Almak, Bölmek, Otlatmak (1953)

Almak, Bölmek, Otlatmak (1953)

Bütün Toplumsal ve Ekonomik Düzenlerin Temel Sorularını Nomos Açısından Doğru Biçimde Sorma Denemesi

İnsanların birlikte yaşamasına dair meselelerin bilimsel olarak incelenmesi hukuki, ekonomik, bilimsel, sosyolojik ve daha birçok başka uzmanlaşma alanına bölünmüştür. Kapsayıcı ve hakiki bağlamın birliğinin farkında olan bir bakış açısının gerekliliği kendisini ısrarla göstermektedir. Böylece bilimsel problem, apaçık basitliğin -çeşitli özel bilimlerin ötesine geçerek güvenilir biçimde soru sormayı mümkün kılan- temel kategorilerini bulmak olarak ortaya konulmaktadır.

Bu meseleye bir katkı olarak burada ortaya koyacağımız deneme nomos kelimesinin asli anlamını tespit etmek ve buradan hareketle bazı basit, apaçık ve genel geçer temel kategoriler bulmaktır. Bu kategorilerin sosyal bilimler doktrinlerine ve sistemlerine uygulanmasının –burada sunulacak olan- üstü kapalı örnekleri yalnızca kullanışlılık için birer küçük örnek olacaktır. Genel geçerlik uzmanlaşmanın yarattığı engellerinin –o alanın kazanımlarının değeri inkâr edilmeden- aşılmasına yardımcı olacaktır. Dolayısıyla bu [genel geçerlik], felsefi genellikler ve doğa bilimsel genel hükümler aracılığı ile bir yere sızmak anlamına gelmemektedir.

Nomos kelimesinin filolojik açıklamalarının ayrıntılarına girmek durumunda değiliz. Salt dilbilimci uzmanlar kavramlarını –doğal olarak- kendileri tarafından araştırılan kelimenin vatanı sayılan özel alandan alırlar. Onlar genel olarak nomos kelimesi ile alakalı hukukçuların ve onları takip eden tarihçilerin bu kelimeyi genellikle yasa [Gesetz], yazılı yasadan farklı olarak töre [Sitte] veya alışkanlık şeklinde tercüme etmiş olduklarını düşünürler. Nomos ve physisantitezi ile alakalı mükemmel bir filolojik araştırma Felix Heinimann (Basel 1945) tarafından yayımlandı. Bu araştırma modern branş soyutlamalarının benimsenip alınmasında o kadar ileriye gitmektedir ki nomosu “bir canlı grubu içinde geçerli olan” olarak tanımlamakta ve onu [nomosu] bu suretle “geçerli olma”nın yeni çağa ilişkin bir kategorisine ve çok özel bir normativizmine dahil etmektedir. Filologlar tarafından aydınlatılmaya hazırız ancak aynı zamanda nomosun asli anlamını insanların birlikte yaşama meseleleri açısından verimli hale getirmek istiyoruz ve filologları bir an için bizi takip etmeye davet ediyoruz.[1] Bütün mesleki uzmanlıkların ötesinde çeşitli toplumsal düzenlerin ve doktrinlerin yapısını tanımak ve bunların hem etiğinin hem de tarih tasavvurlarının çekirdeği [özü] açısından doğru soruyu sormak için en basit kalkış noktasını [Ansatz] arıyoruz.

I

Grekçe nomos ismi Grekçe nemein fiilinden gelmektedir. Bu türden isimler nomina actionis [ç.n: fiilden türetilen isimler] olarak adlandırılırlar ve içeriği fiil tarafından ifade edilen bir süreç [Vorgang] anlamında bir edim [Tun] ifade ederler. Peki nomos kelimesi hangi edimi ve süreci ifade etmektedir? Bariz biçimde nemein eylem [Handlung] ve sürecini. Nemein ilkin nehmen [Alm. Almak] anlamına gelir. Almanca nehmen ve Grekçe nemein kelimeleri aynı dil köküne sahiptir.  Eğer isim olan nomos nemein kelimesinin nomen actionis’i ise, nomos kelimesinin ilk manası bir “almak”a yönelik olmalıdır.

Logosun legeinin veya troposun trepeinin nomen actionisi olması gibi nomos da bir içeriği nemeinden ibaret olan bir edim ve süreç ifade etmektedir. Grekçe legeinlogos kelimelerinin dilsel ilişkisinin Almanca Sprechen-Sprache(konuşmak-konuşma) ilişkisini gösterdiği gibi Grekçe nemein– nomos kelimelerinin dilsel ilişkisi de bizi Almanca’daki nehmen-Nahme [almak-alma] ilişkisine götürür. Dolayısıyla nomos Almanca’da alma (die Nahme)* anlamına gelmektedir.

Nemein ikinci olarak teilen [bölmek] anlamına gelmektedir. Nomos ismi buna göre ikinci olarak bölme [teilen] ve bölüştürme [verteilen] eylemi ve sürecini, bir ilk bölme (Ur-teil)** ve onun sonucunu ifade etmektedir. Nomosun almak anlamındaki ilk manası hukuk biliminde uzunca bir süredir unutulmuştu. Buna karşın nomosun bölme ve bölüştürmenin [Teilung und Verteilung] ve divisio primaevanın*** ilk ve temel süreci şeklindeki ikinci anlamı hukukun hiçbir büyük ustası tarafından unutulmamıştır.  Thomas Hobbes’un Leviathan kitabında (1651) bilindik bir pasajda şu ifadelere yer verilir (Kısım II, of commonwealth, Bölüm 24, of the Nutrition and Procreation of a Commonwealth):

“Toplumun beslenmesi yaşam için gerekli olan şeylerin temin edilmesi ve dağıtılması sayesinde olur; hukuk ve mülkiyet bu bölüştürmenin bir neticesidir; bu eskiden beri bilinmekteydi ve nomos diye adlandırılmaktaydı, yani: bölüştürme (distribution) ve bu bölüştürmede herkesin kendine ait olanı almasını da hukuk (law) diyoruz ve adalet (justice) olarak nitelendiriyoruz.”

Nomos ikinci olarak ise herkesin hak sahibi olduğu pay (Anteil)**** anlamında hak [Recht] demektir, suum cuique*****. Soyut biçimde ifade etmek gerekirse: nomos hak ve mülkiyet demektir, yani yaşam metalarında sahip olunan pay. Somut biçimde ifade etmek gerekirse iyi bir kralın idaresinde yaşayan çiftçinin pazar günü tenceresinde bulunan tavuktur; kendi mülkü olarak ekip biçtiği toprak parçasıdır; bugün bir işçinin Amerika Birleşik Devletleri’nde kapısının önünde duran otomobildir.

Nemein üçüncü olarak otlatmak anlamına gelmektedir. Bu normal şartlarda mülkiyet temelinde işleyen üretken iş demektir. Piyasadaki satın alma ve mübadelenin denkleştirici [kommutativ] adaleti hem ilk bölme, divisio primaveasayesinde oluşan mülkiyeti, hem de üretiminin ön şartıdır. Nomosun bu üçüncü anlamı, bununla ilgili içeriğini mal istihsali ve işlemesinin nasıl yapıldığına bağlı olarak kazanır. Göçebe İbrahim ve Lut’un yaptığı gibi otlakların aranması ve hayvanların otlatılması; Cincinnatus’un sabanın arkasında yaptığı çiftçilik; Hans Sachs’ın atölyesinde el ile ayakkabı imal etmesi; Friedrich Wilhelm Krupp’un fabrikalarındaki ticari ve endüstriyel faaliyetleri, bunların hepsi kelimemizin üçüncü manası ile nemeindir: otlatmak, iktisadi faaliyet, istifade etmek (nutzen), üretmek.[2]

II

Bu üç sürecin –almak, bölmek, otlatmak- her biri insanlık tarihinde hukuk ve toplum düzeni olarak ortaya çıkmış olan şeylerin mükemmelen özüne aittir. İnsanlığın ortak yaşamının her aşamasında, her iktisadi ve iş düzeninde, hukuk tarihinin her bölümünde şimdiye kadar herhangi bir surette, bir şeyler alındı, bölündü ve üretildi. Her hukuki, ekonomik ve toplumsal düzenden önce, her hukuki, iktisadi veya toplumsal öğretiden önce bu nedenle şu basit soru ortaya çıkmaktadır:

Burada nerede ve nasıl alınmaktadır? Burada nerede ve nasıl bölünmektedir? Burada nerede ve nasıl üretilmektedir?

Ancak büyük mesele bu süreçlerin sıralamasıdır. Alma, bölme ve üretmeye pratik ve ahlaki olarak isnat edilen vurgu ve değerlendirmenin insanların o anki bilincine göre değişmesi gibi sıralaması da sıklıkla değişmiştir. Sıralama ve değerlendirme dünyevi ve tarihi duruma bağlı olarak tamamen, meta temini ve dağıtımının yöntemleri ve insanların hem kendilerine hem dünyaya (Erde) hem de tarihsel durumlarına dair tasavvurlarına göre değişmektedir[3].

Avrupa 18. yüzyılındaki sanayi devrimine kadar düzen ve sıralama açık biçimde herhangi bir “alma”nın devamındaki bölme ve üretmenin doğal ön şartı ve temeli olarak kabul edilmesine dayanmaktaydı. İnsanlık tarihinin ve bilincinin binlerce yılında tipik sıralama bu şekilde sabit biçimde durmaktaydı.  Toprak [Land], arazi [Grund] ve zemin [Boden] tüm diğer iktisat ve diğer hukuklar için ön şarttı. Kant’ın hukuk öğretisinde de hukuk felsefesi ve doğa hukuku hakikati olarak bir nesnenin ilk ediniminin zemini elde etmekten başka bir şey olamayacağı ifade edilir[4]. Bu tüm üretkenliğin temeli olan toprak, bir zamanlar ona bugün sahip olanların hukuki selefleri tarafından alınmış olmalıdır. Bu nedenle başlangıçta “herkes için her zeminin benim veya senin olduğunu taksim eden yasası” bulunmaktadır. Yani alma (Nahme) anlamında nomos, somut biçimde ifade etmek gerekirse: toprak alma [Landnahme]. Bölme ve diğer iktisadi faaliyetler daha sonra bu nomosa eklemlenir.

Göçleri, sömürgeleştirmeleri ve fetihleri ile halkların tarihi toprak almanın (Landnahme) tarihidir. Bu toprak alma ya boş, o zaman kadar sahibi olmayan bir zeminin alınmasıdır veya yabancı, o anki sahibinden dış politika savaşlarının hukuki dayanakları yoluyla alınan ve iç politika riayeti, hak gaspı ve hak yitirme yöntemleri ile yeniden paylaştırılan bir zeminin fethedilmesidir. Toprak alma her zaman diğer bölmeler [Teilung] ve bölüştürmeler [Verteilung] buna bağlı olarak da diğer üretimler için nihai hukuki dayanaktır. Toprak alma bu nedenle bir 17. yüzyıl İngiliz’i olarak burada pekâlâ İngiltere’nin Fatih Wilhelm sayesinde toprak almasını (1066) düşünmüş olan John Locke’un ifade ettiği şekliyle bir radical titledır.

Tarihin bütün bilindik ve meşhur toprak almaları, bütün büyük fetihler ve bunların savaşlarda, işgallerde, sömürgeleştirmelerde, kavimlerin göçlerinde ve keşiflerde nasıl vuku buldukları almanın bölme ve otlatmaya göre esaslı önceliğini tasdik etmektedirler. Kenan toprağının İsrailliler tarafından alınmasının İncil’deki anlatısı da(Mos. 4, 34 ve Josua 11,23) bu durum için tasvir etmede de klasik bir örnek sunmaktadır. Kendiliğinden anlaşılabileceği üzere –bir kez bölme işlemi tamamlandıktan sonra- böyle bir toprak alma neticesinde ortaya çıkan iktisadi ve toplumsal düzenin içerisinde bölme daha önce olan almadan daha kuvvetli vurgulanmaktadır. Bölme bellekte almadan daha fazla kalır. Bu [alma] gerçi bölmenin ve somut payın [Anteil], klerosun ön koşulu olmasına rağmen. Bu şekilde alınmış bir toprağın içerisindeki bütün somut düzenler ve hukuki ilişkiler ilkin –kendisi aracılığı ile kabilelere, sülalelere veya gruplara ve aynı zamanda tekil bireylere “benim” ve “senin” kavrayışı verilen”  bölmeden neşet ederler. Rahatlıkla anlaşılabileceği üzere bu düşünme ve gözleme tarzında bizatihi bölme süreci ve işlemi değil neredeyse yalnızca alınan toprağın bölünmesinin nihai sonucu yani somut olarak elde edilmiş topraksız [kleros], ve somut olarak elde edilmiş pay düşünülmektedir. Bizatihi bölme süreci ise kendi ölçütleri ve işleyişi açısından önemli bir meseledir.

Fetih, keşif, istimlak veya başka yollardan alınmış olan bölünmeden önce sayılmalı ve tartılmalıdır. En eski sıralamaya göre: sayıldı/tartıldı/bölündü. Daniel kitabının 5. Bölümünde görülen, duvarın üzerindeki sır dolu yazı Mene-Tekel-Upharsin* hemen gelecek olan (Kaldealılardan) Med ve Perslilerin toprak alma ve bölmesinin ilanından başka bir şey değildir. Alınanın sayılması ve değerlendirilmesi bitmiş olsa dahi bölme işlemi yeniden başka sorular ortaya atar. Bütün zamanlarda bu durumda (yani ilk başlangıçta  ve hukuki ve iktisadi düzenin asli temelinde) karar veren yazgı, yani tanrı hükmü ve savaş ile fethin kendisidir. Platon Nomoi’de* klasik modeli tasarlamıştır. Ancak Thomas Hobbes gibi bir aydınlanmacı ilk bölme için kararın yazgı sayesinde doğa hukuksal bir karakter edindiğini iddia edebilmiştir. (De Cive Cap. IV § 15)[5].

III

Rus profesyonel devrimci Lenin’in İngiltere’de göçmen olarak bulunduğu sırada edindiği en kuvvetli izlenimlerden biri, hatta belki de en hayati izlenim üretim ilişkilerinin ekonomik analizinden değil, İngiliz emperyalist Joseph Chamberlain’in o zamanlar 19. yüzyılın sonlarına doğru ilan ettiği dünya politikası programının formüle edilmesinden doğmuştur. Lenin Chamberlain’in konuşmalarını dinlemişti ve onun emperyalizm hakkında yazdıklarında bu derin izlenim hala görülmektedir.

Joseph Chamberlaine emperyalizmin toplumsal problemin çözümü olduğunu söylemişti. Bununla “alma”nın “bölme”ye ve “otlatma”ya göre önceliği dile getirilmiş olmaktaydı. Hatta bu şimdiye kadarki politikaların bin yıllardan beri süren tarih anlayışına da uymaktaydı. Rus Lenin’in görüşüne göre genel olarak emperyalizmin, özelde ise İngiliz emperyalizminin ölüm fermanı da tam olarak buydu. Çünkü bu Anglosakson emperyalizmi Lenin için soygun ve yağma anlamına gelmekteydi. Ve yalnızca yağma kelimesi dahi ahlaki açıdan lanetlemek için yeterlidir. Emperyalist yayılmanın, yani “alma”nın ama özellikle toprak almanın bölmeden ve üretmeden önce gelmesi Lenin gibi bir sosyaliste –haydi atavistik, reaksiyoner, ilerleme düşmanı ve gayri insani demeyelim- orta çağa özgü gelmiş olmalıydı. Lenin’in ahlaki öfkesi bu denli reaksiyoner bir düşmana –ki o düşman insanlardan bir şey almak istiyordu, halbuki Lenin’in kendi çabası yalnızca üretici güçleri prangalarından kurtarmak ve dünyayı elektrikle yüklemekten ibaretti- karşı hem ilerici hem Marksist tarih felsefesi dağarında çok sayıda yıkıcı kanıt bulmakta zorlanmamıştır.

Burası sosyalizm ile klasik iktisat ve onun liberalizminin buluştuğu noktadır. Çünkü liberalizmin toplum bilimsel ve tarih felsefesi özü üretme ve bölüştürme sıralaması ile alakalıdır. İlerleme ve iktisadi özgürlük, üretim güçlerinin özgürleşmesi ve bu sayede üretimin   ve tüketim ürünlerinin miktarının kendiliğinden çoğalması ile birlikte “alma”nın sona ermesi ve “bölme”nin artık müstakil bir mesele olmaması demektir. Teknolojinin ilerlemesi bariz biçimde üretimin sonu kestirilemez biçimde artmasına neden olacaktır. Fakat yeteri kadar, hatta ondan da fazlası mevcut ise “alma”da iktisadi ve toplumsal düzenin ilk ve temel ön şartını görmek atavizm ve –bir kıtlık çağının- ilkel yağma hukukuna geri dönme olarak görünmektedir. Yaşam standardı giderek yükselir, bölme giderek kolaylaşır ve daha az tehlikeli hale gelir; alma yalnızca gayri ahlaki olmakla kalmaz aynı zamanda ekonomik anlamda da irrasyonel ve adeta saçma hale gelir.

Liberalizm özgürlüğün, iktisadi üretim özgürlüğünün ve –özellikle de iktisadi özgürlüklerin kraliçesi olan- tüketim özgürlüğünün öğretisidir. Liberalizm de toplumsal problemi üretimin ve tüketimin artırılmasına işaret ederek çözer, bu iki artırma da iktisadi özgürlük ve ekonomi yasalarından kendiliğinden ortaya çıkmaktadırlar. Buna karşın sosyalizm toplumsal meseleyi toplumsal mesele olarak sorunsallaştırıp ona göre cevap aramaz. Nedir peki toplumsal mesele? Toplumsal mesele özünde bir alma meselesi midir, bölme meselesi midir yoksa üretme meselesi midir? O özünde bir doğru bölme ve bölüştürme meselesidir ve bu nedenle sosyalizm her şeyden önce bir yeniden bölüştürme öğretisidir.

Öncelikle radikal sosyalizm veya komünizm değil, Avrupa’nın bugünkü demokrasisinin bütün siyasi partilerinin, bir şekilde, en azından sıfat olarak kabul ettiği toplumsal olan kavramı [Begriff des Sozialen] bir bölme ve yeniden bölüştürme konusuna değinmektedir. Şu anda Almanya’da sadece sosyal piyasa ekonomisi hakkında değil aynı zamanda Federal Almanya Cumhuriyeti’nin Temel Yasa’sı* (20. ve 28. madde) kurmaya çalıştığı sosyal federal devletin ne anlama geldiği ile alakalı anayasa hukuku merkezli sorun hakkında da hareketli bir tartışmaya şahitlik etmekteyiz.[6] Bu çok sayıda anlam içeren sozial kelimesini hukuki açıdan tanımlama denemelerinde bölme ve yeniden bölüştürme tasavvurları sürekli olarak belirleyici biçimde ortaya çıkmaktadır. Alman anayasa hukukunun harikulade bir temsilcisi olan Hans Peter Ipsen istimlak ve toplumsallaşma hakkındaki ünlü bir sunumunda şunları söylemektedir:

Bu şekilde burada toplumsal düzenin bir kesiti olarak açıklanması gereken mülkiyet yasası [Eigentumsverfassung] bağlamında toplumsal düzenin şekillendirilmesi çerçevesinde mülkiyet tahakkümünün yeniden ve başka türlü şekillendirilmesini –yeniden bölüştürülmesine varana değin– farklı bir yere koyuyorum.

Toplumsallaşma kavramı ile alakalı olarak ise:

Tahrif edilmemiş ve anayasa normları tarafından dizginlenip hukukileştirilmemiş, bu sebeple de asli devrimci anlamından soyulmuş anlamı ile toplumsallaşma iktisadi mülkiyet düzeninin, şimdiye kadar pay sahibi olmayanların gelecekte pay sahibi olmaları için gerekli olan planlı şekil değişimini koyutlamaktadır [postulieren] (S. 75).

Ayrıca:

Şimdi geçerli olan şirketler kanununun dogmaları açısından bakıldığında –hukuki açıdan kayıtsız bir kavram olan toplumsallaştırma [Vergesellschaftung] kavramı aynı zamanda toplumsallaşmanın [Sozialisierung] tarihsel ve politik açıdan oluşan postülasına uygun bir anlam kazanacaksa, bireysellik ve kişisel çıkara yönelik olan ve yalnızca genel kamu-hukuki mülkiyet bağlarının emrindeki mülkiyet tahakkümünden -en azından (kendisi aracılığı ile şimdiye kadar mülkiyet tahakkümünden dışarı atılmış toplumsal grupların bu mülkiyet tahakkümüne yeniden katılabilecekleri) “daha fazla”, “çoğul” ve “birlikte” tahakküm aracılığı ile bir kopuşu gerçekleştirmiştir.

Sosyalizm toplumsal düzen sorusunu doğrudan ve bütün kapsamı içinde bölmenin ve bölüştürmenin bir sorusu olarak sorduğu için yine o eski bilindik probleme, insanların birlikte yaşamının ve iktisadi faaliyetinin en eski üç sürecinin sıralama ve değerlendirmesi problemine, toslamıştır. Sosyalizm de alma, bölme ve otlatma temel sorusundan ve onların sıralaması sorunsalından kaçamamaktadır. Bu temel sorunun ışığında, -topluca “sosyalist” genel adlandırması ile tedavülde bulunan ve farklılıklarına rağmen hepsi sosyalizm bayrağı altında telakki edilen- çok sayıda doktrinin ve sistemin arasında hüküm süren büyük farklılıklar hatta zıtlıklar açığa çıkmaktadır.

Charles Fourier gibi bir örnek burada bilhassa basit bir örnektir. Onun bakışına göre almanın ve bölmenin bütün problemleri fantastik bir üretim artışı içinde ortadan kalkmaktadır. Fourier bu nedenle ütopyacı olarak kabul edilmektedir. Bununla birlikte gözden kaçırılmamalıdır ki, o bu sözde ütopyacılık ile temel soruların cevaplanmasında net bir pozisyon almaktadır, ayrıca sosyalizmin teknolojik ilerleme ve bu ilerlemenin sınırsız üretim artışının tarih tasavvuruna çağa uygun biçimde bağlanmasını onaylamaktadır. Proudhon’da ise durum başka türlüdür. O, kanıtlarını güçlü bir ahlaki tutku ile, özellikle de hukuk ve adalet kategorilerinde sunmaktadır. Onun bu sosyalizmi bu nedenle özünde bir bölme ve bölüştürme öğretisidir. Üreticinin tüketiciye, işçinin düz yiyiciye göre daha yüksek konumlandırılması ahlaki değer yargılarının üzerine inşa edilmektedir. İnsanlık henüz daha sonra Georges Sorel’de görüleceği üzere dost-düşman şeklinde üretici ve tüketici olarak bölünmemiştir. Proudhon bir ahlakçıdır, kelimenin hususi Fransızca anlamıyla da. Onun için alma –kendisi sayesinde gerçek üreticilerin sıradan tüketicileri hak ettikleri mülkiyetten mahrum bıraktıkları- adil bölme ve bölüştürmenin sonucu ve yan olgusudur.

Buna karşın Karl Marx’ın sosyalizmi ahlaki bakımdan değil, tarih felsefesi diyalektiği açısından kanıtlar sunmaktadır. Elbette ki (Marx’ın sosyalizmi) karşıtının haksız olduğunu ispat etmekten geri durmadığı gibi yoğun bir ahlaki öfkeden de geri durmamaktadır. Ne korsanlık dönemi erken kapitalizminin açıktan yağmacılığına karşı, ne de “alma”nın –içerisinde işçi tarafından üretilen artı değere kapitalist tarafından el konulmasının gerçekleştiği- örtülü formlarına karşı. Ama Marx tarih felsefesi açısından burjuva toplum düzeninin gerçekleşmesini bir –büyüyen üretim ile birlikte büyüyen- bölüşme karşıtı durum, tarihsel diyalektiğin önünü kesen bir –kendini Aufhebung’a uğratıp sonra ortadan kaldıran- ekonomik saçmalık olarak kurmaktadır[7].

Asli düşüncesi tarih felsefesinden beslenen bir sosyalizmin, aslı itibariyle ahlaki kanıtlar sunan bir sosyalizmden farklılığı burada alma, bölme ve üretmeyi farklı biçimde sıralama ve değerlendirmelerinde görünür olmaktadır. Dünya tarihi gelişiminin tarih felsefesi eksenli diyalektiği gelen şeylerin [kommende Dinge] tarafında duranlardan –aslı itibariyle sahip oldukları hakkı (geri) – almaktadır. Takiben gelen bölme ve daha sonraki otlatma –büyük “alma” tamamlanmadığı sürece- hakkında uzun uzadıya konuşulacak meseleler değildir.

Marx –ilerici liberalizm için özsel olan- üretimin kestirilemez artışı şeklindeki ilerici iddiayı üstlenip daha da ileri seviyeye taşır. Marx buna göre somut bölme ve bölüştürme sorununu daha sonraki bir mesele olarak işlemektedir. Marx’ta akut saldırı tüm ağırlığı ile mülksüzleştirenin [Expropriateur] mülksüzleştirilmesine [Expropriation] yoğunlaştırılmaktadır, yani alma sürecine. Eski –endüstri öncesi zamanların- yağma hukukunun ve ilkel toprak almanın yerine şimdi bütün üretim araçlarının ele geçirilmesi ile büyük modern endüstri-alma [Industrie-Nahme] geçmektedir. Buraya, akla gelen ilk soru olan yeni mülksüzleştirme şansının somut bölme ve bölüştürmelerinin nasıl vuku bulacağı sorusu da eklenmelidir. Çünkü eski mülkiyetlere el koyulduğunda, kendiliğinden yeni mülksüzleştirme imkânları açılmaktadır. Hem de inanılmaz ölçülerde ve bu mülksüzleştirme imkanlarının mülkiyet yahut toplumsal işlev olarak isimlendirilmesinden bağımsız olarak. Ancak akla ilk gelen bu soru yeterince ilginç olmasına rağmen artık somut olarak cevaplandırılamamakta, bilimsel olmadığı söylenerek reddedilmektedir. Büyük “endüstri-alma”dan sonra ortaya çıkan üretimin müthiş artışı, devamı ve şekli ile alakalı soruya da izin verilmemektedir. Gerçi yağma etme sona ermelidir ancak “yeni bölme”nin ön şartı olarak alma elbette sona ermemektedir. Eğer emperyalizmin özü “bölme” ve “üretme”den önce “alma”nın önceliğinde yatıyorsa, böyle bir “mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmeleri”nin doktrini bariz biçimde –en modern olduğu için- en güçlü emperyalizmdir.

Gayri insani ve tarihsel olarak aşılmış oldukları için tüm “alma”ları kaldıralım! Bunun için yalnızca genel ilkeler değil, ikna edici somut ölçütler ve hukuken icra edilebilecek süreçler bulmak çok zor olduğu için bölme meselesini asgariye indirelim! O zaman yalnızca otlatma ve üretme kalır. Bazı doktrin sahiplerinin dikkatlerini alma ve bölmeden (kaydırıp) saf üretime yöneltmesi onların dehalarının bir parçasıdır. Ancak salt üretimden hareketle inşa edilen toplumsal ve iktisadi sistemlerde ütopyacı bir taraf vardır. Gerçekten yalnızca üretim problemleri varsa ve salt üretme hem “alma”nın hem de bölmenin artık problem olmadığı bir zenginlik ve kestirilemez tüketim imkanları meydana getiriyorsa, o zaman asli anlamı ile iktisadi faaliyetler de durur, zira iktisadi faaliyetler belirli bir kıtlığı şart koşarlar.

Sosyalizm ve emperyalizm ile alakalı söylediklerimiz Nomos’un üç temel anlamının kullanışlılığını ve onların sıralaması meselesini göstermek için örnek olarak kullanılmıştır. İki büyük konu olan sosyalizm ve emperyalizm ile alakalı mevcut büyük ve önemli literatür açısından düşünüldüğünde, burada emperyalizmle alakalı olarak “alma” tarafını ısrarla vurgulaması çok basit ve ilkel görünürdü. Bu gerçekten beyhude ve Carl Brinkmann’ın (Lujo Brentano için armağan emperyalizm yazısı)1925’te ortaya koyduğu enfes analiz ve tahminin tekrarından ibaret olurdu. Brinkmann şöyle diyordu:

“Emperyalizm en geniş anlamıyla büyük oranda bu yasaların (klasik iktisadın kâr ve nüfus yasaları) kendisi ile kavgadır ve yalnızca onların altında bulunan yem yerleri için bir kavga değildir. Ancak bu ikinci daha ilkel kavganın dünya ekonomisinde ön planda bulunacağına dair işaretler hiçbir yerden eksik değildir”

Bu şüphesiz isabetlidir. Ancak burada bizi ilgilendiren başka bir mesele daha var: her somut nomos tarafından içerilen ve farklı değerlendirme ve sıralama ile bütün –daha sonra sıklıkla şaşırtan bir değişim ile tekraren yeniden bulaşıcı olmak için- hukuki, iktisadi ve toplumsal sistemlerin gizlice içinde bulunan –alma, bölme ve otlatmanın üç temel kategorisinin- mevcut birliktelik, sıralama ve değişen değerlendirmesi meselesi.

Bugün tüm hukuk-bilimsel gözlemin üstüne çıkmış, her şeye el atan güncel soruyu üç nomos kategorisinin altına dahil ettiğimizde bizi hareket ettiren bilimsel arzu tanınır hale gelmektedir. Bu soru dünyanın birliğinin günümüzdeki durumu sorusudur. İnsanlar dünyayı birlik olarak gerçekten öylesine bir birlik olarak “aldı”lar da, alacak bir şey kalmadı mı hakikaten? Alma bugün gerçekten sona erdi ve hakikaten yalnızca bölme ve bölüştürme mi kaldı? Yoksa –belki- hala üretme bulunmakta mıdır? O zaman sormaya devam ediyoruz: Gezegenimizin tek büyük alıcısı, bölücüsü ve bölüştürücüsü; birlik içindeki dünya üretiminin idarecisi ve planlayıcısı kimdir? Bu türden bir soru bizi bazı ideolojik kısa devrelerden korumak için uygundur. Geniş çapta yaygınlık kazanmış, oldukça kuvvetli ama bilimsel açıdan çok yüzeysel basitleştirmeler burada iş görmektedir. Onlar bize kurgusal birlikler telkin etmektedirler. Onların basitleştirmeleri ancak asli kavramların daha derin basitlikleri sayesinde aşılabilir.

 


* Carl Schmitt, “Nehmen, Teilen, Weiden”, in Verfassungsrechtliche Aufsätze, Berlin: Duncker & Humblot, 1958, 489-501.

· Türk-Alman Üniversitesi Kültür ve İletişim Bilimleri Bölümü Ar. Gör. / İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü Doktoran.

 

[1] Nomosun üç temel anlamının burada sunduğumuz açıklaması düşünsel olarak kendi içinde kapalıdır ve kendi içinde anlaşılırdır. Nomosun bir hukuk bilimi külliyatı ile ilişkisine ilgi duyanları Der Nomos der Erde [Dünyanın Nomosu] başlıklı kitabıma yönlendirmek isterim. Orada aynı zamanda nomos kelimesinin anlamı ile alakalı bir sonuç yazısı da [Corollarium] bulunmaktadır.

Bu fırsatı, tamamlayıcı bir not eklemek için kullanmak istiyorum. Bahsi geçen sonuç yazısında [Corollarium] Odysseia’nın meşhur 3. mısrasının şu şekilde olduğunu kabul etmiştim: Birçok insanın şehirlerini ἄστεα görmüş ve onların nomoslarını (veya, yaygın kabul gören okuma biçimi ile noos) tanımıştı. Nomosnoos ile ikame eden hala baskın ve yaygın versiyona karşı nomoslu versiyonu tercih ediyorum. Nomos versiyonunu tercih etmeme sebep olan nedenleri ve bakış açılarını söz konusu sonuç yazısında açıkladım. Filolojik açıdan bana evvela çok etkileyici bir kanıt getirildi: nomoskelimesi (ilk heceye vurgu ile) Homer’de başka yerde geçmemektedir ve bu sebeple nomos versiyonu tek sefer kullanılması ihtimal dışı olan ἅπαξ λεγόμενον [hapax legomenon: tek sefer kullanılan bir kelime]a yer vermiştir. Böyle bir tek seferliği getiren versiyonun tatmin etmeyen bir yanı olduğunu itiraf etmeliyim. Ancak durum filolojik açıdan çok farklıdır. Nomos kelimesi Homeros’ta başka hiçbir yerde geçmiyor olsa bile nomos ile birlikte kullanılan özel isimler geçmektedir: AmphinomosEnnomosEyrynomos; hatta Odysseia’nın üçüncü mısrasının  ἄστεα’sından dolayı son derece alakalı olan: Astynomos. Bütün bu özel isimler mekân veya zaman belirlenimlidir; bunlar bu isimleri taşıyanın toprağın alınmasında veya bölünmesinde aldığı somut bir toprak parçasına referans vermektedirler. Özel isimler böyle bir bağlamda başka kelimelerden daha fazla ikna edicidir.

* Ç.n: Fiilden isim yapma söz konusu olduğundan almak değil alma şeklinde tercüme edilmiştir.

** Ç.n: Burada Schmitt’in yaptığı dil oyununu göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Almanca hüküm, karar anlamına gelen Urteil kelimesi kökensel olarak ilk-bölme(Ur-Teil) anlamını içermektedir.

*** Ç.n: ilk bölme.

**** Ç.n: Anteil kelimesinin de teilen, verteilen, Urteil gibi sözcüklerle aynı kökten türediği göz önünde bulundurulmalıdır.

***** Ç.n: herkese, kendine ait olan.

[2] Nutzen [istifade etmek] fiili (Johannes Winckelmann’ın bu duruma dikkatimi çektiği gibi) özellikle münasiptir, çünkü üretim ve tüketimi aynı anda içerir ve sorunlu hale gelmiş üretim tüketim antitezinden kaçınır. Devamında basitleştirmek adına sıkça üretmekten söz ettiğimizde bu husus hatırdan çıkarılmamalıdır.

[3] Dağ vaazına göre yeryüzüne sahip olacak yumuşak huylular da (Matta 5,5)bu mülke toprak almadan ve toprağı bölmeden ulaşamayacaklardır; Onların mülkünün çeşidini ifade etmek için kullanılan kelime: kleronomesousin.

[4] Krş. Der Nomos der Erde, 1950, Corollarium 1, S. 18.

* ç.n: Aramice: sayıldı, tartıldı, bölündü.

* Ç.n: Türkçe’ye “Yasalar” adıyla tercüme edilmiştir.

[5] Yeniçağın yasaları da bazen kararı yazgıya bırakırlar, ancak tabii ki bir tanrı hükmü [Ordal] anlamında değil, ya başka bir çıkış imkânı sunmayan bir durumdan çıkış yolu veya bir piyangonun istenen yahut bilinçsiz bir formu olarak. Veya üzerinde düşünülmesi başlı başına bir hukuk ve sosyal bilim problemi olabilecek başka nedenlerden dolayı. Kura [Los] yoluyla alınan kararlar mesela seçme hakkı ile alakalı belirlenimlerde, oylar birbirine eşit olduğunda –az sayıda oy farkı çağında sıklıkla görüldüğü gibi- bir çıkış yolu olarak kullanılmaktadır. Burada kuranın tesadüfünden bahsedilemeyecektir. Çünkü bir ortak demokratik –demokratik entegrasyon sürecinin her bir sonucu için muvafakatı kendi temeli kabul eden- homojenlik ön şart olarak görülmektedir. Buna karşın ticaret ekonomisinin yatırım yardımı ile alakalı 7 Ocak 1952 tarihli federal yasanın (Bundesgesetzblatt I S.7) § 32 içinde kura yoluyla belirlenimin uygulanması daha ziyade piyango karakterine sahiptir; değerli kağıtların dağıtılması sürecinde karar veren kuranın sonucudur burada.

* Ç.n: Grundgesetz kelimesi tarihsel bağlam göz önünde bulundurularak özellikle anayasa şeklinde tercüme edilmemiştir.

[6] Konu ile ilgili literatür Christian Friedrich Menger, Der Begriff des sozialen Rechtsstaates im Bonner Grundgesetz (Recht und Staat Nr. 173, Tübingen, 1953 ve Günter Dürig, Verfassung und Verwaltung im Wohlfahrtstaat, Juristenzeitung Nr. 7/8 (15 Nisan) 1953, S. 196. Temel Yasa yapıcıları refah devletinden feragati bilerek göze aldıkları için Menger toplumsal olan kavramını elbette salt “karşılıklı dikkate alma”ya indirgemektedir. Ernst Rudolf Huber, (Wirtschaftsverwaltungsrecht, 2. Baskı, Cilt I, Tübingen 1953, S.37) ise Temel Yasa’nın 20.ve 28. maddelerinin devlet ile ilgili hükümlerinin sadece iktisadi özgürlüğü toplumsal adaletin, yani herkes için insan onuruna uygun bir yaşam garantisinin temeline tâbi kılan “toplumsal genel sakınca” içerdiği görüşündedir. Bu sorunun özetleyici ve noktayı koyucu tarzda anayasal hukuk açısından değerlendirilmesini Ernst Forsthoff’tan umabiliriz. (ek 1957: “Begriff und Wesen des sozialen Staates” başlığı ile 1954 senesinde bir sunum şeklinde de yayımlanmıştır. Krş. Not 1, yukarıda S. 230; Not 4 aşağıda S. 503).

Bunun dışında Almancanın dil kullanımı açısından da gözden kaçırılmaması gereken bir durum vardır: toplumsal [sozial] kelimesi diğer Latin dillerinden ve İngilizceden farklı olarak Almanca’da yabancı bir kelime olarak kalmaya devam etmektedir. Kelime bu dillerde societas, société, society ile olan genel, özellikle toplumsal olmayan bağlamlarını Almancaya oranla çok daha iyi muhafaza etmektedir. Disraeli’nin social sorcerydediği şeyi Almancaya tercüme etmeye çalışmak bunu göstermek için yeterlidir. Harikulade Fransız hukukçusu Georges Ripert’in (Le déclin du droit, Paris, 1949, s.39)ifadesine dikkat kesilmek gerekmektedir. Ripert socialisation de droit gibi bir deyimin anlamsız olduğunu ifade eder ve şöyle ekler: bu türden dil alışkanlıklarının da bir anlamı vardır; “social” kelimesi bir partiyi, politikayı, doktrini, bir literatürü, temyiz mahkemesi odasını hatta devlet konseyini ifade edebilir, bu kelime ayrıca bir droit social da ifade edebilir. Konuyla alakalı olarak durum şudur: de protéger les uns et de désarmer les autres [bazılarını korumak ve diğerlerini silahsızlandırmak].

[7] Max Weber “Wirtschaft und Gesellschaft” içerisinde, onun “toplum yararına ekonomi” [Gemeinwirtschaft] kelimesi ile alakalı düşüncesinden dolayı çok bilinen bir pasajda “tayınlama sosyalizmi” [Rationierungs-Sozialismus] –ki bu Max Weber’in de dediği gibi “işçi temsilciliği sosyalizmi” [Betriebsrats-Sozialismus] ile iyi geçinmektedir- ile evrimci sosyalizmi arasında bir ayrım yapmaktadır. (Wirtschaft und Gesellschaft, 4. Baskı 1956, S.61)