Federico Fellini’nin 1957 yapımı, zamanının ilerisindeki filmi Le Notti di Cabiria, baht dönüşleri sürekli acı gerçekler ile hayaller arasında gidip gelen bir modern dönem tragedyası, ayakkabısının tekini kaybeden ve tekrar bulan 20. yüzyıl Sindrella’sına dair gerçekçi bir “masal”… Filmin değeri, makbul kadınlığın hiçbir özelliğini taşımayan bir kadının yaşam mücadelesini anlatmasında ve kadının kendi gerçekliğine dair yanılsamalı algısının toplum tarafından nasıl dayatıldığını gözler önüne sermesinde saklı. Fellini, hiçbir norma uymayan bir kadının kimse tarafından engellenmeksizin kendi başına mutlu olabilmesini zorlaştıran adaletsiz düzenin ikiyüzlülüğünü ifşa ettiği gibi bunun karşısında kadınların kızkardeşliğinin ve bağımsızlıklarının gizil gücüne işaret ediyor.
Belki birçok izleyici tarafından “mağdur edebiyatı” olarak sıfatlandırılabilecek, hatta kadını “aciz” ve “saf” göstermekle itham edilebilecek bu filmin, aslında kadını “mağdur” ya da “güçlü” ikiliğinin ötesinde gerçek güçleri ile ele aldığı ve hem kadınlığa hem de erkekliğe karşı eleştirel bir bakış uyandırdığı söylenebilir. Doğrudan sinemaya dair teorik bir çerçeveden hareket etmekten çok, öznel etkilenmelerin bir dökümü olarak kendini kurgulayacak olan bu okuma, filmin eğlencelik bir melodramdan çok daha fazlasını vaat ettiğini gösterebileceğini ummaktadır.
Filmin baş kahramanı Cabiria, orta yaşlarda, filmin çekildiği dönemin “arzulanır kadın” imgesine aykırı bir dış görünüşe sahip, bıçkın yürüyüşlü, çatık kaşlı, tiz sesli, huysuz ama içinden sürekli bir neşe ve çocuksuluk fışkıran yoksul bir seks işçisidir. Film, Cabiria’nın bir adamla kırlarda koşarak neşeyle cilveleştiği bir sahneyle açılır. Ne var ki, bu mutlu sahne adamın Cabiria’yı bayırın aşağısına, bir nehre doğru yönlendirmesi ve beklenmedik bir şekilde çantasını kaparak onu suya itmesiyle bozulur. Cabiria hızlı akan suda çırpınırken adam çoktan çantayla sırra kadem basmıştır. Suda sürüklenen ve neredeyse boğulmak üzere olan Cabiria’yı, nehirde oynayan 9-10 yaşlarında üç erkek çocuğu kurtarır. Karaya çıkartıldıktan sonra Cabiria’yı birkaç adam silkeler ve ilkyardım yaparak ayıltır. Onu suya iten sevdiği bir erkektir, sudan kurtaran ise farklı yaşlarda -çocuklar, bir yetişkin ve bir yaşlı adam- yabancı erkekler… Cabiria, ayılır ayılmaz kendisini iten sevgilisinin, Giorgio’nun, adını sayıklar ve onu aramak için bir an önce gitmek ister, ayakkabılarını aramaya koyulur. Çocuklar ayakkabının bir tekini bulup getirirler, diğer teki ise kayıptır. Çocuklar da ilk yardım yapan adamlar da Cabiria’ya henüz yeterince kendine gelmediği için gitmemesini telkin etmesine rağmen sevgilisinin kendisini öldürmek istediğini kabul etmek istemeyen Cabiria gitmekte ısrar eder. Cabiria’nın çocuklara ve adamlara karşı kaba davranışları üzerine bir çocuk kızgın bir şekilde Cabiria’ya “biz kurtardık seni be!” diye karşılık verir. Cabiria ise “İyi, kurtardınız. Artık eve gitmek istiyorum!” diye yanıt vererek yola koyulur. Bu kısa diyalog, film boyunca görebileceğimiz gibi Cabiria’nın erkekler tarafından itildiği çıkmazlardan yine erkekler tarafından kurtarılmasındaki paradoksu işaret eder.
Cabiria, erkeklerden bağımsız olma kararını bir türlü hayata geçiremez, zira işi gereği zaten sürekli erkeklerin arasındadır ve para kazanabilmek için onlar tarafından beğenilmek zorundadır. Film boyunca ne kadar hayal kırıklığına uğramış olursa olsun Cabiria’nın erkeklerin küçük bir jestiyle hırçınlığını bir kenara bırakabildiği ve onlara kolayca inanabildiği, ancak diğer kadınlara ve seks işçilerine karşı erkeklere olduğundan daha sert davrandığı hissedilebilir. Erkekleri hayata tutunmasını sağlayacak kurtarıcılar, kadınları ise rakipleri olarak görmektedir. Cabiria’nın kendi gerçekliğine karşı bu denli kör olması, onun bağımsızlık arayışının hep erkeklere bağımlı olmakla sonuçlanmasındaki çelişkiyi var eder. Örneğin, çalıştığı yol kenarında onlara mihmandarlık eden ve aynı zamanda seks işçilerinden biriyle sevgili olan adamlardan biri, Cabiria’ya bir an önce kendine “sağlam” ve “saygıdeğer” bir erkek bulmasını, böylelikle daha güvende olacağını salık verdiğinde Cabiria eski kötü deneyimini hatırlayarak hırçın bir şekilde “İhtiyacım yok. Senin gibi pis domuzlara neden kölelik edeyim” dese de bu diyaloğun hemen ardından bir film yıldızının, Alberto’nun kendisini arabasına almasıyla gururlanır ve adamın beğenisi kazanmaya uğraşır.
Fakat Alberto, Cabiria ile baş başa kaldıklarında kavgalı olduğu sevgilisinin baskınına uğrar ve kıskanç kadını daha fazla kızdırmamak için Cabiria’yı banyoya saklar. Sabaha kadar banyoda gizlenen Cabiria, Alberto’nun genç ve güzel sevgilisiyle sevişmesini delikten seyreder ve hüsran içinde sabah olmasını bekler. Bir kez daha beğenilme umuduyla yaklaştığı bir adam tarafından reddedilmiş ve güzel kadınları himayesine alan adamların “mutlu dünya”sından dışlanmıştır. Cabiria’nın soğuk banyodaki dışlanmışlığını paylaştığı başka biri daha vardır: Alberto’nun “küçük, sevimli, evcil” köpeği!
Cabiria, erkeklerle yaşadığı her hayal kırıklığından sonra bir türlü kurtulamadığı gitgeline geri döner, kurtarıcı arayışından kopup bağımsızlık düşlerine sığınır. Ancak paradoksal bir şekilde kurduğu hayaller onu bağımlılığa sevk ederken, gerçek yaşam koşulları ona bağımsızlığın önemini hatırlatır; taksitleri bitmek üzere olan kendi küçük evini düşünür ve kimseye ihtiyacı olmadığına kendini ikna etmeye çalışarak para kazanma derdine düşer. Fakat ne kadar kararlı görünürse görünsün onu küçümseyen müşterilerinin yarattığı yoksunluğun etkisiyle sevilme isteğini bir türlü bastıramaz. Çünkü gerçekliğin bağımsızlığı dayatışına, yalnız bir kadın olarak her şeyin üstesinden gelemeyeceğine dair köklü bir inanç eşlik etmektedir. Bu inancı ise erkeklerin avantajlı dünyası var etmekte ve her gün ona yeniden hatırlatmaktadır. Yine bir gecenin sonunda, sabaha karşı kaba bir müşterisi tarafından şehre oldukça uzak bir yol kenarına bırakıldığı zaman kendi güçsüzlüğünü duyumsar. Ürkek ve bitkin bir şekilde yürürken tesadüfen arazideki evsizlere yardım getiren bir cömert beyefendi ile tanışır ve ondan kendisini şehir merkezine bırakmasını rica eder. Cabiria, takdir ve hayranlıkla baktığı bu düşünceli adamla neden daha önce karşılaşmadığına hayıflanır. Bu karşılaşma Cabiria’nın erkeklere olan güvenini yeniden canlandırır ve fakat hemen ardından “böyle” bir erkeğin sevgisini kazanma hayaline, Sindirella kompleksine geri döner. Bir kez daha erkekler hem yarı yolda bırakan, hem kurtarıcı olandır: Kaba müşterisi onu ıssız yola terk etmiş ama o cömert adam onu şehre kadar arabasıyla bırakmıştır. Cabiria tüm erkeklerin kaba ve çıkarcı olmayabileceğini, pekala böyle kibar bir adamla beraber olmanın kendisine salık verildiği gibi güvende olmanın ve değerli hissetmenin en iyi yolu olduğunu düşünmeye başlar. Gerçekten de bu arabalı adam, Cabiria’nın saflığını suiistimal etmez. Arkadaşları Meryem Ana yortusunda dilek dilemeyi teklif ettiklerinde önce “benim dileyecek bir şeyim yok, her şeyim var, evim var” diyen Cabiria, yardımsever adamla karşılaşmalarından sonra yortuya gitmeye karar verir ve orada ağlayıp diz çökerek Meryem Ana’dan “hayatını değiştirmesi için yardım etmesini, ona farklı bir hayat vermesini” diler. Farklı erkekliklerin olabileceği ihtimali onu yeni bir tabiyet arayışına itmiştir. Yardımsever adam gibi ona kibar davranan bir erkekle yaşamayı ve seks işçiliğini bırakmayı hayal eder. Dileğinin bu olduğunu, yalnız başına gezerken rast geldiği bir hipnoz gösterisinde sahneye çıkarıldığındaki konuşmalarından anlarız. Sihirbaz tarafından ısrarla sahneye çağrılan Cabiria öncelikle kendini tanıtır.
Evli olmadığını söyler. Salonu dolduran erkeklerden belli belirsiz bir gülme duyulur, hatta sihirbazın “evli değilsin ama evlenmek istiyorsun” diye soruşunu, “niye evlenecekmişim, benim her şeyim var, kendi evim var” diye yanıtladığında salondaki erkekler “kim alsın seni be” diye bağırır. “Her kız evlenmek ister” diye yanıt veren sihirbaz hipnoza başlar ve Oscar adındaki bir adamın onla evlenmek istediğini söyler. Cabiria bir anda hayal ettiklerini açığa çıkartır: Oscar adındaki onu çok seven bir sevgilisi varmış gibi konuşur ve onunla bir kır gezisinde çiçek topluyormuş gibi huşu içinde gezinir. Seyirciler orta yaşlı ve evli olmayan bir kadının bu naif hayalleriyle eğlenerek kahkahalara boğulur. Sihirbaz hipnozu bozduğunda, sahnede şaşkın kalan Cabiria seyircilerin küçümseyici bakışları altında ezilerek kendini dışarı atar ve herkes gidene kadar lobide bekler. Ne var ki onu beklemekte olan bir adam, Cabiria’yı teselli ederek salondaki densizler adına özür diler ve onun gibi zarif bir kadından nasıl etkilendiğini anlatır. Adamın adının Oscar olduğunu söylemesiyle Cabiria Meryem Ana’dan dilediği dilediğin gerçekleşmekte olduğuna inanır. Filmde üçüncü kez Cabiria’nın gururuyla oynayan erkeklerin hatasını bir başka erkek düzeltmeye çalışır ve kurtarıcı olarak belirir. Oscar, tıpkı yoksullara yardım eden o adam gibi kibardır ve kendisine sevgi dolu bakmaktadır. Cabiria adamın randevu teklifini kabul eder.
Birlikte geçirdikleri birkaç keyifli günden sonra Cabiria arkadaşı Wanda’ya Oscar’ın kendini ne kadar iyi hissettirdiğini, beraber nasıl eğlendiklerini ve hesabı hep onun ödediğini anlatır, oysa bu zamana kadarki sevgilileri hep parasını çalmaya çalışmıştır. Oscar onun başkalarına aptalca gelen konuşmalarını saygı ve ilgiyle dinler, ona ihtimam gösterir. Cabiria’ya belki de hayatta ilk defa bir erkek böyle davranmaktadır. Daha çok geçmeden Oscar evlenme teklif ettiğinde Cabiria’nın tüm dilediği gerçekleşmiş gibidir: Seks işçiliğini bırakacak, taksitleri henüz biten derme çatma kulübesini satacak ve sevdiği adamla uzaklara gidip mutlu bir hayat sürecektir. Cabiria’nın kendi gerçek güçlerine karşı körlüğü sebebiyle pek sevgi göstermediği, aksine sürekli huysuzlandığı, buna rağmen ne zaman başı sıkışsa yardımına koşan vefalı arkadaşı Wanda, Cabiria’nın evini satıp uzaklara gideceğini öğrendiğinde ağlar, bu kadar yakın bir arkadaşının nişanlısıyla tanıştırılmamış olmaktan dolayı kırgın ve Cabiria için endişelidir. Ne var ki gözü aşktan kör olmuş ve çatık kaşları yumuşamış Cabiria, Wanda’yı pek umursamaz ve valizini toplayıp Oscar’a gider. Wanda’yla uzun zamandır kurguladıkları bir gazete bayii açma hayalini de geride bırakır. Oysa bir kez daha döngü tekrar edecektir: Cabiria’nın sattığı evden elde ettiği para tomarını gören Oscar vakit kaybetmeden onu bir yürüyüşe çıkarır ve bir uçurumun kenarına götürür.
O sevgi dolu ve kibar adam şimdi ter içinde titremekte ve Cabiria’ya donuk bir şekilde bakmaktadır. Cabiria Oscar’ın şefkatinden eser kalmayan donuk bakışlarından kendisini öldürüp parasını çalmak istediğini anlar ve çıldırır. Adam çantayı almaya yeltenmeden kendisi verir ve “öldür beni!” diye haykırır. Oscar, biraz mahcup bir şekilde çantayı alarak kaçar, Cabiria ise sinir kriz geçirerek uçurumun kenarında yatar. Artık her şeyini kaybetmiştir. Hep böbürlendiği küçücük evi dahi yoktur.
Bu trajik sona rağmen film umutlu biter. Uçurumun kenarında, ölüme çok yakın bir yerde baygın düşen Cabiria, ayılıp yürümeye başladığında gençlerin müzik yapıp dans ederek yürüdüğü bir serenada rast gelir. Onlara şaşkın ve ürkek bakan Cabiria, sevgilisinin koluna girmiş bir genç kızın “iyi akşamlar” demesiyle birden gülümser ve filmin son sahnesini ağlamaktan tek gözünün makyajı akmış umutlu yüzü doldurur. Yaşadığı zorluklara rağmen hala hayattadır ve yaşamını yeniden kuracak güce sahiptir. Son sahnede Cabiria’nın kameranın içine bakması ve biz izleyicilerle göz göze gelmesi, bundan sonrasını izleyicilere bıraktığına dair bir işarettir. Fonda çalan şarkının adının Nino Rota’nın bestelediği “Ama Hayat Devam Ediyor” olması da, Cabiria’nın film boyunca yaşadığı gitgellerin sonunda nihayete erdiğine ve kendi gerçekliğine dair ilk defa acılı ama umutlu bir ders çıkarmış olduğuna işaret eder. Çünkü tüm engellere karşı hayatta kalmayı başarmıştır. Oscar onu uçurumdan itmeden önce, Cabiria adamın gözlerinde sevdikleri tarafından şiddete uğrayan tüm kadınların tanıdığı o donuk bakışı fark etmiştir. Filmin başında nehre düşürülmüş, ama filmin sonunda uçuruma itilmekten kendini kurtarabilmiştir!
Film bitip de Cabiria’nın hayatına nasıl devam edeceğini hayal etmeye çalıştığımızda Wanda’yı hatırlarız ve kalbi kırık Cabiria’nın neşeli gençlerle karşılaşmasından sonra umutlu bir şekilde Wanda’ya gidip başından geçenleri anlatarak teselli bulacağını, hatta belki bu sefer kendini tabi kılmadan yeniden aşık olabileceğini tahayyül edebiliriz. Aslında Cabiria’nın başından beri ihtiyaç duyduğu şeyler halihazırda onda mevcuttur. Bazen bunun bilincine varır ve kendi kendine kalmaya karar verir, ancak hemen ardından önüne engeller çıkar ve kendini güçsüz hisseder. Engeli yaratanlar erkeklerdir, fakat kurtarıcı rolünde de yine onlar vardır. Bazen bir erkeğin himayesinde yaşayan kadınlar, bazen acizleştiren ve gerçekdışı umutlar veren din, bazen diğer erkeklerin yaşlı ve yalnız kadınlara yönelik alaycılıkları yüzünden Cabiria kararlılığından kolayca vazgeçer. Ama işte nihayetinde kurtarıcı arayışının aslında sorunlarının kaynağı olduğunu, zehri de devayı da aynı yerde aradığını geç de olsa Oscar sayesinde anlar. Çünkü sadece Oscar karakterinde bu ikisi aynı erkekte birleşmiştir. Kurtarıcı olarak beliren adam, aslında Cabiria’nın müstakbel katilidir. Filmin sonunda Cabiria belki de bu yüzden umutludur. Artık sadece kendi kendisinin kurtarıcısı olabileceğini, onu gerçek anlamda seven tek kişinin Wanda olduğunu ve ne kadar iyi olursa olsun hiç kimse için tüm hayatını vakfetmemesi gerektiğini anlamış gibidir. Zira kendi güçlerini muhafaza ettiği sürece, sevgi arayışı kendi başına tehlikeli değildir. Hayatın tasalarından uzak neşeyle yürüyen o genç kızın selamı, Cabiria’nın yeni hayatının habercisidir. Hayat, hayallerin duvara tosladığı acı gerçeklerin bir sahnesi olduğu kadar, yeni hayaller var eden bir kaynaktır. Cabira’nın bahtının döneceğini, onun gözü yaşlı gülümseyişi, hüznü ve neşeyi bir araya getiren, yaşama “evet!” diyen, trajik yüz ifadesi sembolize eder. Filmin başında nehirden tek ayakkabıyla çıkan Cabiria’nın aksine, filmin sonundaki Cabiria uçurumun kenarından iki ayakkabısı da ayağında, tökezlemeden ve kendi kendine kurtulur. Kimsenin yardımı olmaksızın ayağa kalkmış, yaşadığı tüm trajedilere rağmen kendi neşesini yeniden bulabilmiş ve sonunda Sindirella kompleksinden azade olmuştur.
Fellini, Le Notti Di Cabiria filminden üç sene önce çektiği, La Strada filminde yine Giulietta Masina’nın harika oyunculuğuyla canlandırılan Gelsomina’nın hikayesini anlatır. Gelsomina, kendisini sirkte çalıştırmak için satın alan Anthony Quinn’in canlandırdığı Zampano adındaki kaba, çapkın ve şiddet uygulayan bir adama umutsuz ve edilgence aşıktır. Çocuksu ve saf Gelsomina’nın, karşılık bulamadığı sevgisi yüzünden giderek akli dengesini yitirmesi ve yoksulluk içinde ölmesiyle maço Zampano, içindeki “iyi öz”ü keşfetmeye başlar. Fellini’nin kadın karakteri tamamen edilgen gösteren ve erkeğin duygusuzluğunun kadının kendini feda etmesiyle kırıldığını anlatan bu filminin hemen ardından Cabiria’yı çekmesi adeta ilk filme alternatif bir son getirme çabasını hissettirir. Gelsomina’dan farklı olarak Cabiria, yaşadıklarının suçlusu kendi aptallığıymış gibi yansıtılan mağdur bir kadın karakter değildir. Zira Cabiria’da toplumun kadını güçsüzleştirip yalnızlaştırarak erkeklere tabi kılma girişiminin, kadının kendiyle ilgili algısını nasıl sakatladığı ve onu gelgitlere sevk ederek, gerçek gücünü görmesine nasıl engel olduğu, buna karşın kadının yaşama içgüdüsünün ve kadın dayanışmasının sağaltıcılığının gerçek kurtarıcı olduğu açıkça gösterilmektedir.
Cabiria diğer kadınları rakip olarak gördüğü, ona yoldaşlık eden dostunu önemsemediği ve düzen tarafından alternatif olarak sunulan kurtarıcı erkek figürünü arayıp durduğu için hayalkırıklığına uğramış, fakat filmin sonunda bu körlüğünün farkına varmıştır. Dolayısıyla Cabiria edilgen değildir, zira yaşadıklarının sorumluluğunu alamayacak denli edilgen ve saf olması, onun kurtarıcı arayışını haklı gösterirdi. Oysa Cabiria, hata yapma ve hatalarından kendini yeniden kurma özgürlüğüne sahiptir.
Kuşkusuz başka bir çok farklı okuması yapılabilecek Le Notti Di Cabiria filminin, bir kadın hikayesi olarak okunduğunda kadınlık durumuna dair bugün de geçerli olan gerçekçi bir farkındalık barındırdığı görülebilir. Cabiria, tüm hataları, gelgitleri, yaşama tutunma gücü ve varolma inadıyla, Çilem Doğan’ın deyişiyle bir kadının kendini nasıl yeniden doğurduğuna, sıfırdan başlayıp hayatın öğrettiği derslerden sonra gelecek için nasıl hazır olabileceğine dair bir masaldır. Öte yandan film, erkekliğe dair de eleştirel bir bakışa sahiptir. Erkeklerin özsel kötülüğünden ziyade onların toplum içindeki avantajlı konumlarını kadınları tabiyet altına almak ya da suistimal etmek için kullandıklarına dikkat çeken Fellini, arabalı cömert adamın Cabiria’ya yaptığı iyiliği bir suistimal vesilesi olarak görmemesi örneğinde farklı erkekliklerin de imkanına işaret etmiş gibidir. Film, feminizmin Avrupa’da henüz yeterince etkili olmadığı bir dönemde bir erkek yönetmen tarafından çekilmesine rağmen kadını, özsel bir bağımlılığa ya da kendinden menkul bir bağımsızlığa sabitlemediği için zamanının çok ilerisinde ve hala günceldir. Zira, dünyanın her yerinde hala milyonlarca Cabiria, kendisine küçüklükten beri anlatılan Sindrella masallarının tersine, bazen nehirlerin içinden, bazen uçurumların kenarından çıkarak yaşamı ve kendini sürekli nasıl yeniden doğuracağını öğrenmektedir.