Beckett İçin Metinler

Yazamıyorum” dedin mi Beckett. “Yazdım” mı dedin? O da Beckett. “Biteviye söylenmekte ne var ki” dersen, Beckett. “Bir başlasa da gitsek” diye beklediğin, Beckett. Hiç beklemediğin bir anda karşına çıkan, Beckett. “Hiç’i hiç bu kadar iç etmemiştik” diye düşünürsen, Beckett. Cümleyi tamamlamadan da olursa, Beckett. Yazıp da kendini hiç yazmamış sayarsan, Beckett. Beckett yerine konuşursan, Beckett; “Ben, asla Beckett adına konuşmam” dersen, yine Beckett. Yazdığın tüm bu cümlelerden Beckett’i silsen bile, görüp göreceğin, sadece Beckett. Bir noktadan sonra “sözcükler bile bırakıp [gidecek] sizi, bu kadar kötü işte” (Beckett, 2013, s. 87). Öyle değil mi? Beckett!.. Yani, Evet!

İkinci paragraf: Az önce yalnızca bir kelimeyle çekip çevrilen bir dizi cümlenin tam olarak aşağısına denk geliyor. Ortalığı toplamaya hevesli bir dağınıklık; en çok düzensizliğinize yabancılaşıyor. Beckett’in yeri yurdu, bir an meselesi. Fazlasıyla Beckett, mümkün olduğunca az yazan Beckett’e aykırı. Konuşmayı tutturmak önemli, tutumluca konuşmak değil. Yine de söz bir yere varmalı. Beckett’e sorsan, “bu konuşmayı, biraz önce çıktığım evin önüne, kaldırıma yerleştiriyorum” (Beckett, 2013, s. 45) der. Konuşmayı kaldırıma yerleştirmek; başedemediğin tüm cümleleri yere sermek.  Siz devam edin, elimdeki cümleleri yerleştirip geliyorum…

“İlk Aşk”[i]ı okudunuz mu diye sormadım. Yanılmıyorsam ortada bir bank vardı ve iki kişi bir banka sığamamışlardı. Biz buna şimdilik aşk diyelim. Hayır, yanılıyorsunuz, Beckett’ten okumuyorum, aklımda ne kaldıysa onu anlatıyorum: Adamın biri, muhtemelen Beckett’in ta kendisi, “her akşam beni rahatsız etmeye kararlı mısınız”, diye sorunca kadının biri, kim olduğu biraz şüpheli, “sizi rahatsız mı ediyorum? dedi” (Beckett, 2013, s. 15). Adam ne dese beğenirsiniz? “Beni rahatsız ediyorsunuz, siz buradayken, ayaklarımı dilediğimce uzatamıyorum dedim (…) Uzanmanız şart mı? dedi. İnsanın yanılgısı başkalarıyla konuşmak oluyor” (Beckett, 2013, s. 15). Peki Beckett sorunu nasıl çözüldü? Kadın, “ayaklarınızı dizlerime uzatın”, demedi mi? Siz de uzatıverin, banka uzanmak isteyen Beckett, olsun bitsin. “Yalvartmadım kendime” (Beckett, 2013, s. 15). İyi bari!..

Hikâyenin devamı önemli değil; belli anları önemli. Örneğin, “kadının görüntüsü benim için bankın görüntüsüyle, bankın akşam görüntüsüyle birleşiyor, gündüz ya da gece[de]ki bankla değil; bu nedenle bankın akşamları bana sunduğu görüntüden söz etmek bir anlamda kadından söz etmekle özdeşleşiyor” (Beckett, 2013, s. 16). Bir bank seçmek; kolaycılıksa o bankta bir an seçmek; kolaycılığın gizemini bizlere gösteriyor. Sonra “yere uzan, diyor sanki her şey, yere uzan ve öylece kal” (Beckett, 2013, s. 19). Yazmak; Beckett’e doğru yayılıyor. Uzanmalı, Beckett’in cümleleri gibi…Boyluboyunca serilmeli kağıtlara, öylece cümlelerinizin yerine geçivermeli. Kimse bulamayacak sizi, ben yatıyorum. Ve konuştuğunuzu duyuyorum. Beckett, sıkılacağınızı tahmin etmiş gibi kadının ismini mütemadiyen değiştiriyor, öyle ki, kim o diye sormak bir noktadan sonra iyice anlamsızlaşıyor. Bank buluşmalarında hiçbir şey havada kalmaz. Zaten nereye gidebiliriz? Biz otururken, o düşünüyor:

Orada yoktu, ama aniden ortaya çıktı, nasıl oldu bilmiyorum, gözlerimi de kulaklarımı da dört açmama karşın gelişini ne görmüş ne de işitmiştim. Yağmur yağıyordu diye ekleyelim de, bir parça değişiklik olsun. Şemsiyesini açmıştı doğallıkla, yağmurdan korunmak için; çok zengin bir gardrobu vardı! (Beckett, 2013, s. 23).

Şemsiyeyi Beckett’ten bir süreliğine kaçmak için kullanalım mı? Hiç için Metinler (2013) ya da sözcüklerin yazılar boyunca uzanıvermesi Beckett değilse nedir? Ben bile dinlemiyorum kendimi. Ne yazıyordum? Evet, size bir şemsiye açıyorum. Giacomo Joyce (2011)’un son cümleleri:

Hazırlıksızlık. Çıplak bir apartman dairesi. Ölgün gün ışığı. Uzun, kara bir piyano: müziğin kefeni. Ucuna bir kadın şapkası konuvermiş, kızıl çiçekli ve bir şemsiye, kılıfında. O’nun silahları: bir miğfer, soyluluk armalarının kırmızısı, savaş alanında kör bir mızrak, yas karası. Sonsöz: Sev beni, sev şemsiyemi (Joyce, 2011, s. 44).

Şemsiyenin peşinden iki farklı “hikâye”nin nasıl buluştuğunu gözlemleyelim: James Joyce’un Giacomo Joyce adlı kısacık yapıtı; Richard Ellmann’ın “sunuş”undan anladığımız kadarıyla Joyce’un diğer eserleri arasında gezintiye çıkmış gibidir (Bkz. Ellman, 2011, s. 7-22). Beckett’in Hiç İçin Metinler’i de tüm Beckett yazılarına dağılmış vaziyettedir. Kitabın arka kapağında yazdığına göre, “Yatıştırıcı (2013, ss. 49-66), Malone Ölüyor’u anımsatır”. Şimdi başlangıç (sunuş) ve son (arka kapak) meselesini boş yere açmadık; bu yazıyı o kitaplara bir şekilde tutturmaya çalışıyoruz.

Joyce ve Beckett için bir benzerliğin ya da bir farklılığın peşine düşmekten çok her iki metni ardarda okuduktan sonra iki yazı arasında dolaşmanın şaşırtıcılığına odaklanmak istiyoruz. Karşılaştırmalı değil; Karşılaşan Edebiyat. Giacomo Joyce, sevgiliyi anlattıkça aslında sadece kendini (Joyce’u) anlatır: Sözcüklerin kendine has düşüncelere devrilişi; imgeler arasındaki o geveze bocalayış derken “kısa bir gülüş[e]; kirpiklerin kısaca kırpıştırılışı”na (2011, s. 25) takılmak; “gözleri düşüncelerimi içti” (s. 41) diye düşünecek kadar sakin “o asla sümkürmez. Bir anlatım biçimi bu: az ve öz” (s. 27) diye yazacak kadar hoyrat… “Koridor boyunca  önümden yürüyor ve yürürken saçının kara bir büklümü usulca çözülüp düşüyor. (…) Farkında değil, önüm sıra yürüyor, yalın ve onurlu” (s. 37). Joyce bu: “Dahası yok” (2011, s. 28).

Beckett’in “İlk Aşk”ına geri dönelim, kirpikler henüz ifadeye gelmiyor. Koridor boyunca yürüyüş (Joyce) bir anda “koridorun ucundaki duvarın önüne eşya yığma”ya (Beckett, 2013, s. 25) çıkıyor: “Odaya dehşetle baktım. Mobilyaların çokluğu akıl alır gibi değildi”(Beckett, 2013, s. 25). Joyce’dan Beckett’e taşınmak; yazıda pat diye –ki bu, devrilen bir eşyanın sesidir, Gregor Samsa’ya yer açacağı için önemli. Hatırlarsınız, kiracılar, Samsa Ailesinin evine yerleştiğinde tüm gereksiz eşyalar “Gregor’un odasının yolunu [tutmuştu]” (1965, s. 39). Gregor’a sorsaydınız, size eşyayla dolu bir odayı eşyasız bir odaya tercih edeceğini söylerdi. “İyi de,  burada, Gregor için `konuşamadığı için kendini yiyip bitiriyordu` (Kafka, 1965, s. 24) diye yazıyor” mu dediniz? … Size söylemenin bir yolu mutlaka olmalı…

Gregor’u dilsiz bıraktınız da ne oldu? Kafka’dan “anasıyla kızkardeşi[nin], odasını boşaltıp kuşa [çevirmeleri], sevdiği ne kadar [eşya] varsa hepsini bir bir alıp [götürmeleri]”, sıranın “yazı masasına, dura dura döşemede yer yapmış olan, tâ ticaret okulundayken, hayır, hayır tâ ilk okuldayken üzerinde ödevlerini yazdığı o canım masaya [gelmesi]” karşısında Gregor’un nasıl can havliyle bir şeyler yapmaya karar verdiğini okudunuz. Madem buraya kadar okudunuz, devamını da okuyunuz: “anayla kız bitişik odada, az buçuk nefes almak için masaya dayanmış dururken, Gregor şöyle bir meydana çıkıverdi” (Kafka, 1965, s. 29). Trajikomik bir soru: “Okudunuz da ne oldu?” Hikâyenin devamı yine burada yok. Sözün orta yerinde odadan çıkarılmış eşya gibi kalmadınız mı? Ve kim, sizi eşyasız bıraktı?

Odaya dehşetle baktım. Beckett’in yokluğu akıl alır gibi değildi. Yoksa Joyce’u bırak; Kafka’yı unut, Beckett’i al diye daha demedik mi? Unutmayın, yazıya hâlâ Beckett niyetine Joyce ve Kafka cümlelerini taşıyoruz. Üstelik herkesi Beckett’e bağlamamız için çok fazla cümle kurmamıza da gerek yok. Kafka’da “tedirginliğin klasik form”unu gördüğünü söylemiş bir Beckett çok işe yarıyor ve o, susmadan devam ediyor: “benim yazımda tedirginlik formda değil, formun arkasında” (Beckett, 2014, s. 105) Böylece hem bize fazla söz bırakmıyor hem de kendi yazısıyla Kafka’nın yazısı arasındaki farkı okumayı iyice güçleştiriyor. “Ben bilmemeyle, güçsüzlükle çalışırım” (Beckett, 2014, s. 103)  diyen o gözlükler, boşuna değil… Oradan oraya taşınıp duran bunca eşyanın ağırlığı da böylece okurlara yükleniveriyor. Yazının bir köşesine mümkünse şu notu düşün: Okumak; Gregor’un yazı masasını kımıldatmaktan zormuş.

Joyce’dan farka gelince, bu yazı; her ne kadar Joyce ve Beckett arasındaki farkla ya da benzerlikle ilgilenilmeyeceğini önceden beyan etmiş olsa da Beckett’e kulak kabartmaktan hiç vazgeçmiyor. Yazının kulakları…. bütün cümleleriyle beraber o kuyudan aşağıya sarkınca, kalmadı ortalıkta Vida Mida(s). Yazı cümlelerden taşa taşa hepten yapboz aşamasında. Beckett’in, “o uzun kulakları”yla, “Joyce şahane bir malzeme idarecisi-belki de en iyisi. Kelimelerin yapabilecekleri azami şeyi onlara yaptırıyor. Lüzumsuz bir hece yok” (2014, s. 105) dediği duyulsun. Kuyudan aşağısı: Joyce niyetine bir Beckett: Sanmayın ki, lüzumsuz bir yankı bile yok…

Peki ya Beckett, Beckett için ne demişti? Yazı sussun ve Beckett konuşsun:

İfade etmenin bir başarı olduğuna, öyle olması gerektiğine dair estetik bir kabul var. Benim naçizane keşfimse sanatçılar tarafından kullanılmaz diye itilen, tanımı itibariyle sanatla bağdaştırılamayan o varoluş alanın tümü. Bence şu aralar kendi deneyimlerinin nasıl olduğuna birazcık dikkat edenler, bunun bir bilmeyen [non-knower], edemeyen [non-can-er] deneyimi olduğunu görür (Beckett, 2014, s. 105).

Beckett’in “kendimden söz etmiyorum” (Beckett, 2013, s. 126) diyen nice cümlelerine ne zaman baksak onlar hep “kendimden söz ediyorum”a vardı. O istediği kadar “devam etmenin imkânı yok” (Beckett, 2014, s. 105) desin, biz Beckett’e rağmen devam edelim: Gregor’un yazı masası o odadan çıkacak, Joyce bir şemsiye daha açacak; Beckett, uzun öyküleri “İlk Aşk”, “Atılmış”, “Yatıştırıcı” ve “Son” arasında öyle bir dolaştırılacak ki ilk aşk’a geri dönmek için sayfa epey geriye sarılacak. Bütün iş, Beckett’e uygun bir biçimde sarpa sarmalı. Siz saradurun, cümleden aşağısı boğuk bir bant kaydı olsun: Parantezi aç: “Öne kaydırma ile yakın plan baş, eller, teyp. Müzik [Hayalet Üçlüsü’ndeki gibi] biraz daha yükselir”(Beckett, 2010, s. 23) Parantezi kapa:

Isırganları kendi ellerimle söktüğüm gün, Beckett’ten “ısırganları kendi ellerimle söker miydim?” (2013, s. 20) cümlesini okudum. Ne oldu? Beckett kırmızısı eller, Nacht und Träume’nin “düşteki eller”i (2010, s. 39) gibi oldu. Yazı, okumayı söktü. Beckett’i Beckette’e karşı kullanmak için şöyle seslenildi: “bir de, Bilmiyorum, yapamam, edemem diye yanıtlar vermesi yok muydu! Oysa yalnız bendim, bilmeyen, yapamayan, edemeyen” (Beckett, 2013, s. 21) Kim konuştu? Beckett’in bu soruya nasıl cevap vereceği belli. “Beckett için Metinler” diyebilmek için Hiç İçin Metinler’den kaç cümlenin çekip çıkarıldığını yukarıdan aşağıya doğru sayabilirsiniz. Becketten sürüncemede yazı; “evet, bugünlük yeterli bu kadar zahmet” (Beckett, 2013, s. 117) cümlesiyle sona erebilir. Siz her sözcük yerli yerinde mi diye iyice bakın ki, biz de yazıya ağırlığınca Beckett getirdik diyebilelim. Beckett için Metinler’i okumaya gelen olursa söyleyin: Gregor odada kaldı, biz çoktan Joyce’a taşındık ve Beckettsiz yazı, tam bir Hiç.


[i]  Beckett’in Hiç İçin Metinler’de okuru ilk karşılayan öyküsü, “İlk Aşk”tır (Bkz. Beckett, 2013, ss. 9-31).

Kaynakça

Beckett, S. (2014). Ben Bilmemeyle, Güçsüzlükle Çalışırım [Söyleşi]. (S. Yaltır, Çev.). Notos Öykü (47): 102-105.

Beckett, S. (2013). Hiç İçin Metinler ve Uzun Öyküler. (U. Ün, Çev.). İstanbul: Ayrıntı.

Beckett, S. (2010). Hayalet Üçlüsü. S. Beckett ve G. Deleuze. Quad ve Diğer Televizyon Oyunları & Bitik içinde (ss. 15-25). (C. Gündüz ve A. Orhun Gültekin, Çev.). İstanbul: Norgunk.

Beckett, S. (2010). Nacht und Träume. S. Beckett ve G. Deleuze. Quad ve Diğer Televizyon Oyunları & Bitik içinde (ss. 37-41). (C. Gündüz ve A. Orhun Gültekin, Çev.). İstanbul: Norgunk.

Ellmann, R. (2011). Sunuş. J. Joyce. Giacomo Joyce içinde (ss.7-22). (Z. Avcı, Çev.). İstanbul: Sel.

Joyce, J. (2011). Giacomo Joyce. (Z. Avcı, Çev.). İstanbul: Sel.

Kafka, F. (1965). Değişim. (V. Günyol, Çev.). İstanbul: Ataç Yayınevi.