“Felsefe nedir” ve “felsefe nasıl yapılır” soruları yaşama ilişkin soru sormaya devam ettiğimiz müddetçe güncelliklerini asla yitirmeyeceklerdir. Çetin Türkyılmaz da Filozoflarla Düşünmek* başlıklı kitabında felsefe yapmanın, filozofların metinlerinden ve onların düşünceleri üzerine düşünmekten geçtiğini belirterek felsefe tarihiyle, temeli eleştiriye dayanan bir diyalog kurmaktadır. Bu diyalogda kronoloji merkezli felsefe tarihi hattının kırıldığını ve çoğunlukla isimleri yan yana getirilmeyen filozofların bir arada ele alındığını görüyoruz. Örneğin, yazar bir yandan Marx ile Leibniz’i ele alırken diğer yandan ise yazıların arka planında diyaloğun daimi üyeleri olarak Hegel ve Heidegger’i karşımıza çıkarıyor. Türkyılmaz, Heideggerci bir tarzda her makalesinde öncelikle ele aldığı kavramların kökenine ilişkin bir inceleme yapmaktadır. Bu incelemelerinde kavramların Eski Yunanca ve Latince karşılıklarının yanı sıra Türkçe’nin dışında Almanca, Fransızca ve İngilizce’deki kullanımları arasında da karşılaştırmalar yapmaktadır. Diğer yandan ise Türkyılmaz’ın Hegelci bir perspektifle kavramların anlamlarındaki değişimle tarihsel süreç arasındaki ilişkiyi makalelerinde sıkı sıkıya ördüğünü görmekteyiz.Bu bağlamda yazar, felsefe tarihinde genellikle iki farklı uç olarak kabul gören Hegel ve Heidegger’i çeşitli felsefe problemleri bağlamında kesiştirmektedir.
Türkyılmaz’a göre felsefi sorunları ele alırken felsefe tarihiyle kurulan ilişkinin “birlikte düşünme” edimi üzerine kurulması gerekmektedir. Bu tavır, sorunların geçmiş ve şimdi arasındaki salınımını görmemizi olanaklı kıldığı gibi aynı zamanda Türkyılmaz’ın da söylediği şekilde filozofların da “bizim meselemiz” haline gelmesini sağlamaktadır. Hegel’in belirttiği ve Türkyılmaz’ın da tartışmalarının ön kabulü olduğu üzere “felsefe tarihi aslında felsefenin kendisidir” bu nedenle de tarih, olayların, durumların, sorunların sıralanması değil, “kavram yaratma” etkinliğinin zeminidir. Farklı düşüncelerin karşılaşmasından, çatışmasından beslenen bu zemin, yazar tarafından karşıtlıktan ziyade benzerliklerden beslenen bir alan haline getirilmiştir. Bu nedenle Wittgenstein ve Nietzsche’nin “genellik tutkusu” üzerinden benzer düşüncelere sahip olduğunu ya da Marx ve Leibniz’in “güç” kavramına verdikleri önemin onları nasıl ortaklaştırdığını Türkyılmaz’ın kitabından okuyabilirsiniz. Bunun gibi pek çok karşılaşma noktası bulan yazar, felsefesinin “birlikte düşünme edimi” olduğuna ilişkin iddiasını da kitabındaki farklı makalelerle temellendirmektedir.
Türkyılmaz kitabı boyunca “biz kimiz?” sorusunu hem bir tarih problemi hem de varoluşsal bir sorun olarak ele almaktadır. Yazarın bu arayışını Herakleitos’la adalet sorununa yanıt bulmaya çalışırken, Platon’un “iyi” kavramını tartışırken ya da Foucault’da etik tavrın ve kendiliğin nasıl oluştuğunu sorgularken takip edebiliyoruz. Öznenin tarihsel olarak kurulduğuna işaret ederek “biz kimiz?” sorusunun aynı zamanda “tarih”i de sorunsallaştırmayı zorunlu kıldığını belirten yazar, öznenin kendisi üzerine kurduğu tarihsel refleksiyonun bir direniş ve mücadele hattından geçtiğini vurgulamaktadır. Böylelikle yazar etik ve siyaset arasındaki açıyı “özgürlük” ve “iyi yaşam” ideali tartışması üzerinden daraltmaktadır. Yazarın bu yaklaşımı Marx’ın felsefesindeki özgürleşme pratiğini ve ethos olarak eleştirel tavrı kendi incelemesine nasıl uyguladığını da göstermektedir.
19. yüzyılı akıl ve ilerleme kavramları üzerinden değerlendiren yazar, Kant, Fichte, Schelling, Hegel, Schopenhauer, Kierkegaard ve Comte’u çalışmasına konu etmiştir. 19. Yüzyıl felsefesine ve özellikle Alman İdealizmine ilişkin yetkinliği sayesinde yazar bu makalesinde kronolojik sıralandırmalar yapmanın ötesine geçerek -günümüz felsefe tartışmalarında da etkisini hala gösteren- akıl kavramına duyulan “nefret”in ve “güven”in arka planını incelemiştir.
Makalelerinde genellikle batı felsefe geleneği üzerinden bir tartışma yürütüyor gibi görünmesine rağmen, yazar bazı noktalarda tasavvuf düşüncesine, Mevlana’ya ve Yunus Emre’ye gönderme yapmaktadır. Örneğin, Hegel’in Anaksimandros’a ilişkin yorumunu okurken bir anda yazarın tasavvuf düşüncesiyle kurduğu bağı görebiliyoruz ya da Hegel’de tinin kendisini gerçekleştirmesinin Yunus Emre’nin dizeleriyle anlatıldığına tanık oluyoruz.
Kavramların yaptığı çağrışımları izleyen ve bunu tarihsel bağlamlarına oturtan yazar, Herakleitos’un “adalet” e ilişkin düşüncelerini ele alırken Heidegger, Nietzsche ve Platon’la diyalog kurabilmektedir. Platon’un yapıtlarını Umberto Eco’dan aldığı ödünç kavramla “açık yapıt”lar olarak nitelendiren yazar için Platon, siyasal-tarihsel problemlerin değerlendirilmesinde her zaman bir uğrak noktası olarak karşımıza çıkıyor. Bu yüzden de “Foucault ve Etik Tavır” makalesiyle biten kitap sadece Foucault ile değil aynı zamanda Sokrates ve Platon’la da sonlanmaktadır. Yazarın kitap boyunca başlangıç ve son olarak kabul edilenlerin arasında salındığını görebiliyoruz, bu yüzden Filozoflarla Düşünmek Platon’dan Derrida’ya, Leibniz’den Deleuze’e kadar süren diyaloğun içinde farklı filozoflarla bit(e)meyen yaşamsal sorunlar üzerine bir kez daha düşünmemizi sağlamaktadır. Düşünmek burada önemli bir pratiğe ve acil bir ihtiyaca işaret etmektedir, yazarın deyişiyle: “ ‘Her şeyi biliyor’ olup da hiçbir şey üzerine düşünülmemesi, felsefi sorunları daha önceden düşünmüş olanlarla eleştirel diyaloğu yitirmenin bir sonucudur.”
*Çetin Türkyılmaz, Filozoflarla Düşünmek, Ankara: Bibliotech Yayınları, 2015.