Profesör Ü ile Aşk Üzerine Olağan Bir Soru/yanıt Oyunu…

Meraklı Ö: Teşekkürlerimizi sunarak başlayalım. Yoğun koşturmacanız altında böylesine bir konuda bizlere belirli bir yön sunma isteğinizi büyük bir ödül olarak kabul ediyoruz.

Profesör Ü: Ne yönü, ne ödülü, rica ederim. Sohbetimizi boşa düşürecek olsa da tam da buradan başlayabiliriz belki. Yön dediniz. Hayır, hayır. Doğayla, başkasıyla ve kendimizle girdiğimiz ilişki formlarının hemen hemen tümünü anlamlandırabilecek olsak da, kanımca, tanımlamaya, gelişim seyrinin açıklanışına gelemeyecek olan, bir yön belirleyemeyeceğimiz ender bir ilişki durumudur aşk.

Meraklı Ö: Başlamadan bitmesin lütfen…Yine de bir genel görünüm, bir iz, bir yakalama anı, işte o deme şansımız hiç mi yok?

Profesör Ü: Sanmıyorum. Değişimin, dönüşümün en hızlı yaşandığı bir duygu durumu için tasarlayabileceğimiz hiçbir aygıt bu hızı ölçmeye, onun adını koymaya yetemeyecektir. Ama deneyelim. Zorla da olsa bir kalıba koyalım bakalım. Hoş, aşk bize hep şunu diyecektir, unutmayalım: Adımı koyduğunuz her andan taşabilir oluşum beni özel kılmakta, işte bu dendiğinde bu olmayanım. Tam da bu ele avuca sığmazlık, bu kayboluş cümbüşü, bu tatlı tarifsizlik herkes için beni çekici kılmıyor mu?

Meraklı Ö: Kuşkusuz, kuşkusuz… O halde biraz da olsa sorularımızla ona dokunmaya, yaklaşmaya çalışalım. En başında, olağan bir duygu durumu olmadığını saptayabiliriz öyle değil mi?

Profesör Ü: Olağandışı ve dahası olağanüstü… Sadece taşıdığı olumluluklar, pozitif enerji ve iç barış için bu böyledir diyemeyiz. Yarattığı sarsıntı, yıkım ve iç savaş açısından da olağanı aşar aşk.

Meraklı Ö: İç barış ve savaş… İlginç ifadeler…

Profesör Ü: Ona rastlayana değin, kurgunun, düşün serin sularında, kişinin kendisine göre tasarladığı sevgilinin uyumlu tamlığında bir iç barış düzlemidir aşk. Ama bununla beraber kesinlikle bir iç savaşı da bağrında taşır. Ona dokunduğumuz an, kişinin kendisiyle, alışkanlıklarıyla, gündelik sıradanlığıyla giriştiği bir savaş kaçınılmaz olur. Savaş alanı aşığın kendisi olan ama cephanenin tümünün aşık olunandan devşirildiği, hedefe koyanınve hedef olanın aşığın kendisi olduğu bir savaş belki de aşk… Benin uyumlu düş mimarisinin yine ben içinde kalarak sarsılışına tanık oluruz…

Meraklı Ö: Tanım tek taraflı oldu sanki. Bende sıkışıyor gibiyiz… Aşkın yaşayabilirliğinin, canlılığının en temel ölçütü karşılıklılık değil mi?

Profesör Ü: Pek tabii… Ama yine de dönüp dolaşıp ben eksenindeki iç barışın dinginliğive iç savaşın şiddeti, gerilimleri üzerinden örülen bir duygu durumuyla karşı karşıyayız gibime geliyor. Belki de şu: Aşık olunandan öte aşkın kendisinin çekiciliğidir bizi bizden alan. Daha belkisi, sevmeyi sevmek. Ve dahası, iç barışla ördüğümüz uyumlu kurgunun sarsılacaksa da iç savaşta saklı kalmasına gösterilen titizlik. Benin, yoğun bir emekle ördüğü aşkın, ona dokunmaya, onunla sınanmaya dönük ürkekliği bu içerdeliği daha anlamlı kılıyordur belki de…

Meraklı Ö: Biraz daha açmanızı istesek…

Profesör Ü: Deneyeyim… Parçalı bir görünüm sunduğumun ayrımındayım. Yine de değerli bir başlangıç evresi olarak, benin dışına taşmasının öncesindeki evre, nedense bana pek gizemli görünüyor. İmgeler evrenimizin, henüz gerçeğe, ona dokunmazdan önceki inşası pek alımlı, kıpırtılı… Sanki bu imgeler evreninin, aşık olunası özne tasarımının niteliği,kopacak kıyametin, mutluluğun, nefretin ilk tohumu… Aşık olunanın zorunlu varlığına, onun yadsınamaz oluşuna inat bir düş peşindeliktir aşk desem. Öznelliğimizin, dışımızdaki nesnellikle sınanmasına gösterdiği bir direnç uğrağıdır aşk bir bakıma. İdeal kurgumuzun dönüp dolaşıp gerçek ona toslayacağını bile bile onun etrafında dolanma sürecidir aşk… Sönecek, durulacak ya da tersinden,korlaşacak olsa da sürekli harlanan bir ateş…

Meraklı Ö: Son çözümlemede onsuz olamaz ama değil mi? Kabuğumuzu çatlatmamız, kurgu evrenimizde açık bir kapı bırakmamız gerekmiyor mu?

Profesör Ü: Kuşkusuz, kuşkusuz… Böylesine yüce bir duygu durumu altında ben kendiyle kalamaz. Bir yere kadar kendi enerjisini soğuran benin düşsel yolculuğu onu gerekli kılacaktır. Ama inancım o ki, bu düşsel yolculuğun yoruculuğu, katmanlılığı sanki aşkı daha kavruk kılıyor. Böyle olamayacağını bile bile şunu demek geliyor içimden: Ne kadar düş, ne kadar kayboluş, o kadar o…

Meraklı Ö: O halde sanki ona değil kurgumuza tutuluyoruz. Ona inat düşte diretiyoruz…

Profesör Ü: Hayır, hayır… Düş ve gerçekliğin kesişim alanını ya da daha özel olarak noktasını saptayabilmek zor sanki. Bu iki damarın kesişme zorunluluğunu yadsıyacak değilim. Düşte olmak, gerçeği tümüyle yadsımak değil ki ayrıca. Düşte olmak onu yok saymak değil, onu daha sıkı kavramak olmasın sakın… Bir kaçış değil, gerçeği daha kapsayıcı sarıp sarmalamanın çerçevesidir düş özünde. En sonunda düşten ona, ondan düşe örülen muazzam bir kumaşın aşkın özgün dokusu olduğuna kim dudak bükebilir?

Meraklı Ö: Dudak bükmeyip gülümsüyoruz…Onsuz olmaz yani?

Profesör Ü: Aşka iki özneli bir devinim demek geldi içimden. Etkinliği ve edilginliği değişken olan, belirleyen belirlenen ilişkisinin dönüşümlü olduğu iki özne. Birisi benden fışkıran düşsel özne diğeri ise o… Soluk kesici bir kovalamaca, çelişmeler, çatışmalar diyarına, gözyaşının ve kahkahanın, acının ve neşenin restleşmesine hoş geldik…

Meraklı Ö: Düşe ucu açık oluşunun, kabına sığmazlığının faturasını ödetme zamanı desenize…

Profesör Ü: Belki de… Ama hiçbir borç, alacak ilişkisinin olmayacağı, hangisinin düş hangisinin o olduğunu dahi kestiremeyeceğimiz bir evrenin olabilirliği karşında ödenen fatura üzerine tasalanmaya hiç değer mi? Düşünsenize, gürül gürül bir düş evreni, aynı gürlükteki onunla denkleşiyor. Doğacak enerjiyi kestiremiyorum… Her “düşteyim sanki” deyişinizde eşzamanlı beliren onun varlığının, düşün ve onun ayırt edilemez olduğu zamanın ve mekânın muazzam çekiciliği, düşte harcanan emeğe değecektir kanısındayım. “Ne kadar düş, o kadar o” demiştim öncesinde. Kayboluşun, incelmiş bir kurgunun gücü aşkın pekliğini kesinleyecektir, buna inanabiliriz. Düş gücümüzü asla ve asla ne de olsa gerçeklikle denkleşemeyecek diye dizginlememeliyiz. Bu gücümüzün en sonunda onun gerçekliğinde sınanacağını bilerek gücümüzü daha da dizginsiz kılmak, sonsuzluğa yazgılamak, bir bakıma gerçek ona duyulan tutkunun korluğuna kanıt sunmaz mı? Düşü sınırlamak, aşık olunanı eksiltmek anlamına gelmesin sakın. Düşün çağrısı hep bir adım önündedir gerçeğin. Ama an gelir ki adımlar eşleşir, birleşir ve ben, o, o da ben olmuşumdur. Yüce bir birlik, teklik durumu, ne diyebilirim ki başka?

Meraklı Ö: Kusursuzluğa, uyuma yaptığınız vurgu gerçekliğin çelişkili, çatışmalı doğasını biraz gölgeliyor sanki. İki farklı öznenin ilişkilerinden türemesi olası çelişkilerine henüz tanık olmadan, daha en başında, öznelerin kendi içlerinde dahi çelişkili oluşu uyumu zora sokacağa benzer. Kaldı ki Palyaço YaşamalarMakyajlanmış İlişkiler kitabınızda açıkça saptadığınız üzere ben, kendini yitirmişse, ilişkilerimiz hep baş aşağıysa, yanılsama evreni, görünüşün sahteliği gerçekliği örtmüşse, böylesine genel bir çarpıklık, en saf, en kırılgan duygu durumunu nasıl bir bozuşmaya uğratmıştır, kestirmesi zor olmasa gerek…

Profesör Ü: Kendi silahımla beni vuramayacaksınız (tatlı gülüşmeler)… Hem birey, hem toplum düzleminde böylesi bir bozuşmanın saptanması bile bu bozuşmayı aşmak adına bir ilk adım niteliğinde değerlendirilebilir. Hem pratik ilişkilerimizle yeni boyutlar kazanan hem de kuramsal bir arka planı olan iyinin, güzelin, doğrunun çarpık dolayımlar üzerinden tanınmaz hale geldiğini nasıl yadsıyabilirim? Ama çelişkilerin, çatışmaların enerjisi, pisliği, sisi daha da katmanlaştırıyor olsa da yaşamın içinde olduğumuzu, çelişkilerin, çatışmaların tarafı olduğumuzu bilerek, tüm bu kire bulaşma bedelini göğüsleyip, çarpık dolayımları tel tel açık edebileceğimize, direnebileceğimize ve dahası hem bireysel hem toplumsal düzlemde dövüşebileceğimize inanıyorum. Aşk bu dövüşün incelikli bir uğrağıdır desem…Madem aşk, en kırılgan, en hassas ilişki biçimimiz, tam da bu nedenle bireysel, toplumsal çürümenin en rahat sinebileceği bir ilişki durumu, o halde onu sakınmamız gerekmez mi?Düşteki cüretimiz ölçüsünde kavgada da cürete çağrıdır aşk… Kaçmak değil, düşten enerjisini alarak gerçeğin üstüne üstüne gitme iradesinin karşısında, yöneldiğimiz hangi uğrak olursa olsun kim, ne dayanabilir ki?

Meraklı Ö: Umut yüklü bu ifadelerin üzerine sözü uzatmayıp Profesör Ü’ye içten teşekkürlerimizi sunarak oyunumuzu sonlandırıyoruz…