Toplumsal Cinsiyeti Sosyal İnşacı Perspektifle İncelemek (Karşılaştırmalı Bir Değerlendirme)

Bu yazıda toplumsal cinsiyet (gender) konusunda yapılmış olan 10 ampirik çalışmayı karşılaştırmalı olarak incelemeyi amaçlıyorum. İnceleyeceğim çalışmaları, özellikle, sosyal inşacı paradigmadan beslenen teori ve yöntemleri (konuşma analizi, söylemsel psikoloji ve söylem analizi) kullanıp kullanmadıklarına dikkat ederek seçtim. Sosyal inşacı paradigma, gerçekliğin bizim dışımızda ve bizden bağımsız olmadığını, aksine bizzat bizim tarafımızdan (insanlar tarafından) sosyal etkileşim içerisinde inşa edildiğini, üretildiğini ve anlamlandırıldığını söyler. Dil, bu inşanın birincil alanıdır. Yani tüm gerçeklikler, fenomenler, kategoriler, vs. insanlararası karşılıklı etkileşim içerisinde dilsel/söylemsel olarak inşa edilir (Burr, 2012). Dahası, çeşitli kategorileri inşa etmekle kalmayız, onları gündelik hayatımız içerisinde bilfiil icra ederiz, yani eyleme dökeriz. İşte insanların failliği de bizzat bu icra/performans içerisinde var olur ve anlam kazanır. Toplumsal cinsiyet de bütün diğer kategoriler gibi bu şekilde ortaklaşa inşa edilir, icra edilir, pekişir ve kalıplaşır. Bu nedenle, sosyal inşacılara göre, örneğin kadın ve erkekler arasındaki toplumsal cinsiyet farklılıklarının neler olduğunu bulmaya ve sınıflandırmaya çalışmak yerine bu farklılıkların nasıl inşa edildiğini ve gündelik pratiklerde nasıl icra edildiğini (yani nasıl var edildiklerini) anlamaya odaklanmamız gerekiyor. Böylece doğal veya zorunlu olduğu varsayılan birtakım toplumsal cinsiyet farklılıklarının veyahut özelliklerinin gerçekten doğal mı yoksa çeşitli tarihsel süreçlerle, ideolojilerle ve söylemlerle üretilmiş mi olduklarını görebilir hale geliriz. Bu da bize çeşitli meseleleri anlamak için daha geniş bir perspektif sunar.

Bu yazıda amaçladığım karşılaştırma için, -yukarıda dile getirilen- toplumsal cinsiyetin dilsel/söylemsel olarak üretilip icra edildiği önermesinden hareketle, bu inşa ve icranın gündelik etkileşimlerde nasıl gerçekleştiğini inceleyen araştırmaları seçtim. Böylece hem toplumsal cinsiyetin sosyal inşacı perspektifle nasıl incelendiğine hem de genel olarak sosyal inşacı çerçevede ampirik araştırmanın nasıl yapıldığına dair çeşitli örnekler görmüş olacağız. Bu kapsamda, öncelikle çalışmaları kısaca özetleyip, ardından teorik ve yöntemsel açıdan karşılaştıracağım ve en sonunda da kendi değerlendirme ve eleştirilerimi dile getireceğim.

***

İlk olarak Elizabeth Stokoe ve Janet Smithson (2001) tarafından yapılan çalışmaya bakalım. Stokoe ve Smithson, toplumsal cinsiyet ile dil arasındaki bağlantıların feminist bir perspektiften incelenmesinde konuşma analizi (KA) yaklaşımının kullanımıyla ilgileniyorlar. Daha geniş olarak söylersek, yazarlar, toplumsal cinsiyetin konuşma içerisinde nasıl icra edildiğinin (doing gender) veya konuşmacıların toplumsal cinsiyeti nasıl konuştuklarının ve toplumsal cinsiyet kategorilerini nasıl kullandıklarının incelenmesinde KA’nın kullanımı ve bu kullanımda feminist bir perspektifin mümkün olup olamayacağını soruşturuyorlar. Bu amaçla, beş farklı Avrupa ülkesinden 18-30 yaşları arasındaki bireylerin katıldığı odak (focus) grup tartışmalarının ve İngiltere’de bulunan bir üniversitedeki ders esnasında geçen tartışmaların video kayıtları olmak üzere iki tür veri kullanılmış. Verilerin analizinde konuşma analizi kullanılmış ve özellikle toplumsal cinsiyetin belirgin olduğu konuşma parçalarına odaklanılmış. KA, çeşitli kategorileri (buna toplumsal cinsiyet de dâhildir) doğal olarak var olan sabit kategoriler veya özellikler (treyt) olarak ele alan özcü (essentialist) yaklaşımlara alternatif olarak bunların aslında etkileşim içinde icra edildiğini (perform) söyleyen inşacı bir yaklaşımdır. Bu çerçevede yazarlara göre, KA, toplumsal cinsiyeti bireylerin konuşma esnasında bizzat ortaya koydukları veya yöneldikleri bir performans olarak analiz etmesi bakımından oldukça kullanışlı ve yararlıdır. Buna göre, örneğin bu çalışmada yazarlar konuşmacıların bizzat kendi ifadelerinde bebek bakmak, ütü yapmak, bulaşık yıkamak gibi etkinlikleri nasıl cinsiyetlendirilmiş etkinlikler olarak tarif ettiklerini veya cinsiyet kategorilerini konuşma içerisinde nasıl kullanıma soktuklarını (örneğin bir konuşmacının “şarkı söyleyen dört kız gördüm” derken ‘dört kız’ lafını ‘dört kadın’ diye düzelterek söylemesi) göstermişlerdir. Bununla birlikte, KA’da analistin, kendi mevcut varsayımlarını analize katmaması, sadece konuşmacıların bizzat ortaya koydukları ifadeleri ve söylemleri dikkate alması gerekir. Yazarlar, KA’daki bu katı analitik duruşun (analistin kendi varsayımlarına ve mevcut veriden hareketle daha geniş yorumlar yapmasına imkân vermeyen duruş) hâlihazırda belirli hedefleri ve varsayımları olan feminist çalışmacılar için bir takım sorunlar doğurmakla birlikte, bunun çeşitli şekillerde aşılabileceğini ve KA’nın feminist bir perspektifle kullanılabileceğini ifade ediyorlar. Bu noktada, toplumsal cinsiyetin incelenmesinde sadece “konuşmacıların kendi ifadelerinin” esas alınmasının yeterliliği ve “konuşmacıların bizzat konuşma içinde toplumsal cinsiyet kategorilerini icra etmeye yönelmişliklerinin” (orientation to gender) ‘nasıl’ ve ‘neye göre’ belirleneceğinin belirsizliği açısından KA’ya bir takım eleştiriler getiriyorlar. Onlara göre, bu yönüyle KA, gerek konuşmacıların gerekse analistlerin sahip oldukları kültürel arkaplan ve sağduyusal bilgiyi dikkate almamakta ve eksik bırakmaktadır. KA’nın, feminist bir perspektifle kullanılabilmesi de o halde sözü edilen bu eksikliklerin dikkate alınmasına bağlı olmaktadır.

Konuşma analizini feminist bir perspektifle kullanan bir diğer çalışma ise Yumiko Ohara ve Scott Saft (2003) tarafından yapılan çalışmadır. Ohara ve Saft, Japonya’daki bir TV kanalında yayınlanan ve izleyicilerin canlı yayında telefonla katılarak çeşitli konularda danışmanlık aldığı bir TV programından elde edilen kayıtları analiz etmişlerdir. Yazarlar, analiz için, her biri farklı günlerde kaydedilen ve kendilerini aldatan veya istismar eden kocaları hakkında yardım arayan kadınların aramış olduğu 15 farklı telefon kaydını kullanmışlar. Yazarlar, konuşma analizi aracılığıyla, öncelikle mevcut etkileşimde telefonla arayanların sorunlarını dile getirme ve program sunucularının yanıt verme biçimlerine odaklanmış, konuşmacıların cinsiyeti ilk olarak nasıl ve nerede işe koştuklarını ve ilgili cinsiyet kategorilerini konuşmanın geneline nasıl yaydıklarını incelemişler. Sonrasında ise sunucuların etkileşim içinde sahip oldukları avantajla sözü edilen problemlerin sorumluluğunu nasıl kocadan uzaklaştırarak arayanın kendisine yüklediklerini ve bu esnada ne tür söylemleri devreye soktuklarını göstermişler. Buna göre, yazarlar, konuşmalarda özellikle iki ideolojik inancın sunucular tarafından dile getirildiğini belirtiyorlar; (1) bir kadının görevi evde durmak ve ev işleriyle ilgilenmektir ve (2) kadın erkeğin ilgisini canlı tutmak üzere çekiciliğini sürdürmeye dikkat etmelidir. Yazarlara göre, KA, toplumsal cinsiyetin feminist bir perspektifle incelenmesi açısından alternatif bir yaklaşım sağlıyor; bununla birlikte, yazarlar KA’nın feminist çalışmacılar açısından daha yararlı olabilmesi için -bir başka analiz biçimi olan- MCA’nın da (membership categorisation analysis / üyelik kategorilendirme analizi) işe koşulmasının ve böylece konuşmacıların üyesi oldukları cinsiyet kategorilerinin konuşmada nasıl icra edildiğinin incelenmesinin de önemine vurgu yapıyorlar. Böylece, yazarlar, bu çalışmada KA’nın sınırlarını genişlettiklerini ve onun feminist hareket (ve diğer politik hareketler) için yararlı bir yaklaşım olabileceğini gösterdiklerini ifade ediyorlar.

Celia Kitzinger ve Rose Rickford (2007) yine cinsiyetin konuşma esnasında nasıl inşa edildiğini ve kategori üyeliği (membership categorisation) ile kişileri belirli kategorilere dâhil eden kişi referanslarının kullanımını incelemek üzere KA ve MCA’dan yararlanmışlardır. Yazarlar, analiz için tek bir konuşma verisi kullanmışlar; doğum yapan kadınlarda görülen SPD rahatsızlığı olan kadınlara yönelik bir yardım hattına gelen bir telefon konuşması. Söz konusu konuşmada, telefona cevap veren hat çalışanı, telefonla arayan kişinin kocasından söz ederken ilk başta cinsiyet belirtmeyen “partneriniz” kelimesini kullanmış, daha sonra ise aynı kişi için cinsiyet belirten “adam” sözcüğünü kullanmıştır. Yazarlar, işte bu noktadan hareketle, katılımcıların konuşma içerisinde cinsiyetle ilişkili üyelik kategorilerini ve kişi referanslarını kullanmaya yönelmelerini, o anki etkileşimsel hedefleri bağlamında analiz etmişlerdir. Onlara göre, bireyler sosyal dünyalarını inşa ederken (tıpkı diğer kategoriler gibi) cinsiyet kategorilerini de etkileşimsel amaçlar doğrultusunda birer kaynak olarak kullanırlar.

Konuşma esnasındaki cinsiyet inşasını inceleyen bir başka çalışma ise Michael Buchholz, Franziska Lamott ve Kathrin Mörtl (2009) tarafından yapılmıştır. Yazarlar, kendi bakımları altında olan kız veya erkek çocuklara cinsel istismarda bulundukları için hüküm giymiş olan 16 mahkumun katıldıkları grup terapi görüşmelerini, konuşma analizi, hikaye analizi ve metafor analizini içeren bir nitel araştırma deseni ile analiz etmişlerdir. Yazarlar, katılımcıların grup terapi esnasında kendileriyle, kadınlarla ve kurbanlarıyla ilgili konuşmalarında cinsiyeti nasıl inşa ettiklerini göstermişlerdir. Onlara göre, psikanalitik bir bakış açısının önerdiği gibi konuştuklarımızın arkasında yatan bilinçdışı motivasyonlar yoktur, cinsiyetin bilinçdışı inşaları da dilin ötesinde değil bizzat dilin içindedir. Yani cinsiyetin icra edilişi (doing gender) bir dilsel/etkileşimsel (conversational) pratiktir.

Katarina Eriksson-Barajas (2010), konuşmada cinsiyetin inşa ve icra edilişini söylemsel psikolojik bir yaklaşımla incelemiştir. Bu amaçla, seks ticaretini konu edinen “Lila 4-Ever” isimli bir filme ilişkin tartışma kayıtlarını analiz etmiştir. Söz konusu film tartışması, bir eğitim faaliyeti olarak 15-16 yaşlarındaki öğrencilerin katıldığı bir etkinliktir. Böylece, yazar, hem öğrencilerin bir filmden alınan seks söylemlerini kullanma biçimlerini hem de akademik ve sosyal kimlikleri arasında dengeleyici eylemleri inceleyerek, konuşma içerisinde cinsiyeti nasıl icra ettiklerini göstermeyi amaçlamıştır. Söylemsel psikoloji (SP), konuşmaların analizinde şimdiye kadar ele aldığımız çalışmalarda kullanılan KA’dan bir adım daha ileri giderek, bireylerin konuşmalarını inşa etmede kullandıkları söylemsel aletlere ve açıklayıcı repertuarlara (söylemsel kaynaklara) odaklanır. Yazara göre, SP, bir kitap veya film tartışmasındaki etkileşimde ortaya çıkan inşaları incelemek için uygun bir çerçeve sağlamaktadır. Buna göre, yazar, öğrencilerin konuşmalarında güç elde etmek üzere cinsiyetlendirilmiş özne pozisyonlarının nasıl kullandıklarını ve filmde konu edilen fuhuşla veya erkeklik, kadınlık, kurban olma gibi meselelerle ilgili konuşmaların hangi söylemsel kaynaklardan beslendiğini göstermeye çalışmıştır.

Söylemsel perspektife sahip bir başka çalışma da Julia C. Nentwich (2006) tarafından yapılmıştır. Nentwich, “eşit fırsat” (cinsiyet eşitliği) ofislerinde çalışanların cinsiyeti nasıl konuştuklarını ve eşit fırsatlara ilişkin söylemsel inşalarını, konuşmalarda kullandıkları açıklayıcı repertuarlar ve ideolojik ikilemleri analiz ederek incelemeye çalışmış. Bu amaçla, yazar, 10 “eşit fırsat ofisi” çalışanıyla bireysel mülakatlar yapmış. Buna göre, yazar analiz sonucunda, cinsiyet eşitliğinin inşasında dört farklı repertuara ulaşmış; aynılık, farklılık, genişlik ve yapısöküm repertuarları. Diğer yandan, yazar, gerek feminist teorideki gerekse katılımcıların konuşmalarındaki aynılık-farklılık ikilemini, ideolojik ikilemler çerçevesinde analiz etmiştir. Buna göre, yazar, konuşmaların inşasında, çeşitli ideolojilerin bir arada var olabileceğini ve bunların söylemsel kaynaklar olarak yeri geldikçe kullanılabileceğini ifade etmektedir.

Brendan Gough ve Paul Peace (2000), yaptıkları çalışmada, toplumsal cinsiyetin –özellikle de erkekliğin- konuşmalarda nasıl inşa edildiğini incelemek üzere söylem analizi (discourse analysis) kullanmışlardır. Yazarlar, hepsi psikoloji okuyan erkek üniversite öğrencileriyle 4 kişilik tartışma grupları düzenlemiş ve bu öğrencilerin erkekliği ve erkeklik kimliğini nasıl konuştuklarını söylem analizi ile incelemişler. Yazarlar, çalışmanın temel amacının, erkeklerin belirli sosyal işlevleri yerine getirmede diğer erkeklerle ortaklaşa kullandıkları ‘pratik ideolojilerin’ (practical ideologies) incelenmesi olduğunu belirtiyorlar. Pratik ideolojiler, bir nevi ‘egemen söylemler’ veya ‘açıklayıcı repertuarlar’ gibi, çeşitli fikirlerin, normların ve modellerin karşıt, çelişkili ve parçalı olmakla birlikte bir arada bulunduğu kompleks bir yapıya işaret ediyor. Bu anlamda, örneğin erkeklikle ilgili pratik ideolojileri incelerken, erkeklikle ilgili kültürel olarak paylaşılan egemen varsayımların da dikkate alınması gerektiği dile getiriliyor. Yazarlar, bu bağlamda yaptıkları analiz sonucunda, tüm konuşmalarda ortak olan bir temaya ulaşmışlar; “kurban olarak erkekler”. Buna göre, konuşmalarda ‘kurban erkek’ temasının birkaç farklı söylem içinde inşa edildiğini gösteriyorlar; “erkeklik streslidir”, “feminist baskı”, “erkeklere yönelik cinsiyetçilik” ve “kadınsılaştırılan erkekler” söylemleri. Buradan hareketle, yazarlar, katılımcıların mevcut cinsiyet eşitsizliklerinin devamını sağlamak üzere erkeklerin kadınlar karşısında zaten güçsüzleştirilmiş olduğunun ve daha fazlasının gerekmediğinin altını çizen “güçsüzleştirilen-erkeklik” repertuarının veya ideolojisinin kullanıldığını ortaya koyuyorlar.

Julia Davies (2003), toplumsal cinsiyetin konuşmalarda nasıl ortaya çıktığını ve bunun öğrenmeyle ilişkisini incelemek üzere, tartışma gruplarından elde edilen konuşma kayıtlarına söylem analizi uygulayan bir diğer araştırmacıdır. Bu çalışmada, 14 yaşındaki öğrencilerle sınıf ortamında 4 kişilik gruplar oluşturulmuş (cinsiyet açısından karışık olan ve tek cinsiyetten oluşan gruplar) ve her gruba bir öğrenme görevi verilerek bunun üzerine tartışmaları ve görevi yerine getirmeleri istenmiş. Davies, bu grup kayıtlarını söylem analizi teknikleriyle analiz ederek, görevlerin yerine getirilişi ve tartışılması esnasındaki dilsel ve davranışsal pratiklerin nasıl cinsiyetleştiğini ortaya koymuştur. Bu bağlamda, yazar, özellikle tek cinsiyetten oluşan gruplara odaklanarak, erkeklerden oluşan gruplardaki dilsel ve davranışsal pratiklerle kızlardan oluşan gruplardaki pratiklerin farklılaştıkları noktalara ve bu grupların cinsiyetle ilişkili mevzuları nasıl konuştuklarına bakmıştır. Ayrıca, yazar, dilsel ve davranışsal pratiklerdeki cinsiyetle ilişkili bu farklılaşmaların ne tür söylemsel kaynaklara dayandığını da anlamaya çalışmıştır.

Paul Peace (2003) ise cinsiyet eşitsizliklerinin sürdürülmesinde ve erkekliğin mevcut statüsünün tekrar üretilmesinde kadınların rolünü incelemek üzere eleştirel söylem analizi yaklaşımını kullanmıştır. Peace, eleştirelliğin gereği olarak, kadınlık söyleminin kadınlarla ve erkeklik söyleminin de erkeklerle çalışılması geleneğine karşı çıkmakta ve bu tür bir çalışma pratiğinin kadın ve erkeğin hâlihazırda birbirinden farklı olduğunu söyleyen özcü anlayışa hizmet ettiğini dile getirmektedir. Bu nedenle, Peace, kendi çalışmasında hem sadece kadınların olduğu hem de kadın ve erkeklerin birlikte yer aldığı tartışma gruplarının kayıtlarını analiz etmiş. Yazar, analiz için, kendi deyimiyle ‘yukarıdan-aşağıya” (top-down) doğru olan eleştirel söylem analizini kullanmış. Eleştirel söylem analizi (ESA), konuşmaların, metinlerin ve öznelliklerin kültürel olarak ulaşılabilir (veya yaygın) olan söylemler tarafından yapılandırıldığını veya kurulduğunu vurgular ve analizde bunun nasıl yapıldığını ifşa etmeye çalışır. Buna göre, yazar, tartışma metinlerini tekrar tekrar okuyarak sürekli tekrar eden geniş temalara ve varsayımlara, bunlardan da daha somut olarak ortaya çıkan repertuarlara veya söylemlere ulaşmış. Çalışmada üç repertuar ortaya çıkmış; ‘eşitliğin çok büyük oranda/tamamen sağlanmış olduğu’, ‘baskı kuran kadınlar/kurban erkekler’ ve ‘manipüle eden kadınlar’. Böylece, yazar, kadınların cinsiyet eşitsizliklerinin veya erkekliğin mevcut statüsünün sürdürülmesine sağladıkları katkıya, bu repertuarların/söylemlerin kaynaklık ettiğini ifade etmiş.

Son olarak anlatacağımız araştırmada, Wendy Faulkner (2009), mühendislerin gündelik etkileşimlerinde toplumsal cinsiyetin nasıl icra edildiğini incelemek üzere etnografik alan çalışmasını (ethnographic fieldwork) kullanmıştır. Bu amaçla, yazar, iki ay boyunca 3 farklı şirkette çalışma ortamını gözlemlemiş, ayrıca çalışanların bir kısmıyla görüşmeler yapmıştır. Analizin temeli ise geniş alan notlarının, görüşme transkripsiyonlarının ve raporların tekrar tekrar okunmasına dayalıdır. Analiz sonucunda, yazar, bir ‘mühendislik işyeri kültürü’nden ve bu kültür içindeki 4 tip pratikten söz etmektedir; etkileşim stilleri, konuşma başlıkları, mizah ve sosyal ağlar. Bu pratiklerin bazıları doğrudan işle ilgili, bazıları mühendislerin paylaştıkları mühendislik kimliğiyle ilgili ve bazıları da iş dışı yaşamları ve kimlikleriyle ilgilidir. Yazar, analiz sonucunda, bu üç alanın kaçınılmaz olarak birbirleriyle girift bir ilişki içinde olduklarını ve bu nedenle de “işi icra etmenin” (doing job) aynı zamanda “toplumsal cinsiyeti icra etmeyi” (doing gender) de içerdiğini göstermektedir.

Çalışmaların Karşılaştırılması

Genel olarak baktığımızda, daha önce de belirtildiği gibi, çalışmaların tümünün sosyal inşacı bir perspektife sahip olduğunu görüyoruz. Bu anlamda, birbirlerinden farklılaştıkları bazı noktalar olmakla birlikte, makalelerin tümünde toplumsal cinsiyetin inşa edilen ve icra edilen/performatif bir kategori olarak kavramsallaştırıldığını söyleyebiliriz. Bu noktada, yine çalışmaların tümünde, genel olarak feminist ve postyapısalcı kuramların etkisinin olduğunu da söylememiz gerekir; zira özellikle toplumsal cinsiyetin hâlihazırda mevcut olan doğal ve özsel bir özellik değil de etkileşim içerisinde inşa edilen performatif bir kategori olarak ele alınmasında, feminist/queer kuramcıların katkısı oldukça önemlidir. Diğer yandan, toplumsal cinsiyetin incelenmesinde söylemsel yaklaşımın önemli bir teorik çerçeve sağlıyor oluşu da özellikle Foucault sonrası postyapısalcı gelenekten beslenmektedir. Tabii, teorik olarak sosyal inşacı bir konumun benimsenmesi, beraberinde pozitivist metodolojinin reddini ve sosyal inşacı paradigmaya uygun yöntemlerin kullanımını getirmektedir. Burada ele aldığımız çalışmaların tümünde, bu çerçevede, niteliksel veri toplama teknikleri (odak grup, tartışma grubu, mülakat, telefon kayıtları, katılımlı gözlem) ve yorumsamacı (hermenötik) analiz yöntemleri (konuşma analizi, söylem analizi ve eleştirel söylem analizi) kullanılmıştır.

Bu noktada, elimizdeki 10 çalışmayı öncelikle teorik olarak ikiye ayırabiliriz; (1) toplumsal cinsiyetin performatif yönüne (performativite yaklaşımı) odaklanan çalışmalar ve (2) toplumsal cinsiyetin söylemsel kaynaklarına (söylemsel psikoloji ve söylem analizi) odaklanan çalışmalar. Tabii, bu farklılık, aslında sadece teorik değil aynı zamanda yöntemsel bir farklılık da içeriyor; zira meselenin kavramsallaştırıldığı teorik yaklaşım, kullanılacak yöntemin/yöntemlerin de seçimini belirlemektedir. Buna göre, anlatılan ilk dört çalışma ile son çalışmanın (Stokoe ve Smithson, 2001; Ohara ve Saft, 2003; Kitzinger ve Rickford, 2007; Buchholz, Lamott ve Mörtl, 2009; Faulkner, 2009) açık bir şekilde toplumsal cinsiyeti performativite açısından kavramsallaştıran çalışmalar olduğunu söyleyebiliriz. Bu çalışmaların tümünde, yazarlar, performatif bir kategori olarak toplumsal cinsiyetin konuşmalarda nasıl icra edildiğini incelemişler. Yani, katılımcıların, cinsiyeti ve cinsiyetle ilgili mevzuları, konuşmada nasıl ve nerelerde kullanıma soktukları, bundan ‘nasıl’ konuştukları ve hem kendilerini hem de karşılarındaki kişileri cinsiyet kategorilerine nasıl dâhil ettiklerini incelemişler. Bunların dışında kalan çalışmalardan dördünde (Eriksson-Barajas, 2010; Nentwich, 2006; Gough ve Peace, 2000; Peace, 2003) ise araştırmacılar toplumsal cinsiyeti yine konuşmadaki icra edilişi içerisinde incelemişler ancak öncekilerden bir adım daha ileri giderek toplumsal cinsiyetin (ve onunla ilgili mevzuların) icra edilişinde ve inşa edilişinde ne tür söylemsel kaynakların (açıklayıcı repertuarlar gibi), egemen söylemlerin veyahut ideolojilerin iş gördüğünü ya da etkili olduğunu anlamaya odaklanmışlar. Geriye kalan son çalışma (Davies, 2003) ise bu iki grubun arasında bir yerde durmaktadır; zira bu çalışmada yazar, ilk gruptaki çalışmalar gibi toplumsal cinsiyetin icrasını etkileşim (konuşma ve davranışsal pratikler) içerisinde incelemiş, ancak bunu yaparken söz konusu icranın cinsiyetler açısından nasıl farklılaştığına odaklanmıştır. Bununla birlikte, yazarın bu farklılaşmaya temel olan söylemsel kaynakları da anlamaya çalışması bakımından, söz konusu çalışma, ikinci gruptaki çalışmalarla da yakın bir konuma sahip olmaktadır.

Teorik olarak ortaya çıkan bu farklılığa paralel bir şekilde, çalışmaları (biri dışında) analitik yönelimleri açısından da kabaca ikiye ayırabiliriz; (1) konuşma analizini (KA) (ve onunla bağlantılı olan MCA’yı) kullananlar ve (2) söylem analizinin çeşitli versiyonlarını kullananlar. Faulkner’ın (2009) çalışması dışında, yukarıda ilk grupta toplanan çalışmaların hepsinde, toplumsal cinsiyetin konuşma esnasındaki icrası KA ile analiz edilmiştir (Buchholz, Lamott ve Mörtl’ün [2009] çalışmasında KA’nın yanı sıra hikaye analizi ve metafor analizi de kullanılmıştır). Özellikle Stokoe ve Smithson (2001) ile Ohara ve Saft (2003) tarafından yapılan çalışmalarda, yazarların, feminist bir perspektifi KA ile birleştirmeye çalıştıklarını ve bu bağlamda KA’nın katı analitik duruşunu (analistin kendi varsayımlarına ve mevcut veriden hareketle daha geniş yorumlar yapmasına imkân vermeyen duruş) sorunsallaştırdıklarını görüyoruz. Bu noktada her iki çalışmanın yazarları da KA’nın feminist bir perspektif açısından daha kullanışlı olmasında KA’nın içinden çıkmış bir analiz olan MCA’nın da kullanılabileceğinin altını çiziyorlar. Kitzinger ve Rickford’un (2007) çalışması, işte tam da bu noktaya denk düşüyor; yazarlar, cinsiyetin icrasını KA ile incelerken, konuşma esnasında katılımcıların cinsiyet kategorilerini ve bunlarla ilişkili kişi referanslarını nerede ve ne amaçla kullandıklarını MCA ile analiz ederek, söz konusu incelemeyi bir adım daha genişletmiş oluyorlar. Buchholz, Lamott ve Mörtl’ün (2009) çalışmasında ise KA’nın yanında hikaye analizi ve metafor analizinin de kullanılmasıyla, yapılan analizin kapsamı genişlemiş, böylece cinsiyetle ilişkili mevzuların konuşulmasında ve bunlarla ilişkili çeşitli anlamların üretilmesinde hikayeleştirmelerin ve metaforların nasıl kullanıldığının incelenmesi de mümkün olmuştur. Yine de bu 4 çalışmanın genel olarak KA ve MCA’nın çerçevesi dışına çok fazla çıkmadığı ve bu anlamda ‘aşağıdan-yukarıya’ (bottom-up) veya ‘mikro düzeyde’ bir analizi tercih ettiğini söyleyebiliriz.

Geriye kalan beş çalışmada ise (Eriksson-Barajas, 2010; Nentwich, 2006; Gough ve Peace, 2000; Peace, 2003; Davies, 2003) söylem analizinin çeşitli versiyonları kullanılmıştır. Böylece bu beş çalışmanın hepsinde, sahip oldukları teorik çerçeveye uygun olarak, önceki gruptaki çalışmaların teorik ve analitik amaçlarının ötesine geçildiği görülüyor. Buna göre, ilk grupta yer alan çalışmalarda temel teorik ve analitik ilginin, toplumsal cinsiyetin icra edilmesi (doing gender) üzerinde olduğunu söylemek mümkünken, bu gruptaki çalışmalarda ise temel ilgi sözü edilen bu icranın ortaya konuluşunda kullanılan söylemsel kaynakların incelenmesi üzerinedir. Bu ilgiyi karşılamak için de söylem analitik yöntemlerin kullanıldığını görüyoruz. Böylece, bu çalışmalarda yapılan analizlerin, öncekilere oranla daha makro düzeylerde gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Yine de bu 5 çalışmanın hepsinde aynı düzeyde bir analizin yapılmamış olduğunu söylemek gerekir. Davies’in (2003) analizi, bunların içinde en mikro olanıdır. Burada araştırmacı, tartışma gruplarında öğrencilerin toplumsal cinsiyete ilişkin dilsel ve davranışsal pratiklerini incelemek üzere söylem analizi tekniklerini kullanmıştır; ancak bunlara kaynaklık eden veya şekillendiren söylemlerin/repertuarların/ideolojilerin incelenmesini analize dâhil etmemiş, daha çok sözü edilen pratiklerde ne tür söylemlerin ortaya çıktığına ve bu söylemlerin cinsiyete göre nasıl farklılaştığına odaklanmıştır. Eriksson-Barajas (2010) ve Nentwich (2006) ise yaptıkları çalışmalarda, Davies’ten bir adım öteye giderek, söylemsel psikolojik bir perspektifle toplumsal cinsiyetin ve ilgili mevzuların konuşulmasında veyahut konuşma esnasındaki inşasında kullanılan söylemsel aletleri ve kaynakları analiz etmişlerdir. Eriksson-Barajas öncelikle cinsiyetleştirilen özne pozisyonlarını analiz konusu etmişken, Nentwich konuşmalarda ortaya çıkan açıklayıcı repertuarlar ve ideolojik ikilemlerle ilgilenmiştir. Gough ve Peace (2000) ile Peace (2003) ise yaptıkları analizleri biraz daha makro bir düzeye taşıyarak, toplumsal cinsiyetin inşasında ve cinsiyet eşitsizliklerine dayalı güç ilişkilerinin meşrulaştırılmasında kullanılan (kültürel olarak paylaşılan) yaygın söylemlerin ve ideolojilerin neler olduğunu ve bunların konuşmalarda hangi repertuarlar olarak ortaya çıktıklarını inceliyorlar. Bu anlamda, kullandıkları (eleştirel) söylem analizi, ‘aşağıdan-yukarıya’ değil daha çok ‘yukarıdan-aşağı’ (top-down) bir analiz olmaktadır.

Daha önce de söylendiği gibi, incelenen çalışmaların tümünde, pozitivist metodolojinin reddine bağlı olarak niceliksel değil de niteliksel veri toplama teknikleri kullanılmıştır. Buna göre, analiz edilen verilerin toplanmasında odak gruplar, tartışma grupları, bireysel mülakatlar, katılımlı gözlem ve telefon konuşmalarının kayıtları kullanılmıştır. Bunlarda ortak olan en önemli özellik, anlık etkileşim esnasındaki konuşmaların, temel veri olarak ele alınmasıdır (katılımlı gözlem bunun dışında kalmaktadır). Bu sosyal inşacı bir perspektife sahip olan çalışmalar için temel bir özelliktir; zira sosyal dünyalarımızı etkileşim içerisinde inşa etmekteysek, bunun incelemesini de ancak etkileşimlerimizi analiz ederek yapabiliriz. Bu noktada Ohara ve Saft (2003) ile Kitzinger ve Rickford’un (2007) çalışmaları ‘doğal’ konuşma kayıtlarını (telefon konuşmaları) kullanmaları bakımından diğerlerinden farklılaşmaktadır. Diğer tekniklerin tümünde (katılımlı gözlem de buna dâhil) katılımcılar bir çalışmaya dâhil olduklarını ve konuşmalarının kayıt edildiğini bilmektedirler; bu anlamda konuşmaları ‘doğal’ değildir. Oysa sözü edilen bu iki çalışmada, başka bağlamlarda daha önceden yapılmış olan telefon görüşmelerinin kayıtları kullanılmıştır; bu konuşmalar kişilerin gündelik hayatları içerisinde ortaya çıkan ‘doğal’ konuşmalardır. Yine de bu ‘doğallık’ meselesinin, sosyal inşacı perspektifi paylaşan çeşitli kesimler arasında, bir tartışma konusu olduğunu söylemek gerekir.

Faulkner’ın (2009) çalışması ise analitik ve yöntemsel açıdan diğer 9 çalışmadan daha farklı bir yerde durmaktadır. Daha önce söylendiği gibi, Faulkner, toplumsal cinsiyetin etkileşim içerisindeki icrasını incelemesi açısından sosyal inşacı bir perspektifi sahiplenmektedir; ancak incelemesini etnografik alan çalışmasına dayandırması ile burada ele alınan diğer çalışmalardan farklı bir konuma sahip olmaktadır. Zira bireysel mülakatlar da yapmış olmakla birlikte, analizi büyük ölçüde katılımlı gözlem sonucunda tuttuğu alan notlarına ve raporlara dayanıyor. Bu yönüyle, diğer çalışmalardaki ‘konuşma’ odaklılığın biraz dışında kalıyor; ‘doğal’ olsun veya olmasın diğer çalışmalardaki verilerin tümü, katılımcıların bizzat kendi konuşmalarıdır. Burada ise araştırmacı, gözlediği etkileşimlerden ve konuşmalardan elde ettiği gözlemlerini birincil veri olarak kullanmıştır. Yine de mülakatlardan elde edilen verilerin de kullanılmış olması, analizin sadece araştırmacının tuttuğu notlara dayanmamasını sağlamıştır. Öte yandan, Faulkner’ın topladığı verileri analiz etme biçimi de diğer 9 çalışmadan daha farklıdır. Faulkner, toplumsal cinsiyetin icra edilişini, feminist veya söylemsel bir açıdan değil, daha çok bir etkileşim ortamında ortaya çıkan ‘kültür’ün pratikleri olarak analiz etmiştir. Bu tür bir analiz, analitik hedefler bakımından diğer çalışmalardan bir ölçüde ayrılsa da yorumsamacı niteliği açısından diğerleriyle aynı doğrultudadır.

Genel Değerlendirme

En başta da belirttiğim gibi, bu yazıda inceleyeceğim makaleleri, sosyal inşacı bir perspektife sahip olmaları bağlamında seçtim. Bu açıdan, çalışmaların tümü, büyük ölçüde beklentimi karşılar niteliktedir. Yine de teorik ve analitik yönelimi açısından, Gough ve Peace (2000) ile Peace (2003) tarafından yapılan çalışmaları, diğerlerinden daha cezp edici bulduğumu söylemem gerekir. Zira cinsiyetle ilgili mevzuların (ve diğer başka mevzuların) konuşmalarda/etkileşimlerde nasıl icra edildiğinin incelenmesinin önemli olduğunu, ancak bununla yetinilmemesi gerektiğini ve ortaya çıkan bu icranın hangi yaygın/egemen söylemler, inançlar veya ideolojilerle şekillendiğini incelemenin önemli olduğunu düşünüyorum. Bu bağlamda, sadece mikro düzeyde bir analizin, meseleyi iyice anlamak açısından yeterli olmadığını, ama tamamen tepeden inmeci makro bir analizin de bizi yanlış noktalara götürebileceğini düşünüyorum. Tabii, bu noktada, dikkat edilmesi gereken en önemli hususun ‘eleştirellik’ olduğunu söylemek lazım; bu nedenle ‘katı’ bir analitik duruşun yaratabileceği sıkıntıları göz önünde bulundurmak ve ‘eleştirel’ bir perspektifi her daim canlı tutmak önemlidir.

Bu anlamda, incelediğim çalışmalar içinde en problemli olanın, Davies’in (2003) çalışması olduğunu düşünüyorum. Davies’in, her ne kadar sosyal inşacı bir bağlamdan hareketle öğrencilerin tartışma gruplarındaki konuşmalarını söylem analiziyle incelemiş olsa da, bu konuşmalarda ortaya çıkan söylemlerin ve davranışsal pratiklerin cinsiyetler bağlamında nasıl farklılaştığını esas inceleme konusu yapmış olmasının, ‘eleştirel’ bir anlayışla pek uyuşmadığını söyleyebiliriz. Zira bu şekilde bir cinsiyetler arası farklılık incelemesinin, aslında sosyal olarak inşa ettiğimiz kategoriler olan kadınlık ve erkekliğin, hâlihazırda var olan sabit kategoriler olarak görüldüğü özcü anlayışa ve bunun üzerinden sürdürülen cinsiyet eşitsizliklerine katkıda bulunmuş olacağı söylenebilir.

Genel olarak dile getirilebilecek bir eleştiri ise Peace’in (2003) de ifade ettiği gibi, sosyal inşacı ve eleştirel çalışmalarda bile kadınlığın (ve bununla ilişkili mevzuların) sadece kadınlarla ve erkekliğin de sadece erkeklerle çalışılabilecek bir şey olarak muamele görebilmesidir. Peace, bu eleştiriden hareketle kendi çalışmasında, kadınların cinsiyet eşitsizliğinin sürdürülmesindeki rollerini incelerken kadın ve erkeklerin bir arada olduğu gruplar kullanmıştır. Bu yazıda incelediğim çalışmaların bir kısmında ise bu tür bir eleştirinin genelde göz ardı edilmiş olduğunu söyleyebiliriz; örneğin, Stokoe ve Smithson’ın (2001) çalışmasında kullanılan odak grupların tümü sadece erkekler veya sadece kadınlardan oluşan gruplardır veya Gough ve Peace’in (2000) çalışmasında ise erkekliği incelemek üzere sadece erkeklerden oluşan gruplar kullanılmıştır. Tabii burada söylemek istediğim, tek cinsiyetten oluşan grupların/örneklemlerin kullanımının her zaman için sorunlu olduğu değil, aksine çalışmanın amacı doğrultusunda en uygun olan örneklemin kullanılması ama bu arada hâlihazırda var olan bir takım kategorik ayrımlara da düşmemek gerektiği.

Sonuç itibariyle, toplumsal cinsiyetin ve ilişkili mevzuların çalışılmasında, sosyal inşacı perspektifin, anaakım pozitivist paradigma içerisinde yapılan çalışmalara göre, çok daha ufuk açıcı, yaratıcı ve çeşitlilik arz eden bir alan sunduğunu söyleyebiliriz. Burada incelenen 10 çalışma, buna dair küçük bir örnek sunmaktadır; şüphesiz ilerleyen zamanlarda yapılacak olan çalışmalarla, bu alan daha zengin ve geniş bir çerçeveye kavuşacaktır.

* * *

KAYNAKÇA

Buchholz, M.B., Lamott, F. ve Mörtl, K. (2009). Gender constructions from a project on sex offenders. International Forum of Psychoanalysis, 18, 50-59.

Burr, V. (2012). Sosyal inşacılık (Çev. S. Arkonaç). İstanbul: Nobel.

Davies, J. (2003). Expressions of gender: An analysis of pupils’ gendered discourse styles in small group classroom discussions. Discourse & Society, 14(2), 115-132.

Eriksson-Barajas, K. (2010). The pimp and the happy whore: “Doing gender” in film talk in a school setting. Scandinavian Journal of Educational Research, 54(6), 581-596.

Faulkner, W. (2009). Doing gender in engineering workplace cultures. I. Observations from the field. Engineering Studies, 1(1), 3-18.

Gough, B. ve Peace, P. (2000). Reconstructing gender at university: Men as victims. Gender and Education, 12(3), 385-398.

Kitzinger, C. ve Rickford, R. (2007). Becoming a ‘Bloke’: The construction of gender in interaction. Feminism & Psychology, 17(2), 214-223.

Nentwich, J.C. (2006). Changing gender: The discursive construction of equal opportunities. Gender, Work and Organisation, 13(6), 499-521.

Ohara, Y. ve Saft, S. (2003). Using conversation analysis to track gender ideologies in social interaction: Toward a feminist analysis of a Japanese phone-in consultation TV program. Discourse & Society, 14(2), 153-172.

Peace, P. (2003). Balancing power: The discursive maintenance of gender inequality by women at university. Feminism & Psychology, 13(2), 159-180.

Stokoe, E.H. ve Smithson, J. (2001). Making gender relevant: Conversation analysis and gender categories in interaction. Discourse & Society, 12(2), 217-244.