Sayımızın çağrı metninde kapitalizmin küresel krizinin bir yandan toplumsal yaşamın çeşitli kurumlar aracılığıyla düzenlenişinde bir dizi dönüşüme neden olduğunu, diğer yandan her türlü toplumsal pratiğe kendisini şedit bir biçimde dayattığını ifade etmiştik. Bu esnada hukukun da ister bir düzenleme alanı ya da ideoloji, ister bir çeşit yönetim stratejisi ya da adalet pratiği olarak düşünülsün bu krizden kendi payına düşeni aldığını söylemiş; amacımızı da hukukun krizinin ne kadar derinde gerçekleştiğini, bu krizin farklı veçhelerine dikkat çekerek belirtmek olarak saptamıştık. 10. sayıya katkı sunan yazar ve çevirmenlerimizle birlikte bu amacımızı gerçekleştirmeye çalıştık. Hukukun krizi/Krizin Hukuku başlıklı bu sayımızı ViraVerita okuyucularına sunmaktan mutluluk duyuyoruz.

Özet

Hakkında ve İçindekiler

Özet

 

Bu sunuş yazısında ViraVerita E-Dergi: Disiplinlerarası Karşılaşmalar’ın 10. sayısının dosya konusu olan “Hukukun Krizi, Krizin Hukuku” başlığı altında, sosyal teorinin merkezindeki kriz tartışmalarına katkı sunmanın önemine değinilmektedir. Ardından, hukuk ve kriz kavramlarının değişik veçhelerini gösteren makaleler, çeviriler ve dosya dışındaki makaleler kısaca tanıtılmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Hukuk; Kriz; Displinlerarası; Sosyal teori

 

Abstract

In this preface, under the headline of “Crisis of Law, Law of Crisis”, which is the theme of the 10th issue of ViraVerita E-Journal: Interdisciplinary Encounters, the importance of the contribution to crisis debate in the core of social theory are underlined. Then, both the articles on this topic, which demonstrate various aspects of crisis and law and the other articles are briefly introduced.

Keywords: Law; Crisis; Interdisciplinary; Social theory.

Özet

Dünyada giderek artan kamusal varlık fonlarının ardından 2016 yılında Türkiye’de de kamusal varlık fonu kurulmuştur; ancak Türkiye örneği diğer kamusal varlık fonlarından ortaya çıkış koşulları, yapısal düzenleme ve işlev uyarınca farklılıklar sergilemektedir. Dünyadaki örneklere bakıldığında kamusal varlık fonlarının ülkelerin birikim fazlası sonucu kurulduğu, ülkenin yönetiminde veya denetimde yer alarak yüksek geri dönüşlü ve riskli yatırımlara yönelmek suretiyle birikim fazlasının değerlenmesi işlevi gördüğü gözlemlenmektedir. Türkiye örneğinde ise herhangi bir birikim fazlası ile değil kamusal kaynakların üzerinde mevzuatta yer alan özelleştirme usul ve esaslarından muaf, her türlü tasarruf yetkisini haiz bir özel hukuk tüzel kişisi oluşturulmuştur.

Anahtar Kelimeler: Kamusal Varlık Fonu, Türkiye Varlık Fonu, Özelleştirme, Özelleştirme Yöntemleri, Kamusal Varlıkların Dönüşümü

 

Abstract

Turkish Wealth Fund is established in 2016 following the increasing sovereign wealth funds in the World yet Turkish Wealth Fund displays differences on the conditions of emergence, structural regulation and functions when compared to others. Looking at the examples in the world, it is observed that sovereign wealth funds are established as a result of an accumulation surplus result of countries, regulated in the management or in supervision of the country, and function to raise excess accumulation by focusing to high returns and risky investments. Turkey’s case a private legal entity with all kinds of discretionary powers has been established, exempted from the privatization procedures and principles within laws and regulations which takes its source from the public resources, not from any excess accumulation.

Keywords: Sovereign Wealth Fund, Turkish Wealth Fund, Privatisation, Privatisation Methods, Transformation of Public Wealth

Özet

Bu makalede 27 Mayıs 1960 tarihinde gerçekleştirilen Askeri Darbe ile 12 Mart 1971 tarihinde Askeri Muhtıra ile sonlanan dönemdeki siyasal krizlerin nedeni araştırılmakta ve bu krizlerin parlamenter sistemin işleyişiyle bir ilişkisinin bulunmadığı gösterilmeye çalışılmaktadır. Bu amaca ulaşmak için dönemi toptancı bir anlayışla incelemek yerine alt bölümler halinde bir çözümleme yapılmaktadır. Bu yolla her bir alt dönemin özgüllüğü ortaya konmakta ve her bir alt dönemde yaşanan siyasal krizlerin farklı nedenden kaynaklandığı gösterilmektedir. Böylece 2017 Anayasa değişikliğinin gerekçesi olarak kullanılan parlamenter sistem=siyasal kriz eşitliğinin her bir alt dönem için farklı bir nedenle geçerli olmadığı 1960-1971 dönemi için gösterilmiş olmaktadır.

Anahtar kelimeler: 27 Mayıs Darbesi, 12 Mart Muhtırası, Parlamenter Sistem, Siyasal Kriz, Türkiye’de Hükümetler

 

Abstract

In this article, the reason of the political crises in the period that ended with the Military Memorandum on March 12, 1971 from the Military Coup that accomplished on May 27, 1960 is investigated and it is tried to show that these crises do not have any relation with the functioning of the parliamentary system. In order to achieve this aim, instead of examining the period with a holistic approach, an analysis is carried out considering the sub-periods. In this way, the specificity of each sub-period is revealed and it is shown that the political crises experienced in each sub-period are caused by different reasons. The rationale for the 2017 constitutional amendment is the equality of the political crisis=parliamentary system. Thus it will be possible to prove that this rationale is not valid for the period of 1960-1971.

Keywords: May 27 Coup, March 12 Memorandum, Parliamentary System, Political Crisis, Governments in Turkey

Özet

Bu çalışma Türkiye Cumhuriyeti’nin 2019 senesinde mültecilik alanında bulunduğu noktayı geriye dönüşlü olarak, kitlesel göçün başlama tarihinden itibaren yaşanan hukuksal aksaklıklar üzerinden tartışmaktadır. Makale öncelikle göç alanında yeri giderek artan, fakat göç analizlerinde rolü tartışmalı olan sivil toplum örgütlerinin deneyimini hukuksal aksaklık zeminini netleştirmek için görünür kılmayı amaçlıyor. Aynı zamanda bu sektörün hem günümüz ekonomisindeki yeri hem de hukukun eksikliklerinin bertaraf edilmesindeki yazılı olmayan kuralların belleği olma görevi tartışılmaktadır. Bu yazının yazıldığı dönemde var olan krizin tekrarlanmaması ve yeni hukuksal yapılandırmaya mültecilik statüsü kadar eşit hak zemininin de getirilmesi için yazılı hukuk kadar aksaklıklara dair belleğin de işlevselleştirmesi gerekliliği makale kapsamında mülteci ve STÖ deneyimi üzerinden tartışılmaktadır.

Anahtar kelimeler:  Göç Çalışmaları, STK Çalışmaları, Türkiye’de Mülteci Hukuku, Geçici Koruma, Bellek

 

Abstract

This work discusses the present condition in the Republic of Turkey in 2019 in the field of migration retrospectively over the legal malfunctions occurring since the beginning of mass migration. The role of non-governmental organizations which is growingly prominent in the field of migration yet disputable in the analysis of migration is used in this work to clarify the field of malfunction. Additionally, NGO’s are discussed both with their part in today’s economy and with their feature as the collective memory of the field of migration challenging the malfunction functioning the juridical rules. Fort the new experiences in the field of migration to continue without being the repetition of the crisis happening during the time of this article, the article discusses the importance of making the memory on malfunction affective in addition to statutory law to reach a new legal configuration which would include an equal rights ground as well as refugee status.

Keywords: Migration Studies, NGO Work, Turkey’s Law on Refugees, Temporary Protection, Memory

Özet

Yirminci yüzyıl felsefesi, on sekiz ve on dokuzuncu yüzyılın adalet ve eşitlik merkezli felsefelerinin aksine bireysel, politik, hukuksal ve sosyal yaşamın ve bu yaşama ait değerlerin olumsal ve dinamik karakterine yapılan vurgu etrafında şekillenir. Bu makale iki izlek üzerine kurulacaktır. Bunlardan birincisinde seçim, karar ve adalet kavramları çerçevesinde Jean-Paul Sartre, Carl Schmitt ve Étienne Balibar’daki olumsallık perspektifi, hukukla olan ilişkisine göre konumlandırılacaktır. Bunlar sırasıyla hukuk-dışı, hukuk-üstü ve hukuk-içi olumsallık olarak adlandırılacaktır. İkinci izlekte ise sabit töz(ler)in ve evrensel(ler)in kendinde bütünselliğinin yitirildiği bir çağda, bu düşünürlerce bütünleme işleminin praksise nasıl bağlandığı gösterilmeye çalışılacaktır. Yine sırasıyla bütünleme işleminin Sartre’da kendi-için-varlığın veya işçi sınıfının, Schmitt’te egemenin, Balibar’da ise adalet öznelerinin veya mağdurların praksisiyle ne bakımdan ilişkilendirildiği açıklanmaya çalışılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Jean-Paul Sartre; Carl Schmitt; Étienne Balibar; Aşkınlık; İstisna Hali; Medenilik; Hukuk Felsefesi

 

Abstract

Twentieth-century philosophy is shaped around the emphasis on the contingent and dynamic character of individual, political, legal and social life and its values, unlike the justice-centered and equality-centered philosophies of the eighteenth and nineteenth centuries. This article has two paths. In the first of these, the perspective of contingency in Jean-Paul Sartre, Carl Schmitt and Étienne Balibar will be positioned according to the their relationship to law within the framework of the concepts of choice, decision and justice. These will be called, respectively, non-legal, supra-legal and intra-legal contingency. In the second path, in an age when totality of the constant substance(s) and the universal(s) in-itself are lost, this article tries to show how these thinkers tie the totalization process to praxis. It will be tried to explain how the totalization process is related to the praxis of the being-for-itself or working class in Sartre, of the sovereign in Schmitt and of justice seeking subjects or victims in Balibar.

 

Keywords: Jean-Paul Sartre; Carl Schmitt; Étienne Balibar; Transcendence; State of Exception; Civility; Philosophy of Law

Özet

Bu yuvarlak masa tartışmasında, Türkiye’de yargının son on yılda derinleşen krizi ve dönüşümü, hukukçu İlhan Cihaner, Avukatlar Sendikası Başkanı Selin Aksoy ve Yargıçlar Sendikası Başkanı Ayşe Sarısu Pehlivan’la birlikte ele alınmaktadır.

Anahtar KelimelerHukuk; Yargı; Kriz; Dönüşüm.

 

Abstract

In this roundtable discussion, the deepening crisis and transformation of the judicial system of Turkey in the last decade is discussed with İlhan Cihaner (Lawyer), Selin Aksoy (Chairperson of Union of Lawyers) and Ayşe Sarısu Pehlivan (Chairperson of Union of Judges).

Keywords: Law; Judicial system; Crisis; Transformation.

Özet

Kurucu iktidar, Türk anayasa literatüründe çoğunlukla öngörülemezlik, bilinemezlik, denetlenemezlik, sınırsızlık ve hukuk dışılık gibi sıfatlarla tavsif edildiğinden pek üzerinde durulmayan, görmezden gelinen bir kavram olagelmiştir. Hâlbuki hem özel olarak anayasa teorisinin hem de genel hukuk felsefesinin en önemli konuları arasında kurucu iktidar da yer alır. Bu anlamda kurucu iktidar sadece anayasayı yapan bir iktidar değil, toplumların bir siyasi birliğe nasıl dönüştüğü, bir siyasi birlik olarak kendi kendisini nasıl yönettiği, varlık sebebi ve sınırı gibi meselelerin felsefi açıdan incelenmesinde vazgeçilmez bir kavramdır. Nitekim O. Vahdet İşsevenler de Kurucu İktidar (Anayasanın Maddi ve Fail Nedeni) isimli kitabında Sokratik gelenekte karşımıza çıkan “Nedenler Teorisi”ne başvurmak suretiyle kurucu iktidarın doğası, niteliği ve işlevi, anayasa ile ilişkisi meselelerini “onto-teleolojik” bakışla ele alıyor ve kurucu iktidarın aslında bir “tanınma” ilişkisine dayandığını, belirli bir siyasi birliğin potansiyel hâlde barındırdığı imkânların edimselleşmesi ve anayasa formunda tezahürü olduğunu ileri sürüyor. Nitekim “Anayasanın Onto-Teleolojisi ve “Bir Felsefi Mesele Olarak” Kurucu iktidar: O. Vahdet İşsevenler’in Kurucu İktidarın Eleştirisi (Anayasanın Maddi ve Fail Nedeni) İsimli Kitabının Tanıtımı ve Değerlendirmesi” isimli bu yazı da söz konusu kitabın detaylı bir tanıtımını ve değerlendirmesini amaçlamaktadır

Anahtar KelimelerKurucu İktidar, Anayasanın Maddi Nedeni, Anayasanın Fail Nedeni, Anayasanın Onto-Teolojisi.

 

Abstract

In Turkish constitutional law literature, the constitutive power has most commonly been regarded as unpredictable, unknown, untested, unlimited and extra-legal. As such, it has not been wholly elaborated, and has more often been ignored. However, amongst the main problems of both constitutional theory and general legal philosophy, there is also the concept of constitutive power. It is not only a power which makes constitution, but at the same time is an essential concept in examining how societies become a political body, govern themselves and what the “raison d’être” and its limits are. Thus, in his book titled Constitutive Power (The Material and The Efficient Causes of Constitution), O. Vahdet İşsevenler, referring to the “Theory of Causes” as being addressed in Socratic tradition, examines the nature of constitutive power, its properties and function, and its relation to constitution from an onto-teleological approach and argues for its dependence on “recognition”, asserting that the constitutive power is in fact a kind of actualization and manifestation of some probabilities and possibilities the political body has in itself potentially. This review aims to introduce and to evaluate this work of İşsevenler.

 

Keywords: Constitutive Power; The Material Cause of Constitution; The Efficient Cause of Constitution; The Onto-Teleology of Constitution.

Özet

Bu yazı ile 19 Ekim 2019 tarihli “Krizdeki Hukuk Düşüncesi” başlığı ile gerçekleşen söyleşinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.

Anahtar KelimelerKrizde hukuk; söyleşi.

 

Abstract

This paper aims at reviewing the “Legal Thought in Crisis” Symposium that took place on October 19, 2019.

Keywords: Law in crisis; symposium.

Özet

Avrupa Birliği’nin anayasal krizinin ardında, siyaseten otoriter yönetim biçimlerinin ekonomik liberalizmin maddi düzenini korumak için ortaya çıkardığı “otoriter liberalizm” konjonktürü yatmaktadır. Bu anayasal konjonktür, kısa süre önce Wolfgang Streeck’in kuramsallaştırdığı üzere, demokrasi ile kapitalizm arasındaki maddi dinamiğin anayasaya dair bir soruşturmaya katılmasıyla kavranabilir. Böylece otoriter liberalizm, liberal anayasalcılığın iki savaş arası dönemdeki çöküşünden, savaş-sonrası ve Maastricht-sonrası yeniden inşasına kadar (ki her iki dönemde de ekonominin demokrasiden uzaklaşmasıyla nitelenir) çok daha derin ve uzun bir anayasal yörünge boyunca incelenebilir. Bu bakış açısından, Avro-krizinde [Euro-Crisis] demokrasiye yönelik son zamanlardaki saldırılar, entegrasyonun olağan izleğinden sapma değil, bunun bir devamı olarak belirir. Bunun nereye varacağı ise henüz belli değil. Otoriter liberalizme, otoriter illiberal tepkiler giderek daha sık eşlik etse de Brexit haricinde henüz kesin bir kopma yaşanmadı.

Anahtar KelimelerOtoriter liberalizm; Avro krizi; Anayasal kriz.

 

 

Abstract

Behind the constitutional crisis of the European Union lies the conjuncture of ‘authoritarian liberalism’, when politically authoritarian forms of governing emerge to protect the material order of economic liberalism. This constitutional conjuncture can be grasped by integrating into constitutional enquiry the material dynamic between democracy and capitalism, as recently theorised by Wolfgang Streeck. Authoritarian liberalism can then be explored across a much deeper and longer constitutional trajectory, from the interwar breakdown of liberal constitutionalism, to its post-war and post-Maastricht reconstruction, in each case represented by a de-democratisation of the economy. From this perspective, the recent assaults on democracy in the Euro-crisis appear to be a continuation of, rather than divergence from, the normal path of integration. Where this will end remains to be seen. Although authoritarian liberalism is increasingly accompanied by authoritarian illiberal responses, there has not yet been any definitive rupture, with the possible exception of Brexit.

Keywords: Authoritarian liberalism; Euro-crisis; Constitutional crisis.

Özet

Hukuk bilimi bir çeşit oryantasyon krizi içindedir.  Kanıtı ise, temel olarak kendi kendisiyle meşgul olmasıdır. Zira normatif anlamda denetim otoritelerinin konçertosunun yorum egemenliği çerçevesinde köktenci bir rekabet içinde bulunması bunu haklı çıkarmaktadır: Hukuk bilimi ekonomi, politika bilimi, etik ve diğer bilişsel bilimler gibi normatif söylemin (ve dolayısıyla politik-medya) önemi üzerine tartışma yürütmektedir.  Bu sebeple bahsedilen temel süreç içinde hukuk biliminin biçimsel-teorik düzleme sert bir biçimde geri çekilmiş görünmesi şaşırtıcıdır. Bu durum “hukuk bilimi teorisi” olarak adlandırılan güncel bir tartışmayla örneklendirilmektedir. Aşağıda takip eden katkı buna mukabil bir nokta olarak addedilir: Bu nokta hukukun, ancak kanunu maddi anlamda kesintiye uğratmaksızın kontrol etme iddiasını ayakta tutabildiği oranda ciddiye alınacağını varsaymaktadır. Buradan hareketle hukuk felsefesi bağlamında daha güçlü bir bakış açısı savunulmaktadır. İnsana özgü spesifik durumdan (‘condicio humana’) hareketle doğru (ve dolayısıyla bağlayıcı olan) hukukun meşrulaştırılıp meşrulaştırılamayacağı – ve de bir bilim olarak hukuk için bundan ne gibi sonuçların çıkarılabileceği sorusu açıklığa kavuşturulur.

Anahtar KelimelerAdalet bilimi; hukuk bilimi teorisi; hukuk antropolojisi; condicio humana.

 

Abstract

Jurisprudence is in the midst of an orientation crisis. The proof is its engagement only with itself, as a basis. In addition, the concert of inspection authorities in normative terms legitimizes their fundamental competitive posture within the interpretation sovereignty. Jurisprudence deals with a dispute about the importance of normative discourse among economy, political science, ethic and the other cognitive sciences (consequently politics-media). That’s why it is surprising that the jurisprudence seems to be withdrawn to a formal-theoretical platform sharply in this fundamental process. It exemplifies the popular debate called “The Jurisprudence Theory”. The following contribution below is regarded as a counterpoint: It assumes that the jurisprudence can only be taken seriously as long as it maintains its assertion to control law without concrete interruption. Thus a stronger point of view is justified within the context of philosophy of law.  Based on a specific human condition (condicio humana), the question whether the right law (thus the binding law) can be legitimised or not and the results that can be concluded by the jurisprudence as a science are clarifed.

Keywords: Science of Justice; The Jurisprudence Theory; Legal anthropology; condicio humana

Özet

Bu çalışma modern devletin getirmiş olduğu haklar ve hukuk sisteminin verdiği hiçbir sözü yerine getirememesini, derinleşen anlam kaybının yanında, yargının iflas etmesini, kamunun duyusunun bu doğrultuda körelmesi gibi pek çok şeyin yarattığı kriz durumunda insanlığın geldiği son noktayı göstermeyi ve her ne durumda olursa olsun insanlığa onurunu tekrardan kazandırmayı; dahası Hannah Arendt’le (1905-1975) bir farkındalık oluşturmayı amaçlamaktadır. Bir varolan olarak insanın, özel ve kamusal alan arasındaki sınırın eridiği yerde durması, ona estetik bir yeti kazandıran siyasallaşma durumunun bu doğrultuda nasıl yok olduğu çalışma boyunca incelenecektir.

Anahtar Kelimeler: İnsanlık, Hukuksal Kriz, Kamusal Alan, Hannah Arendt.

 

Abstract

This study aims at showing the final point that humanity arrived in the crises created by circumstances such as the failure of the rights and legal system that are brought by modern state to fulfil any promises it made, the deepening loss of meaning, the bankruptcy of the judiciary, as well as the dulling of the public’s sense in this direction. It desires to bring humanity its dignity, and moreover to raise awareness with Hannah Arendt (1905-1975). It will examine humanity’s stand at the boundary between public and private melts, and in this direction, the disappearance of its politicization, which gives it an aesthetic ability.

Keywords: Humanity, Legal Crisis, Public Space, Hannah Arendt.

Özet

Bu yazıda adanın bir düşünce imgesi olarak nasıl kullanılabileceğini, Deleuze ve Kant felsefelerindeki bazı temaları açımlayarak araştırmayı amaçlıyorum. Ada imgesini karanın bir uzantısı olmaktan çıkararak açık bütün mefhumunun düşünsel uzamı olarak yeniden tanımlayacağım. Bunun için Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi’ndeki çok özel bir pasajı, Deleuze’ün iki ada yorumunu ve Kant okumalarını inceleyeceğim. Fakat adayı bir metafor olarak değil; tam tersine, düşüncenin yer-yurdunu kara-su ikileminin ötesine taşımak için gerekli olan maddi ve topolojik unsur olarak ele alacağım. Son olarak, yirmi birinci yüzyıl felsefesinin karşısına bir sorun olarak çıkan düşüncenin kapanması riskine karşı, ada imgesinden takımada imgesine doğru bir geçişin haritasını çıkarmaya çalışacağım.

Anahtar KelimelerAda, soybilim, jeolojik yaklaşım, düşünce imgesi, temas.

 

Abstract

In this text, I aim to seek how might one employ the island as an image of thought by disclosing some theme in the philosophies of Deleuze and Kant. I will redefine the image of island as the intellectual space for the concept of open whole by means of removing that image to be an appendage of land. For that purpose, I will examine a very specific passage in Kant’s Critique of Pure Reason and Deleuze’s interpretation of two islands as well as his readings of Kant. However, I will consider the island not as a metaphor but as the material and topological element which is required to carry the territory of thought beyond the land-water dichotomy. Finally, I will try to map the passage from the image of island to that of archipelago against the risk of closure of thought with which the philosophy of twenty-first century encounters as a problem.

KeywordsIsland, geneaology, geological approach, image of thought, touch.