Biz Feministler vs Avital Ronell: Trajik Bir Cinsel Taciz Olayı

Biz Feministler vs Avital Ronell: Trajik bir Cinsel Taciz Olayı

Uzun ve kişisel bir giriş

On yıl kadar önce olsa bu yazıyı yazmaya oturduğumda konuya doğrudan girerdim. Nitekim o yıllarda cinsel taciz konusu üzerinde çalışmaya başlamış ve Julien Assange Olayı, Hüseyin Gülmez Olayı, ve Jane Gallop Olayı diye andığım bazı tartışmalı vakaları konu edinen bir dizi yazı yazmıştım. [1] Bu olaya da cinsel taciz olayları etrafında dönen kamusal tartışmalardan bir yenisi olarak bakabilir, hatta doğrudan Gallop olayının bir devamı gibi değerlendirebilirdim.[2] Evet, eskiden olsa konuya doğrudan girerdim, ama bu sefer öyle olmayacak. Araya giren zamanda pek çok şey değişti çünkü. Şimdi biraz daha uzun, dolambaçlı ve daha kişisel bir yoldan gitmek zorundayım.

Aslında bu durum, sadece bu yazıya özgü de değil, özellikle son yıllarda neredeyse her konuşmaya ya da yazıya, o konuda konuşmanın ya da yazmanın benim için nasıl özel bir zorluk taşıdığını tespit ederek başlar oldum. Bunu yapmamın nedeni gereksiz bir kişisel itirafta bulunmak değil, tam tersine, ele almak istediğim konu ile o konuyu ele almanın güçlüğü arasında çok doğrudan bir bağlantı olduğuna ve ancak bu bağlantı üzerinde düşünerek konunun özünü kavramanın mümkün olduğuna dair güçlü bir fikre sahip olmam. Aksi takdirde bana göre gereksiz bir kişisel itiraf olarak görünen bir şeyle okuyucuyu meşgul etmek istemezdim. Elbette bunun da kişisel bir tercih olduğunu ve özellikle birçok feministin “gereksiz kişisel itiraf” ifadesini sorunlu bulacağını ve her durumda kişinin verili somut durumu (cinsiyeti başta olmak üzere, tüm bir somut tarihselliği içinde o somut kişinin özellikleri) ile verili konuyu ele alış biçimi arasındaki bağlantıya dikkat çekmenin hayati önem taşıdığını söyleyeceklerini biliyorum. Bu saptama elbette doğru, ancak benim burada bahsettiğim şey böyle bir şey değil tam olarak.  Ben daha çok, son zamanlarda, olaylar ile onları kavrayışımız arasına giren kara bulutların yol açtığı özel bir görme ve kavrayış zorluğundan bahsediyorum. İçinden geçtiğimiz özel tarihsel durum nedeniyle ağırlaşan bir durumdan… Tam olarak bir tarih vermek gerekirse benim için 2015 Haziran sonrasında ağırlaşan bir durumdan… 2015 öncesi ve sonrası arasında ülkede nelerin radikal biçimde değiştiği konusunda yerli okuyucuya bir bilgi vermek gereği duymuyorum elbette, ancak kendimle ilgili daha kişisel bir durumdan söz etmek ihtiyacı duyuyorum.

İlk kişisel itiraf: ben bir siyaset bilimciyim, neredeyse otuz yıldır öğrenci, akademisyen ve sosyalist-feminist olarak ‘siyaset’ işinin içinde oldum ve ilk defa 2015 sonrasında mesleğimle ilgili olarak, hem kişisel hem de kolektif düzeyde -başkaları adına da- fena çuvallamış olduğumuzu düşünmeye başladım ve kendi adıma konuşursam, siyaset bilimi mesleğinden baya bir uzaklaştım. Yaptığım iş ve olduğum şey ile aramda daha önce olmayan türden bir boşluk belirdi. Türkiye ve dünya siyasetini izlemek benim için giderek daha katlanması zor, hatta zaman zaman anlamsız bir faaliyete dönüşmeye başladı. Bu eğilime teslim olmamak için elimden geleni yapsam da bu derin etkiyi hissetmemek olanaksızdı. Elbette bu sadece meslekle ilgili bir yabancılaşma duygusu değil, çoğumuzun tecrübe ettiği daha derindeki acı bir deneyimin, ülkeye yabancılaşma halinin bir sonucuydu. Bu itirafın içeriğinin çok da şaşırtıcı ya da özel olmadığını, benim çevremdeki pek çok kişinin benzer duygular içinde olduğunu biliyorum. 2015 öncesi ve sonrası çoğumuz için hayati bir kırılma anını temsil ediyor. Kısacası, 2015 sonrasında, olaylar ile arama-aramıza kara bulutlar girdi derken şunu kastediyorum: ben ve başka birçokları, eleştirel olarak düşünmek, kavramak,  kendini kamusal olarak konumlandırmak, ifade etmek ve eylemde bulunmak gibi temel konularda giderek artan bir dizi zorlukla sarılı bulunuyoruz.

Bir itiraf daha: ne yazık ki burada sözünü ettiğim siyasetten uzaklaşma eğilimi, sadece doğrudan beni, bizim gibi insanları da çeşitli şekillerde hedef almış olan kötücül bir siyasi öznenin yapıp ettikleriyle ilgili değil sadece. Tam tersine özellikle bizim insanlarımızı doğrudan ilgilendiren ve doğrudan bizim ürettiğimiz ve taraf olduğumuz, ‘bizim cenahtaki’ kamusal tartışmalar konusunda da son birkaç yılda benzer bir uzaklaşma ve soğuma yaşadım. Bunun da bana özel bir durum değil, yaygın bir durum olduğunu gözlemleyebiliyorum. Son yıllarda özel olarak sosyal medya üzerinden yaşanan sol içi tartışmaların giderek artan keskinliği benim gibi bünyevi olarak negatif enerjisi düşük ve mevcut enerjisini de korumakta zorlanan insanlar için bayağı itici olmaya başladı. Bu durumda ben de giderek azalan enerjimi ancak sevdiğim, bana güç veren kişilere, olaylara, şeylere ayırmaya ve yıkıcı polemiklerden sakınmaya başladım. Çatışmalı konularda, zorunlu kalmadıkça soysal medyadan görüş belirtmemeyi, gerektiğinde benden daha cesur ya da enerjik olanların sosyal medyada ifade ettikleri görüşlere taraf olup, dolaylı olarak konum almayı tercih ettim. “Kamusal tartışma” adı altında geçen şeylerin çoğu, benim giderek dahil olmakta – bulaşmak mı demeli- daha fazla güçlük çektiğim bir kıyıcılık, öfke, kişisellik ve duygusallık düzeyi barındırmaya başlamıştı. Bu durumun nedenlerine dair derin bir analiz yapacak değilim ancak şu kadarını görebiliyorum: Türkiye solunda geleneksel olarak güçlü olan ve yavaş yavaş feministlere de bulaşan polemikçi tutum, son yıllarda iki global etkenin eklenmesiyle katlanılmaz bir hal aldı: bunlardan biri hiç kuşkusuz “sosyal medya etkisi” diyebileceğimiz şey, yani insanların sosyal medyada görüş belirtirken daha kolay ve ölçüsüz sertleşebilmeleri. Ama bence ikinci ve daha belirleyici bir etken var: son gelişmeler nedeniyle hepimizin bir düzeyde kafayı yemiş olması; hınç, nefret, akıldışılık, saldırganlık, fütursuz ve bencil bir dışavurumculuk ve rekabetçilik ile nitelenen tuhaf politik kültürden kendi payımızı alıyor olmamız. ‘Ötekilere’ yönelen acımasızlık ve öfkenin, grup içine de yönelmesinin kaçınılmaz olması. ‘Biz ve ötekiler’ ayrımının keskinleştiği her durumda olduğu üzere, dışsal olduğu varsayılan bu ayrım hattının, ‘biz’i oluşturduğu düşünülen hayali cemaatin kendi içinde de yansımasını bulmasının kaçınılmazlığı. Daha önce makul görünen yaşamsal, düşünsel veya politik farkların artık ölüm kalım meselesi gibi görünmeye başlaması, bahisler artarken rekabetlerin kızışması… Ve daha birçok şey… Bu konuda başkalarının yazılarında çok daha incelikli analizler bulabilirsiniz.[3]

Peki, bütün bunların Avital Ronell olayıyla ne ilgisi olabilir? Evet, oraya doğru yola çıktık, ama hala daha yolumuz var. Yine de meraklılar ve henüz duymamış olanlar için hemen belirtmek gerekirse, bu bir cinsel taciz olayı. Daha geçtiğimiz yaz aylarında kamuya yansımış olan, çok tartışmalı olaylardan bir yenisi daha. Olay kaba hatlarıyla şöyle: New York Üniversitesi Edebiyat bölümünün saygın ve kıdemli kadın hocalarından Avital Ronell, (66) doktora tez danışmanlığını yaptığı süre boyunca erkek öğrencisi Reitman’ı (34)  taciz etmekle suçlandı ve üniversite soruşturması sonucunda sorumlu bulunup bir yıl uzaklaştırma cezası aldı. 2018 Haziran ayında gerçekleşen bu olay J. Butler başta olmak üzere 50 kadar öğretim üyesinin üniversite yönetimine göndermiş oldukları Ronell’e destek veren bir mektubun kamuya sızdırılması ve New York Times’ın bu konuyu haber yapmasının ardından hararetli bir kamusal tartışmaya yol açmış bulunuyor. [4]  Şimdilik bu kadar bilgi yeterli. Tahmin edeceğiniz üzere, bir kez daha, medya ve sosyal medya üzerinden ilerleyen, çok sayıda ve çeşitli çevrelerden aktörün dahil olduğu,  ciddi bir kutuplaşma ve sertlik dozu içeren bir kamusal tartışma ile karşı karşıyayız. Bu tartışma henüz çok yeni patlak vermiş olduğu ve Amerikan bağlamında geçtiği için henüz Türkiye’de çok sınırlı bir feminist çevre tarafından izleniyor. Olay, sosyal bilimler camiasında geçtiği ve Avital  Ronell de dahil olmak üzere saygın birçok feminist ve queer düşünürleri de kapsadığı için (Butler’ın yanısıra, J. Scott, Spivak, Halberstein gibi en ünlülerin yanı sıra,  daha birçok feminist ve queer akademisyen destek mektubuna imza vermiş bulunuyor, öte yandan çok daha fazla sayıda feminist akademisyen ise mektubu sert biçimde eleştiriyorlar) özellikle üniversite camiasındaki bizim gibi feministlerin ilgisini çekmesi kaçınılmazdı.[5] Benim içinse bu olay, son on yılda akademik ve politik olarak üzerinde çalışmış olduğum pek çok şeyin ortak kesişim kümesini oluşturduğu için özel bir önem taşıyor. Gerçekten de, Butler ve Scott gibi çok beğendiğim iki feminist düşünürün de dahil olduğu, eleştirel sosyal bilimler kurumsal bağlamında gerçekleşen,  queer-lezbiyen bir filozof kadın hoca ile gay öğrencisi arasında geçen bir taciz olayını atlamam mümkün değildi.

Evet bu olay ilgimi çekiyor ancak olayın içerdiği iç gıcıklayıcı özellikler değil beni bu yazıyı yazmaya sevk eden. Ben daha ziyade, uzun bir zamandır istediğim halde yeterince dahil olamadığım Türkiye bağlamında yaşanan ya da Türkiyeli feministlerin izlemiş oldukları bazı cinsel taciz tartışmalarına dair biriktirmiş olduğum düşünceleri bu olay vesilesiyle paylaşmak isteği duyuyorum. Bu tartışmalara yeterince dahil olmamamın, önemsiz kişisel nedenleri dışında, bazı önemli nedenleri de var ki birazdan bunlardan bahsediyor olacağım. Türkiye’deki feminist tartışma ortamına haksızlık etmek istemem, feminizm içi tartışmalar şimdiye kadar yukarıda sözünü ettiğim türden katlanılmaz bir kıyıcılık falan sergilemedi. Tersine bu tartışmalarda oldukça yüksek bir iç tutunum ve dışarıya karşı güçlü bir birlik sergilendiğini gördük. Farklı görüşler ve uzlaşmaz tutumlar mevcut olsa da ne bu aykırı görüşlerin sahipleri ne de ana akım görüşe sahip olanlar bu farkların üzerine giderek ayrışmaları derinleştirmeyi tercih ettiler. Ya da daha doğru bir ifadeyle sert ifadelerin ve uzlaşmaz görüşlerin kamusal alana yansımamasına dikkat edildi. Bu temkin durumu, geri planda kişisel çekişmeler, öfkeler ve uzlaşmaz politik farkların olmadığı ya da zaman zaman bunların kamu önünde cereyan etmediği anlamına gelmiyor elbette. Daha ziyade, genel olarak feminist camiada bu tür gerilimlerin yüksek düzeyde bir dikkat ve tedbirle ele alındığı, herkesin temkinli olmaya ya da öyle görünmeye çalıştığı anlamına geliyor.

2010 sonrasında ülkede feministlerin doğrudan dahil olduğu ya da görüş bildirdikleri bir dizi cinsel taciz tartışması yaşandı, KESK olayı başta olmak üzere,  Nişanyan olayı, Foti Benlisoy olayı, Woody Allen olayı, Solfasol olayı, ODTÜ’de yaşanan deşifre olayları, Aslı Tohumcu olayı, son olarak #metoo hareketinden esinlenen olaylar, Erkan Petekkaya, Talat Bulut olayı gibi. Feministlerin kendi yaşam alanlarında parti, sendika ve örgütlerde ya da üniversitelerde yaşanan veya arkadaş çevrelerinde yaşanıp dışarıya sızmayan sayısız taciz tartışmalarından söz etmiyorum bile. Bu olayların birçoğundan doğal olarak hiç haberdar olmadığım gibi, kamuya yansıyan olayların tümünde de tartışmayı çok iyi izlediğimi söyleyemem. Dediğim gibi, bunun nedeni içerdiği kıyıcılık ya da saldırganlık dozu nedeniyle tartışma ortamından uzak durmak kaygısı olmadı.  Ancak beni değilse de belki başkalarını tartışmaya girmekten geri tutan bir gerilim olduğunu da tespit edebiliriz. Evet, şimdiye kadar feministler arası tartışma yıkıcı gelişmedi ancak geri planda büyüten bir gerilim olduğunu ve bu gerilimin çok yakında feminizm içinde daha açıktan ve yıkıcı polemiklere zemin hazırladığını görebiliyorum. Böyle giderse çok yakında iyi feminist-kötü feminist, genç feminist-yaşlı feminist, gerçek feministler-işbirlikçiler gibi ayrımlar yıkıcı biçimde patlak verebilir. Söz konusu gerilimin elbette feminizme özgü bazı yapısal kaynakları var ancak feminizme özgü bu gerilimin, bu yazının ilk başlarında işaret ettiğim aynı nedenler yüzünden, son yıllarda çok beslendiğini düşünüyorum: sosyal medya etkisi ve global hınç çağı etkisi. Ve elbette sadece Türkiyeli feminist bağlama özgü olmayan bu sorun, ülkede kendi özel bağlamında farklı özellikler de edinebiliyor. Avital Ronell olayından söz etmek istememin temel nedenlerinden birisi de bu.  Çünkü bu olay, tam da sözünü ettiğim türden bir gerilimin nasıl ve neden yükseldiğini anlamak için bize fırsat sunuyor.  Dahası, bu olay üzerinden giderek, cinsel taciz tartışmalarında neden olay ile aramıza kara bulutlar girdiğini, eleştirel kavrayış geliştirme ve cesurca kamusal tutum alma kapasitemizin neden azaldığını da anlama şansına ulaşırız diye umut ediyorum.

Avital Ronell Olayı

Hakikat, Söylem ve Adalet

Evet belki şimdi Avital olayının ‘özüne’ gelebiliriz… Ama hayır, hala orada değiliz. Belki de hiçbir zaman pek çok kişinin olayın ‘özü’ saydığı şeye gelemeyeceğiz; muhtemelen, böyle – üniversite gibi- karmaşık bir kurumsal bağlamda gerçekleşen, çok sayıda aktörün değişik ilgi ve çıkarlarla dahil olduğu cinsel taciz olaylarının çoğunda olduğu gibi, ‘gerçekte ne olduğunu’ hiçbir zaman tam olarak bilemeyeceğiz, olayın etrafında kopan yaygara ve kakafoninin ötesine geçerek, akıl ve vicdan yoluyla bir görüş geliştirme şansımızı çoktan yitirmiş halde, kendimizi tuhaf ve tedirgin edici bir boşlukta debelenip dururken bulacağız. Önemli olanın ‘gerçekten ne olduğu’ değil (çünkü bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz) kendi tarafını seçmek olduğu aşırı politikleşmiş bir deneyimden mağdur olacağız. Bütün meselenin,  kimin konuştuğu, nasıl konuştuğu, kime ne söylediği, kimin hangi kampa yakın olduğu, kimin kimin lafını dinlediği soruları üzerinden şekillendiği, otorite ve güç ilişkilerinin oluşturduğu saf stratejik bir bağlama dönüştüğünü gözlemleyeceğiz. Bu durumda  ‘gerçek’ denen şeyin nasıl bazı durumlarda oldukça sert söylemsel bir mücadelenin konusu olduğunu bir kez daha deneyimleyerek ya umutsuzluğa kapılarak geri çekilecek ya da mücadeledeki stratejik gücümüzü korumak için ‘hakikat’ adına konuştuğumuzu iddia etmeye devam edeceğiz. Bu söylediklerim pek iç açıcı değil ama belki de günümüzün cinsel taciz tartışmalarında işin özü tam da bu. Yani, bu tartışmaların özü, ne yazık ki,  giderek saf bir güçler ilişkisine ve stratejik alana dönüşen söylemsel mücadelenin ta kendisi. Peki neden böyle oluyor? Neden çoğu zaman bu kadar ağır ambivalans içeren bir alacakaranlığa sürükleniyoruz? Sonuçta iki kişi arasında geçen, cinsel ve duygusal ilişkilerin zaten daima içerdiği karmaşık stratejik bağlamın yarattığı muğlaklıkların üzerine bir de olayı sarmalayan diğer güç ilişkilerinin karmaşık söylemsel işleyişleri de eklenince ortaya tedirgin edici bir labirent çıkıyor. Sonuçta suç ve ceza ile bağlantılı olmasa, yani adalet beklentisi,  yargılama ve vicdan sorunlarını içeren bir alana açılıyor olmasa, bu tip karmaşık söylemsel güç alanlarını gözlemek, incelemek, araştırma nesnesi yapmak, felsefi tefekkür ya da edebiyatın haline getirmek, ve en çok da dedektif romanı ya da komedinin malzemesi yapmak çok zevkli olurdu gerçekten.  Ne yazık ki bahisler yükselip de mesele suç, ceza ve adalet olduğunda, elimizde sadece hukuki dram ve insani trajedi kalıyor.

Peki buradan bir çıkış yolu var mı? İşin özü bu mu gerçekten? Bu soruya bir yanıt aramak üzere, cinsel taciz olaylarının neden ve nasıl günümüzde bu sorunun, yani hakikat ve adalet sorununun kendini açık ettiği zeminlerden birisi haline dönüştüğünü sormak gerekir.

Cinsel taciz iddiaları çerçevesinde patlak veren tartışmalar, cinsellik, şiddet ve hukukun mükemmelen içiçe geçtiği en özel ve en tartışmalı bağlamları oluşturuyorlar. Bu olaylar patlak verip kamusal alana taşındığında çoğu zaman, bir kerteriz noktamız olmadığı için, ya da tartışmadaki yerimiz, konumumuz belirsizleştiği ölçüde kendimizi güçlü bir akıntıya kapılmış ve sürükleniyor gibi hissediyoruz. Elbette herkesin olay bağlamında edindiği belirli bir konumu oluyor, ve her özel konum beraberinde belirli görüş ve tutumlara, belirli söylemlere açılıyor ve, eklemleniyor. Hukukçular var örneğin, davaya bakanlar veya uzaktan bakanlar; ya da feministler var, olayın ayrıntılarına vakıf olanlar, olmayanlar; mağdura ya da faile kişisel, ailevi, siyasi ya da başka herhangi nedenlerle yakın olanlar var, ya da aynı nedenlerle ihtilaflı olanlar; olayın geçtiği kurumsal bağlamda yer alan çok çeşitli aktörler var; hiçbir doğrudan ilgisi olmadığı halde sosyal medyadan olaya maruz kalan ve görüş geliştirmek zorunda kalanlar;  gerçeğin ya da başka şeylerin peşinde olan medyacılar, magazinciler, falan. Ama bir cinsel taciz tartışması patlak verdiğinde bu konumlar ve konumlara eşlik etmesi beklenen tutum ve söylemler hiç de varsayıldığı gibi işlemeyebiliyor. Bir kere bu konumlar asla tekli, tekil, sabit ve mutlak değil, ve ayrıca her konuma zorunlu olarak eşlik eden sabit ve tutarlı söylemler yok. Herhangi bir özne, aynı anda farklı iki konumda bulunduğu zaman, örneğin bir feminist aynı zamanda hukukçu olduğunda ya da feminist, olaydaki faile değişik şekillerde yakın birisi olduğunda, varsayılan kerteriz noktaları kayabiliyor. Ama kayganlık zeminini yaratan en önemli şey var bence: herkesin, aslında doğrudan tanık olmadığı bir olay hakkında doğrudan yargılama gücünü eline almasını mümkün kılan bir zemin üzerinde kayıyor olmamız. Bir cinsel taciz iddiası tartışmalı biçimde kamuya yansıdığı zaman, ortamda kolay bir yargılamanın gücü ve çekiciliği hemen hissediliyor. Bir kere bu davalar etrafında dönen tartışmalar birçokları için çok çekici; dedikoduyu sevenler için, başka türlü erişemeyecekleri mahrem anların bilgisine ulaşmaktan zevk alan dikizciler için, yargılama gücünü oturduğu yerden kolayca kullanmayı sevenler için… Böyle dünyevi ve ‘sıradan’ zevklere sahip olanların yanı sıra, bir de bu tür olayları edebiyat, bilimsel araştırma ya da felsefi tefekkür konusu yapmaktan hoşlanan ‘yüceltilmiş’ zevklere sahip insanlar için…

Cinsellik içeren ihtilafların hukuka yansıdığı durumlar, suç ceza, yargılama ve adalet sorunlarını içeren bağlamlar, hem kişisel hem mesleki ve elbette politik nedenlerle benim de daima ilgimi çekmiştir. Karmaşık bir olay örgüsü içeren ihtilaflı durumlarda dedektiflik yaparak gerçeğe ulaşmak çabasını kişisel olarak zevkli bulmakla birlikte, bu zevklerimi daha ziyade hayali olayları konu alan romanlar ya da filmler üzerinden tatmin ediyorum. Çevremde olup biten, tanıdığım ya da tanımadığım gerçek kişilerle ilgili taciz olayları söz konusu olduğunda ise olaya, mesleki ya da kişisel herhangi bir zevkle değil, çoğunlukla olumsuz duygularla dolu yaklaşıyorum. Kamuya ve hukuka yansıyan ve gerçeğe dair kafa karıştırıcı yönleri olan durumlarda bir izleyici olarak çoğu zaman utanç, çaresizlik, tedirginlik, sorumluluk, kaygı ve kafa karışıklığı yaşıyorum. Öncelikle tanımadığım insanların mahrem yaşamlarına dair bilgilere birdenbire maruz kaldığımda belli belirsiz hissettiğim duygu utanç duygusu oluyor. Son olarak Avital Ronell’in öğrencisi Reitman’a yazdığı mesajları okurken olduğu gibi. Ancak ne yazık ki, yıllar önce Türkiye’de bazı politikacıların seks görüntüleri internete düştüğünde etik bir sorumluluk gösterip bu görüntüleri izlemeyi reddedenler kadar etik davranabildiğimi de söyleyemem. Bir olay birdenbire ilgi çekici tüm detaylarıyla ortaya serildiğinde bundan mesleki ve politik olarak ders çıkarmaya çalışıyorum ama yine de bu durumda bir terslik olduğunu düşünmeden edemiyorum. Çaresizlik, yılgınlık, tedirginlik ve kafa karışıklığı gibi duygulara gelince…  Bunlar da feminist hareketin içinde bulunduğu açmazlara ya da kamusal tartışmaların hızla rayından çıkmasına dair kaygılarımı yansıtıyor. Bazen hepten yanlış ve çamurlu bir yola girdik de boşuna debelenip duruyoruz gibi geliyor. Bu olumsuz duygular nedeniyle çoğu zaman medyaya yansıyan olaylar hakkında hızlı bir tutum geliştirmekten imtina ederek, geriden izlemeyi tercih ediyorum.  Hızlı tutum geliştirmekten sakınmamın daha temel bir nedeni daha var: giderek kendimi bu konuda marjinal bir görüşe sahip birisi olarak hissetmeye başlamış olmam. On yıl kadar önce bu konuda düşünüp yazmaya başladığımdan itibaren, cinsel taciz ve tacize karşı politikalar konusunda, hem Türkiye’de hem de batı dünyasında hakim olan ana akım feminist görüşlerden farklı bir perspektif benimsedim. Ne yazık ki yıllar geçtikçe, benimsediğim konumun giderek daha da zor savunulur hale geldiğini, bu büyük akıntıya karşı durmanın giderek anlamsızlaştığını düşünmeye başlamıştım. Öte yandan, ana-akım dalga çok güçlendiğinde, dalganın savurduğu, altüst ettiği, görmezden geldiği, ihmal ettiği her şeyin öyle ya da böyle kendini daha çok göstereceğini, bir yandan eril karşı-tepkiler artarken bir yandan feminizm içinde de itirazların gelişeceğini tahmin edebiliyordum. Nitekim tam olarak böyle oldu.  #Metoo hareketinin doruk noktasına vardığı bir anda patlak veren Avital Ronell olayı, feministler arasındaki iç gerilimin zaman içine nasıl büyümüş olduğunu ve nerelere varabileceğini gösterdi. Ben de bunu kendim için bir fırsat olarak görüyor ve olayı baz alarak ana akım görüşe ve genel gidişata yönelik eleştiri ve düşüncelerimi tekrar paylaşmak istiyorum.

Üç İlke

Cinsel tacizle mücadele ederken neyi nasıl yapmak gerektiği konusunda feministler arasında farklı eğilimler hep oldu. Yıllar içinde karşılaştığım tüm tartışmalı cinsel taciz olayları üzerine düşünürken benim için önemli üç temel ilke kafamda belirginleşti.[6] Kafam karıştığında bana yol gösteren bu üç ilkeyi kısaca şöyle adlandırabilirim: adalet ilkesi, insani-cinsel yakınlaşma ilkesi ve kamusallık ilkesi. Ne yazık ki tartışmalı vakalarda tartışmaların aldığı genel seyir ve mücadele biçimlerinin izlediği genel yörünge bu üç ilke konusunda tersi istikametin güçlenmesi yönünde oldu. Bu ilkeleri biraz daha açmak isterim. Adalet ilkesi derken şunu kastediyorum: cinsel şiddete karşı adalet mücadelesi verirken başka ciddi adalet sorunlarına yol açmadan ilerlemek, sanık hakları ve adil yargılanma gibi temel ceza ilkeleri konusunda hassas olmak gereklidir. Ayrıca ceza ile adalet arasındaki gerilimli ilişkiyi daima gündemde tutmak da hayati önemdedir. Kamusallık ilkesi ise, ihtilafları ele alırken, bürokratik aygıtı harekete geçirmek, medya yoluyla deşifre etmek, ve hızlıca ceza hukukuna başvurmak yerine asıl olarak açık demokratik tartışma ortamlarının yaratılmasının gerektiği anlamına geliyor. Kadınlar ve erkekler arasında, farklı feminist tarzlar arasında, hukukçular ve aktivistler vb. arasında farklı konumların varlığını ve meşruiyetini tanıyan ama ortak amaç için birlikte dönüşmeye açık olma perspektifini önemseyen yerel tartışma bağlamlarının oluşturulmasını çok önemli buluyorum. Ve son olarak insani-cinsel yakınlaşma ilkesi derken, cinsel taciz tartışmasının çok muhtemel yan etkisi olan cinsel-insani mesafenin artması ya da daha doğrusu güvensizlik, aşırı şüphecilik, yabanilik, hınç ve nefret gibi duyguların gelişmemesi konusunda hassas olunması gerektiğini öneriyorum. Tüm mücadelenin asıl hedefinin sadece, kadınların haklarını, bedensel özerklerini korumak ve güçlendirmek değil, her türlü insani-duygusal-bedensel yakınlaşma arayışını, ona gereksiz yere eşlik eden risklerden sıyırarak daha kolay, tercih edilir ve herkes için erişilebilir hale getirmek olduğunu unutmasak iyi olur diye düşünüyorum. Yetişkinler arasında kimin kimle, hangi koşul ve bağlamlarda ne tür insani-bedensel temaslar yaşayacağının yasal olarak düzenlendiği ve sıkı şekilde denetlendiği bir durumun bizim hayalimiz olmadığını hatırlatmak istiyorum.

Şimdi, ne yazık ki son yıllarda belirginleşen genel gidişat, bu üç ilke açısından ciddi sorunların oluştuğunu kanıtladı. Avital Ronell olayı bize, neyin yanlış gittiği konusunda bulunmaz bir örnek sunuyor.

Olay ve Tartışmalar

2018 Haziran ayında patlak veren bu olay henüz çok yeni olmasına rağmen çok büyük bir tartışmaya yol açmış bulunuyor. [7] Öncelikle, olayı İngilizceden izleyemeyen okur için tartışmanın ayrıntılarını çok daha detaylı aktarmak isterdim ancak buna yerim ve zamanın yok ne yazık ki. Ben bu yazıda sadece önemsediğim meselelere dair genel tespitler yapmakla yetinmek zorundayım. Önce temel bilgiler vereyim: New York Üniversitesi Alman Edebiyat profesörü olarak uluslararası bir ün kazanmış olan Avital Ronell (66) 2012-2015 arasında doktora tez danışmalığını yaptığı öğrencisi Nimrod Reitman (34) tarafından, üç yıl boyunca cinsel saldırı, cinsel taciz ve ısrarlı takip yapmış olmakla suçlanıyor. Reitman’ın mezuniyetinden iki yıl sonra gelen bu suçlama üzerine üniversite yönetimi, 9 numaralı yasa gereğince (Title IX diye anılan federal yasa tüm eğitim kurumlarında cinsiyet eşitliğini sağlamak için cinsiyet ayrımcılığına yasaklıyor) 11 ay süren bir soruşturma açıyor ve 2018’de Avital Ronell’i cinsel saldırı değil de, cinsel tacizden sorumlu buluyor ve bir yıl süreyle uzaklaştırma cezası veriyor. Bu arada üniversite henüz bu kararı açıklamamış iken, bu olayın soruşturulduğunu duyan ve haksız yere Ronell’e işten çıkarma cezası verilebileceğinden korkan 50 kadar etkili akademisyen (aralarında Zizek, Spivak, J .Scott, J. Halbertstein, J. L. Nancy’in de bulunduğu) J. Butler önderliğinde bir mektup yazıyor; üniversite rektörüne gönderilen bu ‘gizli’ bir mektup ile Ronell’e desteklerini sunuyor; çok saygın ve değerli bir meslektaş olarak bildikleri ve öğrencileriyle ilişiklerine dair kefil oldukları Ronell’in, “olgulara dayanmayan kötü niyetli bir suçlama karşısında olduğunu”; bu suçlama karşısında “uluslararası saygın onuruna ve itibarına yakışır” bir şekilde ve adil biçimde muamele görmesi gerektiğini söylüyor ve ayrıca işten geri bırakma ya da çıkarma gibi bir ceza verilmesi halinde bunun adaletsiz olarak görüleceği ve itiraz edileceği konusunda yönetimi uyarıyorlar.  ABD içi ve dışında çok sayıda akademisyene imzalanmak için gönderilen bu mektubun Chicago Üniversitesi’nden bir hukuk felsefesi hocasının eline geçmesi ve mektubun bu kişinin blogunda yayınlanmasının ardından (Leiter Reports: A Philosohy Blog), o ana kadar gizli tutulmuş olan soruşturma kamuya yansıyor. Bunun üzerine Reitman’ın soruşturma bilgilerini New York Times ile paylaşması sonucunda gazetede tek taraflı bilgilere dayalı bir yazı yayınlanıyor[8]. Destek mektubuna yönelik feminist olan-olmayan çevrelerden gelen ve sosyal medyada hızla yükselen eleştiriler üzerine Butler, 20 Ağustos’ta destek mektubuyla ilgili bazı pişmanlıklarını ifade eden ve geri çeken bir açıklama mektubu yazıyor ve Avital Ronell’in  işinden atılması riskini öğrendiklerinde hızla kaleme aldıkları bu mektupta, (bazı imzacılar şikayetçi öğrenci hakkında sert fikirlere sahip olsalar da) şikayetçiye kötü niyet atfetmelerinin hata olduğunu ve ayrıca Ronell’in saygın konumu ve uluslararası ününden söz ederek sanki farklı bir muamele talep ediyorlarmış gibi görünecek şeyler yazmanın da hatalı olduğunu kabul ediyor.[9] Tartışma sürerken Reitman, hem Avital Ronell hem de New York Üniversitesi’ne karşı tazminat davası açarak, Ronell’i cinsel taciz, saldırı, ısrarlı takip ve misilleme ile suçlamaya devam ederken, üniversite yönetimini de soruşturmada cinsiyet ayrımcılığı yapmış olmakla itham ediyor, erkek olduğu için soruşturmada gerekli ve aynı  özenle davranılmadığını belirtiyor.[10]

Sırf bu kısa olay anlatımından bile, karşımızda ne kadar ağız sulandırıcı bir olay olduğunu, ne çok sayıda ve çeşitli aktörün sahaya inmiş olduğunu ve ortaya çıkan kakafoninin yoğunluğunu tahmin edebilirsiniz. Tam ve tüketici bir anlatım olmasa da genel tabloyu şöyle özetleyebilirim: genel olarak Avital Ronell olayı, cinsel taciz hakkında kamuoyu duyarlığının üst noktaya vardığı #metoo hareketi momentine denk geldiği için çok ilginç ve karmaşık bir söylemsel güçler alanına yerleşmiş görünüyor. Bu çerçevede, bir yandan #metoo hareketinin kışkırtmış olduğu anti-feminist tepkilerin sosyal medyada hızla ortaya saçıldığını görüyoruz: pek çok kişi alay ve öfkeyle, Avital Ronell olayının ve bazı önemli feministlerin ona verdikleri desteğin, feminizmin ne kadar ikiyüzlü olduğunu kanıtladığını savunuyorlar. Onlara göre #metoo hareketi iddia edildiği gibi bir adalet arayışını değil, erkek düşmanlığını, tek taraflı bir güçlenme isteğini hatta öç alma arzusunu temsil ediyor.[11]  Bu tür anti-feminist ve kadın düşmanı tepkiler çoğu zaman Amerikan sağında hakim olan anti-liberal, anti-Yahudi, anti-entelektüel tutumlardan da besleniyor, onlarla eklemleniyor. Nitekim, Ronell ve ona destek çıkan akademisyenlere yönelik tepkide, Avital’in Yahudi oluşuna, hem Avital’in hem de destekçilerinin ‘süper-star’ karakterlerine (Avital ‘Kraliçe Filozof’ diye anılıyor), daha genel olarak eleştirel sosyal bilim çevrelerine, feminist, queer postmodern akademiye, beşeri bilimlerin ‘liberal’ ve ‘aşırı’ karakterine yapılan vurgulara çok sık rastlanıyor.[12] Nitekim böyle tweetlerden birinde, bir yorumcu lezbiyen-queer bir hocanın gay öğrencisine tacizde bulunmasını “postmodern ironinin saf performans alıştırması” olarak kodluyordu.

Olay, bir yandan tepkisel anti-feminist hassasiyetleri harekete geçirmeye yaramışken bir yandan da #metoo kampanyasının gücünü pekiştirmiş gibi görünüyor. Feminist olsun olmasın pek çok yorumcu tarafından Avital Ronell vakası, #metoo hareketiyle güçlenmiş olan taciz-karşıtı duyarlılığı daha üst bir noktaya taşımak için bir vesile olarak değerlendiriliyor. Onlara göre bu olay, tacizcinin erkek değil de kadın olduğu tipik bir kurumsal taciz olayı olarak sivriliyor ve tacizin cinsellikle ilgili olmaktan çok iktidar ilişkisi ve güç istismarından kaynaklanan doğasını açığa çıkaran mükemmel bir örnek oluşturuyor. Bu olayda kadın ya da feminist olduğu gerekçesiyle tacizciye destek verilmesinin etik dışı olduğu ve tacize karşı mücadeleyi zayıflattığı için destek mektubunu yazanlar sert biçimde eleştiriliyorlar. Üstelik destek mektubunda Ronell’in uluslararası ününe, saygın konumuna vb. dikkat çekilmiş olmasının, tam da güçlü tarafa güç katan bir strateji olarak taciz mantığını pekiştirdiğine dikkat çekiyorlar. Olayı güç ilişkileri ve güç istismarı bağlamında gören ve ağırlıklı olarak Ronell aleyhinde yorumlarda bulunan bir diğer grup ise yüksek lisans öğrencileri. NY üniversitesinden ya da başka yerden öğrenciler sosyal medya paylaşımlarında sadece Ronell’in değil ama başka süper-star hocaların da ne kadar çeşitli biçimlerde istismarcı olabileceklerini anlatıyor, özellikle “Avital konusunda zaten her öğrencinin bildiği ama söylemeye cesaret edilemeyen” şeylerin açığa çıkmış olmasına seviniyorlar. Öğrencilerin bu eğilimini mükemmelen ifade eden New Republic’deki bir yazıda şöyle deniyor: “Ronell’in savunucularının neredeyse tümü bir zamanlar kendilerini kültürel olarak ayrıksı görenlerden oluşuyor; queer teorisyenler, postkolonyal akademisyenler, feminist düşünürler – bunlar kırılgan birini savunmaya koşan siyasi bir koalisyon gibi davranıyorlar ancak artık kendilerinin güvenceli kadrolara sahip, en tanınmış, yeni zenginler ve yeni güç sahipleri olduklarının farkında değiller: yani tam da #metoo hareketinin odağına aldığı türden insanlar.[13] Yine bir yüksek lisans öğrencisi twitter hesabından şunu duyuruyor: “Ronell’i savunan kıdemli hocalar, mevcut güvencesiz iş ortamında genç kuşağın onlara ne kadar kızgın olduğunu ve bu vakanın söz konusu adaletsizliği simgelediğini anlamıyorlar” (JK@cageotrushes).

Gördüğünüz gibi sağdan sola pek çok açıdan güçlü tepkiler ortalığı kaplamış durumda. Peki ya savunma ne diyor? Anladığımız kadarıyla Ronell üniversite soruşturmasında, bu ilişkinin iyi yetişkin arasında rızaya dayalı bir ilişki olduğunu söylemiş ve istenmeyen cinsel temas iddialarını ise tamamen yalanlamış bulunuyor. New York Times’ın haberi üzerine Editör’e bir mektup yollayan Avital Ronell, mektubun yayınlanmaması üzerine yaptığı basın açıklamasında kendini savundu.[14] Ronell, üniversite soruşturmasında istenmeyen cinsel temas iddiasının temelsiz olduğu ortaya çıkmış olmasına rağmen gazetenin sanki bu iddia doğrulanmış gibi haber yapmasını eleştiriyor, bu sorunsuz davranış nedeniyle kendisi ve onu destekleyenlerin sert eleştirilere maruz kaldığını belirtiyordu. Ayrıca Ronell’e göre gazete, soruşturmaya esas teşkil eden tek kanıt olan hoca ile öğrenci arasındaki e-posta yazışmaları  konusunda, sadece Ronell’in Reitman’a yazdığı e-postalara yer vermiş, ancak Reitman’ın aynı şekilde yanıt verdiği mail mesajlarını yayınlamamış, böylece ikili arasındaki ilişkinin rızaya dayalı olduğunu gözden kaçırmıştı. Açıklamada, Reitman 3,5 yıl boyunca Ronell’in danışmanlığından faydalanmak için her şeyi yapmış olmasına rağmen şimdi onu tacizci olarak suçlamasındaki tuhaflığa dikkat çekiliyor  ‘kimin tacizci ve mağdur’ olduğu sorgulanmaya açıktır’ deniyordu. Hatta Reitman’ın mezuniyetinden sonra bile Ronell’i tezini kitaba çevirmek için kendine yardım etmeye çağırmış olması, onun ne kadar ‘aşırı bir manipülasyon’ içinde olduğunu ortaya koyuyordu. Üstelik Reitman bu üç yıl boyunca ne danışman değişikliği için başvurmuş ne de şikâyet yoluna gitmişti. Ronell ayrıca soruşturma boyunca sanık haklarının gözetilmediğini, ne kendisi ne de avukatının Reitman ile yüz yüze gelerek soru soramadığını belirtiyordu. Buna rağmen gazete, kusurlu buldukları soruşturma sürecini sorgulayarak destek mektubu yazan meslektaşlarını da haksız yere eleştirmişti.

Savunmanın şimdiye kadar büyük ölçüde savunmada kaldığını ve Butler’ın da mektup konusunda geri adım atmasıyla mevzi kaybetmiş olduğunu söyleyebiliriz. Buna rağmen ben, Ronell’in destekleyicilerin iki temel derdi olduğunu ve her ikisinin de ciddiye alınması gerektiğini düşünüyorum. İlki, ilk destek mektubunda açığa çıktığı üzere, sanık haklarına dayalı adil bir yargılanma sürecine duydukları inançsızlık ve sevdikleri ve güvendikleri biri olan Avital Ronell’in haksız yere ağır bir cezaya çarpıtılacağına dair kaygıları. Elbette bu inancın gerisinde, Ronell’in “olgulara dayanmayan kötü niyetli bir suçlamanın” mağduru olduğuna dair varsayımları ya da “bilgileri” bulunuyor. Ayrıca dikkat çeken bir durum, destekçilerinin Ronell’in öğrencileriyle olan ilişkilerinde etik tavıra özellikle tanıklık ediyor olmaları.  İkinci temel dertleri ise, Ronell’e karşı gösterilen tepkinin asıl olarak anti-feminist ve anti-queer tepkilerin dışavurumu olduğunu düşünmeleri. Bu bağlamda sık sık feminist ve queer akademisyenlerin sosyal medyada kadın düşmanı ve homofobik biçimlerde şeytanileştirilmesine dikkat çekiliyor. Bir destekçinin yazdığı üzere bu olayda “feminist bir araç olan Madde IX’un bir feministe karşı kullanılması” olayı söz konusu. Profesör Diane Davis, “sosyal adalet için gösterilen bu inanılmaz enerjinin tersine çevrilip kendine karşı yöneltilmesi çok hayal kırıcı ki çoğumuz bu olayda tam da böyle olduğuna inanıyoruz” diyor.[15]

Ronell’i desteklemek için kurulan Theory Illimunati adlı web sitesinde yer alan yazılar, savunma cephesinin itirazlarının izlenmesi için mükemmel bir zemin sunuyor. Bu site adını, Ronell’e destek veren mektubu ilk kez bloğunda yayınlayarak olayın medyada patlak vermesine neden olan Chicago Üniversite hukuk felsefesi profesörü Brian Leiter’ın, Ronell destekçisi akademik çevreyi aşağılamak için kullandığı “illuminati teorisi” teriminden alıyor. Site çıkış amacını tanıtırken, “istismar edilmiş, tehdit edilmiş ve susturulmuş seslerin açıkça konuşabileceği açık bir uzam” olarak ortaya çıktıklarını belirtiyor. Ronell’i suçlayan uluslararası medya ve kurumsal soruşturmacı-yöneticilerin taraflı tutumuna karşı, site bu güç odaklarına “gerçeğin peşinde” olmaları gerektiğini hatırlatıyor.

Şimdiye kadar olayı saran söylemsel alanı genel hatlarıyla sunmuş oldum. Henüz çoğu kişinin asıl merak ettiği konuya, yani suçlamanın içeriğine, Ronell’in Rietman’ı nasıl taciz etmiş olduğuna dair olgu ya da iddialara gelmediğimin farkındayım. Pek çok okuyucu, asıl hikâyenin bu olduğunu ve anlatımın da buradan başlaması gerektiğini düşünüyor olabilir. Olayın özü olduğu varsayılan nesne- olgusal durum ile olaya dair söylemsel çatışmalar diye iki ayrı alan olduğunu varsayanlar için kötü bir haber olacak ama bu kadar debelenip durmamızın nedeni ne yazık ki bu iki alanı ayırt etmekte yaşadığımız güçlük. O nedenle olayın ayrıntılarına daha fazla girmeden önce söylenecek birkaç önemli şey daha var.

Öncelikle şimdiye kadar söylenenler ışığında bir değerlendirme yapmak istiyorum.  Daha önce sözünü ettiğim üç ilkeden adalet ve kamusallık ilkeleri açısından bakılınca, feminizm dışında ve içinde büyüyen gerilimin önemli bir kısmının bu meselelerle ilgili olduğunu görebiliyoruz. Ronell’i destekleyenlerin dikkatsiz bir mektup yazarak bu kadar hızlı tepki vermiş olmalarının temel nedeninin, soruşturma sürecine ve sonuçlarına duydukları güvensizlik olduğu açıkça görülüyor. İmzacılar bu konudaki şüphe ve itirazlarını daha sonradan netleştirmek veya sertleştirmek yerine, şimdilik durumu kabullenmiş ve geri çekilmiş görünüyorlar. Belki de, mektup yoluyla Ronell’i daha ağır bir yaptırımdan korumuş olduklarını düşünüyor olabilirler. Ama imzacıların zihninin geri planında, bunu şimdi açıkça belli etmeseler de Madde 9 ile ilgili üniversite soruşturmalarına yönelik 2011 yılından itibaren kamuoyunda hızla güçlenen bir tepkinin yattığını tahmin edebiliriz. Sözkonusu hoşnutsuzluğu dile getirenler, bir yanda haksız yere tacizle suçlandığı iddia edilen erkek öğrencilerin mağduriyetlerine odaklanan savunma grupları, öte yandan Harvard Hukuk Fakültesi’nin bazı feminist profesörleri de başta olmak üzere çeşitli hukuk akademisyenleri ve eğitimciler oldu. Yani en öfkeli kadın düşmanı tepkilerden en sağduyulu ve yapıcı uyarılara kadar geniş bir yelpazede görüşlerin öne sürüldüğü önemli bir tartışmanın ortaya çıktığını görüyoruz. Tartışmayı kabaca özetlersek durum şöyle: 1990 sonlarından itibaren Amerikan üniversitelerinde taciz ve tecavüzün yaygınlığına dair yapılan araştırma ve yayınlar sonrasında özellikle feministlerin bastırmasıyla 2011 yılında Obama döneminde Eğitim Bölümü Medeni Haklar Bürosu, (OCR) 1972 tarihli 9. Maddenin nasıl uygulanması gerektiğine dair bir mektup yolluyor. Kampüslerde cinsel şiddetin radikal biçimde önlenmesi için Madde 9 Ofislerinin soruşturmaları nasıl yürütmesi gerektiğine dair özel direktifleri içeren mektup, zaman içinde üniversitelerin pek çok durumda sanık haklarını ve adil yargılanma süreçlerini ihlal eden tarzda soruşturmalar yürütmesine zemin hazırlamakla itham edilmeye başlıyor.[16] Üniversite soruşturmalarında tecavüzden suçlu bulunup okuldan atılan ancak sonradan mahkemede aklanan bazı öğrencilerin durumu bu itirazları pekiştiriyor.[17] Üniversiteler çoğu durumda yüksek tazminatlar ödemek zorunda kalıyorlar. Kampüs mahkemelerinin temel ceza usul kurallarına uymaksızın ceza mahkemesi gibi çalışmaya başladığı yönündeki eleştiriler güçleniyor. Adil yargılanma hakları ile ilgili eleştirilerin başında şu hususlar geliyor: üniversite soruşturmalarında tarafların avukat tutmalarının istenmemesi, suçlanan kişi ya da avukatının suçlayan kişiye soru sorumaması, soruşturmaların, aynı anda hem savcı hem jüri hem yargıç gibi iş gören tek bir kişi tarafından yürütülmesi, soruşturmacıların erkek öğrencilere karşı önyargılı ve taraflı olması, soruşturmada kişi aklanırsa suçlayanın olayı temyize taşıma hakkı olması, ve en önemlisi ispat yükü konusunda, ispat yükünün azaltılarak, delil çokluğu standardının  (preponderance of the evidence standart diye anılan durum, % 51 oranında ikna edici delil olması durumu) getirilmesiyle yetersiz olgusal kanıta dayanarak hüküm verilmesi. Bu tür eleştirilerin yoğunlaşması sonucunda yeni atanan Eğitim Sekreteri, 2017’de Obama mektubunu geri çekiyor ve şu anda bu konu Obama dönemi bürokratları ile yeni gelenler arasındaki ihtilaf nedeniyle mahkemeye taşınmış bulunuyor.  2011 sonrası düzenlemeye dair bir diğer önemli eleştiri ise, aslen üniversitelerde cinsiyet ayrımcılığını önlemek amaçlı çıkarılan 9. Madde ile ilgili uygulama yorumuna cinsel taciz ve saldırıyı da dahil edilmesiyle birlikte, farklı eylemlerin aynı soruşturma süreçleriyle ele alınmaya başlanmasının hatalı olduğu yönünde. Ayrıca, üniversite soruşturmalarının, sanık haklarının daha iyi gözetileceği şekilde ceza yargılamasına daha fazla benzetilmesi yönündeki talebe karşı çıkan ve mevcut durumla ilgili haklı eleştirileri gidermenin yolu olarak daha fazla ceza yerine “onarıcı adalet” türü pratiklerin yaygınlaşması gerektiği yönünde uyarılar yapanlar da var.[18]

Elbette adalete dair bu hususların her biri çok daha derin tartışılmayı hak ediyor. Ancak ben o kadar derine gitmeye gerek kalmadan, Ronell ve çevresinin kendilerini ne tür bir bağlamda hissettiklerine dair bir fikir vermeyi başardım sanıyorum. Nitekim Ronell bir söyleşide, kendini 11 ay süren soruşturma boyunca bir “kanguru mahkemesinde” (mahkeme görünümü veren adil ve usulsüz bir yargılama pratiği)  olduğunu söylediğinde tam da bu ruh halini yansıtmış oluyordu.[19]

Adalete ilişkin sıkıntıların sadece soruşturma ve yargılama süreçleriyle sınırlı kalmadığını, aynı zamanda olayların medyaya yansıma ve medyada tartışılma biçimlerinin de sorun yarattığını söyleyebiliriz. Yani adalet sorunları kamusallığa dair sorunlarla içiçe geçiyor, olayların kamusallık kazanma biçimleri giderek özel türden adalet sorunlarına yolaçıyor.  Ronell olayında New York Times’ın tek taraflı bir haber yapmış ve Ronell’in mektubunu yayınlamayı reddetmiş olması Ronell’i ve çevresini zor duruma düşürmüş olsa da, asıl tedirginlik kaynağının bu değil de, #metoo kampanyası bağlamında giderek belirginleşen daha güçlü bir eğilim olduğunu söyleyebiliriz. Yayın yoluyla, ya da daha doğrusu sosyal medya yoluyla yargılama denilen bu eğilimin cinsel tacize karşı mücadelede etkili olmakla birlikte, kolayca suiistimal edilerek linç ve cadı avına dönüşmeye açık olması haklı olarak feminist olan-olmayan çevrelerde kaygı yaratmış bulunuyor. #metoo hareketinin bu yönünü açık biçimde eleştirdikleri için başka feministler tarafından ağır biçimde damgalanan Margaret Atwood örneğinde gördüğümüz üzere, bu eğilim feministler arasında açık bir kamusal tartışma ortamının oluşmasını da engelliyor.[20] Atwood, “yıldızları gökyüzünden indirmek için internetin kullanılması bozuk bir yasal sistemin sonucudur” ya da “etkili olmadığı için yasal sistem bypass edilecekse onun yerini ne alacak, kimin haklı olduğuna karar veren yeni güç sahipleri kimler olacak” diye sorduğunda, özellikle bazı genç kuşak feministler tarafından “genç ve güçsüz kadınlarla dayanışma göstermeyen”, hatta “kadınlara karşı savaş açan” yaşlı ve güçlü kadın olarak damgalandı. “Kadınlara karşı savaş değil, herkes için insan haklarını” savunduğunu söyleyen Atwood aslında #metoo kampanyasına katılan ya da katılmak istemeyen başka pek çok kadının da harekete dair kaygılarını yansıtıyordu. Örneğin harekete doğrudan karşı çıkan Katie Roiphe, Twitter feminizminin neden kadınlar için kötü olduğunu savunduğu makalesinde “en yüksek sesli, en kızgın ve en basit sözlerin Twitter’da normal ve ana akım olarak değer kazandığını”, siyaseten doğrucu olmayan görüş sahibi olan kadınların ise kendilerini geri çektiklerini söylüyordu. Ayrıca erkeklere karşı sergilenen aşırı husumetten ve suçlamaları hemen doğru kabul etme eğiliminden şikâyet ediyordu. [21] Roiphe’nin harekete hiç sempati duymayışı onun görüşlerini bazı feministler için sorunlu kılabilir[22] ancak bu tür görüşlerin harekete katılanlar arasında bile yaygın olduğunu görmek bizi şaşırtmamalı. Nitekim #metoo hareketiyle ilgili olarak A.B.D’de kadınlar arasında yapılan ulusal çapta bir araştırma, kadınların anlamlı bir çoğunluğunun, doğru olmayan suçlamalar yöneltilmesi riski ve farklı düzeyde cinsel taciz davranışlarının aynı ağır cezalarla karşılanması hususunda kaygılı oldukları ortaya çıkarmıştı. Harekete sempatiyle yaklaşan bir kadının sosyal medyadan yaptığı şu uyarı durumu çok güzel ifade ediyordu: “# metoo diyerek, bir kitleye dönüşme potansiyeli olan bir kulübe katılmış olmaktan korkuyorum…”bence siz de (#youtoo) tahakkümün sadece erkeklerin tekelinde olduğunu unutmasanız iyi olur”.[23]

Evet, adalet ve kamusallık sorunlarına dair söyleyeceklerim şimdilik bunlar. Ve şimdi nihayet, olayın özü gibi görünen şeye, yani taciz olayının kendisine gelebiliriz. Bütün bu söylenenler çokluğu içinde ve arasından geçerek, gerçekte ne olduğuna dair bir fikir sahibi olabilecek miyiz? Ronell’in ve destekçilerinin başına gelenleri hatta daha fazlasını da hak etmiş ve adaletin yerini bulmuş olması ihtimali yok mu? Tüm bunlar taciz suçlamalarında sanıkların verdikleri tipik savunma tepkilerinden daha fazla bir şey ifade ediyor mu gerçekten?

Reitman’ın mahkemeye sunduğu 56 sayfalık dava dilekçesinde ikilinin üç yıl süren ilişkisine dair pek çok ayrıntılı anlatım ve kanıt olarak öne sürülen çok sayıda sesli mesaj ve e-posta mesajı bulunuyor. [24] Bence etkileyici, sarsıcı ve tutarlı bir olay örgüsü sunuyor Reitman. İlişkinin nasıl başladığını, başlangıçta ve gelişme halinde Reitman için nasıl bir gerilimle yüklü olduğunu, Reitman’ın buradan çıkmak için nasıl bazı başarısız girişimlerde bulunduğunu ama neden daha net tavır almayıp devam ettiğini, beklentisi ve kaygılarının neler olduğunu ve mezuniyetiyle birlikte nasıl olup da şikâyet yoluna gitme kararı aldığını tüm ayrıntılarıyla anlatıyor. Öykünün kendi içinde anlamlı olması “sadece ve sadece gerçeklere” dayalı olduğunu kanıtlamaz elbette. Ancak ispat yükünün kimin üzerinde olacağına bağlı olarak oldukça güçlü bir iddia olduğu açık (nitekim Reitman, soruşturma sırasında cinsel saldırı (istenmeyen cinsel temas) iddiasının tanık yok denilerek geçersiz bulunmasını, erkek oluşuna bağlıyor ve kız öğrenciler mağdur olduğunda, tanık olmamasına rağmen bu beyanın doğru edildiğini ileri sürüyor). Reitman’ın gözüyle olaylar kabaca şöyle gelişmiş: Reitman, alanın öne çıkan isimlerinden olan ve hayranlık duyduğu bir kişi olan Avital Ronell danışmanlığında çalışmak için New York Üniversitesi’ne başvurmuş ve Ronell onu tez öğrencisi olarak kabul etmiş, daha ilk günden itibaren Ronell Reitman’a özel bir yakınlık göstermiş, ona ağır bir duygusallık, tutku ve cinsellik içeren sevgi sözcükleriyle hitap etmiş, aynısını ondan da beklemiş, evine çağırıp onu öpmüş, kucaklamış, yanyana uzanmaya davet etmiş, ona masaj yapmış, sürekli ve ağır biçimde ondan aynı şekilde karşılık vermesini beklemiş, birlikte zaman geçirmeyi talep etmiş,  başkalarına ayırdığı zamanı kıskanmış, sürekli onu izleyerek ve ilgi talep ederek onu kıskaca almış.  Kısacası  Reitman’a göre Ronell, üç yıl boyunca kendi kafasında “hayali bir ilişkiyi” yaşamış ve bunu dayatmış. Böylece cinsel taciz, cinsel saldırı (istenmeyen cinsel temas) ve ısrarlı takipte bulunmuş, ayrıca bu talebin karşılanmaması durumunda birlikte çalışamayacaklarını ima ederek, tez danışmanlığı bu koşula bağlıymış gibi davranarak öğrencisini kontrol altında tutmuş. Reitman aslında ilk günden beri durumdan rahatsız olduğu ve bazı aile ve arkadaşlarına bu durumdan bahsettiği halde (ondan “cadı””, “psikopat”, “canavar” ve “yaşlı kadın” diye bahsettiği mesajlar var) Ronell’in danışmanı olarak ona verebileceği akademik ve mesleki zarardan çekindiği için durumu idare etmiş, nitekim Ronell bunu yapabileceğini ona hissettirmiş, ayrıca Reitman ikinci yılın sonunda artık dayanamayıp üniversitenin yetkili kişisine danıştığında ondan “Ronell’e fazla yaklaşma, yakar” öğüdü dışında bir yardım alamamış, böylece mezuniyete kadar beklemenin en iyisi olduğunu düşünmüş, nihayet mezuniyetinden sonra ilişkileri gerilmiş, Ronell ona yeterince iyi bir referans mektubu yazmayarak ondan desteğini çekmiş, hatta bir üniversitede işe girmesini bile doğrudan araya girerek engellemiş, bir konferanstan adını çıkarmış, Ronell’e artık bu durumda rahatsız olduğunda Ronell çok tepki göstermiş, yaklaşmakta olan taciz iddiasına karşı bir önlem olarak kendi çevresine Reitman hakkında yalan bilgiler yaymaya başlamış ve sonunda Reitman mezuniyetinden iki yıl sonra bu konuda şikâyette bulunmaya karar vermiş.

Avital Ronell’in, öğrencinin aktardığı bu öykünün ayrıntılı karmaşasına denk bir karşı-anlatısı yok ne yazık ki. Belki bir süre sonra mahkemeye sunacağı daha ayrıntılı ifadelerini okuyabiliriz. Ama  olaydan sonra verdiği birkaç söyleşide ve avukatı aracığıyla yaptığı basın açıklamasında söylediklerine bakarak onun gözünden olayın nasıl geliştiğini anlayabiliyoruz.  Nitekim Ronell bir söyleşide ve soruşturmadaki ifadesinde taciz iddiasını reddederek temel olarak şunu söylüyordu:[25] “Reitman ile aramızdaki iletişimler- ki şimdi cinsel taciz olduğunu iddia ediyor- hem ortak bir İsrail kökenini paylaşan, hem de ortak akademik ilgiler ve duyarlıklılarımızdan kaynaklanan süslü, cafcaflı, adi-yapmacık (campy) bir iletişim biçimine olan eğilimi paylaşan iki yetişkin arasındaki, gay bir erkekle queer bir kadın arasındaki iletişimlerdir…” ve …“üç yıl boyunca bu tür yazılı iletişimler onun tarafından da defalarca başlatılmış, karşılık verilmiş, teşvik edilmiştir”.[26]  Ronell, ayrıca öğrencisi ile aralarında herhangi bir cinsel temas olmadığını, sadece  tutkulu sevgi sözcükleri içeren bir iletişim olduğunu, ancak özel bir cinsel içerik barındırmayan benzer bir dili başka öğrencilerine karşı da kullandığını, Reitman üzgün ve stresli iken ona yönelik duygusal desteğini yansıttığını, öğrencisinin bu etkileşimden rahatsız olduğuna dair bir fikrinin hiç olmadığını, Reitman’ın mezuniyeti sonrasında bile onun danışmanlığından faydalanmak için peşinden koştuğunu, ve bu nedenle şikayeti öğrenince çok şaşırdığını söylüyor. Ronell’e göre Reitman hocasından beklediği türden özel bir ilgi ve destek görmediğini düşününce, ve üstelik iki yıl boyunca bir üniversitede iş bulamayınca bunun verdiği bir hayal kırıklığı ve öfkeyle davranmıştır. Bu ifadelerinden anladığımız kadarıyla Avtial Ronell, bu ilişkinin aslında Ronell’in kendine özgü tutkulu, sevgi dolu, gösterişçi ve abartılı dilinin (“Avi’nin nasıl konuştuğunu herkes bilir”) ve Reitman’a verdiği duygusal desteğin, ondan faydalanmak amacıyla manipüle edilmiş olduğu ve öğrenci istediği türden destek görmediği için sonradan taciz suçlamasına dönüştüğü bir ilişki olduğunu düşünüyor.

Ne yazık ki Reitman’ın ifadeleriyle karşılaştırmalı bakınca bu anlatımın açıkta bıraktığı pek çok soru var. Öncelikle iki taraf arasında iki zıt beyanın çatıştığı olgusal durumlar (istenmeyen cinsel temasa dair, öpme, kucaklama, yanına yatma, başını okşama gibi durumlar) var ki bu durumda ya biri ya da öteki yalan söylüyor demektir. Elbette kimin yalan söylüyor olduğunu bilmiyoruz ancak Reitman’ı tarif ettiği birçok mahrem durum, mesajlarda açığa çıkan yoğun duygusallık ve hatta obsesyon hali ile mükemmel uyum sergiliyor gibi duruyor. Üstelik bu kadar yoğun duygusal yakınlaşma içeren ifadelerin ve hallerin (en tipik olarak yatakta başucuna oturup ondan şiir okumasını istemek gibi ya da birlikte çalışmaya geçmeden önce ona masaj yapmak gibi) erotik ya da cinsel-bedensel bir içeriği olmadığını söylemek en azından bildiğimiz queer duyarlıklara ters bir durum olduğu için pek de akla yakın gelmiyor. Ayrıca karşılıklı rızaya ve paylaşılan pek çok ortak duyarlılığa dayandığı söylenen bu yoğun ilişkinin, neden ve nasıl bu kadar öfkeli ve acımasız bir tepkiye dönüştüğüne dair de yeterli bir açıklama yok. Hatta bu ilişkinin sonunda değil, ortalarında bir yerde Reitman’ın neden yakın arkadaşlarına hocasından söz ederken ‘cadı, canavar, psikopat’ gibi sözcükleri kullanmış olduğunu da anlayamıyoruz.

İki beyan arasındaki bu farklar ve medyaya yansıdığı kadarıyla Reitman’ın tek yönlü ifadesinin ikna ediciliğinin yüksek olması nedeniyle olsa gerek, tartışmayı izleyenlerin çoğunluğu bu ilişkinin rızaya dayalı olmayan bir taciz ilişkisi olduğu konusunda pek de şüphe duymuyor gibi görünüyorlar. Ben de erişim sağladığımız bilgiler ışığında (ve elbette soruşturmada dinlenen tanık ifadeleri vb. kanıtların değerlendirildiği varsayımıyla)  Reitman’ın bu ilişkide pek de gönüllü olmadığı sonucuna varıyorum. Öte yandan bu gönüllü olmama halinin ya da ilişkiye rıza göstermeyişin Ronell’e yansıtıldığına dair, onun bu durumun farkına vardığına ve buna rağmen öğrencisini ilişkiye zorladığına dair Reitman’ın iddialarını pek de ikna edici bulmuyorum. İşte tam da bu noktada durup, failin kendini tacizci olarak deneyimlemediği tipik bir taciz olayı olarak görünen bu olayın karakteri üzerine biraz daha düşünmeyi öneriyorum. Çünkü bu somut olayın kendisi ve feminist kamuoyunda ele alınma biçimleri, benim yukarıda sözünü ettiğim üç ilkeden birisi olan, insani-cinsel yakınlaşma ilkesi açısından değerlendirilmesi gereken ilginç boyutlar içeriyor.

Daha fazla olgu aktarımına girmeden sadece edindiğim genel izlenimi vermek gerekirse, ben bu ilişkinin, Avital Ronell’in öğrencisini güçlü bir şekilde yoğun bir duygusal iletişime çeken aşırı tarzının kurduğu bir sahnede Reitman’ın da yarı-gönüllü yarı gönülsüz kendi rolünü oynadığı bir ilişki olduğunu anlıyorum. Ayrıca hocanın karşısındaki kişiye dair gerçekçi bir değerlendirme yapamayacak ve duygusal zorlamanın farkına varamayacak kadar kendi duygusal tatmini merkezinde dönen bir yanılsamanın kurbanı olduğu sonucuna varıyorum. Sonuçta Ronell’e çok pahalıya patlamış olan bu türden bir “şuursuzluğun” nedenleri ve kaynakları elbette düşünmeye değer. Öyle anlaşılıyor ki bu şuursuzluğun arkasında hem hocanın entelektüel varoluşu, pedagojik tarzları ve kişisel karakterinin içiçe geçerek oluşturduğu queer eğilimler hem de içinde yer aldığı ve en merkezi  figürünü oluşturduğu kurumsal bağlama dair geliştirmiş olduğu körlük bulunuyor. Ve bu iki değişken arasında, yani bir yanda feminist-queer bir karakter ve pedagojik anlayış ile öte yandan star hoca etrafında yapılanan kurumsal bir güç ilişkisi bağlamı arasında nasıl bir bağlantı olduğunu da sormak gerekiyor.

Şimdi, olaya dair pek çok yorumda, özellikle yüksek lisans öğrencilerinin ve akademisyenlerin yorumlarında,  “yırtıcı star-hoca” ile “zavallı genç öğrencisi” arasındaki aşırı asimetrik güç ilişkisine dikkat çekildiğini görüyoruz. [27] Bu görüş son derece kuvvetle ve ikna edici biçimde savunuluyor ve çok çeşitli argümanlarla besleniyor, öyle ki üniversitenin son yıllardaki neo-liberal dönüşümüne ve artan işsizlik ve güvencesizlik sorunlarına, özellikle doktora öğrencilerinin yaşadığı ağır deneyimlere dair gelişen literatüre şimdiden güçlü bir katkı yaptığını söyleyebiliriz. Bu yorumlarda, iki farklı tartışma birleşerek güçlü bir argüman oluşturuyor: bunlardan ilki cinsel tacizin cinsellikle ilgili olmaktan çok güç ilişkileri, güç asimetrisi ve istismarı ile ilgili olduğu yönündeki anlayış – ki bu olayın (gay öğrenci ile queer hoca arasında geçen ve pek cinsellik barındırmayan bir taciz olayı olarak) mükemmel bir örnek sunduğu düşünülüyor. İkincisi ise, özellikle doktora öğrencilerinin, hızla daralan bir iş piyasasında tutunabilmek için nasıl da danışmanlarının desteğine ve keyfiliklerine bağımlı olduklarına dair bir tartışma – ki Ronell olayında bu sorunun çok merkezi bir önem taşıdığı çok açık görülebiliyor. Hem Ronell’in hem de Reitman’ın ifadelerinden bunu çok net görebiliyoruz.

Bu konunun bu temel zeminde tartışılmasına bir itirazım yok elbette. Olayın bu tür bir asimetrik güç ilişkisi bağlamında geliştiği ve buna benzer pek çok olayın bu yapısal koşullar tarafından mümkün kılındığı çok açık. Ancak hızla oluşan bu konsensüs içinde gözden kaçırılan bazı önemli noktalara, beni düşündüren noktalara da dikkat çekmek ve bunları cinsel-insani yakınlaşma ilkesi açısından yorumlamak istiyorum. Bir kere şunu merak ediyorum:  olayın failinin bir queer ve feminist olmasının;  karakter ve pedagojik anlayış olarak sıradan değil (Zizek’in ifadesiyle) “ekzantrik” birisi olmasının,[28] dahası bu hocanın teorik eserlerinde iktidar, otorite, duygular, istismar, travma ve pedagojik aktarım gibi konuları çalışmış olmasının taciz olayıyla ne ilgisi var acaba? Bazıları bu durumu tam bir ikiyüzlülük göstergesi olarak görebilir, zaten bu tür queer fikirlerin “cafcaflı boş laflar” olduğunu düşünenler için bu sorular anlamsız kaçabilir ama benim gibiler için durum böyle değil. Ben burada bir ikiyüzlülük sorunu olduğunu düşünmüyorum. Tam tersine bana öyle görünüyor ki Ronell’in dünya görüşü, entelektüel varoluşu ve queer karakteri onu tam da böyle bir taciz olayının faili haline dönüştürmüş. İçinde bulunduğu, yönettiği ve kendi içine kapalı görünen bir kurumsal ve teorik bağlamda, kendini queer bir ilişkiler ağında yaşıyor gibi rahat ve güvende hissetmiş olmalı. Sanki cinsiyetin ve cinsel kimliğin yanı sıra, kurumsal güç ilişkileri, etnik farklılıklar, sınıfsal konum, yaş, ve kıdem gibi insani-cinsel yakınlaşmalara normlar ve sınırlar koyan başka pek çok önemsizmiş gibi. Sanki tam da queer bir dünya görüşü ve karakteri olduğu için çevresindeki herkesin bunu anlayacağına, paylaşacağına, öğrencileri tarafından hiçbir zaman “yaşlı cadı” gibi görülmeyeceğine dair bir inanç, bir güven geliştirmiş olabilir. Reitman’ın queer karakterine bir güven. Bu yorum, bazılarına tuhaf görünebilir, sanki Avital Ronell’i savunmak için “tek kötü yanı çok iyi niyetli olması” türünden traji-komik bir yola başvurduğumu düşünebilirsiniz.  Böyle bir yanı olsa da tam olarak öyle değil. Avital Ronell’in iyi niyetli “narsisizmi” dışında da kusurları olduğu anlaşılıyor. Ronell, içinde yer aldığı ve kendi kurduğu kurumsal bağlamın güçlü kişisi olarak, tanınmış, saygın, çok sevilmiş, hayranlık duyulan, çok kazanan vb olduğu için ve böyle olduğu ölçüde queer duyarlıkları zayıflamış, onun yerine narsisist yönleri öne çıkmış biri olabilir. [29] Ayrıca öğrencisi ile yazışmalarda ifade bulan duyguların, gay-muhabbetinin çok ötesine geçen bir obsesyon hali ve dayatmacı ısrar karakteri taşıdığı da -gerçi “tutkulu aşıkların” yapabileceği gibi-  anlaşılıyor. Öte yandan Ronell’in aynı queer tarzlarla ilişki kurduğu ve iki taraf için de çok tatmin edici olan pek çok başka durumların yaşanmış olduğunu da tahmin edebiliriz. Nitekim pek çok eski ve yeni öğrencisinin ona verdiği destekten bunu anlayabiliyoruz. Yani bu queer varoluşun hepten bir yanılsama olduğunu, hiç işlemediğini, hep hoşnutsuzluk yarattığını varsaymak doğru olmaz. Bu zorlayıcı tarzın alıcıları, sevenleri olduğu gibi hoşnutsuz olanları da olmuştur. Hatta Ronell’in tarzının bütün öğrencileri üzerinde zorlayıcı olduğu fikri de tartışmalı görünüyor. Henüz daha soruşturma sürerken 129 eski ve yeni öğrencisinin imzalayıp rektöre sundukları bir dilekçede söylenenlere bakılırsa öğrenciler onun feminist ve queer tarzından çok hoşnut görünüyorlar. Bu mektupta öğrencileri,  Ronell’in hocalığına ve danışmanlığına tanıklık ediyor, onun öğrencilerle ilişkilerinde ne kadar profesyonel, etik, özenli, özverili olduğunu ve feminist pedagoji ve praksise ne kadar bağlı olduğunu anlatıyorlar.[30]

Gördüğünüz gibi durum biraz karışık. Öğrencilerin çizdiği Ronell portresi ile Reitman’ın çizdiği (ve bazı açılardan Ronell’i yakın çevresinin de onayladığı) portre arasında önemli bir fark var. Öğrencileri Ronell’in tarzında herhangi bir aşırılık, tuhaflık görmezken, Reitman’ın çizdiği karakter obsesif ve aşırı duygusal görünüyor. Nitekim sosyal medyada yansıyan bazı öğrenci yorumlarında da Ronell için ”duygusal olarak istismarcı” deniyordu. [31]Elbette yakından tanımadığınız birisi hakkında bu kadar veriyle ahkâm kesmek anlamsız olur ancak, bana kalırsa bu tür farklı deneyimlerin oluşması çok anlaşılır. Bu farkları ben daha çok, kişinin tarzından hoşlanan ve hoşlanmayanlar arasındaki, ya da onunla bu tarz üzerinden olumlu bir ilişki geliştirebilmiş ya da bunu istememiş olanlar arasındaki, ve elbette en önemlisi, Ronell’i daha kamusal ve iyi karakteri ile sınırlı tanımış olanlar ile biraz daha özel alanına girme şansına ya da şansızlığına uğramış olan “seçilmişler” arasındaki değerlendirme farkları olarak okuyorum.

Öyle görünüyor ki Ronell, bu seçilmiş öğrencisini kendi özel dünyasına almış, onun bu tarzı sevdiğini düşünmüş, varsaymış, ona açıkça itiraz edilmediği ya da belki de bazı işaret ve imaları görmezden geldiği için kendi hayali dünyasında yaşamayı sürdürmüş. Bu açıdan baktığımızda belki de olay sadece talihsiz bir karşılaşmadan ibaret. Nitekim Ronell’e destek verenlerden Pierre Zaoui’nin yazdığı gibi  Avital  Ronell’in büyük hatasının, “duygusal sözlerini aslında onları hak etmeyen birine vermiş, iyi tanımadığı ve değerlendirmediği birine” kendini böyle açmış olması olduğu söylenebilir.[32]

Demek ki sözkonusu queer karakteri nasıl değerlendirdiğimize bağlı olarak, bu olaydan çok farklı ve zıt dersler çıkarılabilir. Belki de sonuçları çok ağır olduğu için, para ve itibar kaybetmesine neden olduğu için Ronell, artık queer tarzından geri çekilecektir. Nitekim Ronell başına gelen olayı “cinsel tacizle ilgili meşru kaygıların cinsel paranoyaya dönüşebildiği bir çağda yaşanan bir aşırı hızlı yargılama telaşı” olarak nitelendirmeye devam etse de, bundan sonraki yaşamında üniversite yönetiminin verdiği karara uymayı – uzaklaştırma boyunca öğrencilerle görüşmelerinin gözetim altına alınması- “daha fazla öğrenci fantezisi ile karşılaşmamak” için kabul etmiş görünüyor. Ronell’in queer varoluşunun ve arzularının peşinden ne kadar ısrarla gideceğini, inanmadığı değerler altında yaşamaya ve çalışmaya devam edip etmeyeceğini bilemiyoruz elbette. Her şey olabilir, geri çekilip nedamet getirebilir, Reitman’a öfkesi artabilir, kendini istismara uğramış hissetme hali yoğunlaşabilir, küskün ama onurlu bir şekilde değerlerine sahip çıkmaya devam edebilir vs. ama herhalde en kötüsü dünya görüşü ile kişisel varoluşu arasındaki köprüyü koparması olurdu.

Ronell’in bundan sonra hayatına nasıl devam edeceği bir yana- gerçi haksızlığa uğramış birinin hayatının nasıl etkileneceği meselesi önemsiz olduğundan değil- bu tartışmanın üniversitelerde cinsel taciz kavrayışı ve mücadelesi, öğrenci-öğretmen ilişkileri ve pedagojik ilkeler üzerinde yarattığı etki ne olacak acaba?  Ronell olayının tipik bir güç eşitsizliği sorunu olduğunu düşünenler için bu olay, bariz güç asimetrilerinin mevcut olduğu kurumsal bağlamlarda, rızaya dayalı bile olsa gönül ilişkilerinin yasaklanmasının ne kadar gerekli olduğunu kanıtlayan mükemmel bir örnek daha sergiledi. Bu görüşe göre, her durumda mutlaka istismara açık olan ya da zaten kategorik olarak istismar teşkil eden bu tür ilişkiler, eğitim kurumlarındaki iktidar yapısının kaçınılmaz sonucudurlar. Ben bu görüşü çok tartışmalı buluyorum ve bu tartışmayı ilerletmek için, yıllar önce cinsel tacizle suçlanan belki de ilk feminist akademisyen olan Jane Gallop’un – ki onun başına gelen olay da birçok açıdan Ronell olayına benziyor–kendini cesurca savunduğu minik manifesto metninde ileri sürdüğü itirazları hatırlatmak istiyorum.[33] Gallop, bu kitabında sadece asimetrik kurumsal güç ilişkisi var diyerek kadınların rızasını baştan kategorik olarak inkâr etmenin, kadınların arzu duyan ve irade sahibi özneler değil, seks objeleri olduğunu teyit eden korumacı politikalara yol açtığını söylüyordu. Üniversitelerdeki cinsel taciz düzenlemelerinin, giderek cinsiyet ayrımcılığı bağlamından sıyrılarak sadece güç ilişkileri olarak görülmeye başlamasını ve cinsel taciz suçunun giderek ayrımcılık değil cinsellik suçu gibi görünmesini eleştiriyor ve şu uyarıda bulunuyordu: “cinsel taciz, mesleki ilişkilere seks karıştırmak olarak tanımlanınca aynı anda hem feminist hem de cinsel tacizci olmak işte bile değildir” (s.71).  Gallop, çalıştığı atmosferi cinselleştirdiği, erotik olan ile mesleki olan, çalışma ile yaşam, akıl ile beden, düşünce ile tutku arasındaki çizgileri aşmaya çalıştığı için bu suçlamaya maruz kaldığını düşünüyordu. Benzer şekilde Ronell’i destekleyen bazılarının da çok benzer görüşleri ifade etmesine şaşmamalı: bu kişiler,  Ronell’in bu olayda biraz dikkatsiz, basiretsiz ve hatalı davrandığını teslim etmekle birlikte, asıl meselenin, onun cesur, otantik, eksantrik, utanmaz ve dışavurumcu tarzından, zekice, mizahla  ateşle oyaya tarzında dair bir tepkiden ya da anlayışsızlıktan kaynaklandığını düşünüyorlar.[34] Bu düşünürlerin ortak kaygısı, üniversitenin politik doğruculuk maskesi altında aslında bürokratik, teknokratik, duygulara ve tutkulu pedagojik karakterlere yer olmayan, müşteri odaklı ve aşırı rekabetçi bir kapitalist piyasaya dönüşmüş olması ve bu tür olayların bu eğilimi pekiştiriyor olması. Ben bu tür kaygıların ciddiye alınmasını öneriyorum elbette ancak önemli bir kayıtla: bu gerilimlerde neden duygular ve tutkular kısmını kıdemli hocalar öne çıkarırken, çıkarlar ve başarı kaygısını ise genç kuşakların üstlenmek zorunda kaldığının sorgulanması ve bu ikiliğin, iki taraflı olarak dönüştürülmesi kaydıyla. Öğrencilerin hocaların, duygusal ve tutkulu pedagojilerinin ya da fantezilerinin nesnesi olmasını istemiyorsak elbette.

Sonuç yerine…

Avital Ronell olayına dair daha pek çok şey söylenebilir, söylenecektir de. Ben bu yazıyı yazarken bile tartışmaya başka pek çok yeni aktör katıldı. Ancak gündeme giren yepyeni bir argüman olduğu da söylenemez. Ronell mahkemeye, Reitman’ın ilişkiye gönüllü katıldığını gösteren güçlü kanıtlar sunmadığı sürece şimdilik durum onun aleyhinde görünüyor. Gerçi bu yakın ilişkinin tam bir rızaya dayalı olduğunu kanıtlamak da Ronell’i kurtarmazdı çünkü Ronell bu kez de New York Üniversitesi’nin danışman hoca ile öğrencisi arasındaki rızaya dayalı ilişkiyi yasaklayan kuralını ihlal etmiş olurdu. Tartışmaya katılan pek çok kişi, bu tür ilişkilerin gönüllü olup olmadığı hususunu pek de önemsiyor gibi görünmüyor. Bu kişiler her durumda hoca-öğrenci ilişkisinde kategorik bir istismar olduğu varsayımıyla hareket ediyorlar. Oysa elbette bu ayrım çok önemli ve ben eldeki sınırlı veriyle kendimce bir açıklama geliştirmeye çalıştım. Ancak her durumda bu yorumun bir miktar spekülasyona dayalı olduğunu okuyucuya hatırlatmam gerekiyor.

Üniversiteye dair de söylenecek, konuşulacak çok fazla şey olduğu açık. Bunlar arasında cinsiyet ayrımcılığı ve cinsel taciz meselesinin özel bir yeri olduğu da açık. Zaten çok uzamış olan bu yazıyı daha fazla uzatmadan sadece şu fikrimi paylaşarak bitirmek isterim: Bu sorun ve ihtilafların herkesin birbirine karşı gardını aldığı, herkesin haklarını ve çıkarlarını birbirine karşı koruduğu, geri planda eşitsizlik, ayrımcılık, rekabet, hınç ve güvensizliğin yattığı, sert bir haklar ve sorumluluklar, ya da politik doğruculuklar, kesin davranış kuralları rejimi içinde değil, ihtilafların hemen ve daima hukuka taşındığı bürokratik ve teknokratik bir zeminde değil, ortak ve açık bir kamusal alanının yaratılması yoluyla ele alınmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Böyle bir alanın yaratılması için öncelikle ilgili herkesin eşit üyesi sayılacağı bir ortak cemaate aidiyet hissetmek gerekiyor. Bu ortak cemaat ruhunun yaratılması ve sürdürülmesinde, kamusal sorunların eşitlik ve saygı çerçevesinde ve elbette belirli bir insani mesafeyi koruyarak tartışılması esas olsa da, bu kamusal sınırları aşan muhabbet boyutunun da eksik olmaması gerekir. Cinsel yakınlaşmaların sadece muhabbetin biraz ileri gitmiş biçimi olarak görüleceği bir geleceğe dair de umudumuzu yitirmesek iyi olur.

 


[1] Cinsellik,  Şiddet ve Hukuk: Feminist Yazılar, Dipnot, 2013.

[2]  Cinsel Tacizle Suçlanan Feminist: Jane Gallop, Cinsellik, Şiddet ve  Hukuk içinde, s. 67-99.

[3] Bu konuda çok daha incelikli analizler için şu yazılara bakabilirsiniz: Orhan Koçak, “Hınç ve Siyaset”, Birikim, 06,03,2018, www.birikimdergisi.com, Erdoğan Özmen, “Nefret etmeyi seviyorum, bana büyük bir güç veriyor”, 11,08,2018, www.birikimdergisi.com., Sevilay Çelenk, “Üsluba katılmıyorum ama…”, 31,05,2018, www.gazeteduvar.com.

[4] Destek mektubu için bkz..  Blaming the  victim is apparently OK when the accused in a Title IX proceeding is a feminist literary theorist, www.leiterreports.com. , Brian Leiter, 6,10, 2018.  New York Times makalesi: What happens to #Metoo when a feminist is the accused?, Zoe Greenberg, 8,13,2018.  www.nytimes.com.

[5] Beni bu yazıyı yazmaya teşvik eden şey, eski doktora öğrencilerimden sevgili Bilgen’in Facebook’da konuyla ilgili yaptığı bir paylaşım oldu. Bilgen’in Türkiyeli feministleri tartışmaya davet eden paylaşımına ben ve birkaç feminist akademisyenin yanıt vermesiyle aramızda küçük bir top çevirdik. Tartışamaya katılan Bilgen, Nurcan ve Selda’ya teşekkürler.

[6] Cinsel taciz konusunda daha  önceki yazılarım için bkz: Cinsellik, Şiddet Ve Hukuk, Dipnot., 2013. Özellikle, “Cinsel Taciz, Siyaset ve Taciz Siyaseti”, “Üniversitede Cinsel Tacize Karşı Önlemler”, ve “Cinsel Taciz ve Ankara Üniversitesi CTS” adlı yazılar.

[7] Tartışmayı başlatan yazılar, Brian Leiter’in blog yazısı (www.leiterreports.typed.com. , Brian Leiter, 6,10,2018) ile onu izleyen New York Times haberi oldu. Bunların dışında, olayı özetleyen genel yazılar olarak bkz: “What are we to make of Scholar Avital Ronell”, Esther Wang, Jezebel, 8,17,18. www.Jezebel.com. , “New Disclousers about an NYU Prof. Reignite a War on Gender and Harassment”, Katherine Magan, 15,8,2018, www.chronicle.com. Bu kaynakların tümü olayı büyük ölçüde Reitman’ın tarafıyla izlediler. Ronell tarafından izlemek için, özel olarak ona destek vermek için kurulmuş olan şu sitedeki yazılara bakılabilir: www.theoryilluminati.org.

[8] “What happens to #MeToo when a feminist is the accused”? www.nytimes.com. 13,8,2018.

[9] “Judith Butler Explains Letter in support of Avital Ronell”, www.chronicle.com,

20, 8, 2018.

[10] “Student Sues Professor He Says Sexualy Harassed Him”,   www.nytimes.com.

2018/08/16.

[11] “Prof. Avital  Ronell and the Lie of the Feminist Academy”, http://blog.simplejustice.us

[12] Brian Leiter’ın bloğunda özellikle post modern akademiye yönelik ısrarlı bir eleştiri var. Öyle ki hızını alamayıp Derrida’nın  cinsel tacizde bulunan bir akademisyene destek verdiği bir olayı ayrıntılı olarak anlatan bir yazı paylaştı. (www.leiterreorts.typed.com. , Brian Leiter, 6,13,2018.

[13] “Asia Argento, Avital Ronell and the Integrity of #MeToo movement”, Josephine Livingstone, www.newrepuplic.com, 21,8, 2018.

[14] “The New York Times Refuses to Publish Ronell Letter to the Editor”, www.theoryilluminati.com 23, 8, 2018.

[15] What happens to #metoo when a feminist is the accused, www.nytimes.com

[16] Obama mektubu ve Madde 9 soruşturmalarına dair eleştirel yazılar için bkz: “Obama administration attacks cross-examination…”, www.thefire.org. Hans Bader, 4,30,2014. “Title IX and the Critique of neoliberal university”, www.harvardmagazine.com Marine Bolotnikaya, 4,5,2016. “Title IX: Defined, Refined, Intervined”, www.campusanswers. “Law Professors against Title IX”, www.reason.com, Roby Soave, 1,4,2016. “Ruth Bader Ginsburg Thinks some College Title IX are Unfair to the Accused”, www.reason.com R. Soave, 2,9,2018. “Betsy Devos Withdraws Dear Colleaque Letter”, www.reason.com. R. Soave, 9,22,2017.

[17] “19 Harvard Law Professor Defend Law Student”, www.hlrecord.org. M. Shammas, 11,3,2015. “Student accused of sexual assault wins big in court”, www.insidehigheredu.com. Jeremy Bauer, 2,13,2018. “Central Allegations in the Hunting Ground Collapses under Scrunity”, www.reason.com. R. Soave, 6,1,2015. “Female student said I’m fine”, www.reason.com. R. Soave, 4,9, 2016.

[18] “Fair Process, not Criminal Process is the Right Way to Adress Campus Sexual Assault”, www.prospects.org Alexandrea Brodksy, 1,21,2015.

[19] “NYU Scholar Accused of Harassment Assails Rush to Judgement as Sign of Sexual Paraoia”, www. chronicle.com. K. Mangan, 17,8, 2018.

[20] “Margaret Atwood faces feminist backlash on social media over #MeToo”, www.theguardian.com. Ashifa Kassam, 1,15, 2018. “Margaret Atwood: Feminism is not about believing women are always right”, www.independent.co.uk. Maya Oppenheim, 18,7, 2017.

[21]  “The Other Whisper Network: How Twitter Feminisn is Bad for Women”, www.harpers.org. Katie Rophie, March 2018. “The controversy about Katie Roiphe’s Harper essay”, www.vox.com. A. Northe, 4,20,2018.

[22] “Why women are worried about #metoo”?, www.vox.com. A. Northe, 4,5, 2018.

[23] “What are some criticisim of the MeToo social media campaing”?, www.quora.com. 21,10,2017.

[24] Dava dilekçesinin linki için bkz: “The Unsexy Truth about the Avital Ronell Scandal”, www.chronicle.com. 20,8,2018.

[25] “An Eleven Months Denial of All Allegations, Press Release”, www.theoryilluminati.org. 17,8,2018.

[26] “What Happens to #metoo when a feminist is accused”? www.nytimes.com. Zoe Greenberg, 8,13,2018.

[27] “The Unsexy Truth About the Avital Ronell Scandal”, www.chronicle.com, C. Robin, 20,8, 2018. “What are we to make of the case of scholar Avital Ronell”, www.Jezebel.com. Esther Wang, 8,17,2018. “On Power and Aporia”, www.medium.com. A. Elisabeth Robinson, 8,21, 2018. “Harassment and Power”, www.insidehighered.com. C. Flaherty, 20,8,2018.

[28] “Why did I sign the Letter”?, S. Zizek, www.theoryilluminati.org.

[29] NY Üniversitesi Edebiyat Bölümünün önceki başkanı geçenlerde yazdığı yazıda, Ronell’in öğrenciler üzerinde nasıl bir teorik dayatma içinde olduğunu, Ronell ve Derrida’nın eserlerine referans vermeyen öğrenci ödevlerinin kabul edilmeyeceğine dair bir talimatı olduğunu ileri sürdü. Bkz. “Huppauf on Ronell, part II, 29,08,2018, www.leiterreports.typed.com.

[30] New Disclosures…K. Mangan, 15,8, 2018, http://cronicle.com). Ayrıca bkz. Elisa Santucci ve William Cheung, www.theoryiluminati.org.  26,8, 2018).

[31] “Former TA believes the accusations against Ronell”, www.leiterreport.typed.com. , 30,8,2018.

[32] Desire and Stick, Pierre Zaoui, www.theoryilluminati.org. 23,8,2018.Ayrıca bkz. Dispatches, Philipe Mangeot, www.theoryilluminati.org. 25, 8, 2018.

[33] Cinsel Tacizle Suçlanan Feminist, Jane Gallop, çev. A. Özkazanç, Dipnot, 2014.

[34] Theory Illimunati sitesindeki yazılar genelde böyle. Özellikle Manngeot, Zaoui ve Zizek’in yazıları.