Varlık ve Zaman, Bölüm VI: Ölüm

BÖLÜM VI: Ölüm

Heidegger’in ölümün bilgisiyle yaşama kavrayışı dehşet verici olmaktan ziyade özgürleştiricidir.

Heidegger üzerine altı hafta kadar önce yazdığım ilk yazıda söylediğim gibi, Varlık ve Zaman’ın temel fikri oldukça basittir: Varlık zamandır ve zaman sonludur. Biz insanlar için zaman, ölümümüzle son bulur. O halde, sahici bir insan olmanın ne manaya geldiğini anlamak istiyorsak, yaşamlarımızı daima ölümün ufkunda tasarlamamız gerekir. Heidegger’in bilindik “ölüme-yönelik-olma”  ifadesinin anlamı budur. Varlığımız sonluysa, sahici insan hayatı sonlulukla yüzleşmekle ve ölümümüzden bir anlam çıkarmaya çalışmakla bulunabilir. Heidegger, “Felsefe yapmak nasıl ölüneceğini öğrenmektir” antik şiarına katılmaktadır. Benliğimizi, fanilikle ilişkide şekillendirir ve oluştururuz.

Heidegger’in ölüme-yönelik-olma kavrayışında aşağı yukarı dört biçimsel ölçüt vardır: Ölüme-yönelik-olma ilişkisel değildir, kesindir, belirsizdir ve onun üstesinden gelinemez. İlkin, ölüm, ölümle karşılaşıldığında birinin diğerleri ile bütün bağlantısını kesmesi anlamında ilişkisel değildir. Ölüm, başkalarının ölümü aracılığıyla değil, yalnızca kendi ölümümle ilişkim aracılığıyla deneyimlenebilir. Aşağıda buna itiraz edeceğim.

İkinci olarak, öleceğimiz kesindir. Her ne kadar biri başından savsa ya da bu olgudan kaçsa da, yaşamın ölümle sona ereceğinden kimsenin şüphesi yoktur. Üçüncü olarak, ölüm kesin olsa da ne zaman gerçekleşeceğini bilmememiz bakımından belirsizdir. Birçok kişi uzun ve dolu bir yaşam arzu eder, fakat Azrail’in ne zaman kapımızı çalacağını asla bilemeyiz.

Dördüncü olarak, ölümün üstesinden gelinemez (unüberholbar) demek basitçe ölümün son derece önemli olduğunu söylemektir. Onu alt etmenin imkânı yoktur ve o benim tasarlama gücümün sahip olduğu bütün imkânları aşar. Heidegger’in bilindik ve paradoksal olan, ölüm “olanaksızlığın olanağıdır” ifadesinin ardındaki düşünce budur. Ölüm, benim olma-olanağımı (Seinkönnen) ona kıyasla ölçebileceğim sınırdır. O, benim özgürlüğümün kudretinin, karşısında paramparça olduğu temel kudretsizliktir.

Varlık ve Zaman’ın girişinin sonunda Heidegger “Olanak gerçeklikten daha yüksekte durmaktadır” der. Varlık ve Zaman olanağa yazılmış uzun bir övgü ilahisidir ve en yüksek anlatımını ölüme-yönelik-olmada bulur. Heidegger, hazır olma (Vorlaufen)[i] ve umut etme ya da beklemeyi (Erwarten) ayırır. Heidegger’in iddiası, ölüm anlamına gelen olanağın gerçekleştiği yerde, ölümü beklemenin hala çok fazla gerçeklik içereceği ve bunun kasvetli bir hastalıklılık felsefesi olacağıdır. Bunun tersine, Heidegger’e göre, hazır olma pasif bir biçimde ölümü beklemek değil, faniliği dünyadaki özgür eylemin koşulu olarak harekete geçirmektir.

Bu, son derece önemli ve görünüşte paradoksal olan bir düşünce ile sonuçlanır: Özgürlük, ölüm formunda olan bir zorunluluk yokluğu değildir. Tam tersine, özgürlük birinin zorunlu faniliğinin onaylanmasıdır. Yalnızca ölüme-yönelik-olmada biri gerçekte olduğu kişi haline gelebilir. Olanaksızlığın olanağı olarak ölüm fikrinde açığa çıkan şey, birinin yaşamını onaylamasının temelinin, onun fanilikle sınırlanması olduğunun kabul edilmesidir.

Dolayısıyla, ölüme-yönelik-olmada dehşet verici hiçbir şey yoktur. Heidegger’e göre, ölüme-yönelik-olma Dasein’ı sahici olmayan her günkü yaşamına gömülü olma halinden çıkarır ve onun kendini bulmasına imkân verir. Yalnızca ölüme-yönelik-olma ile ilişkimde tutkulu bir biçimde kendi özgürlüğümün farkına varırım.

Heidegger’in ölüme-yönelik-olma analizi şatafatlı dilsel kılığına rağmen son derece sarih ve güçlüdür. Bununla beraber, aşağıdaki itiraza açıktır. Heidegger, tek sahici ölümün kişinin kendi ölümü olduğunu iddia eder. Başka biri için ölmenin basitçe “kendini feda etmek” olduğunu yazar. Bu ölçüde, Heidegger’e göre başkalarının ölümü, benim ölümüm yanında ikincildir. Benim görüşüme göre, (bu eleştiri ilkin Edith Stein ve Emmanuel Levinas tarafından geliştirilmiştir), ölümün bu şekilde kavranışı hem yanlış hem de ahlaki açıdan tehlikelidir. Yukarıdakinin tersine ben, ölümün bizim dünyamıza, ya ebeveynimiz, eşimiz veya çocuğumuz kadar yakın ya da uzaktaki bir kıtlık ya da savaşın tanımadığımız kurbanı kadar ötede olan, başkalarının ölümü aracılığıyla girdiğini düşünüyorum. Ölümle ilişki ilkin ve çoğunlukla kendi ölümümden duyduğum korku değil, yas ve acı deneyimiyle yıkılmış olma hissimdir.

Ayrıca, Heidegger’in ölüme yaklaşımında şaşırtıcı derecede geleneksel bir hümanizm işbaşındadır. Ona göre, yalnızca insanlar ölür, bitki ve hayvanlar ise basitçe yok olur. Bitkilerin ölümü hakkında uzmanlığa sahip olmadan bir şey diyemem; fakat ampirik araştırma balinalar, yunuslar, filler ve ayrıca kediler ve köpekler gibi yüksek memelilerin de hem kendilerinin hem de etrafındakilerin faniliğine ilişkin bir deneyime sahip olduğunu gösterir. Evrende fanilik düşüncesiyle duygulanan tek varlık biz değiliz.


[i] İngilizce’de anticipation kelimesiyle karşılanan Vorlaufen sözcüğünü Kaan Ökten “öndeleme” olarak çevirmiş. Esasında bu sözcüğe Türkçe’de bir karşılık bulmak oldukça güç. Vor-laufen tam manasıyla çevrilecek olursa “öne doğru koşmak, atılmak” gibi bir anlama sahip. Yukarıda Heidegger’in yaptığı ve sahici olma ve sahici olmama ayrımına işaret eden Vorlaufen-Erwarten ayrımında, Erwarten, ölümü pasif bir şekilde beklemeyi, Vorlaufen ise bir etkinliği işaret ediyor. Vorlaufen terimini burada “hazır olmak” şeklinde çevirdik. Ölümü beklemek yerine ona hazır olduğumuzda, ölümün geleceğini kavrayarak, bu kavrayışı yaşamımızı sahici bir yaşama dönüştürme etkinliğine dönüştürebiliriz. Bu kavramın çevirisi konusunda fikirlerine danıştığım sevgili arkadaşım Toros Güneş Esgün’e ve hocam Çetin Türkyılmaz’a teşekkür ederim.