“Popülizme Yönelik Eleştiriler İçeriksiz”- Oliver Marchart ile Söyleşi

Beate Hausbichler tarafından yapılan bu röportaj ilk olarak derstandard.at websitesinde yayınlanmış, gazetenin ve Oliver Marchart’ın izniyle ViraVerita için Almancadan Türkçeye çevrilmiştir. Metnin orijinali için: http://derstandard.at/2000062428651/Die-Kritik-am-Populismus-ist-inhaltslos

*Oliver Marchart, (1968 doğumlu) 2016 Mart ayından beri Viyana Üniversitesi Siyaset Teorisi ve Düşünce Tarihi bölümünde profesör. Araştırma alanları, demokrasi kuramı, prekaryalaşma araştırmaları ve politik söylem analizi. 2018 başında yeni kitabı “Demokratik Ufuk. Radikal Demokraside Politika ve Etik” Suhrkamp yayınlarından çıkacak.

Standard: Şu sıralar partilere ya da genel olarak politikaya yönelen eleştiriler popülizm kavramı olmaksızın nadiren yapılır oldu. Gerçekten de analiz için bu kadar gerekli bir kavram mı popülizm?

Marchart: Araştırmalarda bu sıralar giderek daha fazla popülizmin belli bir ideoloji olmadığı ve belli bir içeriği temsil etmediği konusunda bir uzlaşım hüküm sürüyor. Örneğin sosyalizmle sosyal eşitlik, liberalizmle bireysel haklar eşleştirilirken, popülizm söz konusu olduğunda bu tür bir eşleştirmeye rastlanmıyor. Popülizm daha çok “halk”ın bir elit grup ya da iktidar bloğu karşısında mobilize edildiği bir politik mobilizasyon mantığı. “Halk” ile kastettiğim öncelikle seçmen nüfusu, ikinci olarak da demokrasinin egemen merci olarak halk egemenliği. Halk egemenliği elbette hukuki ve politik bir kurgu ancak gerekli bir kurgu. Halkın bu ikinci anlamı gereği popülizm demokrasiye dahil, zira “demos” olmadan bir demokrasi, burada her ne kadar söylemsel bir figür söz konusu olsa da nihai olarak bir demokrasi olamaz. Demokrasi “demos”un bu gölgesinden azade olamaz, aksi takdirde o, iş veren elitlerinin oligarşik hükümdarlığı haline gelir.

Standard: Siz liberal anti-popülizm üzerine çalışıyorsunuz ve ona da eleştiriler getiriyorsunuz. Neden?

Marchart: Medyada genellikle popülizmin kendisine yönelik kaba bir eleştiriyle karşılaşıyoruz. Ne var ki eğer popülizmin kendinden menkul ideolojik bir içeriği olmadığı düşünülüyorsa o zaman popülizme yönelik kaba eleştiriler de içeriksizdir. Zira böyle bir eleştiride sadece mobilizasyonun tekil bir biçimi eleştirilmiş olur. Mobilizasyonun somut olarak neye yöneldiği ise ikincil hale gelir. Oysa ki politik vaatlere karşı temelsiz olmayan bir güvensizlik var. Popülizm bu güvensizlik vurgusunu keskinleştiriyor. Vaat edilen alternatifler popülizm üzerinden birbiriyle çatışıyor. Medya ve geleneksel partilerin popülizm eleştirisi neoliberal statükoya alternatif olan her biçimin eleştirisi olarak ortaya çıkıyor. “Popülizm” iması ile, ister sol ister sağ alternatifler itham edilsin, kolayca her alternatif kendi içeriğinden bağımsız olarak geçersizleştirilebiliyor. Böylelikle otoriter ve anti-demokratik bir popülizm ile halk kavramını semantik olarak yöneticilerin karşısında kullanabilecek olan demokrasi hareketleri arasında ayrım yapılamıyor. Sözgelimi İspanya’daki Podemos ve Yunanistan’daki Syriza gibi demokrasi hareketleri.

Standard: Buna göre popülizm eleştirisi herhangi bir statükoyu mu korumak istiyor?

Marchart: Kesinlikle. Ben “liberal anti-popülizm”i kastediyorum, çünkü liberal anti-popülizm popüler politikanın her biçimini geçersizleştirilmeye çalışıyor. Geniş nüfus kesimlerinin çıkarlarını, bu çıkarlara sırt çevirmiş olan politikaya karşı mobilize eden her biçimi… Bu, alternatiflere karşı girişilen savunma savaşının bir versiyonu ve bu savaş alternatiflerin içeriğine bakılmaksızın veriliyor.

Standard: Sadece fazlaca basitleştirilmiş söylemlerin halkı mobilize ettiği kabul edildiğinde, seçmenler küçümsenmiş olmuyor mu?

Marchart: Politikada karmaşıklıktan sakınmak meşrudur. Bu politik söylemin kendinde bir özelliğidir. Sonuçta politika bir konunun tüm yönleriyle açık kılınacağı seminer odalarında yapılmaz. Politikada söz konusu olan konumların ve taleplerin uçlaştırılmasıdır. Eğer bu talepler daha sonra yönetim işlerinde hayata geçirilecek olurlarsa, yeniden programatik olarak formüle edilmeleri gerekir. İdeal durumlarda karmaşık analizlere dayanıyor olsalar da her zaman uçlaştırılarak formüle edilmeleri gerekir. Hatta şu bile incelenmeye değer: Çatışma ne kadar keskinse karmaşıklık o kadar azdır. Politik karmaşıklığın derecesinin nesnel çatışma durumu ile bir ilgisi var.

Standard: Peki hangi somut çatışma durumlarıyla karşı karşıya geliyoruz?

Marchart: İtalyan filozof Antonio Gramsci’nin dediği gibi eskinin öldüğü ve yeninin henüz doğamadığı kapsamlı bir toplumsal kriz içinde bulunuyoruz. Öyle görünüyor ki geçtiğimiz on yılın neoliberal politikası toplumu neredeyse aynı büyüklükteki iki cepheye götürdü: Toplumun yarısı kaybedenlere dahil ya da onlara dahil olmaktan korkuyor. Bu insanlar prekaryadan ve güvencesiz gelecekten müteşekkil korku rejimi tarafından terörize edilmiş ve dürtülmüş hissediyor. Toplumun diğer yarısı ise kazananlara dahil ya da onlara dahil olduğuna inanıyor. Kötümser ya da iyimser gelecek beklentileri de bununla bağlantılı. Geçmiş seçim yarışlarında ya da Brexit oylamasında hep çok ucu ucuna  çoğunlukların çıkması ve uzlaşmaz cephelerin birbiriyle çarpışması çok ilginç. Bu cepheler, aynı politik ortak varlık üzerinde durmadıkları sürece birbirinden uzaklaşıyor. Yaşadıkları topluma dair tamamen farklı tasavvurları olanlar birbirini düşman olarak görülüyor. Brexit yanlılarının Büyük Britanya’sı Brexit karşıtlarının Büyük Britanya’sından bambaşka. Ve bunun sebebi nihai olarak ekonomik temellerin yıkılması: Savaş sonrası on yılın refah devleti anlaşmalarının feshedilmesi.

Standard: Bu sıralar çok okunan Fransız yazarlar Eduard Louis ve Didier Eribon kendi geldikleri sınıf olan işçi sınıfı hakkında yazıyorlar ve ailelerinin bugün neden Ulusal Cephe’ye oy verdiklerini anlatıyorlar. Louis bir röportajında annesinin kendisine onu ırkçı olarak tanıttığı için değil, yoksul olarak tanıttığı için küstüğünü anlatıyor. Bundan utanıyormuş. Kendi yoksulluğundan kendini suçlu bulma düşüncesi de hala çok yerleşik bir düşünce değil mi?

Marchart: Evet, bu, utanma yoluyla yönetme olarak adlandırılabilir. Toplumsal utanç bir iktidar aracıdır. İnsanları sessiz kılmanın en etkili  metodu onları utandırmaktır, çünkü böylelikle insanlar kendi tabi konumlarını da içselleştirmiş olurlar. Bu durum tarihsel olarak değişen çok şeyin olduğunu gösteriyor: İşçi sınıfının proleter olarak kendi pozisyonunu gururla savunan söyleminden uzaklaşıldı, yoksullukla bağlantılı olup olmadığı önemli olmaksızın,  utanma içselleştirildi. Yoksulluk ya da işsizlik son yılların politikasıyla hep çok daha fazla kişilerin kendi suçuymuş gibi sunuldu. Ne var ki eril, beyaz, ırkçı sağ seçmenlerin utancı karşıt bir etki üretiyor. Bunu ABD başkanı Donald Trump kanıtladı: Vaadi şuydu: Beni seçin ve böylelikle artık utanmak zorunda değilsiniz çünkü size itham edilen ne varsa bende cisimleniyor. Ben tüm utanmazlığı kendimde cisimleştiriyorum.

Standard: Radikal demokrasi üzerine çalışıyorsunuz. Ne anlama geliyor radikal demokrasi?

Marchart: Alternatiflerden bahsettik. Bugünkü politik vaatler bana yetersiz geliyor. Hem Bernie Sanders, hem Jeremy Corbin, alternatif politikanın en başarılı temsilcileri fakat temelde sadece geçmiş yılların sol taleplerinin bir potpurisini sunuyorlar. İlkesellik üzerinden yüksek bir inandırıcılığa sahipler fakat yeni ve ileriye götürücü bir politika geliştirmiyorlar.

Standard: Böyle ilerletici bir proje nasıl olmalı?

Marchart: Demokrasinin demokratikleştirilmesiyle başlanmalı. Bunun için demokrasinin köklerine geri gitmeliyiz, ki bu kökler kelime olarak da “radikal” anlamına geliyor. Tarihsel olarak 19. yüzyılda demokratik radikalizmin başlangıç noktası her şeyden önce 1793 anayasasıyla Fransız devrimi olmuştu. Henüz daha 19. yüzyılda üç büyük ideolojinin, liberalizm, sosyalizm ve muhafazakarlığın yanında bağımsız bir ideoloji olarak varolmuştu. Düşünce tarihinde genellikle sadece bu üç büyük ideoloji ele alınır. Fakat demokratik radikalizm en iyi ihtimalle liberalizme, onun sol kanadı olarak dahil edilir. Oysa liberalizm seçme hakkının genişletilmesine karşı ateşli bir şekilde karşı çıkmıştı ve dar mülk sahipleri grubunun seçme hakkını  savunmuştu. Yani liberalizmin kendisi asla demokratik değildir. Buna karşın demokratik radikalizm genel, özgür ve eşit seçme hakkı için mücadele verdi ve 19. yüzyılın sosyalist akımlarıyla dirsek teması vardı. Henüz daha 19. yüzyıl radikal demokratları için politik eşitliğin toplumsal eşitlik yoluyla desteklenmesi gerektiği konusunda netlerdi. Aksi takdirde demokrasi işlemez.

Standard: Toplumsal eşitlik olmaksızın demokrasi neye dönüşür?

Marchart: Filozof Karl Marx’ın demokrasi için muazzam bir tanımı vardır: “Huzursuzluğun rejimi”. Bir demokraside –otoriter yönetim biçimlerinden farklı olarak- politik tartışma kamusal sahneye taşındığı için söz konusu huzursuzluk doğar.  Çatışma demokraside meşrudur. Toplum süreğen bir feragat sürecinde bulunur. Nihai karar merci olarak bir güçlü adam yoktur. Demokrasi tarafından üretilen bu huzursuzlukla yaşamak kolay değildir. Bunun için politik güvensizlik toplumsal güvene ihtiyaç duyar.

Standard: Sizin daha önce hakim çatışmanın sebebi olarak tanımladığınız ekonomik temellerin yıkılmasına karşı ihtiyaç duyulan bir model bu öyleyse.

Marchart: Kesinlikle. Toplumsal güven feshedilirse demokrasinin kendisi tehlikeye girer. Sonra huzursuzluğun rejimi sorgulanmaya başlanır ve yeni güvenceler aranır. Sözgelimi bu güvenceleri vereceğini vaat eden güçlü bir adam. Bunun karşısında radikal demokrasi, kendini güvensizliğe bırakmaktır. Ama o aynı zamanda demokratik ufuğun genişlemesi, özgürlük, eşitlik ve dayanışma gibi demokratik temel değerlerin derinleşmesi anlamına da gelir. Başarılı demokratik kurumları garantiye almak yerine ilerleyen eşitlik efektlerini üretmek gerekir, hem ekonomik alanda hem de diğer alanlarda… Özgürlük alanlarının genişlemesine yönelinmeli, ama aynı zamanda dayanışmacı kurumların ve dayanışmacı etiğin genişlemesine de. Onların temelinde tümü demokratik devrimden çıkmış değerler yatar.

Standard: Demokrasimiz ne kadar a-demokratik?

Marchart: Demokrasimizin demokratik olmadığını söyleyemem. Fakat demokratik bir eksiklik var ve bu tespitimde yalnız değilim. Demokrasi ancak doğrudan demokrasi öğeleriyle yaşatılabilir. Ama bu, temsili demokrasiden vazgeçip sözgelimi antik senato demokrasisine dönmemiz gerektiği anlamına gelmiyor. Occupy-hareketinin bir tarafı her türlü temsili demokrasiyi reddetmişti. Böyle bir şeyi ben hayalci ve adeta dikkatsiz buluyorum. Sonuçta bizim yaşamımıza dokunan yasalar mecliste  kararlaştırılıyor. Bu yüzden parlamenter temsile karşı olmak bir hata olurdu. Fakat temsile yönelik eleştirinin haklı olduğu nokta, geleneksel spektrumlu partilerin büyük nüfus gruplarını artık temsil edemediği ve onların çıkarlarını savunamadığı. Fakat bu da temsilin kendisine karşı bir argüman olmaz, aksine farklı bir politikaya yönelmek için bir argüman olabilir. (Beate Hausbichler, 09.08.2017)

Fotoğraf: Heribert Corn