Foucault’nun daha önceki belli başlı yöntem ve analizlerini köklü bir biçimde dönüştürdüğünü takip edebileceğimiz Collège de France dersleri ardı ardına Türkçeye çevriliyor. Bu yeni metinlerin çevirileriyle birlikte, Foucault okumalarının bahsi geçen bu dersler aracılığıyla nasıl başkalaşabileceği ve önceden onun yapıtında görece cevapsız bırakılmış birtakım söylemlerin yeniden nasıl değerlendirilebileceği soruları ise heyecan uyandırıyor. Koyulduğu yolda sağlam adımlarla ilerleyen Pharmakon Yayınları’ndan çıkan Foucault, Yönetimsellik ve Devlet* isimli kitap da, bahsi geçen bu heyecana ufak, kuramsal bir müdahaleyle cevap veriyor. Kitap, Thomas Lemke’nin Türkçedeki ikinci kitabı. Daha önce Lemke’nin Biyopolitika’sını da çevirmiş olan Utku Özmakas’ın, bu yeni kitapta da çok güzel bir iş çıkardığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Kitabı cazip kılan bir diğer özellikse kitabın sonunda verilmiş olan, Türkçede yayımlanmış Foucault kitaplarının bir kaynakçası.
Lemke’nin, Foucault’yu yönetimsellik söylemi bağlamında Collège de France dersleri üzerinden yeniden okuyuşu, özellikle 1977-1979 arasında geçen dersler olarak adlandırılan iki derlemeye dayanmaktadır: Güvenlik, Toprak, Nüfus ve Biyopolitikanın Doğuşu. Bu iki kitaptan yola çıkan yazarın amacı, yönetimsellik kavramının Foucault’nun yapıtındaki rolünü ve boyutlarını ayrıntılı bir biçimde araştırarak daha geniş bir kitleye sunmaktır.[1]
Lemke, kitabın ilk bölümünde Foucault’nun yönetim analizini üç katmanlı bir oluşum içinde okumaktadır: Bunların ilki, Foucault’nun iktidar kavrayışının uğradığı başkalaşımdır. Collège de France dersleriyle birlikte Foucault artık iktidarı, bir rehberlik ve öznelerin olası eylem alanını şekillendirme görevinde bir yapı olarak ele alır. Foucault’nun hipotezini diğer iktidar yorumlarından ayırt eden şey, onun, toplumsal uzlaşımın ya da kabullenmenin önkoşullarını da sorguluyor oluşudur. Lemke’ye göre derslerle birlikte ortaya çıkan ikinci yenilik ise, iktidar ve tahakkümün birbirinden net olarak ayrılmasıdır. Erken dönem metinlerinde Foucault iktidar ve tahakkümü hemen hemen aynı anlamda kullanmaktadır. Bunun sonucu olarak da, iktidar ilişkilerini modern toplumun her yanına sızmış, her anına yayılmış olarak yorumlayan Foucault metniyle karşılaşan okurda, iktidar ve tahakkümün aynı anlamda kullanılmasından dolayı, olası direniş biçimlerinin tümünün de başarısızlığa yazgılı olduğu izlenimi uyanmaktadır. Collège de France derslerindeyse artık tahakküm “iktidar ilişkilerinin hem değişmez hem de tersine çevirmenin güç olduğu belli bir türü”[2] olarak ele alınmaktadır. Böylece Foucault terminolojisinde tahakkümün artık iktidarla aynı anlama gelmediğini, onun, yalnızca iktidarın alternatif eylem tarzlarının ya da özgürlük alanlarının büyük ölçüde sınırlanmış olduğu özgül bir türü olduğunu anlarız. Foucault’ya göre tahakküm durumları, iktidarın yarattığı asimetriyi istismar etmeyi olanaklı kılan asli durumlar değillerdir, fakat bu tahakküm durumları da diğer yönetimsel teknolojilerle dolayımda olduğundan, iktidarın tahakküm barındırmayan özgül biçimlerinde yol alarak, yaratılmış olan asimetrinin istismar edilişiyle birlikte, engellenmesi söz konusu olabilecek durumlara dönüşmektedirler. Yönetim analizinin üçüncü katmanı ise, politika ve etik arasında kurulan ilişkinin, bahsi geçen dersler aracılığıyla açık hale getirilişidir. Jürgen Habermas, Nancy Fraser, Michael Walzer, Charles Taylor gibi yazarlar Foucault’yu, onun benimsediği iktidar kavramının, tahakküme neden direnmek gerektiğini, itaat etmenin nesinin yanlış olduğunu, neden belli pratiklere direnmemiz gerekirken diğerlerini benimsememiz gerektiğini açıkça belirlemeyi olanaksız hale getirmesinden dolayı eleştirmektedirler.[3] Lemke’ye göre, Foucault’nun son dönem yazılarında etik sorunlara ve özneleş(tir)me süreçlerine ağırlık vermesinin nedeni de budur. Bu yaklaşım Foucault’nun politikadan kopuşunu simgelemez; aksine bu çalışmaların ilhamı tam da politik bir ilgide yatmaktadır.[4] Foucault bu çalışmaları aracılığıyla, iktidar ilişkilerinin kendiliğinden iyi ya da kötü olmadıkları; ancak tahakküm durumlarını pekiştirme olasılığını barındırmalarından dolayı tehlikeli oldukları sonucuna varmıştır. Lemke’ye göre, yönetimsel teknolojilerin analizinin hayati önem taşımasının nedeni de budur, çünkü stratejik oyunların ne zaman açık ve sabit bir şekilde oynanabileceği ya da tahakküm durumlarının karşısına nasıl güçlüklerin çıkarılabileceği ancak bu analiz sayesinde mümkün olabilecektir.
Kitabın ikinci bölümünde ise, öncelikle Lemke’nin, yine Foucault’nun Collège de France dersleri başta olmak üzere, Hapishanenin Doğuşu ve Cinselliğin Tarihi gibi son dönem eserleri üzerinden filozofu tekrar okuyarak, bir başka probleme açıklama getirmeyi denediğini görürüz. Söz konusu problem, Foucault’nun çalışmasının ortaya çıkardığı “iktidarın soykütüğü”nün ayrıntılı bir devlet kuramını içermemesi yönündeki Marksist eleştirilerden doğmaktadır. Bu bağlamda, öncelikle Foucault’nun “devlet”ten ne anladığı yönetimsellik analizi bağlamında açıklanacak, ardında da yönetimsellik ile yönetişim söyleminin farklılıklarına değinilecektir.
Foucault’ya göre “devlet, her zaman hazır ve nazır bir nesne olmadığı gibi, hegemonik etkilerin yanıltıcılığına ya da ideolojilerin etkisine de indirgenemez. Devlet, daha ziyade ‘etkileşimsel bir gerçeklik’ olarak, yani devletin kurumsal yapısının yanı sıra devlete ilişkin bilgiyi de üreten, dinamik bir ilişkiler ve sentezler bütünü olarak kavramsallaştırılır.”[5] Foucault bu anlamdaki devleti, “devletin denetimi altına girme” ve “devletleşme” sorunları bağlamında, yönetimin analitiği üzerinden üç aşamada ele alacaktır. İlk aşama, kendine ilişkin bilgiyi üretip bu bilgiyi yurttaşların dinamizmi üzerinde ve onların yönelimlerini belirleyecek şekilde kavramsallaştırmakta olan devletin tarihsel ontolojisini, bu anlamdaki edimsel sürekliliklerinin ve kopuşlarının peşine düşerek soruşturmaktadır. İkinci aşama ise bilginin üretimidir. Yönetimin analitiğine göre modern devletin oluşumu, bilginin üretimi ile bireyler arası dolaşımı ve depolanmasıyla yakından ilgilidir. Bu anlamda, yönetimsellik açısından bakıldığında “politik bilgi”, salt bilimsel akıl yürütme ve akılcı uslamlama olarak değerlendirilemez; o aynı zamanda, yurttaşın rutin eyleminde normatif yönelimlerle somutlaşmaktadır.[6] Yönetimin analitiğinin ele aldığı haliyle devletin üçüncü aşaması ise, bir önceki aşamada bilginin somutlaşması durumundan, devletin somutlaşmasına geçiş aşamasıdır. Lemke’ye göre Foucault’nun bu aşamada yönetimin analitiği ile yaptığı şey, kurumları teknolojiler olarak kavrayan bu kurum merkezli açıklamayı tersine çevirmektir. Bu analitik, kurumları bir başlangıç noktası olarak ele almak yerine, kurumsal düzenlemelerde somutlaşan ve sabitleşen teknolojilere odaklanır.[7] Yönetimin analitiği, devleti politik stratejiler ile toplumsal iktidar ilişkilerinin bir etkisi ve bir aracı olarak kavrar. Bu stratejik yaklaşımıyla Foucault, devleti hukuki kategoriler (sözleşme, uzlaşma vb.) içerisinde kavramak yerine, daha önce varolmayan kolektif bir iradeyi bina eden stratejik ilişkilerin mantığı içerisinde kavramayı önerir.
Lemke, Foucault’nun yönetim analizinin bu şekilde yorumlanmasının ardından, yine Foucault’nun Collège de France’ta verdiği derslere dayanan bir açıklamayla, yönetimsellik ve yönetişim söylemi arasındaki keskin ayrıma dikkat çekmenin gerekli olduğunu belirtecektir. Yönetimsellik ve yönetişim söylemi arasında, “Nasıl?” sorusuyla işe başlamak, politik analizin kapsamını, açıkça politik olmayan aile, hastane vb. kurumlar üzerinden yürütmek ve iktidarı sabit bir oluşum olarak değil, hareketli ve esnek bir yapı olarak görmek gibi benzerlikler olsa da, aslında varsayımsal ve kuramsal yönelimler bakımından birbirlerinden oldukça farklıdırlar. Örneğin, yönetimsellik; yönetişim söyleminin aksine, yönetim ile nesneleri arasında dışsal bir ilişki olduğu varsayımından yola çıkmaz; aksine yönetimin etkin bir biçimde kurucu faillerle, kimliklerle ve çıkarlarla ilişkili olduğunu teşhis eder.[8] Bunun dışında yönetişim söylemi, devlete dair liberal bir anlayışın içerisine sıkı sıkıya köklenmiş, politik uzlaşıya, karşılıklı uzlaştırmaya ve kolektif sorun çözmeye vurgu yapan ve eşgüdümü, işbirliğini ve uyumluluğu besleyen mekanizmaları araştıran bir söylemdir. Yönetimin analitiği ise bundan farklı olarak, devleti yönetimsel pratiklerin ayrılmaz bir parçası olarak ele alır; devlet, bu söz konusu olan pratiklerin bir aracı ve etkisidir, temeli ya da muadili değildir.[9] Lemke’ye göre, Foucault işte tam da bu nedenle devleti “uzak durulması gereken, hazmı güç bir yemek” olarak adlandırmakta, buna rağmen Marksistlerin ondan absürd bir şekilde beklediğinin tersine, kapsamlı bir devlet teorisi oluşturarak, bu hazmı güç yemeği yeniden pişirmekten de uzak durmaktadır.[10]
Kısacası, Thomas Lemke bu kitabında önümüze, Foucault’yu son dönemiyle birleştirerek yorumlamanın çeşitli örneklerini koymuş oluyor; ayrıca salt bunu yaparak bile bize, Nietzsche’den miras kalmış haliyle “yeniden değerlendirme”nin gücünü ve etkisini hatırlatıp bu tip yeniden değerlendirmeler için küçük bir pusula vermiş oluyor.