Erkek Kategorisini Yeniden Düşünmek

ViraVerita bundan tam sekiz yıl önce, 25 Kasım 2013’te yolculuğuna başladı. O zamandan beri her sene 25 Kasım’da, yayına başlamamızın yıl dönümü vesilesiyle, “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü”ne dair farkındalık oluşturmak amacıyla bir yazardan “toplumsal cinsiyet ve şiddet” hakkında bir yazı kaleme almasını rica ediyoruz. Sekizinci yılımızda bu kez ViraVerita ekibinin değerli bir üyesi, İlkay Özküralpli’nin yazısıyla geleneğimizi sürdürüyoruz. Kıymetli katkısı için kendisine çok teşekkür ediyor, şiddete yönelik farkındalığımızın ve eleştirelliğimizin hayatımızın her alanında canlı kalmasını ve şiddete karşı mücadelenin güçlenmesini temenni ediyoruz.

* * *

Erkek Kategorisini Yeniden Düşünmek

 (Erkeklik Çalışmaları ve Ayrıcalık Perspektifi Üzerine Bir Deneme)[*]

Sadece son bir yıl içerisinde Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi olarak bildiğimiz Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nden çekilme kararı, Onur Haftası ve sonrasında LGBTİ+’lara yönelik polis şiddeti ve Bianet’in Erkek Şiddeti Çetelesi’ne erişim engeli getirildiği düşünüldüğünde bile -ki maalesef bu örnekler ziyadesiyle çoğaltılabilir- toplumsal yaşamın her alanında cinsiyet eşitsizliğine ve şiddetin her türlüsüne maruz kalan Türkiyeli kadınlar ve LGBTİ+’lar için durumun pek iç açıcı olduğunu söyleyemiyoruz. Bu tabloya baktığımızda, sorunun sadece kadınlara ve LGBTİ+’lara ait olduğunu söylemek eksik bir çıkarım olacaktır. Zira öncelikle yaşamda kalma mücadelesi, sonrasında ise cinsiyet eşitliği mücadelesi soruna maruz kalanların yanı sıra (ki bunların içinde sıklıkla erkekler de mevcuttur) bu sorunun çoğunlukla failleri olarak bizzat erkeklerin de sorunudur. Erkeklerin, çözümün de bir parçası olması gerekliliğine yönelik yaklaşımlar ve bu bağlamda cinsiyet eşitliğine katılımlarının sağlanmasını amaçlayan girişimler, uluslararası platformlarda 2000’lerden beri dile getiriliyor. Türkiye’de de benzer şekilde, örneğin Gökdemir ve Polatdemir’in Türkiye’de Yükseköğretim Kurumlarında Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Mekanizmaları Raporu üniversitelerdeki cinsiyet eşitliği mekanizmalarında erkeklere pek rastlanmadığını ve çalışma alanı olarak erkeklik çalışmalarının geliştirilmesi gerekliliğine işaret etmiş, 2017 yılında başlayan Cinsiyet Eşitliği İzleme Derneği projesi 2020-2022 yılları arasında gerçekleştirdiği raporuna erkekler tematik başlığını eklemiş ya da çözüm üretimine bir katkı sağlamak amacıyla Eleştirel Erkeklik İncelemeleri İnisiyatifi Şiddetsiz Erkeklik Atölyeleri El Kitabı’nı kaleme almıştır.[1] Dolayısıyla cinsiyet eşitliği mücadelesine erkeklerin katılımının daha fazla konuşulması gerektiğine yönelik bu girişimler paralelinde ben de bu 25 Kasım’da çok da alışık olmadığımız bir şey yapıp erkekler ve erkeklik çalışmalarından bahsedeceğim.

“Erkeklik için başka gelecekler tahayyül etmekle de iştigal ettiğimize göre, trans erkeklerin ‘erkekler’ kategorisine ne yaptıklarını görmeye de hazır hatta keyifli olmalıyız.”

Butler’ın bu satırları “kadın kategorisini yeniden tasavvur etmemiz gerektiğini” ifade ettiği röportajından.[2] Ben de müsaadenizle erkek kategorisini birlikte yeniden düşünmeye davet edeceğim sizi. Çünkü erkeklerin sorumluluk alarak dahil olmadığı/edilmediği bir kadın mücadelesinde çözümünün imkânsız olduğunu düşündüğüm öncelikli bir sorunumuz var: “erkek şiddeti.” Feminist çalışmalar kadına yönelik şiddet konusunu genellikle doğrudan erkek deneyimini içermeyecek biçimde ele alır, içerenlerse çok az sayıdadır. Kadın çalışmalarının araştırma nesnesi düşünüldüğünde açıkçası bu sonuç pek de şaşırtıcı olmasa gerek; ama araştırma nesnesi erkekler olan erkeklik çalışmaları için aynı şeyi maalesef söyleyemiyoruz.[3] Erkeklik çalışmaları ve erkek şiddeti arasındaki, erkeklerin hem kadınlara hem de kendilerine yönelik şiddete dair sessizliğini andıran bu mesafe kanımca oldukça ciddi bir mesele. Bu mesafeye dair ipuçlarını, şiddeti konuşmanın zorluğunun yanı sıra, erkeklik çalışmalarının araştırma nesneleri olarak erkeklerle olan ilişkisinde bulabiliriz.

Erkeklik çalışmaları, erkek öznelliklerinin hem cinsiyetler arası hem de cinsiyet içi iktidar ilişkileri bağlamında inceler. Bu standart tanımı biraz açacak olursam, erkeklik çalışmalarının ilk amacı, erkeği cinsiyetlendirmektir. Zira erkeğin cinsiyetten azade tutulması, cinsiyetin sadece kadına özgü bir şey olduğu ve erkeğin “(normatif) insan” olarak kodlanması anlamına gelir. Bu sebeple, erkeklik çalışmaları tahakküm altına alınanın yanı sıra, tahakkümü cinsiyetli pratikleriyle gerçekleştiren özneleri ve onların deneyimlerini açıklama girişimidir. Dolayısıyla diğer cinsiyet çalışmalarından farklı, daha tekinsiz diyebileceğimiz bir yerde konumlanır. Zira erkek özneler üzerine konuşmak ya da bu öznelerin konuşturulması tam da erkeklerin patriyarkanın (tek olmasa da) öncelikli ve ayrıcalıklı failleri olmasından ötürü tehlikelidir. Ayrıcalık sahibi bir grubun konuşması o ayrıcalığı devşirdiği sistemi besleyebilir; yani bu durumda, bütünlüklü mutlak bir yapı olarak değil de karmaşık ve değişken iktidar ilişkilerinden meydana gelen dinamik bir sistem olarak tanımladığım, patriyarka yararına olabilir. Bu açıdan, feminist bir perspektiften eril iktidarın yeniden üretimine oldukça teşne olan bu alan mevcut tüm cinsiyet çalışmalarından çok daha tedirgin bir yerde konumlanır. Nitekim, bu tedirginliği, erkeklik çalışmaları içindeki erkekçi hattan ayrışmak için alanın kimi zaman “eleştirel erkeklik çalışmaları” olarak adlandırılmasında görebiliriz. Fakat ben erkekler için bir ayrıcalıklı alan daha oluşturulmasına tahammülüm olmadığından, ayrılması gerekenin bizzat bu “erkekçi” çalışmalar olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden, gayet bilinçli politik bir tercih ve içkin bir eleştiri olarak alanı erkeklik çalışmaları olarak adlandırmaya devam edeceğim, müsaadenizle! Zira sıklıkla gözden kaçırılan bu tedirgin konumlanışta, alanın kullandığı kavramlar, yöntemler ve temelde ilkelerle ilgili konuşmamız gerektiğine inandığım bir şeyler var.

Sahi neden trans çalışmaları, neden lezbiyen ve gey çalışmaları, neden kadın çalışmaları da neden erkeklik ya da erkekler ve erkeklikler çalışmaları? Bu sorunun cevabı muhtemelen, erkeklik çalışmalarının modernitenin özcü anlayışında ve kategorik bir düşünme biçiminde saplanıp kaldığına dair eleştirileri de içerecektir. Kategorik düşünme biçimini kısaca özetliyorum: “hegemonik erkeklik”, “toksik erkeklik”, “mozaik erkeklik”, “melez erkeklik”, (en sevdiğim) “kırılgan erkeklik”… Sürekli erkeklikten bahsetmenin yanı sıra, erkekliği bir de sürekli isimlendirme gibi bir eğilimimiz var. Bu isimlendirmelerin şüphesiz bir anlamı ve katkısı vardır; fakat biraz dışarıdan baktığımızda bu isimlendirmelerin o bahsedemediğimiz erkekleri erkeklikten ayırmaya hizmet ettiğini görebiliriz. Yani erkeklerin eylemlerinin faili olarak dışarıda bir yerde, toplumsal olarak üretilen bir “x erkekliğe” işaret ederiz. Dolayısıyla erkeklik, erkeklerin başına gelen bir şey, onlara yapılan bir şey olarak konumlandırılmış olur; erkeğin kurbanı olduğu bir şey. Bu bakış erkeği pasif, sadece maruz kalan bir özne olarak kavrar. Nihayetinde erkeğin failliği ve dolayısıyla sorumluluğu da elinden alınır.[4] Neyden bahsettiğime bir örnek olması açısından Toplum ve Bilim’in 2004 yılında çıkardığı Erkeklik sayısında yer alan bir çalışmadaki şu satırları paylaşmak istiyorum:

“…Başta fiziksel etkinlikler ve onların çeşitli boyutları olmak üzere, iyi dövüşmek, iyi içki içmek, içip sarhoş olmamak gibi boyutları da var erkekliğin… Peki erkekler bunca şiddete ve işkenceye neden maruz kalıyorlar? Sürekli kendini kanıtlamak, birilerini pataklamak, kuyruğu her zaman dik tutmak, içki içip sarhoş olmamaya çalışmak, hep başarılı, güçlü, kararlı, dayanıklı olmaya çalışmak neden? Aslında belki de soru şu olmalı: erkeklere bunca işkenceyi yaptıran, bunca akla ve bünyeye zararlı hareketi yapmaya zorlayan mekanizma nasıl işliyor?”[5] (vurgular bana ait)

Bu satırlarda erkeklerin eylemlerinin, hatta “pataklamak” gibi doğrudan başkasına yönelik şiddet eylemlerinin onlara “yaptırıldığı” ya da kendilerinin bunu “yapmaya zorlandıkları” söyleniyor. Yani fail, bu eylemleri gerçekleştirenler değil. Eylemi gerçekleştirenler kurbanın ta kendisi, hatta “işkence” görüyorlar. Peki kim yapıyor, fail kim? Cevap veriyorum: Erkeklik. Failin eylemlerini ve bu eylemlerle etik ilişkilenmesini es geçip, odağı bütünüyle toplumsal bir mekanizmaya kaydırdığımızda, belli ki şiddet kullanma ayrıcalıklarını kullanan bu erkekleri güçsüz kurbanlar haline getirmiş oluruz. Türkiye’de erkeklik çalışmalarıyla ilgili alan yazınında adeta bir mottoya dönüştüğünü iddia edebileceğim kadar sık kullanılan şu cümleyi duymuşsunuzdur: “Erkeklik en çok erkeği ezer!”[6] Bu cümlede de benzer bir kurbanlaştırmayı görmek mümkün. Ama ben asıl şunu sormak istiyorum, neden “en çok”?

Benzer bir eğilimi, özellikle Türkiye erkeklik çalışmaları literatürüne aşina olanlar hegemonik erkeklik kavramının haddinden fazla sık kullanımında da gözlemleyebilir. Zaten aşina olmayanlar da Google arama motoruna erkeklik çalışmaları yazdıklarında neden bahsettiğimi hemen anlayacaktır. Hegemonik erkeklik kavramı birçok açıdan eleştirilebilir şüphesiz ama burada sadece bir şeyi hatırlatmak istiyorum. Şayet Connell’ın Toplumsal Cinsiyet ve İktidar kitabında hegemonik erkekliği tanımladığı satırların ötesine geçilebilirse, tüm erkeklik çalışmalarını sadece hegemonik erkeklik kavramı üzerine kurmuş olanları kitabın geri kalanında bazı sürprizler bekliyor! Kusura bakmayın spoiler vereceğim: Connell hegemonik erkekliğin yanı sıra suç ortağı, tabi kılınan ve marjinalleştirilmiş erkeklik kategorilerinden de bahseder… Gelin görün ki; biz bu kategorilerden çok az bahsederiz, hele suç ortağı erkeklikten neredeyse hiç bahsetmeyiz. Halbuki Connell, cinsel politika sisteminin bütünlüklü analizi için özellikle suç ortaklığının araştırılmasının öneminin altını ısrarla çizer.[7] Özellikle alana aşina olmayanlar için elimizdeki tabloyu şöyle karikatürize edebiliriz. Bir hegemonik erkeklik var. Bu hegemonik erkekliğin gündelik hayatta karşılanması çok güç standartları var; ama özetle “kültürel bir ideal” olarak tanımlayabiliriz. Öte yanda ise suç ortağı erkeklik var. Suç ortağı erkeklik, hegemonik erkekliğin standartlarını karşılayamaz ama yine de erkek tahakkümünü ve ayrıcalıklarını yeniden üretir; hatta hegemonik erkekliğin sürdürülmesine neden olur. Üstelik gündelik yaşamda doğrudan karşılığı var (değil mi?) ve üstelik çoğunluktalar (değil mi?). Burada, suç ortaklığı erkeklik hegemonik erkeklikten daha önemlidir, ‘‘ ‘en çok’ suç ortağı erkekliğe bakmalıyız” gibi bir şey söyleyerek düalizmler evrenine gereksiz bir katkı yapmak peşinde değilim. Ama gündelik yaşamda karşılığını bularak anlamlandırabileceğimiz bir kategoridense, sadece kültürel ideal olarak tanımlı, öznelerin yönetiminde etkili ama doğrudan karşılanması zor bir kategoride ısrarcı olmak, bana yine erkeklik ve erkeklerin arasını açmak gibi geliyor. İktidar ilişkilerini anlamlandırmak için hegemonyayı bir kenara bırakıp öznelerin deneyimlerini konuşmamıza daha çok imkan veren Foucaultcu bir perspektif benimsersek; özneler iktidar ilişkilerinin sonucu/etkisi değil aracıdır. Yani iktidarla öznenin ilişkisi dışsal değildir; özne bir iktidar ilişkisi içerisinde sadece kısıtlanarak yeniden üretmez aynı zamanda bu ilişkiyi eylemleri ve etkileşimleri yoluyla üretir de.[8] Öznenin üretebildiğini söylemek failliğine, eylemiyle belirli bir sorumluluk ilişkisi içerisinde ilişkilenmesine de alan açmak anlamına gelir. Bu bağlamda, erkekler ne patriyarkanın pasif taşıyıcılarıdır ne de sadece suç failidir. Erkeğe faillik atfettiğimizde doğrudan suç atfetmiş olmayız, korkmayalım. Fakat eğer ortada bir suç varsa, o zaman da adını koymaktan çekinmeyelim. Misal, o neredeyse hiç kullanılmadığını söylediğim “suç ortağı erkeklikler” kavramı bazı yerlerde çok ilginç bir şekilde İngilizce orijinali complicit olsa da “işbirlikçi” olarak çevriliyor. Yani ortaklığın bir “suçta” yani “yanlış ya da itiraz edilmesi gereken bir eylem” üzerinden gerçekleştiğini söyleyen terim “işbirlikçi” olarak çevriliyor. İşbirlikçi, complicit’in doğrudan çevirisi olmasa da bir çevirmen tercihi olarak kavramın Türkçe karşılığı olarak kullanılabilir, belki? Ama suçu, “belirsiz bir işe” çevirirken dilde yaptığımız tahrifin farkında mıyız? Ya da şöyle sorayım (tam da bir kadının bir erkek tarafından “samuray kılıcı” ile öldürüldüğünü öğrendiğim şu saniyede), erkeği herhangi bir “suç”la ilişkilendirmekten, herhangi bir “‘yanlışla” ilişkilendirmekten neden bu kadar imtina ediyoruz?

Erkeğe, erkeklere herhangi bir sorumluluk, faillik vermekten kaçınan, sadece erkeklerin mağduriyetleri üzerine odaklanan bir erkeklik çalışmaları feminist perspektiften hayli tedirgin edici. Yanlış anlaşılmalara mahal vermemek için şunu çok net ifade etmek istiyorum: erkekler heteroseksist patriyarkal cinsiyet sistemi tarafından kesinlikle mağdur ediliyor. Hele de trans erkekler, geyler, biseksüeller ya da heteronormativitenin ikili cinsiyet sisteminin dışına düşen herhangi bir cinsiyet kimliği söz konusu olduğunda aksini düşünmek zaten mümkün değil. Dolayısıyla söylemeye çalıştığım şey şu: Erkeklik çalışmalarında mağduriyet perspektifi önceliklendirildiğinde ya da bundan başka bir perspektif kullanılmadığında, erkek şiddetine maruz kalan tüm canlıların (ve evet hayvanların da) şiddet failleri ya görmezden gelinir ya da mağdur olarak konumlandırılmış olur. Evet, “patriyarka eşittir erkekler” değildir, evet, “patriyarka bir sistemdir.” Ama patriyarka her suçu üstüne atabileceğimiz devcileyin bir kedi de değildir. Failleri aracılığıyla işler; bu faillerin kadınlar olabileceğini (ki şüphesiz olabilirler) hatırlatmakta bir sakınca görmezken, neden patriyarkanın öncelikli faillerinin erkekler olduğunu söylemekten imtina ediyoruz? “Kusura bakmayın bizim oğlan erkeklikten mustarip ama özünde iyi bir insan; zaten biliyorsunuz o yapmadı patriyarka yaptı” diyebilir miyiz? Hiç denir mi?

O yüzden diyorum ki; alanın benimsediğini iddia ettiği feminist ilkeler açısından daha tutarlı bir tavır takınmamız elzem. Zira nasıl ki (örneğin) kadın çalışmaları de facto feminist ve dönüştürücü değilse; erkeklik çalışmaları veya eleştirel erkeklik çalışmaları da de facto feminist ve dönüştürücü değildir. Bağlı olunan ilkeler, kavramlar, epistemolojiler ve yöntemler (ne mutlu!) her zaman sorgulamaya açıktır. Bu noktada erkek şiddetini, erkeklerin cinsiyet eşitliği mücadelesine katılımını ve nihayetinde erkek özgürleşmesini konuşabilmek için öncelikle şiddetin sadece dışarıdan bir “zor” olarak gelmediğini, erkek öznenin kendilik pratikleriyle etik anlamda ilişkilenerek üretildiğini hatırlamamız lazım. Bu etik alanın incelenebilmesi için ayrıcalık perspektifini öne çıkarmayı önereceğim. Öyle sıfırdan bir öneri değil bu şüphesiz. Ayrıcalık perspektifi başta eleştirel ırk çalışmaları olmak üzere cinsiyet (erkeklik çalışmaları da buna dahil), sınıf, sakatlık vb. geniş bir eşitsizlik çalışmaları alanında hali hazırda kullanılmakta.

Ayrıcalık, kişinin sırf üstün bir gruba üyeliğinden dolayı eriştiği olumlu toplumsal değer, avantaj, kaynak ya da güçtür; üstelik diğerleri bunlar için çabalarken. Ayrıcalık kavramını bireylerin edindiği faydalarla ilişkilendiren isimlerden biri olan Peggy McIntosh beyaz ayrıcalığını “görünmez ve ağırlıksız bir sırt çantasına” benzetir.[9] Dolayısıyla ayrıcalıkla ilgili ilk bilmemiz gereken şey görünmez olduğudur. Ben daha ziyade metafor olarak yolu tercih edeceğim; zira çanta kolaylıkla çıkarılıp atılabilir. Ayrıcalığın böyle kolaylıkla çıkarılıp atılabilecek özel bir mülkiyet olduğuna inanmıyorum. Şimdi bir yol düşünün, engebeli olsun. Bu sizin yürüdüğünüz yol. Yolun engebeleri ayağınıza takılır, sendeletir, düşürür ve acı verir ya da sürekli bu engebeleri kollarsınız, buna göre yürürsünüz, tedirgin biçimde. Fakat yol dümdüz olduğunda yolun düz olduğunu fark etmezsiniz bile, bir yolda yürüyor olduğunuzdan başka fark edilecek bir şey yoktur. Yok mu gerçekten? Yol neden düzdür? Nasıl düzlenmiştir? Ne pahasına düzlenmiştir? Yol herkes için düz müdür? Yol en başından beri düz müydü? Neden o düz yolda olan sizsinizdir? Yolda ilerleyebilmeniz yolun düzlüğüyle ilişkili olabilir mi? Peki ama, tekrar, yol neden düzdür? Bu soruların cevaplarını biliyor muyuz? Bu soruların cevaplarını bilmek istiyor muyuz? Peki bu yol nasıl bırakılır? Bir başka yol?

Ayrıcalık, hayatı kolaylaştırır fakat bu esnada genellikle düz bir yol gibi görünmezdir. Ayrımcılık, öncelikle o ayrımcılığa uğrayan tarafından fark edilir ve yine onun tarafından görünür kılınırken, ayrıcalık tam tersi bir istikamette işler; bu yüzden varlığını tespit edebilmek zordur. Sağladığı konfor, görmeye ve bilmeye zorlamaz insanı. Bu bilgisizlik, bir toplumda sadece güçlülerin sahip olabileceği bir lüks ve haktır. Barış Ünlü’nün (Türklük Sözleşmesi) şu satırlarında duymamız gereken bir şey var:

“Beyazlar sorumluluk,suç ortaklığı, suçluluk gibi duygularıyaşamamak için ırk meselesiyle ilgili bilgisizliklerine dört elle, tutkuyla sarılırlar. Bu tutku bir direnişi ima eder; zira kişi bilgi yokluğundan değil, bilgiye karşı olan ilgisizliğiyle bilgisiz kalır…pasif değil aktif bir bilgisizlik söz konusudur.”[10]

Şimdi bu paragraftaki “beyazları” “erkekler” ile değiştireceğim müsaadenizle:

Erkekler sorumluluk, suç ortaklığı, suçluluk gibi duyguları yaşamamak için cinsiyet meselesiyle ilgili bilgisizliklerine dört elle, tutkuyla sarılırlar. Bu tutku bir direnişi ima eder; zira kişi bilgi yokluğundan değil, bilgiye karşı olan ilgisizliğiyle bilgisiz kalır…pasif değil aktif bir bilgisizlik söz konusudur.”

Oluyor, değil mi? İşte erkeklik çalışmalarında, bu aktif bilgisizliği yeniden üretmemek için çok dikkatli olmamız gerekir. Peki, bu aktif bilgisizliği tanıyor musunuz? Erkek bir yazarın taciz iddialarına yönelik özrünü hatırlayalım:

“İnsan eril failliğin ne olduğunu anlayana kadar karşı tarafta ne büyük yaralar açtığını bilmeden, fark etmeden, düşünmeden hatalar yapabiliyor. Failliğin ne olduğunu bugün kadınlardan öğreniyoruz. Bilmeden, farkında olmadan yaptığım davranışlar nedeniyle kırdığım, üzdüğüm, yaraladığım bütün insanlardan samimiyetle özür diliyorum.”

Bakın her şeyi biliyor, bir eril failliği bilmiyor; her şeyi biliyor ama bir tacizin ne olduğunu bilmiyor; her şeyi biliyor ama yaptığı eylemin ne anlama geldiğini bilmiyor. Ve dikkatinizi çekerim; yaptıkları için özür diliyor ama bu yaptıklarının ne anlama geldiğini bilmemesinden dolayı özür dilemiyor. Çünkü bilmeme gibi bir ayrıcalığı, bir hakkı var. İşte, erkeklik çalışmalarının konularından biri bu ayrıcalık deneyimidir.

Eşitsizliklere dair bütünlüklü bir anlayış, eşitsizliğin her iki tarafını da orantılı bir biçimde ele almaktan geçer; fakat genellikle eşitsizlikleri inceleyen çalışmalarda ağırlık ezilenlere verilir. Bu belki de meselenin çok aşikâr olmasından kaynaklanır; fakat, aslında tam da bu aşikarlıktır ayrıcalıklı grupların bu eşitsizliklere karşı çıkmadaki sorumluluklarını hafifleten ya da görünmez kılan.[11] Dolayısıyla baskının kendisini anlamak ve o baskı altında ezilenlerle anlamlı bir ittifak kurmak için, bu dinamik eşitsizliğin üstün tarafının “üstünlüğünün”, bir başka deyişle normatifliğinin verili kabul edilmemesi gerekir. Ayrıcalıklılar normal kabul edilmemeli, ediliyorsa da öncelikle bu normun kendisiyle hesaplaşılmalıdır. Aksi takdirde, hem bu ayrıcalıklardan yararlananların eşitsizliği üretmedeki rolleri hem de ayrıcalığın eşitsiz dağılımı ihmal edilmiş olur. Fakat örnekte de gördüğümüz gibi bu ayrıcalıklı grubun özneleri, kendi ayrıcalıklarını ve buna bağlı tahakkümlerini bilinçli olduğu kadar bilinçsizce de üretirler. Nitekim eşitsizliklerin farkında olan ancak kendisini bu eşitsizliğin üretiminden sorumlu hissetmeyen ve bu yüzden eyleme geçmeyen şüphesiz bir sürü erkek var (tanıyorsunuz değil mi?); fakat tam da bu eylemsizliktir aslında ayrıcalığın sürdürülmesini sağlayan.[12] En tehlikeli ayrıcalıklardan biri de hiçbir şey yapmama ya da adaletsizlik hakkında konuşmama yani “sessizlik ayrıcalığı”dır[13] ya da söz konusu adaletsizlikle hiçbir şekilde ilişkilenmeme, kendinden gayrı herkese parmak sallama ayrıcalığıdır. Hadi buna da ben “sorumsuzluk ayrıcalığı” diyeyim.[14] İşte bu ayrıcalıklarla cinsiyetli faillerinin kendi üstün konumunu tanıdığı ve sorumluluğunu aldığı bir yüzleşmeye ihtiyacımız var.

Erkeklik çalışmalarının perspektifi ayrıcalığı odağına aldığında, erkeklerin bu ayrıcalıklardan farklı derecelerde de olsa çıkar sağladığı ya da pay aldığı ya da bu potansiyele sahip olduğu ve bu ayrıcalıklarla farklı ilişkilenme(me)lerin üreteceği iktidar ilişkilerini içerecek şekilde genişleyecektir. Bu da cinsiyet eşitliği çalışmalarına erkeklerin katılımının sadece kazanımlar üzerinden değil, aynı zamanda bugüne kadar yeterince kabul edilmeyen kaybedeceklerini, vazgeçmeleri gerekenleri de içerecek şekilde genişletilmesi anlamına gelir. Zira ayrıcalıklı grupların üyeleri kendi toplumsal konumlarını öğrenerek ve baskın özne konumlarının sorumluluğunu alarak kendilerini yeniden icat edebilir, bu ayrıcalıklardan vazgeçebilir ve özgürleşebilirler. Fakat bu sancılı bir özgürleşme olacaktır… Ayrıcalıkla yüzleşmek, sadece “ezilenin yanındayız” ve “biz de mağduruz” konumlarından farklı olarak, kendini ezilenin gözlerinden görmeyi de gerektirir.[15] Bu bakış beraberinde sorumluluk, suçluluk, öfke, korku gibi duygular getirebilir. Dolayısıyla ayrıcalıkları fark etmek, eğer hakiki bir yüzleşme başarılabilirse rahatsız edici olacaktır şüphesiz. E biraz da erkekler rahatsız olsun! Bu noktada, erkeklik çalışmaları olarak biraz ellerimizi kirletmeyi göze alabiliriz. Zira Kate Bornstein’ın “feminizm için kötü olanın translar ya da trans meselesi olmadığını, feminizmin geleceği için kötü olanın erkek ayrıcalığı olduğunu” hatırlatırken ifade ettiği gibi:

“Erkek ayrıcalığının herhangi bir yeri olduğunu sanmıyorum ve sanırım en iyisi mevcut olduğu her ortamdan çıkarılması olacaktır.”[16]

Bugün erkeklerin de mağduru oldukları patriyarkal ikili cinsiyet sistemine karşı verilen mücadelede, ancak ayrıcalıklarıyla sorumlu failler olarak yüzleşebilen öznelerden, yani edilgen değil, aktif bir failden bahsedebilirsek değişimin ve özgürleşmenin, bir başka yolun imkânını yaratmaktan bahsetmeye başlayabiliriz. Tüm bu tantana bir “imkân yaratımı” için miydi diyecek olursanız, size Butler cevap versin:

“…toplumsal dünyada “imkânsız”, okunaksız, gerçekleştirilemez, gerçekdışı, gayrimeşru bir varlık olarak yaşamanın ne anlama geldiğini kavramış bir insanın bu soruyu soracağını zannetmiyorum.”[17]

 

NOTLAR


[*]Bu yazı 22-24 Ekim 2021 tarihlerinde gerçekleşen VII. Eleştirel Psikoloji Sempozyumu’nda sunduğum “Özgürleşmeye Ayrıcalıklar Perspektifinden Bakmak” isimli sunumun geliştirilmiş halidir. Burada ele aldığım kimi tartışmaların daha detaylı halini şu iki yazıda bulabilirsiniz: İ. Özküralpli (2020) Feminizm ve Erkeklik Çalışmaları İttifakına Dair”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Feminizm, Cilt 10, ed. Feryal Saygılıgil, Nacide Berber, İstanbul: İletişim Yayınları ve İ. Özküralpli (Aralık 2021) “Biraz da Erkeklerden Konuşalım mı? Hegemonik Erkeklik Kavramının Feminist Bir Eleştirisi,” Moment Dergi, Erkeklik Çalışmaları 2. Sayısı, 8 (2), yayın aşamasında.


[1] Serpil Sancarve Murat Göç-Bilgin (2021), Erkekler, Erkeklikler ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Haritalama ve İzleme Çalışması, Ankara: CEİD Yayınları (erişim: https://dspace.ceid.org.tr/xmlui/bitstream/handle/1/1759/erkeklik_BOOK%20web%20%282%29.pdf?sequence=4&isAllowed=y;); Zeynep G. Göker, ve Aslı Polatdemir (2019). Türkiye’de Yükseköğretim Kurumlarında Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Mekanizmaları: Bir Temel Değerlendirme Çalışması, İstanbul: SU Gender ve Research Worldwide İstanbul; N. Y. Sünbüloğlu, B. Gözcü, Ç. Günay-Erkol, G. Sayılan ve S. Akyüz, Şiddetsiz Erkeklik Atölyeleri El Kitabı, İstanbul: Özyeğin Üniversitesi (erişim: https://siddetsizerkeklik.com).

[2]Judith Butler, Kadın Kategorisini Yeniden Tasavvur Etmeliyiz, Erişim: https://www.5harfliler.com/judith-butler-kadin-kategorisini-yeniden-tasavvur-etmeliyiz/ (8.09.2021).

[3] Alev Özkazanç ve Erman Örsan Yetiş (2020), “Erkeklik ve Kadına Şiddet Sorunu:Eleştirel Bir Literatür Değerlendirmesi”, Bir Musibet: Yeni Türkiye’de Erillik, Şiddet ve Feminist Siyaset, Ankara: Dipnot Yayınları, ss. 137-167.

[4] Andrea Waling, (2019). Rethinking masculinity studies: Feminism, masculinity, and poststructural accounts of agency and emotional reflexivity. Journal of Men’s Studies, 27 (1); Chris Beasley (2012) “Problematizing contemporary men/masculinities theorizing: The contribution of Raewyn Connell and conceptual-terminological tensions today”, The British Journal of Sociology63, ss. 747-765; Chris Beasley (2015) “Caution! Hazards ahead: Considering the potential gap between feminist thinking and men/masculinities theory and practice”, Journal of Sociology51, ss. 566-581; McCarry, M. (2007). Masculinity studies and male violence: Critique or collusion? Women’s Studies International Forum30, 2007; Cenk Özbay “Erkekler Dile Düşünce”, Erişim: https://m.bianet.org/bianet/kadin/204780-erkeklikler-dile-dusunce (24.01.2019).

[5] K. Cengiz, U. Tol ve Ö. Küçükural (2004) “Hegemonik Erkekliğin Peşinden”, Toplum ve Bilim, 101: 50 – 71, s.67.

[6] Tayfun Atay, T. (2004), “ ‘Erkeklik’ en çok erkeği ezer!”, Toplum ve Bilim, 101: 11 – 31.

[7] R. W Connell (1987). Gender and Power. Sydney, Australia: Allen and Unwin, s.185.

[8] Michel Foucault (2011) Entelektüel ve İktidar. Entelektüelin Siyasi İşleviseçme yazılar 1. (I. Ergüden, O. Akınhay ve F. Keskin, Çev.) İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

[9] Peggy McIntosh (1992) “White Privilege and Male Privilege: A personal Account of Coming to See Correspondences Through Work in Women’s Studies”, Race, Class and Gender: An Anthology (der. M. Anderson ve P. Collins), Belmont: Wadsworth Publishing Company.

[10] (Melissa Steyn (2012) “The Ignorance Contract: Recollections of Apartheid Childhoods and the Construction of Epistemologies of Ignorance”, Identities: Global Studies in Culture and Power, 19 (1), s. 8-25 ve Shannon Sullivan ve Nancy Tauna (2007) “Introduction”, Race and Epistemologies of Ignorance (der. S. Sulllivan ve N. Tauna), Albany: SUNY Press, s. 1-10)’den akt. Barış Ünlü (2019) Türklük Sözleşmesi. Oluşumu, İşleyişi ve Krizi. Ankara: Dipnot Yayınları, s. 59 – 60.

[11] Bob Pease (2010) Undoing Privilege; Unearned Advantage in a Divide World. Londra, New York: Zed Books.

[12]  Allan G. Johnson (2006) Privilege, Power and Difference, 2. Baskı, New York: McGraw-Hill.

[13] S. Wildman, ve A. Davis (2000) “Language and Silence: Making Systems of Privilege Visible”, Critical Race Theory: The Cutting Edge, 2. Baskı (ed. R. Delgado ve J. Stefancic), Philadelphia: Temple University Press, s. 659.

[14] Ayrıcalık listeleri için bkz. “Hayatın her alanında erkeklerin ayrıcalıkları: İşte size 160’tan fazla örnek”. Erişim: https://catlakzemin.com/hayatin-her-alaninda-erkeklerin-ayricaliklari-iste-size-160tan-fazla-ornek/ (15.01.2018)

[15] Marguerite La Caze (2008) “Seeing Oneself Though the Eyes of the Other: Asymmetrical Reciprocity and Self-respect”, Hypatia, vol. 23, no. 3, pp. 118–35.

[16] Kate Bornstein (2006) “Gender Terror, Gender Rage”, The Transgender Studies Reader (der. Susan Stryker ve Stephen Whittle), New York, Londra: Routledge, s. 239.

[17] Judith Butler (2010) Cinsiyet Belası (çev. Başak Ertür), İstanbul: Metis Yayınları, s.12.