Şiddetle Yoldan Çıkmanın Zarafeti : Dogville

Lars von Trier’in Dogville’i şiddet üzerine bir “örnekleme”dir. Bu yazının odağındaki Dogville ise her zaman bir Lars von Trier filmi değildir. Yazıyla Dogville filmdir ve film değildir. Olayların anlatıcısı (John Hurt’ün sesi) konuşup durduğu sürece bir hikayedir ve ses kesildiğinde hikaye biter. Mekânı ya da göstermelik yeri düşünecek olursak Dogville tiyatroyu “tiyatro değil” ile kurar. Yazı bu değillemelerin etkilerine açık, yoruma kapalıdır. Değişik bir …’dır/dir Dogville ve bu yazı Dogville’in değişik ne’liği üzerine değildir.

          Dogville’i italik harflerle titreterek yazıda gösterdiğimizde yönetmen Von Trier’i filmden uzaklaştırdığımızı varsayıyoruz. Yazan ve yöneten Lars von Trier’in metne uzaklığı Dogville’i seyircisiz bırakmanın bir olanağını sunuyor. Dogville’i yazmak, Dogville hakkında yazmaktan çıkıyor. Bu çıkış da bir bağlanma değil; bir ayrılık. Dogville Dogville’i terk ederek yazılıyor. Yazının zorlayıcılığı; kasabayı gözlerden ırak bir şekilde yazmanın bir kuralı. Dogville ya da kasaba bize göründüğü kadarıyla, bütün şiddetiyle başka metinlere göndermelere uğruyor. Göndermelere uğramak; gözlerin dışarı uğramasını, bir şaşkınlığı değil; olsa olsa bir nevi körlüğü  işaret ediyor. Yazı kelime sessizliğiyle “şiddetini” açığa vurduğunda Dogville’in “zarafeti” başlıyor. Ve şiddet de şiddetli bir tasvirden yazı gereği uzağa düşüyor.

Prolog: Öndeyiş: Başlangıç

         Filmdeki Dogville “kasabayla ve kasaba sakinleriyle bizleri tanıştıran” bir prolog (ön deyiş) ve dokuz bölümden oluştu diye yazıdaki Dogville’in de bir öndeyişi ve dokuz bölümü olacak; ama Dogville her zaman Dogville değil diye filmdeki bölümler tekrar edilmeyerek anlatı kişilere ve olaylara bölünecek.  Biz bu bozmaya yanlış bir adlandırmayla “sahne seçimi” diyeceğiz. Dogville gösterildiği ya da anlatıldığı gibi olmaktan çıktığında hikâye Von Trier’e bağlanacak. Yazının ayrıldığı yere bağlanışı da “acı(k)lı” olacak.

         Lars von Trier’in anlatısını üzerine “yıktığı” baş karakteri Grace’den (Nicole Kidman) söz edelim. Grace isminin, zarafet anlamına geldiğini unutmamak; öndeyişimizin öndeyişi olsun. Yazıdaki Dogville’i filmdeki Dogville’den ayırmadan önce Von Trier’in hikayesini her zaman geri dönmemek üzere özetleyelim: Dogville anlatıcının da filmin başında belirttiği gibi “üzücü bir hikaye”dir. Soru(n) kimin için üzücü bir hikaye olduğu konusunda düğümlenir. Gangsterlerin elinden kaçan Grace çıkmaz bir yolda yeralan Dogville’e gelir. Kasaba sakinlerinden Tom’un (Paul Bettany) yardımıyla peşindekileri atlatmayı başarır. Tom seyircinin karşısına, ilk defa, kasabalılara düşüncelerini aktarmaya hevesli, onları “ahlâkı güçlendirme daha doğrusu yeni silahlarla donatma” (moral rearmament) toplantılarıyla biraraya getirip söz yerindeyse “vaaz verir” gibi konuşan biri olarak çıkar. Sözleri, ifade edilirken bile dile getirilmemişlikle doludur. Tom düşünür, Tom dolaşır, Tom etrafındakileri toplantıya çağırır. Grace’in karşısına çıktığı ilk anda ise kendini onun kurtarıcısı olarak görür ve genç kadının zor durumdan nasıl kurtulabileceğine ilişkin çareler aramaya başlar. Teorileri uygulamaya dökülür. Bütün iş bir teori ve pratik meselesidir. Tom kiminle konuşursa konuşsun ya da ne yaparsa yapsın hep “düşünceli”dir. Buradaki düşünceliliğin tırnak içinde yer alması; Tom’un düşüncelere dalgın halini vurgulamak içinse sanki söz yanlış kullanılmış gibidir. Yanlışlığı gidermek adına düşünceliye geçirilmiş tırnaklarla Tom’un oldukça kuşkulu bir konuma getirildiğini dikkatlerden kaçırmamak gerekir. Özet, özet olmaktan çıkar. Yazıdaki Dogville’le, Grace’in görmediğini ifşa ederken anlatıyı bozarız ve “kurtarıcısı”nın elinde kasabalılara gerektiğinde ne kadar yardımsever olduklarını gösterebilecekleri bir örnek haline gelen Grace, Tom için Dogville’e gelen bir yabancıdan çok bir “hediye”dir, sözüyle bozduğumuz anlatıya geri döneriz.

        Kasabadakiler, Tom’un tartışma götürür “belâgati” sayesinde Grace’e iki hafta süre tanımaya razı olur. Bu süre içinde Grace herkesi güvenilir ve iyi bir insan olduğu konusunda ikna etmelidir. Grace hayatını kurtarıp onun saklanmasına yardım eden Dogville’e borcunu ödemek için kasabalıları tek tek ziyaret edip yardıma ihtiyacı olup olmadıklarını sorar ve son kapıyı çalıncaya dek yapılacak başka bir iş yok gerekçesiyle reddedilir. Grace’in herkesi tanıma ve onlara kendini tanıtma çabaları “Dogville’in yüzlerine” daha yakından bakmamıza olanak verir. Grace’in sonradan çok acı bir şekilde fark edeceği “gerçek” saklamaya lüzum görülmeksizin ortadadır. Genç kadının kasabayı güzel bulması da anlatıcının “Dogville’e güzel demek en azından orjinaldi” sözüyle baştan gölgelenir. Dogville’in yardımseverliği Grace’in önce bir kayıp olduğunu sonra da aranan bir suçlu olduğunu bildiren ilanlarla yeniden gözden geçirilir. Kasabanın “yapılmasa da olur işlerini” belirli bir ücret karşılığında yerine getiren Grace önce ücretinden sonra da işten geriye kalan boş zamanından olur. Çalışma koşulları giderek kötüleşir ve gangsterlere her an teslim edilme korkusu hunharca suistimal edilir; her türlü eziyete, aşağılamaya, tacize ve tecavüze uğrar. Dogville’in “hediye”si, Dogville’in elinde oyuncak haline gelir. Kaçma girişiminde bulunduğunda bir kez daha tecavüze uğrar, hırsızlıkla suçlanır ve sevdiği adamın (Tom’un) da diğerlerinden bir farkı olmadığı iyice açığa çıkar. Grace yaşadıklarına bir son vermeyi gangsterler onu almaya geldiğinde başarabilir. Genç kadının sırrı da bu gelişle birlikte ortaya çıkar: Gangsterlerin lideri Grace’in babasıdır. Yapılması gereken, babanın “kibirlilik” üzerine kızına verdiği nasihatten sonraya kalır ve Grace Dogville’de “canlı” bırakmaz.

       Vahşete sebebiyet veren “Dogville insanlarını” kısaca tanıtacak olursak; yazmadığı için anlatıcının sözüyle ancak “kendince yazar” denilebilecek Thomas Edison (Tom) ve ilk defa “Tom Sawyer’ın Maceraları”nı okurken gördüğümüz babası doktor Edison (Philip Baker Hall); emekçi sınıfı temsil eden, “siyah” olduğu vurgulanarak “Tom’un babasının açık fikirliliği sayesinde” Dogville’e yerleştiği söylenen temizlikçi kadın Olivia (Cleo King) ve onun kötürüm kızı June (Shauna Shim); şehirden büyük umutlarla gelen ama Dogville’in ne büyük bir hayal kırıklığı olduğunu yaşayarak öğrendiğini belli eden Chuck (Stellan Skarsgård) ve herşeye kolayca ağlayabilen karısı “iyi anne” Vera (Patricia Clarkson); Chuck ve Vera’nın “mitolojik” isimli çocukları, Dahlia, Olympia, Diana, Athena, Pandora, Jason ile bebek Achilles; Tom’un yakın arkadaşı “pek zeki sayılamayacak” Bill Henson (Jeremy Davies), Bill’in “çekici” diye nitelendirilen kızkardeşi Liz Henson (Chloë Sevigny) ve anne-baba Hensonlar (Blair Brown ve Bill Raymond); kasabanın gözleri görmeyen ve bunu herkesten gizlediğini düşünen münzevisi Jack McKay (Ben Gazzara); kamyonuyla Dogville’in dışarıyla bağlantısını sağladığı  düşünülen nakliyecisi Ben (Zeljko Ivanek); kasabanın bir türlü gelmeyen vaizini “bekleme görevini” iş edinen Martha (Siobha Fallon Hogan); Dogville’de pahalı denilebilecek bir dükkan işleten ve aynı zamanda bahçelerinin düzenini çizdiği sınırlarla koruyan iki yaşlı kadın Ginger (Lauren Bacall) ve Gloria (Harriet Andersson); kasabaya bir başta bir sonda uğrayan mafya babası (James Caan) ve adamları ile Grace’i bulmak için arada sırada Dogville’e uğrayan kanun adamları, bütün hikaye boyunca gerektiği yerde konuşan bir anlatıcı (John Hurt’ün sesi) ve Grace’in gelişini havlayarak haber verdikten sonra finale kadar hiç bir canlılık belirtisi göstermeyen  ve en sondaki havlayışıyla yerdeki bir çizim olmaktan çıkıp “gerçek” bir köpeğe dönüşen Dogville’in bekçi köpeği Moses kadardır Dogville. Kasabanın sınırları kasaba sakinleriyle çizilince geriye Grace’in kasabada yaşadıklarının şiddeti kalır. Öndeyiş sona erer ve yazıyla Dogville’de birinci bölüm başlar.

Bölüm I
Dogville’de Genç Bir “Filozof”: Tom

            Dogville her yer olabilir. Yazıya gelen bu ilk cümlenin kesinliği düşündürücüdür. Dağların eteğinde çıkmaz bir yolda bulunan küçük bir Amerikan kasabası gibi anlatılsa da Dogville pek öyle değil gibidir. Onun heryerdeliğidir mesele. Kasabadakiler de herkes gibidir. Sıradan olanın portresi şiddetle yüklüdür. Dogville’in kuşbakışı görüntüsü kasabanın küçüklüğünü gözler önüne serer. Dogville’e Grace’i bulmaya gelen “kanun adamları”nın “bütün kasaba bu kadar mı?” sorusunu hatırlatalım. Neredeyse birkaç adımlık bir yürüyüşle katedilebilecek, karşılıklı dizilmiş evler ve dükkandan oluşan Dogville’i dolaşan tek bir kişiye yaklaşalım: O kişi Thomas Edison ya da film boyunca duyduğumuz adıyla Tom.

            Anlatıcı, Tom’un doktor babasıyla birlikte oturduğu evi “Dogville’in en iyi evi” olarak tanıtır. Görünüşte Tom’un evinin diğer evlerden pek bir farkı yoktur. Ama anlatıcının sesiyle Tom’un yürüyüşüne eşlik ettiğimizde alanın darlığı evde de dışarıda da fazlasıyla kendini belli eder. Dogville’in herhangi bir yeri için “iyi demek” fazla bir beklenti taşımamak anlamına gelir ki Grace’in ilk gelişi düşünülürse Dogville “güzel, küçük bir kasaba” gibi de pekâla görülebilir, insanlarını tanımadan önce…

            Dogville’de “kendince bir yazar” diye tanıtılan Tom, yazmayı düşündüğü ne varsa yazmadığı için yazardır. Kasabalıyı belirli aralıklarla ahlâkla ilgili sözlerini dinlemeye çağırdığı toplantıları “yazmayı ertelemek için” düzenler. Tom konuştuğu kadar yazabileceği düşüncesiyle yazar haline gelmiştir ve bu konuşmalarında kullandığı anlatım tekniği Tom’un ve anlatıcının deyişiyle “örnekleme / illustration”dir/dır. Yaşlı Kadının Sırası (Old Lady’s Bench) genç adamın dolaşmanın dışında düşüncelere daldığı bir uzamdır. Tom düşüncelerinin bir yerinde bu uzama boylu boyunca uzanır. Belirli bir düşünceye -kendi düşüncesine- bağlı derinliği o kadar sığdır ki dolaştığı çıkışsız kasaba, düşüncelere dalmak için oturduğu sıra ya da anlatıcının Tom’u bir cümle, bir cümle anlatması bu sığlığı gösterebilir. Ahlâk meseleleri, yazma uğraşı, Dogville’e çeki düzen verme işi, neyin nasıl yapılacağı konusunda bir “bilen olmak”, Grace’i kasabalıya bir şeyler öğretme konusunda bir hediye olarak düşünmedeki “mahareti”ni görmek; Tom’un sığlığını sıklıkla tekrar etmeye yarar.

            Dogville’in iyilikseverliğinin rengi değişmeye başladığında Tom bir yönlendirici değil; gözlemci haline gelir. Sıkıntıya düştüğünde yani Grace’in yaşadıkları sonrası ne yapacağını bilemediğinde “sokaklarda dolaşmalıyım” sözüyle kendine yol verir Tom. Sanki bir şeyleri değiştirebilecek gibi, sanki olan bitende hiç suçu yokmuş gibi. Dogville topluluğunun lideri Dogville’in şiddetine Grace’i gangsterlere ihbar ederek son vermeyi seçer. Grace’i ölüme gönderdiğini düşünürken hediyesinin “baba sırrı”yla kendi ölümünü hazırlar. “Düşünce”li Tom, E.M. Cioran’ın çürümüşlüğe dair nice fikirlerinin bir örneği gibidir. Cioran’a göre “vaaz verme çılgınlığı içimizde öylesine yer etmiştir ki, korunma içgüdüsünün bilmediği derinliklerden doğar. Her insan, kendinin bir şey önereceği ânı bekler. Ne önerdiği önemli değildir. Bir sesi vardır ya, o yeter. Ne sağır ne dilsiz olmanın bedelini pahalıya öderiz…”[1] Tom’un burada yinelenmeyecek sözlerini bir düşünün, bu sözlerden biri bile Cioran’ı haklı çıkarmaya yeter.

            “Vaaz verebilen” Tom’un Grace’e olan merakı, onun düşüncelerine  yeni sözcükler de ekler: Aşk gibi. Her ne kadar Grace’e “aşkın büyük bir laf” olduğunu söylese de hemen sonrasında gelen bir “evet”le Dogville’e arkası dönük, Dogville ile oturup düşündüğü yerde (Bkz. Old Lady’s Bench) aşkını itiraf eder: “Düşünce”li Tom bir de olabildiğince “aşık” hale gelir. Tom’un, Grace’e duyduğu ilgiyle kadınlar konusunda neler düşündüğü de açığa çıkar. Genç adam, Grace’e yakın arkadaşı Bill’in kızkardeşi Liz’le arasında “eskiden bir çekim olduğunu” anlatır. Tom’un Liz’e çekilmesinin nedeni onu anlamanın kolay olmasıdır. Tom için çözülemez olan, Grace’in Liz’le kıyaslandığında tahmin edilemezliğidir. Üstelik Grace, Tom’un, anlatıcının sözleriyle “kadınlara karşı duyduğu üstünlük hissi”ni, eziyete boyun eğdiği anlarda bile yoketmektedir. Grace Tom’un organize ettiği bir toplantıda kendisine yapılanlar konusunda Dogville ahalisine ne hissetiğini “ne abartarak ne de hafife alarak olduğu gibi anlattığında” da aynı şeyi hisseder. Tom’un sözü Grace’e bırakırkenki niyeti “herşeyin bir toplantıyla başladığı gibi bir toplantıyla bitebileceği” düşüncesini örneklendirmektir. Ayrıca Grace Dogville’in elinden kurtulursa bu, toplantı fikrinin sahibi Tom sayesinde olacaktır. Grace’in işitilmeyen sözleri, Tom’un kurtuluşta pay sahibi olma ihtimalini de garip bir biçimde ortadan kaldırır. Genç adam, Grace’in kasaba halkına yönelttiği suçlamalar doğru olduğu için Grace’e kızar. “Ahlâki meseleler onun alanıyken” Grace’in konuşmasıyla “ahlâkı” elinden alışını izlemek dayanılmazdır. Grace’in sözleriyle Tom’a yaptıklarını anlatıcı, “genç filozof için ağır darbeydi. Grace onun için de tehlikeliydi” cümleleriyle özetler. Tom, Grace’e yapılan herşeyi görür. Onun şiddete seyirci kalışı, Grace kendi elleriyle Tom’un cezasını verdiği için, Dogville’de işlenen suçların en büyüğü gibi görünür. Tom, “kurban” eliyle öldürülen cellatlar arasında da liderliği kimseye bırakmamıştır.

            Tom’un Dogville’in şiddettindeki öncülüğünü “Tom ile deşmeyi” sonlandırmak için anlatıcının genç adam için söylediği “filozof” sözü üzerinde biraz duralım. Bu adlandırma belki bir ironidir belki de değildir. Anlatıcı adına emin olamasak da “filozof”a Cioran’dan seçilmiş “şairane” sözlerle bir son verelim, Tom ne kadar Dogville’se Cioran da o kadar biz olsun:

“Birisinin idealden, gelecekten, felsefeden içten bir şekilde söz ettiğini, emin bir ses tonuyla `biz` dediğini, `diğerleri`ni andığını duymam; kendini onların tercümanı olarak gördüğüne şahit olmam onu kendime düşman görmem için yeterlidir. Onda bir tiran müsveddesi, aşağı yukarı bir cellat görürüm; tiranlar kadar, büyük cellatlar kadar nefrete müstahaktır (…) Hayattaki bütün kötülükler bir `hayat anlayışı`ndan ileri gelir (…) En büyük zalimler, kafası kesilmemiş mazlumlar arasından çıkar. Acı, güç iştahını azaltmak şöyle dursun, onu azdırır.”[2]

            Planlar, programlar, tasarılar halinde bir benlik. Kendini oluşturamamış bir insandır Tom. O kendini  Grace için bir “kurtarıcı” olarak göredursun, çürüme bir kere daha haklı çıkar: “insan (…) evrenin gevezesidir (…), ötekiler adına konuşur, benliği çoğul biçimi sever. Ötekiler adına konuşan kişi ise daima bir sahtekârdır”[3]. Dogville’in“filozofu”, Tom gibi olduğu için çürümüşlüğe delâlettir. Sözler olmayacak yerlere kadar gider ve sonra yaşlı kadının boş sırasına geri döner. Yazmayı ertelemek “canice”dir.

Bölüm II
Sıfatlarla Grace

            Grace’i Dogville şiddetinin tek kurbanı olarak nitelemek Dogville’i ve Grace’i kısmen görmek demektir. Grace “görünüş sırası”yla, karanlıkta bir gölgedir, kaçaktır, kadındır, güzeldir, açtır, Dogville’in “zavallı” köpeğinin kemiğini çaldığı için bir hırsızdır, yardıma muhtaçtır. Tom’un ahlaki meseleler üzerine kasabalıya iyi insanlar olduklarını gösterebilecekleri bir fırsat, bir örnek ve hepsinden önemlisi bir hediyedir. Grace için söylenebilecekler Dogville söz konusu olduğunda saymakla bitmez.

            “Dogville’in dişlerini” gördüğü zaman kaçmaya çalışır ve yakalandığında bir daha kaçmasın diye ucuna ağırlık bağlı bir tasma ile  “yaşamaya” zorlanır ki Grace için bu halde değil yaşamak yürümek bile zordur. Tasmanın mucidi Bill tasmayı takarken, Doktor Edison’ın Grace’e bakarak söylediği “tasmayı ceza olarak düşünme” sözlerini duymak; kar yağdığı bir zaman tasmanın ağırlığıyla yolda açılan izde Tom’un yürüyüşünü; Dogville’lilerin tecavüzlerini aralıksız sürdürmelerini izlemek; Grace’in bütün bu yaşananlara geç de olsa verdiği karşılık için tek bir şey söylememize olanak verir: Dogville’i yoketmek asla yetmeyecektir.

            Grace “örneği”nin yaşadığı şiddete verdiği “geç” karşılık;  insanı dehşete düşürür. Grace kendi tahammül eşiğini zorladıkça verilecek her karşılığı anlamsızlaştırır. Dogville’de yaşanan şiddet nasıl bir şiddettir ve bu şiddete nasıl karşılık verilmiştir sorusuna Erich Fromm’un şiddet hakkındaki görüşleri belki yol gösterebilir. Fromm, oyunda ortaya çıkan şiddettepkisel şiddetöç alıcı şiddetödünleyici şiddet ve “kana susamışlık” olmak üzere değişik şiddet biçimleri üzerinde durmuştur[4]. Sorularla başlayalım: Bu şiddet türlerinden oyunda ortaya çıkan şiddet,  Dogville’in içyüzünü tanımadan önce Grace ve kasabalıların karşılıklı oynadığı oyuna benzer mi? Tepkisel şiddet veya Öç alıcı şiddet Dogville’e Grace’in sunduğu bir gösteri olarak düşünülebilir mi? Ödünleyici şiddet, Dogville halkına mâledilebilir mi? Kana susamışlık Dogville’e taşınmalı mı?

            Şiddetin ortasında Grace’in ismiyle birlikte taşıdığı zarafet; onun McKay’in kasabalılarla birlikte Grace’e henüz “diş geçirilmediği” bir 4 Temmuz kutlamasındaki sözleriyle, “Dogville’i yaşamaya değer bir yer haline getirmesi”, sözü biraz daha uzatmayı göze alarak, Fromm’un ayırdedici şiddet biçimleriyle Dogville’e bakma isteği uyandırıyor.

            Grace’e kendini Dogville’e kabul ettirmesi için tanınan iki haftalık süreyle başlayalım. Tom’un kendini sevdirmeyi bir çeşit oyun gibi sunması karşısında Grace’in şaşkınlığını hatırlayalım. Erich Fromm tarafından şiddetin “en normal ve hastalıksız biçimi” olarak adlandırılan oyunda ortaya çıkan şiddet, yıkıcılık ya da nefretten doğmayan ve yıkım amacı gütmeyen hüner gösterilerinde ortaya çıkar. Bu oyunlu şiddetin çeşitli türlerinin, ilkel kabilelerin savaş oyunlarından Zen Budistleri’nin kılıç oyunlarına dek pek çok örnekte görülebildiğini ifade eden Fromm, bu oyunların hepsinde amacın öldürmek olmadığının oyun ölümle sonuçlanırsa bile bunun rakibin “yanlış yerde durmuş olmasından” kaynaklandığının altını çizer. Fromm’a göre insan, oyunun açık mantığının ardında gizlenmiş bilinçsiz saldırganlığı ve yıkıcılığı görebilir. Yine de bu tür şiddette asıl dürtü yok etme değil, becerinin gösterilmesidir.[5] Görüleceği gibi Fromm’un bahsettiği türden savaş oyunları Grace’in oyununa pek benzemez. Dogville’in Tom’un planı ile Grace’i “işe koşması” iyiliğin bir bedeli olduğu fikrine yaslanır. Yine de Dogville’deki oyunun da Fromm’un “oyununun” taşıdığı kadar şiddet taşıdığını söylemek mümkündür. Oyun ilk iş olarak Grace’in hiç iş yapmamış güzel ellerini Gloria ile Ginger’ın bahçesinde çalışarak mahvetmesiyle başlar. “Yapılmasa da olur işler”le Grace her türlü işi yapabilme becerisini gösterir. İki haftalık sürenin sonunda “deneme süresi” biter ama oyun sonra da görüleceği gibi bitmez ve Grace herkesin onayını alarak Dogville’de kalmaya hak kazanır. Bu oyunda Grace de belirli konularda -McKay’in kör olduğunu itiraf etmesi gibi- kasabalıların kendileriyle yüzleşmesine aracılık eder. Genç kadın, Dogville’in en güzel manzaralı evinde (McKay’in evi) manzaradan konuşmayı teklif edip, sımsıkı kapalı perdeleri açıp odayı bir anda ışığa boğduğunda sorulması gereken soru sorulur: “Işığı seven adam neden perdeleri açmıyor?” Bu olay Grace’in bazen acımasızca da olsa herkeste iz bırakışının en dikkat çekici örneğidir ve anlatıcının sesiyle Grace bu izlerden gurur durar.

            Tepkisel şiddet, Grace’in en sonda sergilediği şiddet gibi gelebilir. “Tepkisel şiddetten –bir insanın kendisinin ya da başkasının- yaşamını, özgürlüğünü, onurunu ve malını korumak için kullandığı şiddeti anlıyoruz. Bu şiddet korkudan doğar; bu yüzden de belki de en çok raslanan şiddet biçimidir.”[6] Grace’in bir tepkisi vardır ama bu tepki “korkudan doğmamıştır”. Şiddetin çıkış noktası düşünüldüğünde Grace yaşadıklarına tepki vermiştir dersek cümle biter, ama bu cümle şiddetin Grace’ce “gerekliliği”ni açıklamaya yetmez. Babası Dogville’e onu almaya geldiğinde kibirlilik üzerine söylediklerini dinlerken hâlâ zaafı olan insanlardan nasıl nefret edebileceğini düşünür.

            Babasının Grace’de kibir olarak gördüğü şey, kızının herkesi bağışlamasıdır. “Şiddetin babası”nın / gangsterlerin liderinin “yeri gelince merhametli ol” sözü sonrası Grace Dogville’e tekrar bakar. Işık (ya da Dolunay) herşeyi gösterir. Anlatıcının, Tom kasabalıların evlerine uğrarken “insan ruhunun ışık olan yere gideceğine” dair sözlerini hatırlayalım. Grace düşünürken Dogville karanlıktır ve neden sonra aydınlanır. Işıkla birlikte Grace’de yeni bir düşünce uyanır: “Buradan geçen biri zaaflarını açığa çıkarabilir” der. O halde dünyayı daha iyi bir yer haline getirmeye Dogville’i “temizleyerek” başlamak gerekir. Sonuçta Dogville’de yaşananlar, Fromm’un çerçevesiyle oyunda ortaya çıkan şiddetle tepkisel şiddete onların tam bir örneğine dönüşmeden  belli belirsiz temas eder.

            Fromm’un bir başka ayrımı tepkisel şiddete benzeyen, ama ona göre hastalığa daha yakın olarak nitelediği öç alıcı şiddet’tir: “Tepkisel şiddette amaç tehdidin getirdiği zararı başka bir yöne çevirmektir; bu nedenle bu tür şiddet, yaşamı sürdürme gibi bir işleve hizmet eder. Oysa öç alıcı şiddette zarar zaten verilmiş olduğundan, şiddetin savunma işlevi yoktur”[7]. Grace’in tepkisini öç alıcı şiddetle birlikte düşünmek bu defa daha yerindedir. Üstelik  Grace’le öç alıcı şiddetle yakından ilgili olan “inancın yıkılması”na da şahit oluruz. Fromm’a göre “Yıkılan her zaman yaşama, yaşamın güvenilir olmasına, verdiği güvenceye duyulan inançtır (…) Kişinin inancının yıkılmasına tek bir olaydan çok, küçük küçük birçok deneyin birikmesi yol açar.”[8] Grace’in bu uğurda biriktirdiği eziyetleri bir düşünelim. Fromm’un şiddet türleri ayrımı tam da bu noktada bir ayrım ortaya koyar. Şimdiye kadar Grace özelinde Fromm’la “ayırtedemediğimiz” şiddet türleri “umutkırıklıklarının getirdiği yıkımın bir sonucu olarak yaşamın hizmetinde olmayı sürdürür ancak bundan sonra ele alınacak şiddet türleri hastalıklıdır”.[9] Dogville’in “zayıf” insanlarının sergiledikleri şiddet, ödünleyici şiddete örnek gösterilebilir. “Ödünleyici şiddet yaşanmamış, sakat bir yaşamın sonunda zorunlu olarak doğan bir şiddettir. Bu şiddet cezalandırılma korkusuyla bastırılabilir  ya da her tür seyir ve eğlenceyle başka yönlere saptırılabilir.”[10] Grace’in kasabalıyla yüzleştiği toplantı sonrasını hatırlayalım. Genç kadın, uyuyakaldığı için sabah kalkamadığında Dogville’in “misafir beklerkenki” sessizliği ile karşılaşır, kimse ona kızmaz; çünkü Dogville’e gangsterler çağrılmıştır. Dogville’in  “yıkıcı ve sadist bir yeti geliştirmesi, insan olmasından, bir nesne olmamasından, yaratamadığı için yaşamı yoketmeye kalkışmasındandır.”[11] Fromm’a göre “yaşam yaratmak, güçsüz insanda bulunmayan bir takım nitelikleri gerektirir. Yaşamı yoketmekse yalnızca bir tek niteliği -şiddete başvurmayı- gerektirir”[12]. Dogville’de yaşam yaratılmış bir şey değildir, sürüp gidene yaşam demek sözü fazlasıyla zorlamak anlamına gelir.

            Son olarak Fromm’un “artık eskimiş olan kana susamışlığı”nı Dogville’e taşıyalım. Bu şiddet türü “bütünüyle doğaya bağlı olarak yaşayan insanın kan tutkusudur. (…) Öldürmek, en ilkel düzeyde en büyük sarhoşluk, en büyük kendini doğrulamadır (…) Öldürebildiğince öldürmek; yeterince kana doyduktan sonra da öldürülmeye hazır olmak.”[13]  Grace, Dogville’den sonra yoluna devam eder. Kana susamışlık; finali düşünsek bile Dogville’de tam karşılığını bulmaz. Yine de bu şiddet türünün özünün  “en ilkel biçimde ortaya çıkan yaşam sarhoşluğu olduğu”[14] düşünülürse Grace’in Dogville’in yokedilişini izlediği anları bu çerçevede değerlendirebiliriz. Dogville’de gerek Grace’in yaşadıklarının gerekse onun yaşadıklarına verdiği karşılığın şiddetin tüm türlerini çağrıştırırken onlara “tam olarak” uyum göstermemesi dikkat çekicidir. Dogville’de ve Dogville ile şiddet, nedene ve sonuca götürmeyecek bir biçimde ortadadır. Şiddetin yerleşikliğini ve sürerliğini düşünürsek; anlatıcının “Grace mi Dogville’i, Dogville mi Grace’i terk etti?” sorusuna bir cevap vermek de zorlaşır. Anlatıcı da cevabın zaten filmde bir yerinin olmadığına dikkati çeker. Yine de Dogville yokedildiğinde terk edilecek bir yerin de kalmadığına dikkat çekilebilir. Ve bütün şiddetiyle “oyun”,  kazanana rağmen öylece kalır. Sıfatlar dağılır, Grace gider…

Bölüm III
Sayılarla Aile

            Şimdi de kalemi Dogville’deki iki aileye çevirelim: Chuck ve Vera’nın yedi çocuklu ailesi ile Hensonlar. Bu iki aile de yıkıcılıkla yüklüdür. Şiddetlerini açıklayabilmek için bireylerine, öncelikle de annelerine, Vera ve Mrs. Henson’a, bir bakalım: Vera, “eğitime inanır”, “çocuklarıyla ilgilidir”, “eşine sadıktır”, iyi kötü herşeye çok çabuk ağlayabilecek kadar da “duygulu”dur. Tom’un veya Grace’in ne düşündüğünü ya da ne düşünebileceğini bizimle paylaşan anlatıcının sözleri hesaba katılırsa, Vera pek anlatılmamış bir kadın gibidir; belki de Dogville’de yedi çocuk ve sorumluluklar fazla söze gerek bırakmazlar. Vera, çocuklarını düşünen iyi bir annedir, demiştik. Ama Dogville’de iyi anneliğin bile boş bir kılıf olduğu fark edilebilir. Vera ve Chuck’da Grace ile açığa çıkan duygu,  “kendilik nefreti”dir. Arno Gruen, kendilik nefretini insanda yıkıcılığın kaynağı olarak tanımlamakla kalmaz “katilin [bizim örneğimizde Vera ve Chuck’ın] kurbanında [bizim örneğimizde Grace’de] kendisini gördüğünü”[15] öne sürer.

            Vera ve Chuck’ın nefretini daha somutlaştıralım. Vera’nın Grace’e hesap sorduğu anlar, Dogville’in kadınlarının da erkeklerinden hiç de aşağı kalır yanı olmadığını kanıtlar. Grace Vera’nın çocuklarından Jason’ı kelimeleri yanlış yazdığı için uyarır. Jason da Grace’den ona vurmasını ister. Grace şiddete asla başvurmayacağını söylese de Jason onu annesine kendisini dövdüğünü söylemekle tehdit edince, genç kadın çocuğun isteğine uyar. Dogville’de şiddet; kelimeleri yanlış yazmaktan çıkar. Grace’e Dogville’in gerçek yüzünü ilk defa bir çocuk gösterir. Başka bir deyişle, Jason’ın acımasızlığı buradaki “aile”nin şiddetine dair ipuçları verir. Ailenin sırasıyla Grace’e kurduğu “cümle”, Jason’ın “yanlış yazılan kelime”leriyle başlar, babası Chuck’ın Grace’e tecavüz etmesiyle sürer ve Vera’nın  diğer kadınlarla (Liz ve Martha) birlikte yaptığı Grace’e hesap sorma ziyaretleriyle -ki bunlar Vera tarafından “kadın kadına konuşma” olarak nitelendirilecektir- sona erer. Bu ailenin Grace’de açtığı izler çocuk, erkek, kadın farkı gözetmez.

            Zorla attırılan dayak ve tecavüz sonrası gelen ziyaretleri biraz daha ayrıntılandıralım: İlk ziyarette Vera’nın “Jason’a vurmuşsun” diyerek Grace’den bir açıklama beklemesini izleriz. Bu ziyaret tecavüzden sonra olduğu için Grace, Vera’nın konuşmadan önceki sessizliğini Chuck’ın yaptıklarının ortaya çıkacak olmasına yorar. Vera konuşunca Jason’nın yaptığına döneriz ve Grace bunu çocuğun istediğini söyler. Liz,  Jason’ın kendisinden de aynı şeyi istediğini söyleyince Grace’in yalan söylemediği “öğrenilmiş” olur. Ama Vera’ya baktığımızda anlarız ki Grace’in doğruyu söylemesinin bir önemi yoktur.

            İkinci ziyaret Martha’nın Grace ve Chuck’ı birlikte görmesi üzerine gerçekleştirilir. “Eğitime inandığını” söyleyen Vera Grace’e bir ders vermek ister. Diğer kadınlar -Martha ile Liz- Grace’i tutar. Ders, Grace’in “Dogville’le tanışmasını simgeleyen” çok değer verdiği biblolarını genç kadının gözleri önünde tek tek parçalamaktır. Vera’nın şartı, Grace’in ilk iki bibloyu kırarken ağlamamasıdır. Grace dayanamaz ve anlatıcının ifadesiyle “çocukluğundan beri ilk kez ağlar”. Vera’nınki kulağa “aldatılmış bir kadın”nın öfkesi gibi gelse de kendini kandıran bir kadının yıkıcılığıyla yüklüdür. “Eğer içimizdeki nefreti körüklemeye uygunsa yalanlara inanmak eğilimindeyiz, ama bizden bir kurbana duygudaşlık göstermemiz beklenecekse gerçeğe inanmak daha zor olmakta[dır].”[16] Gerçeği, yani Chuck’ın Grace’e zorla sahip olduğunu öğrendikten sonra bile Vera’nın genç kadına daha acımasız davranmasını da bu çerçevede değerlendirmek mümkündür.

            Vera’nın Grace ile karşı karşıya geldiği anlar düşünülürse Mrs. Henson ile Grace’in toplantılarda karşılıklı dile getirilen sözler dışında pek bir konuşması yoktur. Diğer annenin sessizliği, kanun adamları onu ararken Grace’i saklamanın ne kadar doğru olacağı sorusuyla zaman zaman kırılır. Hensonlara bir aile olarak baktığımızda bu “topluluğu”, Mr. Henson’ın Grace’e tecavüzüyle, Bill’in geliştirdiği tasmayla, Liz’in Grace’in güzelliğini kıskanmasıyla ve Mrs. Henson’ın Grace’i başından beri pek istemese de çoğunluk ne derse o yönde hareket ettiği için genç kadının Dogville’de kalmasına izin verdiği kadarıyla, görürüz.

            Chuck, Henson erkekleriyle karşılaştırıldığında şiddetiyle daha çok yer tutar. Grace’in ona geçmişini hatırlatması nedeniyle Grace’i cezalandırması, Vera’da olduğu gibi “kendilik nefreti”yle açıklanabilir. Bu nefret de Gruen’in deyişiyle, “doğuştan gelen bir dürtünün değil, toplumsallaşma sürecinin ürünüdür.”[17] Dogville’le “toplumsallaşmayı” öne sürmek; Chuck’ın Grace’e ilk başlarda söylediği “Dogville daha seni kandırmadı mı?” sözüne katılmayı mı gerektirir? Şüpheli. Ne de olsa Chuck örneğinde görülen “nefret, bir zamanlar boyun eğerek kendimizi kurban durumuna sokmuş olmaktan duyduğumuz utancın sonucudur.”[18] Dogville’in sayılı aileleri ya da sayılar halinde biraraya gelmiş insanlarının Grace’e ve kendilerine gösterdiklerine Cioran’la bir son verecek olursak şöyle demeliyiz: “Ama parıldamalarımız anlıktır; düşüşler kuralımızdır. Hayat her an çürümekte olandır; tekdüze bir ışık kaybı,  gecenin içinde yavan bir dağılmadır; âsasız, hâlesiz, aylasız…[19] Ve o da ne?  Biz bir aileyiz.

Bölüm IV
Yalnız(ca) İnsan-sız

            Ailelerle birlikte Dogville’de yaşayan yalnız insanlara geldi sıra. Söz konusu kişilerin nasıl tanıtıldığına gelince: “Ben’in bir kamyonu var”, “Martha çanı çalıyor” ve “McKay kör ama bu bir sır (ya da o öyle düşünüyor)”. Bir kamyon, bir çan ve bir sırla yalnızca insansız bir alana açılırız. Ben, Martha ve McKay’in Grace’e gösterdiği yüzleri Dogville’in şiddetinde önemli bir yere sahiptir.

            “Kendini kabul ettirme” oyununda Grace’in yardım edebileceği bir şey olup olmadığını sormak için kapısını çaldığı ilk kişi Ben’dir. Görünüşe göre Ben, kasabalının toplantılarda ne zaman fikrini söyleyecek olsa bir işaret, bir bakışla susturabildiği bir adamdır. Ne de olsa “günahkâr”dır, “içkicidir”, genelevleri ziyaret eder, bunun utancını taşıdığını söyler ve söz konusu günahkârlığı bütün Dogville’in dilindedir. Grace’e “yollar benim evim” der, kimsesi yoktur. Ama Dogville’deki yalnızlığı Grace’e “oybirliğiyle” uygulanan şiddetten ayrı düşünülemez. Dogville’in “ahlâkçılığı”, içlerindeki günahkârı -Ben’i- iğnelemeleriyle gün yüzüne çıkar. Grace’in masumiyeti, Dogville’in gözünde, Ben’in günahkârlığından bile daha kötüdür.

            Grace’in kaçma girişimine gelirsek; Tom, çözümü Ben’de bulur. Ne de olsa kamyon Dogville’in dışına gizlice çıkmanın en emin yoludur. Elbette Ben, nakliye işinde “profesyonel”dir ve bu hizmetin de belirli bir ücretinin olması gerekir. Tıpkı Dogville’in iyilikseverliğinin de bir bedelinin olması gibi. Tom, Ben’e vermek için babasından 10 dolar çalar ve Grace de kamyonun kasasına kimseye görünmeden saklanır. Ben bir süre sonra Dogville’in dışında kamyonu durdurur ve Grace’in saklandığı yerde yanına uzanır, yolun tehlikelerinden ve eğer bu profesyonel bir iş olsaydı daha fazla ücret ödenmesinin gerekliliğinden söz eder; ama Grace’in üstünde hiç para yoktur. Bunun üzerine Ben, “Bu kişisel bir şey değil. Bu şekilde geriye dönemem” diyerek, “suçluluk duya duya” (!) Grace’e tecavüz eder ve “eğer suçluluk duyan bir insanı duyarlı bir insan olarak kabul ediyorsak insanlığı çoğunlukla hiç de olmadığı yerlerde görürüz.”[20] Üstelik Ben, tam kilisenin yanında olduklarını bu nedenle sesini çıkarmaması gerektiğini de ekler. Suçluluk bir örtmecedir, kamyon Dogville’e geri döner ve Grace’in üzerindeki örtü -Dogville halkının gözleri önünde- kalkar.

            McKay, Dogville’in ilk baştaki çehresini çok iyi tanımlar. Bu yüz, anlatıcının sözleriyle “mesafeli ama dostça biraz da meraklı”dır. McKay’in herkesten saklamaya çalıştığı sırrı körlük, aslında saklanamayacak bir şeydir. Bu sırrı da Dogville’in her yerini ayrıntılı bir şekilde Grace’e tasvir ederek saklayacağını düşünür. Dogville’in ne kadar yer kapladığını  hatırlarsak bu tasvirin çok da zor olmayacağı görülebilir. Ayrıca McKay’in aralıksız sözleriyle bir kez daha anlarız ki “konuşanların sırrı yoktur. Ve hepimiz konuşuruz. Kendimize ihanet eder, kalbimizi teşhir ederiz; her birimiz dile gelmezliğin celladıyızdır; her birimiz sırları, en başta da kendi sırlarımızı yok etmek için yırtınırız.”[21] McKay Grace’le konuştukça tıpkı Dogville halkının geri kalanı gibi Dogville’le ilgili gerçek ortaya çıkar. Yanında oturan Grace’in dizine elini koyar. Grace McKay’in yaptığını Tom’a anlattığında genç adam, bunun yanlışlıkla olduğunu söyler tıpkı patikadan geçti diye Ginger Grace’i azarladığında Ginger’in kendisine de kızdığını söylemesi gibi. Dogville’de Grace’e yapılanların hiçbiri yanlışlıkla değildir. McKay’in Grace’e dokunuşu, körlüğün de Dogville’deki kötülükte pay sahibi olduğunu gözler önüne serer.

            Martha’ya gelince, bu kadın boş geçirilen bir hayatın yıkıcılığıyla doludur. Dogville’in çanı çalan kişisi aynı zamanda kasabanın gözcüsüdür. Bir orgu “çalmadan” çalar. Daha doğrusu orgun pedalları yıpranıp, vaiz gelmeden cemaate masraf çıkarmasın diye orgu çalar gibi çalışır. Dakiktir Martha, çanı ne zaman çalması gerektiğini bilir. Grace çan çalışıyla Dogville’de kalmasını isteyenlerin kaç kişi olduğunu anlayacağını söylediğinde çanın alışılmış zamanların dışında bir oylamayla çalınacağını öğrenen Martha tedirgin olur. Dogville’de 4 Temmuz kutlaması sırasında kasabaya polislerin yaklaştığı öğrenildiğinde herkes biraradayken bile Grace’e haber vermek için çanı çalmayı teklif etmesiyle anlarız ki Martha’da “akort” bozulmuştur bir kere.  Bu bozulmanın da hesabı elbette Grace’den sorulur. Martha’nın çanla içiçe geçen yaşamı, Dogville’deki kurulu düzenin sadık bir koruyucusu olduğunu duyumsatır.  Bu anlamda Moses’ın varlık nedenini de tek başına ortadan kaldırır.

            Ben, McKay ile Martha Dogville’in içyüzünün  gizlenemez dışavurumlarıdır. Kasabanın yalnız insanları da ailelerden farklı değildir, bir bağ hep vardır. İlişki, ya Martha’nın aynı zamanda Ginger’ın kuzeni olması gibi doğrudandır ya da Dogville’in değerlerini sürdürme gibi dolaylıdır. Gerçek olan şu ki; Dogville’deki herkesin Dogville’de olmasının bir nedeni vardır: İnsafsızlık, yalnızca insan(sız)lıktadır.

Bölüm V
Yoldan Çıkmak

            Dogville’e çıkan yollar, Dogville’de yaşamak ve Dogville’de ölmek üzerine bir kaç cümle, yola bakışı bir bölüm haline getirir. Yol varken yola çıkamamak; Dogville’in terk edilecek bir yer olmamasından kaynaklanır. Şiddet belli bir yolda değildir. Yolun sonunda yer alan Dogville Grace’e ancak geri dönülebileceğini gösterir. Finalde de bu “geri dönüş”le birlikte Dogville diye bir şeyin en azından evler, sokaklar ve insanlar düzleminde ortadan kalktığını görürüz.

            Yolumuzu çizecek olursak; Gitmek / Yola Çıkış üzerine yazan Jean-Luc Nancy’den alıntılarla, gitmenin şu hayattaki yerine bir değinelim ve sonra Dogville’le gidememeye geri dönelim. Geri dönmek de yoldan çıkmak için bir yol haline gelsin. Yol diye diye yolu yitirelim.

            Nancy der ki “her gün gideriz / yola çıkarız (partir) (…) Her zaman, tanıdığımız, aşina olduğumuz bir şeyleri olan bir yerden ayrılırız.”[22] Grace için Dogville’den öncesi, aşina olduğu şeyleri geride bırakmak anlamına gelir. Dogville, gelinen bir yer olsa da yola çıkılan bir yer değildir. Bu arada ne Tom’un yürüyüşünü ne de Grace’in günlük işlerde Dogville’in bir yerinden başka bir yerine koşturmasını “gitmek” sayıyoruz.

            Nancy ile devam edelim: “Yalnız insanlar seyahat eder / gezer (voyage), hatta seyyahtan / gezginden fazlasıdırlar, zira seyahat/gezi geçicidir, sadece insanlar gidebilir, yani bir yere ya da bir yerden göç edebilir, bir ülkeyi bir başkası için kesin ve dönüşsüz olarak terk edebilirler.”[23] Dogville’in çıkışsızlığında gezmenin bir anlamı olmadığı gibi terk etmenin de bir yeri yoktur. Şiddeti, “gidememek” olarak tarif etmek gerekir. Kasaba(lı)nın gidecek yerinin olmaması oldukça kârlı olabilir. Ginger ve Gloria’nın pahalı bir dükkân işletmesinin nedenini Tom’un kimsenin kasabadan ayrılmamasına bağlamasını bir düşünelim. Ayrılmamak Dogville için paha biçilmezdir.

            Gitmek ile varmak arasındaki bağlantı düşünülürse “sorun şudur: daima gittiğimiz kesindir, ama vardığımız kesin değildir. Hiç gerçekten varıyor muyuz?”[24] Dogville’e gitmek denilen bir şey de var, şüphesiz. Peki ya Dogville’e varmak ya da Dogville’e ulaşmak? Grace dağların aşılmaz olduğunu söyleyip onu durduran Tom olmasaydı belki Dogville’den geçip gidecekti. Uyarıyı yapan Tom olunca, deneyimlerimize dayanarak söyleyebiliriz ki Dogville insanlarının Dogville’i terk etmemesi Dogville’in geçip gidilecek bir yer olmadığı anlamına gelmez. Bir tarafta dağlar öbür tarafta Dogville’e varan tek bir yolla, kasabanın yol ve dağın ortasında yer alışı;  çıkış varkenki çıkışsızlığı insanı öldürür. “Öldürmek” burada bir ironi. Ama Dogville’de yer aldığı haliyle olmasa da “ölüyoruz ve eski bir özdeyiş der ki `gitmek, biraz ölmektir; ölmekse tamamen gitmektir`. `Gitmek, biraz ölmektir`, zira her gidişte acı duyarız, bir ıstırap yaşarız, bir şey kaybolur.”[25] Dogville’den gidememek biraz değil tamamen öldürür. Bu konuda Grace’in cevabını düşünmek yeter.

            Dogville’den yola çıkmak mümkün olmasa da mevcut bir yol varmış gibi yoldan çıkmak mümkündür. Sözlük anlamıyla yoldan çıkmak; “belli bir yol izleyen taşıtlar [için] herhangi bir sebeple yolundan ayrılmak, gitmez olmak ya da (mecaz) doğru yoldan ayrılmak”[26] anlamına gelir. Grace için Dogville’de yoldan çıkmak; “gitmez olmak” mı yoksa “doğru yoldan ayrılmak” anlamına mı gelir? Yola çıkmak için sanki yoldan çıkmak zorunludur. Bu çıkışı sonlandırmadan önce Nancy’e bir kez daha kulak verelim:

“Yaşamaya değer bir hayatı, ancak böyle bir atılım içinde, gidişin zorunluluğu içinde –zira başka türlüsü elimizden gelmez- ve bu risk alış içinde, gidişin bahsi içinde yaşayabiliriz. Bu aynı anda hem çok zor, hem çok tedirgin edici hem de çok heyecan vericidir.”[27]

            Dogville’de Şiddetle Yoldan Çıkmanın Zarafetinin neye benzediği Grace ile örneklenebilir. Anlatıcının son sorusuna yine geri dönelim: “Grace mi Dogville’i, yoksa Dogville mi Grace’i terk etti?” Yoldan çıkmak; “gitmez olmak” olduğu için Grace ne gidebilir ne de ölebilir. Aynı şey Dogville için de geçerlidir. Zarafet olduğu yerde -Grace “giderken” bile-  Dogville’de kalır.

Bölüm VI
İyi(ce)

            Kasabalının gerçek yüzlerini Grace’e göstermeden önceki hallerini hatırlamak, Dogville de iyi olan nedir sorusuna bir cevap verebilirdi. Ancak Dogville’e dair iyi bir şey bulmak yazının geldiği bu noktada iyice zordur. İyiliğin bir bedelinin olduğu ve karşılıksız kalmaması gerektiğini hatırlatmak, ahlâkı güçlendirmek ya da daha doğrusu “yeniden silahlandırmak” (moral rearmament) için biraraya gelmeler, başlangıçta kasabalının, anlatıcının sözüyle, “iyi ve dürüst insanlar” olarak tanıtılması ve sonra lafta kalan bütün o iyilikleri düşünmek… Dogville’e bir zamanlar iyiydi demek bile zordur. Ne demiştik, Dogville’de herşeyin tam ortasında bir geçmişten ya da gelecekten muaf bir vaziyette kendi düşmüşlüğünde yuvarlanıp gitmek söz konusudur. İyi, Grace’in kendi eliyle olan bitene, ahlâkı “silahlandırarak”,  bir son vermesi olabilir. İyi, “bazı şeyleri kendin yapmalısın” diyerek Tom’u arkadan vurması olabilir. İyi, kemiğini çaldığı halde Dogville’de Grace’e bir kötülüğü dokunmayan tek canlı olduğu için Köpek Moses’ın Grace tarafından öylece bırakılması olabilir. Ve İyi, Dogville olmasa iyi(ce) sayılabilir…

Bölüm VII
Kötü(ye)…

            Dogville’in kötülüğü kasabanın olaysızlığı ve insansızlığı ile şiddeti çeşitlendirebilmesinde yatar. Kötülük Dogville’i anlaşılır kılmaya yetmez. Tom’un sonlarının geldiğini anladığı zaman Grace’e yalvarırcasına “insan olmak hakkında çok şey öğrendik” sözü de lafta kalır. Bu noktada bunca şiddetin bir açıklaması olmalı gerektiği düşüncesiyle o temel ayrıma çekiliriz. Erich Fromm’un sorusuyla sorarsak, “İnsan kurt mu, kuzu mu?”[28] ya da insan doğuştan mı kötüdür yoksa sonradan mı? Dogville doğuştan mı kötüdür yoksa sonradan mı? Bu konuda çok çeşitli görüşler mevcuttur. Örnek vermek gerekirse,

“Luther (…) insanın doğuştan kötü olduğu konusunda daha köklü bir inanca sahipti; oysa Yenidendoğuş ve Aydınlanma döneminin aydınları buna ters bir yönde büyük bir adım attılar. Bu düşünürler, insandaki kötülüğün bütünüyle koşulların sonucu olduğunu, bu yüzden insanın seçme durumunda olmadığını savunuyorlardı. Kötülüğü yaratan koşulları değiştirin, insanın doğuştan gelen iyiliği hemen ortaya çıkacaktır, diyorlardı. Bu görüş, Marx’la onun izleyicilerinin de düşüncelerini etkilemiştir (…) Bunun tersine, Birinci Dünya Savaşı’yla başlayıp Hitler’le Stalin’den öteye evrensel yoketme eylemi için yapılan bugünkü hazırlıklara dek uzanan Batı’daki ahlâksal çöküş, insanın kötülüğüne olan geleneksel inancı aynı yoğunlukla geri [getirmiştir]. ”[29]

            Fromm’la birlikte insandaki kötülüğün doğuştan mı yoksa yaşayarak mı varolduğu sorusuna ilişkin yanıtların zamana göre değişiklik gösterdiğini öğreniriz. Fromm’un hangi görüşü benimsediğine gelince bu noktada şöyle der: “insanın kötülük yetisini küçümsemekle suçlanan, görüşleri yanlış değerlendirilen birisi olarak ben, düşüncelerimde bu türden bir duygusal iyimserlik bulunmadığını belirtmek isterim. Uzun klinik deneylerden geçen bir ruhçözümleyici olarak benim, insanın içindeki yıkıcı güçleri küçümsemem gerçekten zor olurdu.”[30] Yine de kötülüğün gücünü görmek Fromm’a göre kötülük karşısında yenilgici bir tutumu benimsemeyi gerektirmez. Savaş örneğinde de karşımıza çıktığı gibi “insanlık için gerçek tehlike, olağanüstü güçlerin –şeytan ya da sadist birinin değil- sıradan bir insanın eline geçmesidir.”[31] Fromm kurt mu kuzu mu tartışmasına “ama her insanın kendi seçtiği yolda, yaşam ya da ölüm, iyilik ya da kötülük, yolunda ilerlediği yadsınamaz”[32] sözüyle noktayı koyar.

            Dogville’in “sıradan insanlarının” elinde kötülük; nereden doğduğunu ve nasıl geliştiğini sormamıza yer bırakmaz. Kötüye… bir gidiş söz konusudur. Kötülük, Dogville’de kurt-kuzu ayrımını sormadan iş başındadır. Kötü, Dogville’in yabancısının da sonradan farkedeceği gibi bir birikim ve an meselesidir. Ve Dogville’in kötülüğü bile şiddeti açmaya yetmez.

Bölüm VIII
Uyumsuzluk ve Köpek

            Moses hakkında bir iki söz söylemeli. Kemiğinin gerçek; kendisinin yerde kıvrılı bir vaziyette gösterilen bir çizim olduğu düşünülürse kurmaca ve gerçek ayrımının tam üzerindedir Moses. Dogville’in bekçi köpeğinin Dogville’le bir ilgisi yoktur. Bu uyumsuzluk gözalıcıdır, tıpkı yazı boyunca Dogville’e eşlik eden kitapların doğrudan Dogville’de olan bitenlerle bir ilgisinin olmaması gibi.

            Arno Gruen’in burada alıntılanan bütün sözlerinin yer aldığı Normalliğin Deliliği, yıkıcılığı örneklendirirken III. Reich’a, ABD başkanları Kennedy, Nixon ve Regan’a ya da İbsen’in Peer Gynt’üne bakar. Bu örneklerde de Gruen, insandaki yıkıcı ve ölümcül edimin kişinin, yanıltıcı bir iktidardan pay alma uğruna kendi kendisine ihanet etmesinden kaynaklandığını gösteren pek çok belirti bulduğunu söyler.[33] Uyumsuzluk, Gruen’in sözlerinin Dogville’de yaşanan duruma “uygun” düşmesiyle biraz gölgelenir. Kitaplar, Dogville’de belli belirsiz karaltılar halindedir. Nancy’nin Gitmek Yola Çıkış’ı da Gruen’den bambaşka bir halde ama yine uyumsuz bir biçimde Dogville’e yerleştirilir. Fromm’un şiddet türlerini ayırdederken onların özelliklerini açıkladığı bölümlerdeki uyumsuzluk da yine bu konuda başka bir örnektir. Dogville’e denk düşen belki de tek örnek ortada bir çürüme belirtisi var diye, Cioran’ın yazdığı Çürümenin Kitabı’dır. Alıntıların konumu ile Moses’ın konumu aynıdır. Vardırlar ama neden burada olduklarının bir açıklaması yoktur.

            Uyumsuzluğu Moses’la sonlandırmak adına Grace’in gelişinden öncesine dönelim: Jason, Moses’a etli bir kemik parçası verdi diye babası Chuck tarafından azarlanır. Chuck “Moses aç kalmalı ki Dogville’e bekçilik etsin” dediğinde Tom’un “Dogville’de çalacak ne var?” sorusuyla karşılaşır. Moses’ın ilgisizliği Chuck’ın Tom’a verdiği yanıttan daha iyi bir cevaptır. Dogville’e dahil olmadığı için bir yaşama şansı bulur. Ama bir soruyu Moses’ın “iyiliğine” gölge düşürme tehlikesi taşısa da sormak zorundayız: Moses’ın yaşanan bütün bu şiddete karşı sessiz kalışını ne yapacağız? Ya da sondaki ses (havlayış) bir fark yaratır mı?

Bölüm IX
Başladığımız Yer

            “Hepimiz sahtekâr olduğumuz için birbirimize tahammül ederiz”[34]. Dogville’de hiçbir şey bırakmayarak yazıyı tüketiriz. Dogville halkının Grace’e yaptıkları ile Grace’in “göze göz, dişe diş kuralına göre öç almasıyla”[35] şiddeti ortadan ikiye ayırırız ve bu farkı da Grace adına koyduğumuzu söyleriz. Şiddetten sonra “ahlâkı” da tam teçhizatlı bir şekilde giyip Dogville’den ayrılabiliriz. Yoldan çıkış, bir yere gidemese de sorun değil.  Çıkışsızlığa belki bir yer bulabiliriz. Başladığımız yer, hiç ayrılmadığımız yerdir. Dogville finalde tek bir şeyi gösterir: Acı…Grace…Gözyaşları…Son…Değildir….“Film biter”, Dogville bitmez. Şiddetle Yoldan Çıkmanın Zarafeti… Devam Eder…

Kaynakça

Cioran, Emil Michel, Çürümenin Kitabı, çev. Haldun Bayrı, Metis, İstanbul, 2008.

Fromm, Erich, Sevgi ve Şiddetin Kaynağı, çev. Yurdanur Salman ve Nalan İçten, Payel, İstanbul, 1979.

Gruen, Arno, Normalliğin Deliliği Hastalık Olarak Gerçekçilik: İnsandaki Yıkıcılık Üzerine Bir Kuram, çev. İlknur İgan, Çitlembik, İstanbul, 2007.

Nancy, Jean-Luc, Gitmek / Yola Çıkış, çev. Murat Erşen, MonoKL, İstanbul, 2012.

Türkçe Sözlük, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1988.

Von Trier, Lars, (Yazan / Yöneten), Dogville (Yönetmenin Kurgusu / Uzun Versiyon), Zentropa Productions, 2003.

(Bu yazı daha önce FelsefeYazın Dergisinin 21. sayısında yayınlanmıştır)


[1] Emil Michel Cioran, Çürümenin Kitabı, çev. Haldun Bayrı, Metis, İstanbul, 2008, s. 10.

[2] A.g.e., s. 9.

[3] A.g.e., s. 21.

[4] Bkz. Erich Fromm, Sevgi ve Şiddetin Kaynağı, çev. Yurdanur Salman ve Nalan İçten, Payel, İstanbul, 1979, ss. 22-35.

[5] A.g.e, ss. 22-23.

[6] A.g.e., s. 23.

[7] A.g.e., s. 25.

[8] A.g.e., ss. 27-28.

[9] A.g.e, s. 29.

[10] A.g.e., s. 31.

[11] A.g.e., s. 30.

[12] A.g.e., s. 30.

[13] A.g.e,  s. 32.

[14] A.g.e., s. 34.

[15] Arno Gruen, Normalliğin Deliliği  Hastalık Olarak Gerçekçilik: İnsandaki Yıkıcılık Üzerine Bir Kuram, çev. İlknur İgan, Çitlembik, İstanbul, 2007, s. 43.

[16] A.g.e., s. 108.

[17] A.g.e., s. 60.

[18] A.g.e., s. 109.

[19] Emil Michel Cioran, Çürümenin Kitabı, s. 54.

[20] Arno Gruen, Normalliğin Deliliği, s. 71.

[21] Emil Michel Cioran, Çürümenin Kitabı, s. 21.

[22] Jean-Luc Nancy, Gitmek / Yola Çıkış, çev. Murat Erşen, MonoKL, İstanbul, 2012, s. 16.

[23] A.g.e., ss. 26-27.

[24] A.g.e., ss. 28-29.

[25] A.g.e., s. 30.

[26] Bkz. Türkçe Sözlük.

[27] Jean-Luc Nancy, Gitmek / Yola Çıkış, ss. 33-34.

[28] Erich Fromm, Sevgi ve Şiddetin Kaynağı, 1979, s. 15.

[29] A.g.e., s. 19.

[30] A.g.e., s. 19.

[31] A.g.e., s. 20.

[32] A.g.e., s. 21.

[33] Arno Gruen, Normalliğin  Deliliği, ss. 8-13.

[34] Emil Michel Cioran, Çürümenin Kitabı, s. 102.

[35] Tekrar Bkz. Erich Fromm, Şiddet ve Sevginin Kaynağı, 1979, s. 25.