ViraVerita e-dergi olarak 9. Sayımızın dosya konusunu “bilim” olarak belirlerken amacımız, doğayı, insanı, hayvanı sömüren tahakkümcü bilme arzusunun yerine; insanı yaşama, canlılığı ve farklılıkları koruyan bir perspektifle bağlayan özgürleştirici bir bilgi arayışının benimsenmesine ufak da olsa bir katkı sunabilmekti. Bu amaca uygun olarak, toplumsal ve politik sorumluluğu dert edinen disiplinler arası bir bilimsel ufkun oluşturulmasına katkı sunacak metinlere yer verdiğimizi umuyoruz. Keyifli okumalar dileriz.
Ezgi Ece ÇELİK & Sibel KİBAR
Özet
Bu sunuş yazısında, dergimizin 9. Sayısının dosya konusu olan “bilim” kavramına ilişkin felsefi ve siyasi sorunlar kısaca dile getirilmekte ve sorunların bu sayı kapsamında ele alınmasının öneminin altı çizilmektedir. Ardından, bilim kavramına ve bilimsel süreçlere ilişkin ağırlıklı olarak felsefi soruşturmaların yapıldığı dosya konusu kapsamındaki makaleler ve dosya dışındaki makaleler kısaca tanıtılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Bilim, Bilimsel Devrimler, Teknoloji, İktidar, Değerler
ABSTRACT
In this preface, philosophical and political problems related to the concept of “science”, which is the main subject of the 9th issue of our journal, are briefly discussed and the importance of addressing the issues are underlined. Then, both the articles on the subject of the special issue, which are mainly on philosophical investigations of the concept of science and scientific processes and the other articles are briefly introduced.
Keywords: Science, Scientific Revolutions, Technology, Power, Values
Özet
Bilim ile sözde-bilim arasında ayrım yapmak ve bilimsellik ölçütlerini belirlemek, bilim felsefesinin temel problemlerinden biridir. Bilimin sınırlarının tespiti noktasında önemli bilim felsefecileri, “doğrulanabilirlik”, “yanlışlanabilirlik” ve “bulmaca çözme” gibi ölçütlerle bilimi, bilim olmayandan ayırmak için uğraşmışlardır. Fakat mezkur ölçütlerle birlikte ileri sürülmüş olan pek çok başka ölçütün, bazı bilgi iddialarını bilimdışı olarak nitelendirmede yetersiz kaldığı görülmektedir. Bilim-bilim olmayan sınırının muğlaklığını teyit eden bu durum, günümüz bilim insanlarının astrolojiye olan tutumlarında bariz bir biçimde kendini göstermektedir. Bununla birlikte güncel “astroloji vakası”, hareket noktası ve dile getirilen eleştirilerin mahiyeti bakımından kadim bir tartışmayla büyük benzerlikler göstermektedir. “Kehanet vakası” olarak adlandırılabilecek bu kadim tartışma, belirli ilkeleri, temellendirmeleri ve biçimsel kurallarıyla “bilimsel” bir etkinlik olarak düşünülmüş olan Stoacı kehanet anlayışı ile bu anlayışa muhalif yazarların eleştirilerini içerir.
“Astroloji vakası” ile “kehanet vakası” arasındaki benzerliklerden hareketle bilimin sınırları probleminin izini Antik çağda sürmek bu çalışmanın içeriğini oluşturmaktadır. Bilimin sınırlarının metodik ölçütlerle çizilemeyeceği iddiasından hareketle bu çalışmada ilkin, kehanete bilimsellik atfeden Stoacıların tanımları ve temellendirmeleri ile kehanete muhalif yazarların eleştirileri tartışılmakta; sonrasında da bu temellendirmeler ve eleştirilerden hareketle “sözde bilimlerin” konumu değerlendirilmektedir. Son tahlilde bu çalışma bilimi, bilim olmayandan ayıracak ölçütün metodik olmadığını; ölçütün toplumsal yahut politik eğilimler tarafından belirlenen paradigmalardan kaynaklandığını ortaya koymaya çalışmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Kehanet; Stoacılık; Astroloji; Bilim; Sözde-bilim
Abstract
The distinction between science and pseudoscience and determining the criteria of scientificity are fundamental problems of the philosophy of science. At the point of determining the boundaries of science, important philosophers of science have tried to distinguish science from non-science by some criteria such as ‘’verifiability’’, ‘’falsifiability’’ and ‘’puzzle solving’’. However, many other criteria, which have been put forward together with the mentioned criteria, are inadequate to qualify some information as unscientific. This situation, which confirms the ambiguity of the science-non-science-boundary, is evident in the attitudes of today’s scientists towards astrology. However, the current ‘’case of astrology’’ shows a great similarity with an ancient debate in terms of the point of departure and the nature of the criticisms being voiced. This ancient discussion, which can be called ‘’the case of prophecy’’, includes criticism of the Stoic prophecy which was thought to be a ‘’scientific’’ activity with certain principles, basics and formal rules, and the criticism of the authors who opposed to this understanding.
The content of this study is to trace the problem of the boundaries of science based on the similarities between ‘’the case of astrology’’ and ‘’the case of prophecy’’ in the ancient times. In this paper, it is claimed that the boundaries of science cannot be drawn by some methodical criteria. To this end, firstly, the definitions and basics of the Stoics referring to the prophecy and the criticisms of the writers who are opposed to prophecy are discussed; and the position of “pseudoscience” is then evaluated based on these basics and criticisms. In the final analysis, this study tries to reveal that the criterion which distinguishes science from non-science is not methodical; it is rather based on the paradigms determined by social or political tendencies.
Keywords: Prophecy; Stoicism; Astrology; Science; Pseudoscience
Özet
Bu çalışmada Bilimsel Devrimlerin Yapısı’ndan Yapı’dan Sonraki Yol’a geçerken T. Kuhn’un felsefesinde ne gibi bir dönüşüm yaşandığı ele alınacaktır. Kuhn’un geç dönem çalışmaları bilim felsefesi açısından oldukça verimli bir tartışma potansiyeli taşımalarına rağmen genellikle Bilimsel Devrimlerin Yapısı’nın gölgesinde kalmışlardır. Bu çalışmayla, Kuhn’un geç dönem felsefesinin ve geçirdiği dönüşümün taşıdığı potansiyellere işaret edilmesi hedeflenmektedir. Bunun için öncelikle Kuhn’un iki dönemini temsil eden Bilimsel Devrimlerin Yapısı ve Yapı’dan sonraki Yol adlı eserleri hakkında bilgi verilecektir. Daha sonra, erken dönemden geç döneme geçerken sırasıyla paradigma, bilimsel devrim ve Eşölçülemezlik kavramlarında nasıl bir dönüşüm meydana geldiği anlatılacaktır. Son olarak ise bu dönüşümün Bilimsel Devrimlerin Yapısı’ndan sonra Kuhn’a yöneltilen temel eleştiriler açısından sonuçları tartışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Bilimsel Devrimlerin Yapısı; Yapı’dan Sonraki Yol; Paradigma; Bilimsel Devrim; Eşölçülemezlik; Leksikon.
Abstract
In this study, the transformation of T. Kuhn’s philosophy from The Structure of Scientific Revolutions to The Road Since Structure will be discussed. Although Kuhn’s late works have a potential for rich discussion for philosophy of science, they are often overshadowed by The Structure of Scientific Revolutions. With this study, it is aimed to point out the potentials of Kuhn’s late philosophy and its transformation. For this purpose, firstly, The Structure of Scientific Revolutions and The Road Since Structure, which are representative of two periods of Kuhn, will be introduced. Then, the transformation of the concepts paradigm, scientific revolution and incommensurability from the early to late period will be explained. Finally, the results of this transformation will be discussed in terms of main criticism of Kuhn after The Structure of Scientific Revolutions.
Keywords: The Structure of Scientific Revolutions; the Road since Structure; Paradigm; Scientific Revolution; Lexicon.
Özet
Bu makalede hipotetik bir çerçeve olarak alınan Thomas Kuhn’un Bilimsel Devrimlerin Yapısı’nda inşa ettiği paradigma eksenli bilim teorisi, yayınlandığı günden bu yana bilim psikolojisini çağıran sorular doğurmuştur. Bu sorular modern bilimin tarihinde önemli bir yer tutan Galileo Vakası’nda alınan kararın esasen epistemolojik bir mücadeleden yükseldiği ve dine aykırılığı ikinci planda tutarak (günümüz terminolojisiyle) bilime aykırılık temelinde ortaya çıktığı bilgisiyle ayrı bir boyuta taşınır. Tarihsel süreç içerisinde doğan bu soruları Kuhncu bilim teorisinin eksik yanı olarak görme seçeneğini ikinci planda tutan bu çalışma, alternatif bir görme biçimini göreve çağırır. Kuhncu bilim teorisinde vuku bulan karmaşa aslında insani faktörlerin devreye girmesiyle ‘zorunlu’ bir karmaşadır. Bu açıdan bakıldığında Kuhncu epistemolojiyi temel alan bir inceleme alanı olarak bilim psikolojisi için potansiyel sorular mevcuttur ve bu çalışma ışığında ‘yanıtlandığı varsayılan’ diğer epistemolojik sorular gözden geçirildiğinde bilim psikolojisine yeni bir görev alanı açılacağı varsayılabilir. Bu makalenin ana tezi Kuhncu bilim teorisi temele alındığında meşru ve işlemselleştirilebilir bir araştırma programı olarak bilim psikolojisinin olanaklı olduğudur.
Anahtar Kelimeler: Bilim Teorisi; Epistemoloji; Bilim Psikolojisi; Thomas Kuhn; Galileo
Abstract
The theory of science that Thomas Kuhn built in the Structure of Scientific Revolutionswas considered as a hypothetical framework in this study. Since the publication of the work, many questions have arisen that call for a psychology of science. These questions are moved to another dimension through the knowledge of the decision made within Galileo Affair, which occupies an important place in modern science, fundamentally arising from an epistemic struggle and emerging out of an unscientific base rather than the charge of unholiness. Abandoning the perspective which evaluates these questions within a historical process as a weak side of the Kuhnian theory of science, this study challenges the current approaches with an alternative approach. The epistemic complexity in the Kuhnian theory of science is an imperative complexity caused by human factors. From this perspective, there are potential questions for psychology of science as a field of study based on Kuhnian epistemology and it can be assumed that new problems may appear when the other epistemological questions which assumed as “answered” are reviewed in the scope of this study. The main thesis of this study is that psychology of science is possible as a valid and operationalizable research program based on Kuhnian theory of science.
Keywords: Theory of Science; Epistemology; Psychology of Science; Thomas Kuhn; Galileo
Özet
Geleneksel bilim anlayışının birikimsel olarak ilerleyen bilim tanımına karşı Thomas Kuhn’un öne sürmüş olduğu “bilimsel kuramların eş-ölçülemezliği” tezi, ardışık bilimsel paradigmaların ortak bir ölçüte sahip olmadığını ve birbirlerine tercüme edilemeyeceğini ifade eder. Öte yandan Donald Davidson, eş-ölçülemezlik tezine karşı güçlü bir argüman geliştirmekte ve paradigma veya kavramsal şema ile bu şema tarafından yorumlanmayı bekleyen içerik ikiliğine karşı çıkmaktadır. Ona göre farklı kavramsal şemalardan söz etmek tutarsızdır, zira paradigmalar arası tercümenin mümkün olduğu durumlarda farklı kavramsal şemalar söz konusu değildir. Tercümenin mümkün olmadığı durumlarda ise tercüme edilemeyen şeyin bir dil olduğunu iddia etmek için bir dayanağımız yoktur. Bu nedenle eş-ölçülemezlik tezi savunulabilir değildir. Ancak Davidson’un argümanları itiraz edilemez değildir. Özellikle “tercüme” ve “yorumlama” kavramlarının arasındaki farkın altını çizerek bu itiraza karşı çıkmak mümkündür.
Anahtar Kelimeler: Eş-ölçülemezlik; İçerik; Kavramsal şema; Paradigma; Tercüme; Yorumlama.
Abstract
Against the traditional definition of science as progressing cumulatively, Thomas Kuhn introduces “the incommensurability of scientific theories” thesis, according to which, successive scientific paradigms have no common measure and cannot be translated. However, Donald Davidson constructs a strong argument against the incommensurability thesis and opposes the duality of a paradigm or conceptual scheme and content that awaits to be interpreted. According to him, it is incoherent to talk about different conceptual schemes, because when translation between two languages is possible the conceptual scheme of translated languages are identical. But if translation is not possible then we have no evidence for claiming that what we cannot translate is in fact a language. Therefore, the incommensurability thesis is untenable. However, Davidson’s argument is not without its critics. It is possible to oppose his argument by highlighting the difference between “translation” and “interpretation.”
Keywords: Incommensurability; Content; Conceptual scheme; Translation; Interpretation.
Özet
Bilimsel kuramlar değerlerimizden etkilenir. Bunu kabul etmek bilimin güvenilirliğini reddetmeyi gerektirmez. Üstelik bilimsel kuramlar her ne kadar bizim değerlerimizle şekilleniyor olsalar da, onlar tarafından belirlenmezler. Bu yazıda birbirini destekleyecek üç görüş savunacağım. İlki bilimsel doğruların epistemik olmayan değerlere bağlı olduğu. İkincisi bunun bilimin güvenilirliğini sarsmadığı. Üçüncü olarak ise bilimin bu değerleri dönüştürme gücü olduğu. Bu yolla bilim yaşamlarımızı yalnızca teknolojik yeniliklere yol açarak değil aynı zamanda düşünme biçimimizi hatta ahlaki değerlerimizi dönüştürerek de etkiler.
Anahtar Kelimeler: Epistemik Olmayan Değerler; Bilimin Özerkliği.
Abstract
Scientific theories are influenced by our values. Admitting this does not mean rejecting reliability of science. Moreover even though scientific theories are shaped by our values they are not determined by these values. In this paper I will defend three mutually supporting views. First, scientific truths are dependent on non-epistemic values. Secondly, this does not undermine the reliability of science. Thirdly, that science is capable of transforming these values. In this way science not only influences our lives via producing technology but it also transforms our way of thinking even our moral values.
Keywords: Non-epistemic Values; Scientific Autonomy.
Özet
Bu çalışmada, doğa bilimleri ile sosyal bilimler arasında bir ayrım yapılıp yapılamayacağı tartışması, sosyal bilim yasalarının varlığı çerçevesinde ele alınıyor. Kincaid’in argümanı takip edilerek natüralist bir görüşün bilimsel yasalar konusuna bakışının ana hatları ortaya çıkarılıyor. Sosyal bilim yasalarının varlığından duyulan kuşkunun nasıl giderilebileceği, düzenliliklerin bilimsel ifadesinde ceteris paribusyasaların kullanımının kaçınılmazlığıyla gösteriliyor. Bununla birlikte, bu yolla bilim sınıfları arasında metodolojik bir birlik bulunduğunu iddia etmenin, bilimin amaç ve vaatlerine ilişkin kritik tartışmalara büyük bir katkı sunmadığı savunuluyor.
Anahtar Kelimeler: Doğa yasaları; Bilimin Birliği Tezi; Sosyal bilimler; Natüralizm
Abstract
This study addresses the question of whether the two grand classes of sciences (that is, natural and social sciences) can be differentiated on the issue of the existence of laws of social science. Harold Kincaid’s argument as providing an outline for the naturalist view of scientific laws is traced. This is followed by resolving the doubts concerning the existence of laws in social sciences, by showing the inevitability of the use of ceteris paribus laws as statements of regularities. It is acknowledged that through these, a naturalist can articulate the methodological unity of natural and social sciences. Even so, it is argued that promoting such unity does not contribute much to important debates concerning the purposes of and the promises inherent in the scientific enterprise.
Keywords: Laws of Nature, Unity of Science, Social Sciences, Naturalism
Özet
Bu makale, yeni tıbbi teknolojilerin değiştirdiği canlılık örüntülerini, Donna Haraway’in düşüncesi ışığında tartışmaktadır. Güncel tıbbi teknolojiler sonucunda insan bedeninin sınırları açılmaktadır. Buna bağlı olarak, insana özgü canlılık, başka türde şeylerle buluşmaktadır. Böylece, derisi ile çevrelenmiş ve türüne hapsolmuş bir bedenin kendisi de düşüncesi de ortadan kalkmaktadır. Bu yazıda, Haraway’in bir ideoloji olarak biyoloji fikrine dayanarak, kadınlar açısından sınırları belli bir bedenden kurtulmanın, o beden sayesinde işleyen ataerkil ilişkileri kendiliğinden çözmeyeceğini öne sürüyorum. Öte yandan, Haraway’in siborg figürünü feminist bir beden politikasının yürütücü öznesi olarak nasıl kavramsallaştırdığını tartışıyorum. Siborg, bir bütün etmeyen ama ilişki kurabilen bedeniyle, insanı diğer insanlara, hayvanlara, bitkilere, makinalara ve teknolojik şeylere doğru genişletebilir. Bu haraketliliğiyle, kadınlara özgü verili bir doğa ve biyoloji fikrini geçersiz kılma gücüne sahiptir.
Anahtar Kelimeler: Donna Haraway; Cinsiyetlendirilmiş Beden; İdeoloji Olarak Biyoloji; Siborg; Beden Sosyolojisi.
Abstract
This article discusses the vitality patterns changed by new medical technologies, in the light of Donna Haraway’s thought. Contemporary medical technologies enable the opening of the human body’s borders. In line with that the vitality peculiar to human meets with other kinds of things. Thus, the thought of a human body surrounded by its skin and imprisoned into its species disappears. In this article, based on Haraway’s argument of biology as ideology, I propose that for women to get rid of a circled-body will not automatically eradicate the patriarchal relations which function through this body. On the other hand, I discuss how Haraway conceptualizes the figure of cyborg as the executive subject of a feminist body politics. Through her body, which does not constitute a whole but may establish relations, cyborg can expand human to other human, animals, plants, machines and technological things. With this capacity of mobility, she has the power to invalidate the idea of a given nature and biology specific to women.
Keywords: Donna Haraway; Gendered Body; Cyborg, Biology as Ideology; Sociology of the Body
Özet
Friedrich Nietzsche geleneksel felsefi yaklaşımlardaki özgürlüğün bilinçten, köleliğin bedenden kaynaklandığına ve çoğu modern felsefedeki özgürlüğün yalnızca insani bir görüngü olduğuna yönelik düşünce kalıplarının aksine, köleliğin de özgürlüğün de bedensel süreçlerden türediğini öne sürer. Bu makalede, Nietzsche’nin, insani etkinliği doğal süreçlerden koparmamasına rağmen, nasıl olup da onu dışsal doğal yasaların belirlenimine kurban etmeksizin yenilik, yaratma, özgürlük, fark ve etkinlik temelli bir felsefe oluşturabildiği gösterilecektir. İlk olarak bitki, hayvan ve insan ilişkisi üzerinden, Nietzsche’ye göre, tüm varlıklarda ortak olan kölelik ve özgürlük süreçlerinin biriktirilen ve harcanan güçlerin bir sonucu olduğu iddia edilecektir. Son olarak, insanın doğaya zararlı müdahalesini geri çevirmeye yönelik geleneksel ekoloji anlayışlarının aksine, Nietzsche’nin verimlilik merkezli felsefesinden hem tehlike içindeki hem de tehlikeli bir yaşam olarak, yine hem tehlike içindeki hem de tehlikeli bir ekosistemi olumlayan, sıradışı bir ekosistemler anlayışının çıkabileceği iddia edilecektir.
Anahtar Kelimeler: İnsan Hayvanı; insan bitkisi; biriktirilen güç; harcanan güç; yeni ekosistemler
Abstract
Contrary to both the traditional philosophical approaches arguing that freedom is originated from consciousness but slavery stems from body, and the modern philosophy maintaining that freedom is only a human phenomena, Friedrich Nietzsche asserts that both freedom and slavery are rooted in bodily processes. In this article, it will be shown how Nietzsche, despite he doesn’t seperate human activity from natural processes, can create a philosophical manner based on innovation, creation, freedom, difference and activity without sacrificing human activity to the determination of external natural laws. Firstly, through relationship among plants, animals and human beings, it will be claimed that, according to Nietzsche, the processes of slaveryandfreedom, which are common to all creatures, are result of the stored up or used up forces. Secondly, it will be argued that, unlike traditional ecological understandings desiring to reverse human beings’ harmful intervention in nature, it would be derived from Nietzsche’s fruitfulness-centered philosophy that an extra ordinary understanding of ecosystems embraces an endangered/dangerous ecosystem as a kind of endangered/dangerous life.
Keywords: Human animal, human plant, storedup force, used up force, novel ecosystems
Özet
Yeniçağda felsefede parlayan disiplin epistemoloji olmuş ve bununla birlikte bilgi açısından “değer-olgu”, “olan-olması gereken” ayrımları da belirginleşmeye başlamıştır. Auguste Comte’un başını çektiği ve modern dünyaya ait bir girişim olan pozitif bilim anlayışıyla birlikte, doğa dünyası ile insan dünyası, fiziksel alan ile sosyal alan, özne ile nesne arasında köklü ayrımlar bulunduğu ve gerçek bilgiye ancak somut olayların ampirik olarak incelenmesiyle ulaşılabileceği görüşü hakim olmuş, bu görüş ile birlikte bilim, olguları deneysel olarak incelemek ile sınırlı tutulmuş, bunun dışında kalan alanlar,-Metafizik, Etik, Politika vb.- bilimin kapsamına dahil edilmemiştir. Buna karşılık Aristoteles, yüzyıllar öncesinden teorik bilimlerle insanın eylem hayatını konu edinen pratik bilimlerin iki farklı bilim dalı olduğunu ve her iki alanda da bilgi ortaya konulabileceğini ortaya koymuştur. Bu çalışmada, Aristoteles felsefesinde, etik ve siyaset gibi -pozitivistlerin değer içerdiği için bilimsel alandan dışladığı- pratik bilimlerin mahiyetini ve bilim dünyasında etik ve siyaset gibi pratik bilimlerin değerinin ne olduğu ortaya konulmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Bilim; Pozitivizm; Doğa; Ahlak; Erdem; Değer; Etik.
Abstract
Epistemology has taken a rise in the modern ages which brought along a clarification between “value- phenomenon” concepts and “what is- what must be”. Essential discriminations between nature world and human world, physical space and social space, and, subject and object as well as the understanding of true knowledge as can only be grasped through empirical investigation of concrete cases were started to be accepted widely with the help of positive science movement as an attempt from modern world led by Auguste Comte. Following that, science was limited to investigate phenomena only experimentally and the rest (e.g. metaphysics, ethics and politics) were excluded from the scope of science. On the other hand, centuries earlier, Aristoteles put forward a discrimination between the theoretical sciences and practical sciences regarding the human action life and suggested that knowledge can be aquired through both. This study attempts to reveal the nature and the significance of the practical sciences such as ethics and politics, that positive scientists exluded from the scope of science since they comprise value, according to Aristoteles’s view.
Keywords: Science, Positivism, Nature, Morals, Virtue, Value, Ethics.
Özet
Abstract
This article deals with the philosophical contributions to the discourses on war and peace. In particular it examines the influence of market liberalism and Marxist socialism. It approaches that topic from a historical perspective, asking how philosophy contributed to nationalist and authoritarian discourses in Europe just prior to World War I and II. The aim is to prompt reflection on how antagonistic theoretical concepts – particularly market liberalism and Marxist socialism – affect acts of war and peace and to deepen critical awareness of these concepts in current debates on contemporary problems concerning political polarization and conflict. My approach strongly argues against fatalist conceptions in philosophy which support irreconcilable political attitudes on matters concerning the political economy of a country. Instead, it argues in favour of a perspective elaborated by Karl Polanyi which assumes that free markets need to be embedded in democratic structures and generous welfare states if (social) peace is not to be endangered. Therefore, it should rather be read as a general argument on the influence of fatalist philosophical concepts on political discourses, not as a detailed historical analysis or a comprehensive philosophical overview.
Keywords: War, Peace, Market Liberalism, Marxist Socialism, Polanyi
Özet
Bu makale savaş ve barış söylemlerine felsefi katkıları ele almaktadır. Özellikle, piyasa liberalizminin ve Marksist sosyalizmin etkisini incelemektedir. I. ve II. Dünya Savaşı’ndan hemen önce Avrupa’da milliyetçi ve otoriter söylemlere felsefenin nasıl katkı sağladığını sorarak, konuya tarihsel bir perspektiften yaklaşmaktadır. Çalışmanın amacı, birbirine zıt kuramsal kavramların—özellikle de piyasa liberalizminin ve Marksist sosyalizmin—nasıl savaş ve barış eylemlerini etkilediği üzerine düşünmeyi istemek ve siyasi kutuplaşmayla ve çatışmayla ilgili güncel sorunlar hakkındaki güncel tartışmalarda bu kavramların eleştirel farkındalığını derinleştirmektir. Benim yaklaşımım, bir ülkenin politik ekonomisine ilişkin konularda uzlaşmaz politik tutumları destekleyen, felsefedeki kaderci anlayışlara şiddetle karşı çıkıyor. Bunun yerine benim yaklaşımım, (sosyal) barışın tehlikeye atılmaması için serbest piyasaların demokratik yapılara ve cömert refah devletlerine dâhil edilmesi gerektiğini varsayan Karl Polanyi’nin detaylandırdığı bir bakış açısını savunuyor. Bu nedenle, bu çalışma detaylı bir tarihsel analiz veya kapsamlı bir felsefi bakış açısı olarak değil de; kaderci felsefi kavramların siyasal söylemler üzerindeki etkisine dair genel bir argüman olarak okunmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Savaş, Barış, Piyasa Liberalizmi, Marksist Sosyalizm, Polanyi
Özet
Bu yazı feminist çalışmalar ve queer çalışmalarıyla beraber eleştirel toplumsal cinsiyet çalışmalarının önemli bir parçası olan erkeklik çalışmalarının köşe taşı olan bir kitabın, Raewyn Connell’ın Masculinities (2005) adlı ünlü çalışmasının Türkçe çevirisi Erkeklikler’i (2019) ele alıyor. Yazıda ilkin erkeklik çalışmalarının kurucularından ve en önemli isimlerinden biri olan Connell’ın çalışmaları arasında Erkeklikler’in yeri tartışılıyor. Ardından da Erkeklikler’deki başlıca tartışmalar ele alınıyor.
Anahtar Kelimeler: Toplumsal Cinsiyet; Raewyn Connell; Erkeklikler; Erkeklik Çalışmaları
Abstract
This article is about the Turkish translation of Raewyn Connell’s Masculinities (2005), Erkeklikler (2019), a book that is one of the cornerstones of masculinity studies, which is a part of critical gender studies altogether with feminist studies and queer studies. Here, firstly the place of Erkeklikler in Connell’s oeuvre, who is one of the founders and most significant names of masculinity studies, is discussed. Afterwards, the debates in Erkeklikler is discussed.
Keywords: Gender; Raewyn Connell; Masculinities; Masculinity Studies