Bugün Hegel’e Demir Atmak Ne Anlama Geliyor?

Bu incelemeyi teşvik eden iki temel motif bulunmaktadır. İlki yazarlara aittir ve şöyle tarif edilmektedir; “bu çalışma (…) Hegel’in felsefesi çerçevesinde şekillenen toplumsal ontoloji ile politik düşünce arasındaki bağlantıya ilişkin tartışmaların farklı taraflarını/yönlerini bütünlüklü bir şekilde ortaya koymak”[1] ister ve böylece “Türkiye’de özgürlük ve adalet mücadelesi veren toplumsal muhalefet çevrelerinde öne çıkan bir politik tutuma -özelde Schmitt-Heidegger ilişkisinden beslenen agnostik anlayışa- alternatif olabilecek entelektüel düzeyde yeni bir felsefi çerçeve”[2] önerecektir. İkinci motif, kitabın niyeti (yeni bir politikanın imkanı) ve adı (Alacakaranlık) arasındaki ilişkiden kaynaklanan bir paradoksa ilişkindir ve incelemenin bütün kısımları aslında bu paradoksu sunmaya hizmet etmektedir. Bu iki motif uyarınca ilk olarak Hegelci bir çerçevede incelenen toplumsal ontoloji ve politik düşünce arasındaki ilişki serimlenecek sonuç bölümünde de söz konusu paradoksa işaret edilecektir.

Başlık, Slavoj Zizek’in “Bugün Marx’a Başvurmak: Demir Atma Hareketini Yinelemek” başlıklı yazısından esinini almıştır. Zizek yazısında “Marx hâlâ güncel mi?” diye sormakta ve “(…) evet ama Marx’ın tahmin ettiğinden de fazla” şeklinde cevaplamaktadır. Cevaptaki vurgu Marx’a yönelik ilgide bir revizyona ihtiyaç duyulduğuna işaret etmektedir. İncelemeye konu derleme kitabın yazarları da Hegel’in güncele dair söyleyecek bir sözünün olduğu konusunda hemfikirdirler. Bununla beraber yazarlar, Hegel’in kendisine yönelik ilgiye bir revizyon önermekten ziyade Hegel’le beraber bir revizyon önermektedirler. Bu tür bir ilginin ortaya çıkardığı sonuçlara ilerleyen kısımlarda değinilecektir. Alacakaranlıkta Hegel’i Düşünmek derlemesinin yazarları için başlıktaki soru yaşama yönelik tutkulu bir tavrı dile getirmektedir. Derlemenin -odağına ağırlıklı olarak yaşam kavramını alan- genel çerçevesi, Hegel’in gençlik dönemi yazıları dahil neredeyse bütün metinlerini kat ederek filozofun ontoloji, epistemoloji ve etik-politika ilgisini çağdaş Amerikan Hegelciliğine dek takip etmektedir. Bu genel çerçeve içinde bir araya gelen ancak farklı sorunsallara sahip tartışmaları ortak kesen birkaç başlık tespit edilebilir. Başlıklardan ilki, Hegelciliğin toplum teorilerindeki ihtilaflı konumuna ilişkindir. Kurtul Gülenç’e göre bu ihtilafın temel sebeplerinden biri “Hegelci felsefenin metafizik boyutu ile sosyolojinin bilimsel alan olma çabası arasındaki gerilimde”[3] saklıdır. Bununla ilişkili bir diğer unsur, toplum bilimlerinde yöntem tartışmalarına dairdir. Ömer B. Albayrak’ın değindiği üzere linguistic turn’ün de etkisiyle toplum bilimlerinde kendini yeniden gösteren pozitivizmin her şeyi dile indirgemesine, bilgi teorisini çözüp yerine bilim teorisini geçirmesine ve böylece radikal bilgi eleştirisinin imkanını sınırlandırmasına karşı Hegel’in sarf edebileceği bir çift sözü bulunmaktadır.

Derlemeyi ortak kesen ve aslında derlemedeki yazarların asıl motivasyonu gibi görünen diğer başlık ise, Hegel’le birlikte yeni ve bir ölçüde daha radikal bir politikanın imkanını soruşturmaktır. Bu imkân için başvurulan temel kavramlar ise eleştiri, özgürlük ve toplumsal ontolojidir. Hegel külliyatında bu üç başlığın buluştuğu yer Tinin Fenomenolojisi’nin “Özbilinç” başlıklı kısmıdır. Yazarların bu kısıma gösterdiği ilgi iki noktada yoğunlaşır ve derlemenin bütününe yayılan asıl motivasyonu açık kılar. Birinci nokta, özbilinçlerin birliği olarak toplumsal ontoloji ve eleştirinin buradaki rolüne dairdir. İkinci nokta arzu, öteki ve tanınma kavramlarıyla tartışılan özgürlüğün söylemsel, iletişimsel ve nihayetinde de kurumsal imkânına ilişkindir.

Özbilinçlerin birliği olarak toplumsal ontoloji ve eleştirisi ağırlıklı olarak Mantık Bilimi ve Tinin Fenomenolojisi’ni merkeze alır. Güçlü Ateşoğlu, Hegel’in baskın okunma ve böylece konumlandırılma biçimlerini eleştirmekte dolayısıyla bu okunma biçimlerinin dışında farklı bir duruş noktası önermektedir. Yazar, Hegel’i Descartes, Kant ve Husserl felsefelerine hâkim olan problematikten (epistemolojik boyuttan) ayıracak, ardından Feuerbach ve Marx’ın Hegel eleştirilerinin ‘açıklarına’ işaret ederek (materyalizm ve idealizmi karşılaştıran boyuttan) Fichte ve Hegel birlikteliğinin sunduğu (bütünün yaşamına, edimsel bilmeye) bir okuma önerecektir. Koyu bir Hegelciliğin hâkim olduğu bu okuma önerisi, derlemenin en tereddütsüz Hegelci makalesidir. Dolayısıyla bu makaleye sorulacak sorular derlemenin bütününü de ilgilendirecektir. Bu kısım incelemenin sonuç bölümünde ayrıca değerlendirilecektir.

Toplumsal ontoloji ve eleştirinin buradaki rolüne yoğunlaşan Gülenç ise, Hegel’i Herbert Marcuse dolayımıyla tartışmaya davet etmektedir. Yazar, Marcuse’nin radikal eylem teorisindeki somut birey-öznenin izini Hegel, Dilthey ve Heidegger’le sürmektedir. Marcuse’nin Heidegger ilgisinin uğrakları (şeyleşme eleştirisi, kendini anlama ve aşma, somut bir varlık olarak Dasein, itina ve ihtimam) ve bu ilginin “yaşam” kavramına doğru açıldıkça Hegel ve Dilthey’a yönelmesinin gerekçeleri yazarın odak noktasını oluşturmaktadır. Bir diğer ifadeyle fundamental ontolojiden (Heidegger’den) toplumsal ontolojiye (Hegel’e) geçişin uğrakları çalışmanın merkezindedir. Yaşam, toplumsal ontoloji ve somut birey-öznenin ele alınışı Hegelci diyalektik, kavram, tin ve özbilinç kavramlarıyla iç içe gelişmektedir. Dolayısıyla bu kavramların bir tanımının verilmesi hem Marcuse dolayımıyla çağrılan Hegel’i hem de derlemenin yukarıda değinilen toplumsal ve etik-politik motivasyonunu daha belirgin kılacaktır. Marcuse’ye göre, Heidegger’in gayrı-sahihliğin çözümü için (ki bu gayrı-sahihliği şeyleşme eleştirisi üzerinden Marcuse de paylaşır) önerdiği ölüme-doğru-varlık analizi tatminkâr değildir. Yaşam yerine ölümü odağına alan bu tür bir analiz, bireysel içe yönelme durumunu teşvik etmekte ve somut birey-öznenin radikal eylemiyle dönüştüreceği toplumsal uğrağı hesaba katmamaktadır. Marcuse ve dolayısıyla Hegel için yaşam, düşüncenin bizzat kendisinin almış olduğu bir şekildir ve dolayımı mümkün kılmaktadır. Gülenç’in aktardığı üzere Fenomenoloji’de yaşam “hem kendini bilme olarak yaşamdır hem de aynı ölçüde, ötekine bağımlı ya da öteki için nesne olduğunu bilen bir öz-bilincin yaşamıdır”.[4] Böylece yaşam olarak öz-bilinç hem kendisi hem öteki için varoluştur.[5]

Derlemenin bir diğer yazarı Volkan Çıdam’ın aktardığı haliyle özbilinç “bilincin özel bir durumudur: her bilinç durumu, bir nesnenin bilincini ifade ederken, öz-bilinç, bilincin bu ilişkiselliğin hem nesnesi hem de öznesi olduğu durumdur. Bu ilişkisellik sayesinde, Tin kavramıyla karşılaşırız”.[6] Tin ise farklı öz-bilinçlerin birliği olarak mutlak töz, Ben ki Bizdir, Biz ki Bendir.[7] Hegelci özgürlük de tanımına burada kavuşur; özgürlük, birbirlerini dolayımlayarak tarihi meydana getiren öz-bilinçlerin yaşamıdır. Bütün bu süreci devindiren unsur ise bilincin ilerleyişinin tarihi olarak diyalektiktir. Diyalektik “(…) Varlığı Hegel’in Mutlak İde olarak adlandırdığı şeye ulaşana dek olumsuzlamalar dizisi aracılığıyla saflaştıran bir tür devinimdir”.[8] Öz ile varoluşun birliği olarak edimsellik, kendi gelişimi yoluyla kendini tümleyen öz olarak bütün ve kendi kendisinin oluş süreci olarak hakikat, bu diyalektik devinimin sayesiyledir.

Derlemenin yazarlarının Hegel’e yönelik ilgisi bir toplumsal ontolojinin imkânı olarak özbilincin bu yüksek nitelikli durumudur. Derlemenin Hegel’e sempati duyan genel eğiliminin dışında duran makale ise Önder Kulak’ın Adorno ve Hegel ilişkisini tartıştığı kısımdır. Yazar, Hegelci bütünün ya da totalitenin hem mantıksal hem de etik-politik çıkmazlarına proton pseudos (başlangıç yanlışı), hysteron proteron (mantıksal açıdan sonra gelmesi gerekenin önce söylenmesi), index falsi (hatalı belirlenim) gibi kavramlarla işaret etmektedir. Toplumsal varlığın ontolojisine duyulan genel ilgi, Kulak’ın makalesi ile kısa devreye uğratılmış gibidir. Hegel’de toplumsal varlığın ontolojisi ne pahasına kurulmaktadır? Adorno’nun cevabı yıkıcıdır; mantıksal açıdan şeyin, etik-politik açıdan insan tekinin buharlaşması pahasına. Bu tür bir derlemede Adorno’nun Hegel’e duyduğu olumlu ilginin öne çıkarılması ve bu ilginin çalışma biçimlerinin neler söyleyeceğine odaklanmak daha uygun olabilirdi. Adorno’nun Minima Moralia’da işaret ettiği, tarihsel bilgiye sahip olmanın bütün eleştirel teorinin amacı olan yıkımı durdurma projesinin hizmetinde olması gerektiği burada hatırlatılabilir.

Derlemedeki ikinci nokta; arzu, öteki ve tanınma kavramlarıyla tartışılan özgürlüğün söylemsel, iletişimsel ve nihayetinde kurumsal imkanıdır.. Bu kısımda ise Hegel’in diğer metinleriyle birlikte ağırlıklı olarak doğal hukuk ve pozitif hukuk gibi konuları irdelediği[9] Jena dönemi metinleri ve Tüze Felsefesi tartışılmaktadır. Bu bağlamda Özgür Emrah Gürel’in anayasa ve devrim ilişkisini tartıştığı kısım son dönemlerde çeşitli vesilelerle öne çıkan demokratik cumhuriyet tartışmalarına bir katkı sunma potansiyeliyle de öne çıkmaktadır. Yazar yasallık (hukukun üstünlüğü ve anayasasının yasallığı ilkesi) ve meşruiyet (demokrasilerin umudu olarak görülen modern devrimlerin meşruiyeti ve ütopya fikri) arasındaki gerilimi Habermas aracılığıyla tartışmaktadır. Yasa ve meşruiyet, demokrasi ve anayasa kavramları arasındaki gerilime eş-kökenliliğine yapılan referansla cevap arayan yazar, aşırı somutluk (Marksizmin genel olarak politikayı kavrayış biçimi) ve aşırı saydamlık (liberalizmin genel olarak politikayı kavrayış biçimi) gibi politik biçimleri eleştirmekte ve bu bağlamda bir revizyon önermektedir. Bununla beraber Agamben’in Kutsal İnsan’da egemenlik tartışması dolayımıyla tespit ettiği ve içleyici bir dışlama içinde işleyen[10] hukuk ve yaşam arasındaki ilişki hatırlandığında bir tür revizyon önermek yerine radikal bir eleştirinin imkanını kollama gerekliliği kendini daha kesif olarak dayatmaktadır.

Son olarak Volkan Çıdam’ın, Axel Honneth’in eleştiri biçiminin (içkin eleştiri, rekonstrüktif) karşı koyduğu eleştiri biçimine (içsel eleştiri) yöneldiğine ilişkin tespitle yaptığı Honneth tartışması, Zeynep Savaşçın’ın Şeyla Benhabib’le yürüttüğü etik yaşam ve kozmopolitanizm tartışması,  Alper Türken’in çağdaş Amerikan Hegelciliğini normatiflik, tanınma ve özgürlük kavramlarıyla tartıştığı makalesi derlemedeki özgürlük tartışmasının söylemsel, iletişimsel ve kurumsal imkanına yönelik diğer soruşturmalardır.

Sonuç

Yazarlar, Susan Buck-Morss’un Hegel, Haiti ve Evrensel Tarih’indeki çağrıya kulak kabartmış gibidirler. Buck-Morss bu çalışmada mutlak tinin gerçekleştiği an olarak Haiti Devrimi’ne işaret etmektedir. Yazara göre Haitililer Hegelci mutlak tinin, özgürlüğün gerçekleştiricileridirler. Buck-Morss’un Haiti Devrimi’ne yönelik bu tespitinin kaynağında Tinin Fenomenolojisi bulunmaktadır. Yine yazara göre Tinin Fenomenolojisi’nde radikal siyasetin imkânı ve üretkenliği vardır.[11] İncelemeye konu olan derlemenin, ağırlık noktasını buraya yerleştirmesi de bu durumda tesadüf değildir. Bununla beraber Ateşoğlu’nun sunduğu Hegel’e ve dolayısıyla da derlemenin bütününe çeşitli sorular yöneltilebilir. Yukarıda değinildiği gibi Ateşoğlu, Hegel’i çeşitli konumlara sabitleyen okuma biçimlerini ve Marx’ın Hegel eleştirisini yetersiz bulmaktadır. Buna göre Hegel materyalizm ve idealizm, epistemoloji ve ontoloji, düşünce ile varlık gibi geleneksel ayrımları aşan bir yerdedir. Yazar, sunduğu bu Hegel okumasını edimsel bilme ve bütünün yaşamı gibi iki temel unsurla gerekçelendirmektedir. Teori ile pratiğin birlikte değerlendirilmesinin olmazsa olmaz olduğuna işaret eden edimsel bilme “öz ile varoluşun birliğidir. Bu öz, bir olageliş, kavram ama edimsel bir bütünlüğe götüren kavramdır”.[12] Bütünün yaşamı ifadesindeki bütün ise “salt sonuç değil, oluş süreciyle birlikteki sonuç olarak edimsel bütündür”.[13] Bütünün yaşamı da böylece “oluşla birlikte sonuç olan yaşamdır”.[14]

Ateşoğlu’nun Hegel’i sunuş biçimi ilk etapta şu soruyu meşru kılmaktadır: Hegel’e geri dönüş, Marx’ın da gerisine düşen bir geri dönüş müdür? Hegel hem teori ve pratiğin birliğini sağlayan hem de materyalizm ve idealizm ikiliğini aşan bir yerdeyse Marx’ın düşünce tarihindeki konumunu nasıl anlamak gerekir? Fredric Jameson, Siyasal Bilinçdışı’nda şöyle bir öneride bulunmaktadır; “Hegel’in düşüncesinde tedavisi imkânsız bir ‘idealizm’ alışkanlığı teşhis edecek yerde, kendi tarihsel anında bir Marx olamamakla, ılımlı bir şekilde onu suçlamamız gerekir”.[15] Bu durumda Ateşoğlu’na göre, Hegel kendi tarihsel anında bir Marx mı olmuştur? Terry Eagleton’ın ifade ettiği üzere, Marx’ın materyalist duruş noktası hem bir süreklilik hem de bir kopuş içerir. Bu kopuş, anı geldiğinde hem Hegelci felsefeden hem de bütün olarak felsefeden kopuşu ima etmektedir. Eagleton’a göre örneğin Marx ve Nietzsche’de kemikleşmiş bir felsefe düşmanlığı bulunmaktadır.[16] Ateşoğlu, gönül indiremediği anti-felsefelerin[17] karşısına süreklileşmiş bir Hegel çıkarmakta ve muhtemeldir ki Marx’ı da bu süreklilik içindeki bir uğrak olarak görmektedir.

Son olarak bugün ezilenin ya da hakikatin lehine çıkarılacak bir felsefenin, tarihte zorun rolüne yönelik bir ilgi beslemesi beklenebilir. Bu ilgi şimdide olan veya olmakta olan bir olayın, trendin içindeki zorun rolünü bir kere tespit edip o olanın neden öyle değil de böyle olduğunu gösterdiğinde başkaya, yeni olana da yer açmış olur. Alacakaranlık, şimdide olan veya olmakta olanın değil Minerva’nın baykuşunun zamanıdır. Hegel’in kendi ifadeleriyle “Minerva’nın Baykuşu uçuşuna ilkin alacakaranlığın çöküşü ile başlar”.[18] Teori başkaya, farklı olana ya da yeniye yer açmak için sahneye her şey olup bittikten sonra değil, şimdide olanın içine yerleşerek çıkmalı ve tarihsel zorun rolünü tespit etmelidir.

Marx’ın Louis Bonaparte’ın On Sekiz Brumaire’i bunun iyi bir örneğidir. Albayrak’ın Hans-George Gadamer’in tarihselciliğine ilişkin incelemesi de derlemenin isminin hilafına zorun rolünü şimdide göstermeye çalışmaktadır. Yazar, Gadamer’in “diyalektik senteze karşı gelenekle sonsuz bir diyalog” önerdiği, Hegel’in kötü sonsuz fikrinin avukatlığına soyunduğu, aydınlanma karşıtlığı içinde gelenek ve otoriteyi savunduğu Etkiler Tarihinin Bilinci’ne şimdiye ait sorular sormaktadır. Albayrak’ın makalesinde dikkate değer olan, Hegel’i tersten tarayarak yol alan bir yorumun gelenek ve otorite ilgisinin bugün ne anlama geldiğinin tespitidir. Aydınlanma karşıtlığıyla gelenek ve otoritenin savunusuna dönüşen Gadamerci yorum tekniği bugünün gelenekçi ve otoriter yönetimleri için ıslah edilmesi gereken “dejenere kuşakları” işaretler. Buck-Morss’un yukarıda bahsedilen çalışmasında dile getirdiği bir tespitle inceleme sonlandırılacaktır. “Minerva’nın baykuşu ancak alacakaranlıkta uçar. Hegel’in Tarih Felsefesi’ndeki (1822) derslerinde, belki de Minerva dergisini düşünerek dile getirdiği ve sık sık alıntılanan bu söz aslında Tinin Fenomenolojisi’nin radikal siyasetinden geri çekilişin bir işaretidir.”[19] Bir toplum ontolojisinin ve bu sayede radikal bir siyasetin imkânı için bir araya gelen yazarların, radikal siyasetten geri çekilişe işaret eden bir adın altında toplanması gibi bir talihsizliğin üretken bir paradoksun parçası olması murat edilir.


[1] (Der.) Kurtul Gülenç ve Özgür Emrah Gürel, Alacakaranlıkta Hegel’i Düşünmek, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2021. s. 17.

[2] Kurtul Gülenç ve Özgür Emrah Gürel, Alacakaranlıkta Hegel’i Düşünmek, s.17.

[3] Kurtul Gülenç ve Özgür Emrah Gürel, Alacakaranlıkta Hegel’i Düşünmek, s. 38.

[4] Kurtul Gülenç ve Özgür Emrah Gürel, Alacakaranlıkta Hegel’i Düşünmek, s. 76.

[5] G.W.F.Hegel, Tinin Görüngübilimi, çev. Aziz Yardımlı, İstanbul: İdea Yayınevi, 2015, s.80.

[6] Kurtul Gülenç ve Özgür Emrah Güler, Alacakaranlıkta Hegel’i Düşünmek, s. 233.

[7] G.W.F.Hegel, Tinin Görüngübilimi, s. 80.

[8] Kurtul Gülenç ve Özgür Emrah Gürel, Alacakaranlıkta Hegel’i Düşünmek, s.77.

[9]G.W.F.Hegel, Political Writings, Cambridge: Cambridge University Press, 2004, s. 102.

[10] Giorgio Agamben, Kutsal İnsan, çev. İsmail Türkmen, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2017, s. 106.

[11] Susan Buck-Morss, Hegel, Haiti ve Evrensel Tarih, çev. Erkal Ünal, İstanbul: Metis Yayınları, 2012, s.78.

[12] Kurtul Gülenç ve Özgür Emrah Gürel, Alacakaranlıkta Hegel’i Düşünmek, s. 31.

[13] Kurtul Gülenç ve Özgür Emrah Gürel, Alacakaranlıkta Hegel’i Düşünmek, s. 31.

[14] Kurtul Gülenç ve Özgür Emrah Gürel, Alacakaranlıkta Hegel’i Düşünmek, s. 31.

[15] Fredric Jameson, Siyasal Bilinçdışı, çev. Yavuz Alogan ve Mesut Varlık, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2011, s. 46.

[16] Terry Eagleton, Materyalizm, çev. Serkan Gündüz, İstanbul: Tellekt, 2021, s. 77.

[17] Kurtul Gülenç ve Özgür Emrah Güler, Alacakaranlıkta Hegel’i Düşünmek, s. 29.

[18] G.W.F.Hegel, Anahatlarda Tüze Felsefesi ya da Doğal Hukuk ve Politik Bilim, çev. Aziz Yardımlı, İstanbul: İdea Yayınevi, s. 26.

[19] Susan Buck-Morss, Hegel, Haiti ve Evrensel Tarih, çev. Erkal Ünal, İstanbul: Metis Yayınları, 2012, s. 78.


Kaynakça

Agamben, Giorgio, Kutsal İnsan, çev. İsmail Türkmen, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2017.

Buck-Morss, Susan, Hegel, Haiti ve Evrensel Tarih, çev. Erkal Ünal, İstanbul: Metis Yayınları, 2012.

Eagleton, Terry, Materyalizm, çev. Serkan Gündüz, İstanbul: Tellekt, 2021.

Gülenç, Kurtul ve Gürel, Özgür Emrah (Der.), Alacakaranlıkta Hegel’i Düşünmek, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2021.

Hegel, G.W.F., Tinin Görüngübilimi, çev. Aziz Yardımlı, İstanbul: İdea Yayınevi, 2015.

Hegel, G.W.F., Hegel, Anahatlarda Tüze Felsefesi ya da Doğal Hak ve Politik Bilim, çev. Aziz Yardımlı, İstanbul: İdea Yayınevi, 2013.

Hegel, G.W.F., Political Writings, Cambridge: Cambridge University Press, 2004.

Hegel, G.W.F., Anahatlarda Felsefi Bilimler Ansiklopedisi-1 Mantık Bilimi (Küçük Mantık), çev. Aziz Yardımlı, İstanbul: İdea Yayınevi, 2014.

Jameson, Fredric, Siyasal Bilinçdışı, çev. Yavuz Alogan ve Mesut Varlık, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2011.

Marx, Karl, Louis Bonaparte’ın On Sekiz Brumaire’i, çev. Tanıl Bora, İstanbul: İletişim Yayınları, 2013.