyle eş anlamlıdır, öz yönetim ilkesi işlevsiz ve uygulanamaz hale getirilerek, kötürüm edilmiştir. Dışarıdan gelen elit burjuva yatırımcılar, kooperatif hisselerini- kooperatifi denetleyebilecek oranlarda- satın alarak, yapılanmanın doğasını tahrip etmiş ve dejenerasyonun yolunu açmışlardır. Kapitalistlerin böylesi şirket evliliklerine başvurmalarının altında yatan temel motivasyon, bu firmaların tekelleşme yoluna giderek, pazarı denetleme imkânına sahip olabilmesiyle ilintilidir. Pazarın denetlenebilmesi, tekelci yatırımcıya geniş bir sosyoekonomik kontrol rüştünü sağlamaktadır.

Toparlamak gerekirse, hem iflasını vererek kapitalizmle olan yenişme mücadelesinden yenik ayrılan Kardemir örneği, hem de kapitalist sisteme kafa tutarak, başarı kazanmış Olympia Veneer deneyimi, kapitalist üretim tarzı içerisinde çeşitli sebeplerden dolayı asimile olmakla karşı karşıya kaldıklarını göstermiştir. Bu durum, özgüllükleri her ne olursa olsun, öz yönetim örneklerinin mevcut ekonomik yapı içerisinde her an bir soğurulma tehdidiyle karşı karşıya kalabileceğine delalet etmektedir. Bu, son tahlilde fabrika işgalleriyle gündeme gelen Kazova Tekstil ve Greif işçilerinin öz yönetim yapılanmaları için de olası bir durumdur. Bu türden girişimlerin “(…) ne hükümet ne de kapitalistlerden himaye görmeksizin ‘özerk bir işçi yaratısı’ olarak varlıklarını sürdürmeleri, diğer yandan da yerel/ya da sektörel sınırlar içine kapanmış ne uzar ne kısalır ekonomik gariplikler durumuna düşmemeleri için (…)” (Bourdet’ten akt. Cangızbay, 2003: 154) münferit ve parçalı girişimler olmaktan çıkmaları, ulusal teritoryal sınırlar içerisinde, bütünsel bir rizomatik örgütlenme ağı ile yapılandırılmaları da yozlaşma riskini ortadan kaldırmayacaktır. İşçilerin öz yönetim deneyimlerini, işçi sınıfı açısından ancak bir tür parçalayıcı çekiç olan Mjölnirr[7] işlevi görebileceğini öne sürebiliriz. İşçi sınıfı elinde tuttuğu bu çekiç ile burjuvazinin kendisini içerisine hapsettiği teslimiyetçi ve fatalist vakumda- mücadele deneyimi yoluyla- çatlaklar açacak ve bu mücadelenin tedrici olarak nicelikten niteliğe dönüşümüne katkı sunacaktır.

Kaynakça

  • Arvon, H. (1991b). Özyönetim, İstanbul: İletişim
  • Artz, G. ve Kim, Y. (2011). Business Ownership by Workers: Are Worker Cooperatives a Viable Option?, Iowa: Iowa State University Press
  • Cangızbay, K. (2003). Sosyalizm ve Öz yönetim Reel Sosyalizmden Sosyalist Realiteye, Ankara: Ütopya
  • Cornforth, C. (1995). Patterns of Co-operative Management: Beyond the Degeneration Thesis, Economic and Industrial Democracy Vol.16
  • Estrin, S. (1983). Self Management: economic theory and Yugoslav practice, New York: Cambridge University Press
  • Fairbairn, B. (1994). The Meaning of Rochdale: The Rochdale Pioneers and the Co-operative Principles, Center for the study of Cooperatives, Saskatchewan:  University of Saskatchewan Press (http://usaskstudies.coop/pdf-files/Rochdale.pdf adresinden erişilmiştir) 20.02.2014
  • Marx, K. (1981). Capital. Volume 3, London: Penguin Books in association with New Left Review
  • Pencavel, J. (2012). Worker Cooperatives and Democratic Governance, Stanford Institute for Economic Policy Research, Stanford University Press: Stanford
  • Somerville, P. (2007). Co-operative Identity, Journal of Co-operative Studies, 40.1 April


[1]Öz yönetim muhtevası bakımından işçilerin fabrika işgallerinden, üretici/tüketici kooperatiflerine uzanan geniş bir skalaya sahiptir. Bu çalışmada, öz yönetim kavramı ile (üretici) işçi kooperatiflerine işaret edilmektedir.

[7] İskandinav mitolojisinde, Odin’den sonra en güçlü Tanrı Thor’un kudretini borçlu olduğu “parçalayıcı”, çekiç