Georg Lukacs’ta Katharsis Kavramı: Anlık Bir Uyanış

Bir kavram olarak katharsis, ilk ifadesini Aristoteles’in Poetika isimli eserinden alır. Örneğin Aristoteles, Poetika’da katharsis için şunları söyler:

[T]ragedya, ahlaksal bakımdan ağır başlı, başı ve sonu olan, belli bir uzunluğu bulunan bir eylemin taklididir; sanatça güzelleştirilmiş bir dili vardır; içine aldığı her bölüm için özel araçlar kullanır; eylemde bulunan kişilerce temsil edilir. Bu bakımdan tragedya, salt bir öykü [mythos] değildir. ‘Tragedyanın ödevi, uyandırdığı acıma ve korku duygularıyla ruhu tutkulardan temizlemektir’ [katharsis].[i]

Aristoteles açısından katharsis, öznenin sanat eserinde (burada, tragedya) karşılaştığı yaşantılara bağlı olarak, acıma ve korku duygularını kendinde hissetmesi ve sonuç olarak ruhu için bir arınma deneyimlemesidir. Burada değişim, öznenin sahnede karşılaştığı yaşantılara bakarak, sezgisel bir şekilde, bundan böyle yapacaklarına ve yapmayacaklarına karar verdiği bir bilinç olanağı yakalamasıdır.

Aristoteles’in katharsis kavramı, Lukacs’ın Estetik isimli çalışmasında oldukça ilgi görmüştür. Ancak Lukacs katharsis kavramını Aristoteles’ten daha geniş bir bağlam içerisinde kullanır:

Katharsis öğretisinin Aristoteles’teki biçimiyle yalnızca tragedyaya, korku ve acıma duygulanımlarına uygulanması estetik yazınında yaygın bir gelenektir. Buna karşılık bize göre katharsis kavramının kapsamı çok daha geniştir. Estetiğin önemli kategorilerinde olduğu gibi bu kategori de birincil olarak sanattan yaşama değil, ama yaşamdan sanata geçmiştir. Katharsis, toplumsal yaşamın sürekli ve önemli bir öğesi olduğu, bu niteliğini de koruduğu için, yansıtılmasının sanatsal yaratma sürecinde hep yeniden ele alınan bir konu olması zorunludur; ama katharsis bununla da kalmayarak, gerçekliğin estetik aracılığıyla yansıtılmasının biçimleyici güçleri arasında yer alır.[ii]

Ayrıca, Aristoteles’te katharsis sadece tragedia ve müzik açısından konu edilirken, Lukacs’ta gündelik yaşantılardan her sanat eserine kadar bir katharsis deneyiminden bahsedebilmek mümkündür. Örneğin roman, şiir, öykü gibi her türden edebi eser de katharsisle ilişkilendirilebilir. Lukacs gündelik yaşamı ve Aristoteles’in yaşadığı dönemde olmayan sanat örneklerini de katharsis etkisinin kapsamına alır. Bu noktada gündelik yaşamdaki katharsis özgün bir durum olarak görülmelidir. Katharsis asıl olarak, nasıl oluştuğu ve hangi sonuçlara vardığı sanat ve sanat eseri açısından düşünülmesi gereken estetik bir etkidir.

Her sanat eseri, içerisinde varlık kazandığı tarihsel sürecin bir parçası olarak, sanatçı (üretici) tarafından oluşturulur. Diğer taraftan, sanat eserinin oluşmasında edilgen olan alımlayıcı, karşı karşıya kaldığı sanat eseriyle kendine özgü bir ilgi kurar.[iii] Bu ilgi, örneğin kulağa çalınan bir müzik parçasının oluşturduğu estetik bir hoşa gitme[iv] durumuyla veya daha da fazlası, öznenin bilinci için bir değişim olanağıyla, yani estetik bir etkiyle de sonuçlanabilir. Bu noktada kimi düşüncelerin aksine, alımlayıcının bilinci bir tabula rasa olarak düşünülemez.[v] Tıpkı sanat eserini üreten gibi, sanat eserini alımlayan da tarihsellik içinde bir uğrak, bireysel ve toplumsal deneyimlerin bir parçası, bir sınıfın üyesi ve bunlara bağlı olarak da belirli bir bilince sahip olan kimsedir. Örneğin herhangi bir film için bir sinema salonuna giren onlarca insandan her biri, salona gelirken kendi yaşantılarını ve bunlara bağlı olarak kendi düşüncelerini de birlikte getirir. Burada olduğu gibi, öznenin daima belirli bir bilince sahip olarak sanat eseriyle karşılaştığı söylenebilir.

Sanat, doğal ve toplumsal gerçekliği kendine özgü bir şekilde yansıtan bir etkinlik biçimidir. Bu açıdan sanat, felsefe ve bilim dallarından farklı olarak, bir nesnellik kaygısı taşımak yerine belirli bir öznelliğin ağırlığı altındadır.[vi] Sanat, sözü edilen farklılığa dayanarak, öznelere farklı yaşamlardan kesitler sunar. Bu noktada sanat eserleri, özneler için kurgusal yaşantılar oluştururlar. Bunlar gündelik yaşamda karşılaşılabilir bir örnekten veya müzik[vii] gibi dış dünya gerçekliğini aşan kurgusal bir dünyadan da meydana gelebilirler. Bu örneklere bağlı olarak “[g]erek yazın ve resim sanatı, gerekse mimarlık ve müzik alanlarında alımlayıcı, kendisi için yeni olan, ama çok kısa sürede artık yabancılık çekmeyeceği bir dünyaya götürülür.”[viii] Bu dünya, özne için farklı yaşantılar sunar ve öznenin “yaşantı dağarcığını”[ix] genişleterek, farklı deneyimlerle karşılaşma olanakları verir.

Lukacs bu noktadan sonra, öznenin sanat eseriyle karşı karşıya kaldığında, günlük yaşamla arasına bir mesafe koymasını önerir. Bu mesafe öznenin sanat eseriyle bütünleşmesi, eş deyişle özdeşleşmesi için bir koşuldur.[x] Hem “[y]apıtın dünyası ile bu türden bir yakınlık oluşturulamadığında, gerçek anlamda estetik etkinin oluşabilmesi de olanaksızdır.”[xi] Burada öznenin gündelik yaşamındaki farklı etkilerden kısa süreliğine kopamaması, sanat eserine odaklanmasını engeller. Örneğin bir opera sırasında, öznenin gündelik yaşamdaki sorunlara yoğunlaşması, sanat eseriyle olan bağının eksik kurulmasına neden olur. Buna bağlı olarak da, sanat eserinde yansıtılan yaşantılarla özdeşleşme olanağı ortadan kalkar. Oysa Lukacs’a göre özne ve sanat eseri arasındaki ilişki, günlük yaşamın bir süre askıya alınması ve öznenin, sunulan kurgusal yaşama o süre boyunca eksiksiz katılmasıyla kurulabilir. Bu noktada sanat eserlerinin yaşantıları sunuş biçimleri farklı farklı olabilir. “Ancak tümünün de alımlayıcıyı her yapıtın kendine özgü ‘dünyasına’ sokmaları… ve onu bağdaşıklıklarıyla, uyandırılan yaşantıları planlı biçimde yöneltmeleriyle bu dünyada tutmaları, sözü edilen bağdaşık ortamları ortak bir düzeyde birleştirmektir.”[xii] Burada Lukacs şunları da ekleyecektir: “Yaşamın dolaysız bağlamından… uzaklaşan insan, dünyayı bu dünyanın… temel kurallarının yoğun bir bütünselliği olarak yansıtan, somut ve yaşama ilişkin bir bakış açısından gözlemlenmesine kendini tümüyle, ama geçici olarak vermeyi amaçlar.”[xiii]

Özne, bu kurgusal dünyaya daha önceki deneyimlerine ilişkin düşünceleriyle katılır. Buna dayalı olarak, katharsisin ancak öznenin öncesi üzerinden bir gerçeklik kazanabileceği açıktır. Aynı zamanda katharsis, öznenin sonrası için de bir değişim olanağı taşır.[xiv] Bir başka şekilde söylemek gerekirse, katharsis, sanatın, özneleri dönüşüme uğratması için imkân veren bir etkidir. Bu estetik etki, öznenin kendini değiştirmesi açısından sanatın işlevine de işaret eder.[xv] Bu noktada Lukacs, katharsis açısından şunları söyler:

[K]atharsis hem belli bir yapıtın sanatsal yetkinliğinin önemli bir ölçütüdür, hem de sanatın önemli olan toplumsal işlevi açısından, etkilerinin Sonra’sının yapısı açısından, sanatın yaşam içerisinde yayılması açısından, başka deyişle, günlük insanın insan olarak kendini tümüyle bir sanat yapıtının etkisine açmasından ve katharsisten kaynaklanan sarsıntıyı yaşamasından sonra, yaşama dönüşü açısından belirleyici bir ilke niteliğindedir.[xvi]

Öyleyse katharsis, sanat eserinde yansıtılan yaşantılarla öznenin kendisini özdeşleştirmesi veya en azından kendi yaşantısıyla ilişkilendirmesi sonucu oluşan sezgisel, anlık bir farkındalık durumu olarak tanımlanabilir. Bu noktadan Lukacs şu şekilde söz eder: “Her sanat, sanattan kaynaklanan bir etki, insan yaşamının çekirdeğinin bir uyandırılışını içerir, … aynı zamanda da, ilkine kopmaz biçimde bağlı olarak, yaşamın (toplumun ve toplum ile doğa arasında toplumca kurulmuş bağıntıların) bir eleştirisini içerir.”[xvii]

Bu etki, yani katharsis kendi yaşantılarına dair belirli bir bilince sahip olan öznenin, kendi yaşamı ve kurgusal dünya arasında anlık bir karşılaştırma ve sorgulama gerçekleştirmesine neden olur. Kuşkusuz bu durum uzun düşünsel bir muhakeme süreci olarak görülemez. Daha çok sezgisel, anlık bir farkındalık durumudur. Bu farkındalık durumunun sonucunda insan, kendi iç dünyasında bir uyanış deneyimler. Bu noktada öznenin duyduğu farkındalık, öncedeki bir durumun olumlanması veya olumsuzlaması şeklinde gerçekleşen bir bilinç hareketidir. Bunun bir sonucu olarak özne, sonrası için bilincinde bir değişim imkânı elde eder. Bu noktaya geçmeden önce, Lukacs’ın önce ve sonra ilişkisini nasıl kurduğuna dikkat etmek gerekir: “Önce ve Sonra, hem her insanın yaşam akışında birer evredir, hem de insanla sanat arasındaki ilişkinin insanın sanata yönelmesini, sanatla zenginleşmiş olarak yeniden günlük yaşama dönmesini sağlayan aşamalarını oluşturmaktadır.”[xviii]

Burada önce ve sonra arasında sıkı bir karşıtlık yaşanabilir. Önce-olanlar bir sarsıntı geçirebilir ve öznenin düşünceleri bir değişim olanağı kazanabilir. Bu olanağın gerçekleşmesine bağlı olarak sonra-olanlarönce-olanlarla karşılaştırıldığında bir değişim gözlemlenir. Bu durumda özne açısından birkaç önemli noktayı belirlemek gerekir; (1) önce: öznenin, estetik etki öncesindeki iç-dünyası; (2) estetik etki, katharsis; (3) sonra: estetik etki sonrası gerçekleşen veya gerçekleşmeyen değişim.[xix] Lukacs sözü edilen ilişkiler için şunları söyler:

Önce’ye yönelik suçlama, Sonra’ya sağlanan destek -bu ikisi, yaşantının dolaysızlığı karşısında neredeyse silinip gitmiş izlenimini bıraksa bile- , bizim daha önce katharsisin en genelleştirilmiş biçimi diye belirlediğimizin önemli bir içeriğini oluşturur: Başka deyişle burada, alımlayıcının öznelliğinin, onun yaşamında etkin olan tutkuların yeni içerikler, yeni yönler kazanmasını, bu yolla da arınarak ‘erdemli becerilerin’ ruhsal bir temeline dönüşmelerini sağlayabilecek ölçüde sarsılması söz konusudur.[xx]

Bilinçte oluşabilecek bir değişime imkân veren katharsis, aynı zamanda öznenin fiili olarak gerçekliği değiştirmesi için de bir olanak sunar. Örneğin Lukacs açısından siyasi bir değişim, siyasi bir etkinlikle gerçekleşebilir. Bu noktada katharsis, ancak bilinç noktasında bir etki yapabilir ve bunun bir sonucu olarak özne, örneğin siyaset açısından, pratik bir değişim gerçekleştirebilir. Bu değişim, öznedeki katharsis etkisine bağlı olarak değişen bilincin bir sonucu olarak düşünülmelidir. Bu noktada, fiili değişim açısından olanağın gerçekleşmesi ve hatta etkinin bilinç açısından dahi, kalıcı veya geçici olacağı kurgusal yaşamdan, gerçek yaşama dönüş sonrası açığa çıkar. Çünkü gerçek yaşamın koşulları değişime karşı ters bir etki sunarak onun oluşmasına engel olabilir. Bu duruma Lukacs şöyle işaret eder: “Sonra’da katharsis nedeniyle yararların bir değişime uğrayabileceği, açıktır; ama bu, yalnızca bir olabilirliktir, kesinlikle bir zorunluluk değildir. Ve böyle bir olasılığın gerçekleşmesi, yapıtın gücünün bir ölçütü değildir; dahası, katharsisin derinliğinin bir ölçütü bile değildir.”[xxi]

Bu durumda, değişim son derece derin olabileceği gibi hiç olmayabilir de.[xxii] Buna bağlı olarak Lukacs, değişimden önce katharsisin oluşmasını olumlar, çünkü değişimin hangi oranda gerçek olabileceği tam olarak belirli değildir. Değişim, katharsis sonrası bir bilince sahip öznenin çabasına bağlıdır.[xxiii] Burada katharsisin oluşması her zaman değişim için bir olanak sunar. Aynı zamanda öznelerin her durumda farklı yaşantılarla karşılaşmasını sağlayarak belirli bir bilinç gelişimi sunar. Buna bağlı olarak Lukacs şunları söyler:

Her estetik katharsis, özgün biçimleri yaşamın kendisinde bulunabilen sarsıntıların bilinçli olarak yaratılan, yoğunlaştırılmış yansımasıdır; yaşamda bu sarsıntılar doğal olarak eylemlerin ve olayların akışı içerisinde kendiliğinden ortaya çıkar. Bu nedenle, sanatın yol açtığı ve katharsisten kaynaklanan bunalımın, alımlayıcıda bu tür yaşam konumlarının başlıca çizgilerini yansıttığını saptamak gereklidir.[xxiv]

Lukacs açısından daima başta gelen, gerçek yaşamın kendisidir ve katharsis teorik ve buna bağlı olarak fiili değişimler için olanaklar verir. Değişimin nasıl ve hangi oranda gerçekleşeceği önemlidir ama tam olarak kestirilemez. Ancak katharsis daima sözü edilen olanağın varlığı için bir kaynaktır.


[i] Aristoteles, Poetika, çev. İ. Tunalı İstanbul: Remzi Kitabevi, 2006, s. 22.

[ii] G. Lukacs, Estetik III, çev. A. Cemal, İstanbul: Payel Yayınevi, 2001, s. 19.

[iii] Lukacs’ın sanat eserinin oluşturulması, özne üzerinde bir etki kurması, sanat eserinin üreticisi ve alımlayıcısı gibi konular hakkındaki düşünceleri için bkz. a.g.e., s. 12-14.

[iv] Bkz. a.g.e., s. 139-189.

[v] A.g.e., s. 15.

[vi] G. Lukacs, Estetik III, s. 45, 47, 48.

[vii] Bkz. a.g.e., s. 120.

[viii] A.g.e., s. 11.

[ix] A.g.e., s. 14.

[x] Bertolt Brecht öznenin sanat eserinde karşılaştığı yaşantılarla kendisini özdeşleştirmesine itiraz eder. Bu noktada Lukacs’tan farklı düşünerek, öznenin karşılaştığı yaşantılara mesafeli olmasını ve dahası onlara yabancı kalmasını ister; çünkü özne, kendisini, örneğin sahnedeki bir karakterle özdeş tutarken, aynı zamanda karakterin deneyimleriyle de sınırlanmış olur. Brecht açısından, öznenin sanat eseriyle karşılaşmasının bir sonucu olarak farkındalık, kurgusal bir dünyaya bağlı olan bir özdeşlik sonrası gerçekleşmemelidir. Özne bu farkındalığı gerçek dünyayla ilişkisi içinde oluşturmalıdır. Örneğin bir tiyatro oyunu için öznenin duyacağı farkındalık, oyundaki kurgusal yaşantılar üstünden değil, ama günlük yaşamla olan ilişkisi bakımından düşünülmelidir. Bu, Brecht’in Lukacs’tan farklı olarak, oyun sırasında günlük yaşamla temasın sürekli olarak korunması gerektiği düşüncesiyle içerik kazanır. Bu noktada, örneğin sahnedeki oyuncuların her birinin bir oyuncu, seyredenlerin ise birer seyirci oldukları bir an için bile akıldan çıkarılmamalıdır. Brecht’te, sunulan yaşantıların öznenin kendi yaşamı açısından bir karşılaştırma ve sorgulama olanağı verdiği, ancak bunun bir özdeşleştirmeyle değil bir yabancılaşmayla gerçekleşebileceği söz konusudur.

[xi] G. Lukacs, Estetik III, s. 11.

[xii] A.g.e., s. 12.

[xiii] A.g.e., s. 13.

[xiv] Bu değişim olanağı iki açıdan düşünülebilir: (1) Bilinçte oluşabilecek bir değişim ve, veya (2) söz konusu değişime bağlı olarak öznenin fiili olarak gerçekliği değiştirmesi görülebilir.

[xv] Bu konu hakkındaki bir görüş için bkz. V. Maslow, “Lukacs’ Man-Centered Aesthetics”, Philosophy and Phenomenological Research, Vol. 27, No. 4, Haziran, 1967, s. 546.

[xvi] G. Lukacs, Estetik III, s. 34.

[xvii] A.g.e., s. 19.

[xviii] A.g.e., s. 144.

[xix] Bkz. B. Kiralyfalvi, “Georg Lukacs or Bertolt Brecht?”, British Journal of Aesthetics, Vol. 25, No. 4 (Güz, 1985), s. 4.

[xx] G. Lukacs, Estetik III, s. 24.

[xxi] A.g.e., s. 144.

[xxii] Kuşkusuz her koşulda, deneyimin gerçekleşmesinden ötürü bir değişim söz konusudur. Burada kastedilen belirli bir nitelik, alternatif bir bilincin izleridir.

[xxiii] Lukacs’ın estetik etki ve fiili değişim üzerine düşünceleri açısından bkz. B. Kiralyfalvi, “Lukacs: A Marxist Theory of the Aesthetic Effect”, Educational Theatre Journal, Vol. 26, No. 4 (Aralık, 1974), s. 511.

[xxiv] G. Lukacs, Estetik III, s. 25.