Ölümün Karşısında “Yaşam”, “Yaşantı” ve “Deneyim”i Düşünmek

“Anahtar Kavramlar” yazı dizisinde Bükem Özçeri, Ceren Dalgıç, Güncel Oğulcan Ülgen, M. Taha Tunç ve Rahmi Yurttakalan farklı açılardan “sorunlu” gördükleri kavramların izini sürecek ve konuyla ilgili çalışma yürüten akademisyenlerin veya çevirmenlerin görüşlerine de başvuracak. Yazı dizisinin bu bölümünde Doç. Dr. Çetin Türkyılmaz’ı konuk ediyoruz. Toros Güneş Esgün ve ViraVerita yayın kurulunun editörlüğünde bir sene boyunca her ay bir kavram grubu hakkında bir yazı yayımlanacak. Çalışma grubuna anahtarkavramlar@gmail.com adresi üzerinden yazı ve önerilerinizle siz de katkı sunabilirsiniz.


“Yaşam”, “yaşantı” ve “deneyim” kavramlarını düşünmek, bu kavramları anlamaya çalışmak bugün neden kıymetlidir? Yaşam, özellikle kriz zamanlarında, üzerine en çok düşünülen kavramlardan biridir belki de. Savaşlar, ölümler, afetler arasında insan, kendisinden ısrarla uzaklaştırılana döner. Aristoteles’in kritik bir uğrakta eudaimonia[1](εὐδαιμονία) üzerine konuşması tesadüfi değildi, nasıl ki İskender’den “Philoppos’un yakıp yıktığı ülkesini onarmasını”[2] istediyse kendisi de düşünsel onarım için “yaşam”a sarılmıştı. Nietzsche ise çağının “bir tür çöküşe”[3] girdiğini söyleyerek yaşamı dolduran değerleri yeniden değerlendirmeye davet etmişti. Arendt, insanlık tarihinin unutulamayacak utancı olan, antisemitist politika sonucu ortaya çıkan Nazi Almanya’sından kaçarken ölüme odaklanmak yerine Kristeva’nın deyişiyle “doğumun eşsizliğine ilahi okuyordu”[4]. Bugün insanlar ve hayvanlar, çeşitli politikalarla yaşamdan koparılırken birçok filozofun yaptığı gibi yaşama dair sorularımızı canlı tutmamız gerekir. Yaşama dair sorularımız beraberinde “başkalarını” da getirir. Aristoteles, mutluluğu “tek başına” bir yaşamda aramıyordu; Arendt, politikasına kamusallığı dahil ediyordu. Husserl ve Levinas “başkasının beni” sorununu bu bağlamda ele almışlardı. “Yaşantı” ve “deneyim” kavramları; yaşamın, hep bir başkasıyla yaşandığına işaret ettiği için bu kavramları araştırmak kıymetlidir aslında. Elbette sorduğumuz soruları cevaplayabilmek ve bu araştırmayı yapabilmek için kavramlar arasında sınır çizmek gerekir.

Yazımızın eksenini oluşturacak “yaşam”, “yaşantı” ve “deneyim” kavramları hem felsefenin hem politikanın hem de gündelik dilin anahtar kavramlarıdır. Ölümün ve yıkımın “yaşam”ı sekteye uğratan karanlığıyla karşılaştığımızda bu kavramları yeniden düşünmek hem felsefeyi hem politikayı hem de gündeliği yeniden düşünmektir bir nevi. Kavramların çeşitli alanlarda kesişmesi de o kavramların kullanışında belli başlı zorluklar meydana getirir. Herakleitos’tan Hegel’e, Kant’tan Locke’a, Nietzsche’den Husserl’e kadar hep kullanılmış olan “yaşam”ı, “yaşantı”yı ve “deneyim”i belki de kullanmadığımız bir gün geçirmeyiz. Kelimelerin sıklıkla kullanılıyor olması da kimi zaman anlamların belirsizleşmesine, kavramların birbiri yerine kullanılmasına yol açabilir. Bu zorluğu yenebilmemizin yolunu da eleştirel felsefi tavırda bulabiliriz. Yani kavramlara sınırlar çizerek, kavramların kullanımlarını araştırarak, hatta kullanımlarını esneterek… Yazının devamında da bu felsefi tavırla “yaşam”a, “yaşantı”ya ve “deneyim”e birlikte bakıp bu kavramları düşünmeye imkanlar yaratmaya çalışacağız.

I.

Bu kelimeleri anlayabilmek için öncelikle kelimelerin felsefe sözlüklerinde nasıl yer ettiğine, hangi dönemde hangi anlamlara geldiğine bakmakta fayda var. Öncelikle TDK’da “doğumla ölüm arasında yaşanan süre” olarak tanımlanan “yaşam”[5] kelimesini inceleyelim. Afşar Timuçin’in hazırlamış olduğu sözlükte yaşam, “canlı varlıkların varlıklarını sürdürme etkinliklerinin bütünü”[6] olarak tanımlanırken ardından gelen cümle “yaşam”la ilgili bir soru işaretini belki de istemsizce açığa çıkarır. Timuçin bu tanımından sonra “bireyin varlığını sürdürme etkinliklerinin başladığı noktayla bittiği nokta arasında kalan süre ve bu süreyle ilgili olaylar”[7] ifadesini ekler. Bu ifadesiyle, Antik Yunancadaki zoe (ζωή) ve bios (βίος) ayrımına benzer bir ayrıma işaret ettiğini söyleyebiliriz. Ancak kelimenin yabancı dillerdeki karşılığının verildiği kısımda Antik Yunanca karşılığı eksik bırakılmıştır. Oysa cümledeki “birey” vurgusu insan ve hayvan arasında felsefe tarihi boyunca süregelen hiyerarşiyi gözler önüne serer ve Batı dillerinin kaynaklarından biri olan Antik Yunancanın sözlükte eksik bırakılması, bu hiyerarşinin izini sürmemizi engelleyecek niteliktedir. Bedia Akarsu ise sözlüğünde kelimenin Yunanca karşılığına yer vermiş ancak yalnızca bios’tan bahsetmiştir.[8] Tanımını ise şu şekilde yapmıştır: “Cansız özdekten de, tinsel varlıktan da ayrı olarak canlıların (organizmaların) varlık biçimi ve varlık alanı; canlıların temel özelliği.”[9] Peki ya bunu yalnızca bios karşılamakta mıdır? Veya bu ayrım üzerinde durmak neden önemlidir? Özellikle biyopolitika alanında çalışan siyaset bilimciler, felsefeciler, filozoflar “yaşam” kavramının Antik Yunan’daki kullanımına değinmeden geçmezler. Almancada das Leben, İngilizcede life, Latincede vita, Fransızcada la vie olan yaşamı[10] Antik Yunancada karşılayan iki farklı kelime var: zoe ve bios. Aynı kökenden gelen bu kelimelerden zoe, “bütün canlı varlıkların (hayvanların, insanların ya da tanrıların) ortak özelliği olan yalın yaşama/canlılık olgusunu” tanımlarken bios, “bir birey ya da grubun bir özelliği olan yaşam(a) biçimi” olarak tanımlanıyordu.[11] Zoe ve bios arasında yapılan bu ayrım sebebiyle Antik Yunan’da insana, hayvandan farklı bir yaşam biçimi addedildiğini söylememiz mümkün görünüyor. Nermi Uygur, Yaşama Felsefesi’nin önsözünde “İnsan yaşar. Bitkiler, hayvanlarsa yalnızca canlıdır.”[12] derken bu ayrıma işaret ediyor ve felsefe tarihinde birçok düşünür gibi insanı hiyerarşik olarak üst bir konuma yerleştiriyordu. Bu hiyerarşiyi sorgulayabilmemiz için zoe ve bios arasındaki ayrımın kökenine inmemiz oldukça kıymetli.

Kavramlar, kullanıldığı dönemlere göre farklı anlamlara gelebilir. Kavramın izini süremediğimizde ise çevirilerde dolayısıyla bu kavramları felsefesinin temel noktası yapan filozofları anlamada zorluklar yaşarız. Örneğin “yaşam” kavramının izi sürülmediğinde zoe ve bios ayrımıyla karşılaşamaz, belki de bu sebeple Aristoteles’i anlamakta güçlük çekeriz. “Yaşantı” “deneyim” kavramları devreye girdiğinde ise bahsedilen bu zorluk daha da artar. Macit Gökberk tarafından Alm. Erlebnis kelimesinin karşılığı olarak türetilen[13] “yaşantı” kelimesi gündelik dilde kimi zaman yaşam kelimesine karşılık olarak kullanılsa da felsefe metinlerinde bu karşılığı bulamayız. “Yaşantı” kelimesi Timuçin’in sözlüğünde yer almasa da Akarsu tarafından “kişiliği zenginleştirdiği kabul edilen, bir anlamı olan bütün yaşanmış deneyler” olarak tanımlanır.[14] “Deneyim” ise Timuçin’in ve Akarsu’nun sözlüğünde Alm. Experiment’e karşılık olarak yerini bulur. Oysa Dilthey’ın, Husserl’in, Benjamin’in, kullanmış olduğu Erfahrung[15] kelimesi de “deneyim” olarak çevrilir. Elbette kelimelerin kökeni kadar felsefede nasıl birer kavram haline geldiği de önemlidir. Bu kelimelerin birer kavram olarak karşımıza nasıl çıktığını görebilmek için felsefe tarihinde kısa bir gezintiye çıkalım.

II.

Bir kavramın izini, felsefe tarihinde kısa bir yazıda sürmeyi mümkün kılabilmek için ele aldığımız kavram dizisini iki ayrı şekilde incelemek daha anlaşılır olabilir. İlk olarak Türkçede bulunmayan zoe-bios ayrımına, ikinci olarak felsefi metinleri daha anlaşılır kılmak amacıyla Erlebnis-Erfahrung ayrımına bakabiliriz.

  1. Aristoteles, “yaşam”ı her iki anlamıyla da felsefesinin temeli haline getirmiştir. Ancak etik ve politika görüşlerinde bios ön plana çıkar. Bu önermeyi Nikomakhos’a Etik’ten birkaç cümleyle kolayca doğrulayabiliriz. Aristoteles, haz yaşamı, politika yaşamı ve teoria yaşamı olmak üzere saydığı “belli başlı yaşam biçimleri”nde bio kökünü kullanır.[16] “Yaşamak bitkilerle ortak görünüyor, biz ise insana özgü olanı arıyoruz” cümlesinde ise zoe kökünü kullanır.[17] Böylesi bir ayrım Aristoteles’in etik-politika düşüncesine yönelik fikir verirken, kavramın köküne dair belirsizlik ise bizi bu düşünceyi anlamaktan uzaklaştırabilir. Bu örnek bile kendi başına felsefenin anahtar kavramlarının incelenmesinin ne denli önemli olduğunu gösterir ki bu inceleme yalnızca geçmişi değil aynı zamanda çağdaş felsefeyi de anlamanın bir yoludur. Arendt, bios olarak ifade edilen yaşamın bir tür “anlatı” olduğunu ve politikanın kamusal alanda, insanların birbirleriyle konuşarak gerçekleştiğini söylerken, politikayı konuşmayla temellendiren Aristoteles için neden kadınların ve kölelerin yurttaş sayılmadığını anlayabiliriz.[18] Foucault, Aristoteles’in meşhur zoon politikon’unu “öteki canlılara ek olarak siyasal varoluş kapasitesi de bulunan bir hayvan” olarak tanımladığında, anlatılmak istenen ancak bu kavramın bilgisiyle mümkün hale gelir.[19] Filozofların kullanım şekline göre yeni kavramlar türese de veya zaten olan kavramlara yeni anlamlar yüklense de düşüncenin izini ancak kavramların kökenine inerek ve kavramlar arasında sınırlar çizerek sürebiliriz. Örneğin Adorno’nun yaşamın yeni bir tanımını yapmasının altında Batı felsefesine dair bir eleştiri yatar. Bu eleştiriye göre Antik Yunan’ın eudaimonia’yı amaçlayan “yaşam” anlayışındaki kamusallık unutularak “bireysel” mutluluklar öne sürülür.[20] Tam da bu sebeple yaşam, “süreğen bir döngü, çeşitlilik ve bireysel iradelerin diyalektik bir şekilde ilişkilendiği belirlenmemiş bir toplumsallık” olarak yeniden tanımlanır.[21]
  2.  Adorno’nun bu tanımı ele alacağımız bir diğer kavram dizisini de sunar aslında. Zaten “yaşam” diye bir kavram varken “yaşantı” ve “deneyim” de nereden çıkmıştır? Benjamin, “yeni dönemde yaşam artık sadece bir şok’lar yaşamıdır” derken ne kasteder?[22] Bu düşüncelere das Erlebnis ve die Erfahrung kavramları üzerinden ulaşabilir miyiz? Özellikle Bergson, Dilthey, Benjamin okuyucuları “deneyim” ve “yaşantı” kavramlarının birbirleri yerine kullanıldığını, dolayısıyla metinlerin anlamlarının da çevirmenlerine göre değiştiğini fark etmiştir. Bu sebeple de sorduğumuz soruları cevaplamadan önce bu kavramların filozoflarca hangi anlamlara karşılık gelecek şekilde kullanıldığına bakmak mühim. Önce Husserl’in Lebenswelt (İng. Life-world) kavramından bahsetmek gerekir. “Yaşantı” ve “deneyim” kavramları içinde bir şeye yönelik olma, bir şeyle birlikte olma vurgusunu taşır. Dolayısıyla bu kavramlar yaşamın tek başına yaşanmadığına işaret eder ve yaşama “kolektif” bir anlam verir. Husserl, Türkçe’ye “yaşam dünyası” olarak çevrilen Lebenswelt’le bu durumu ifade eder. Fenomenoloji geleneğine kültür ve tarihi de ekleyen Husserl’le birlikte “başkasının beni” sorunu da felsefeye dahil olur ki Levinas da bu hat üzerinden “başkasının acısı”ndan bahseder. Yaşama giren öznelerarasılık düşüncesi “yaşantı”, “deneyim” kavramlarını daha anlaşılır kılar. Öznelerarasılık düşüncesiyle Husserl yaşantıyı, yalnızca Erlebnis olarak değil, intentionales Erlebnis[23] olarak alır. Dilthey, Erlebnis’i (İng. lived experience)[24] şöyle tanımlar: “Yaşantı, hakikatin benim-için-burada olduğu ayırıcı ve özgün bir tarzdır.”[25] Erfahrung ise “öznenin yaşantılardan elde ettiği ifadelere ulaşabilme pratiği” anlamına gelir.[26] Benjamin ise Erfahrung’u “özgün yaşam deneyimimiz” olarak ifade ederken[27], Erlebnis’i gelip geçici bir an olarak anlamaktadır.[28] Benjamin’in düşüncesinde Bergson’un “deneyim” düşüncesi de etkili olmuştur. “Yaşam atılımı” (élan vital) kavramıyla da bilinen Bergson’da deneyim, bellekle ilişkisinde yani süre (durée) içinde tanımlanır.[29] Bu kavramları genellikle sanat felsefesine ilişkin görmemiz mümkün. Örneğin Dilthey’da sanat, yaşamı ifade eder ve anlamayı sağlar. Benjamin bu kavramları Baudelaire’le okur. Benzer bir şekilde Bergson’un kuramı Proust tarafından sanat bağlamında okunmuştur. Bunun yanı sıra bu kavramları politika bağlamında düşünmemiz de mümkündür. Bu bağlamı yakalayabilmek için başta sorduğumuz soruyu cevaplamaya çalışalım. Benjamin’in bahsettiği yeni dönem neden “şok’ların yaşamı”dır? Benjamin’e göre modern toplumsal hayatta insanlar şok’lardan kaçar ve bu sebeple de yaşamın “bütünlüklü” halini unutur. Erfahrung yerine yaşamın geçici anlarına yani Erlebnis’e tutunur.

Bu bağlamda aynı zamanda politikayı da ilgilendiren sorular açılır. Örneğin kişisel ya da toplumsal yas nasıl tutulabilir? Yaşam, yaşantı ve deneyimle doğrudan bağı olduğunu düşündüğüm bir mücadele olan feminizmdeki “kadınlık deneyimi” kavramını Erlebnis-Erfahrung bağlamında nasıl düşünebiliriz? Beauvoir’ın İkinci Cinsiyet: Yaşanmış Deneyim[30] kitabı bu bağlamda düşünülebilir mi? Hayvanların yaşamının değersizleştirilmesi, “gözden çıkarılabilir” olarak görülmesinde bu kavramların bir etkisi olmuş mudur? Elbette karşımıza çıkan sorulara nihai bir cevap arama niyetinde değiliz. Yazının amacı başından beri, bazı felsefe kavramlarından yola çıkarak sınırlar belirleyip sorular sormaktı. O halde soru sormaya devam etmek gerekir.

III.

Tarihin belki de her döneminde yaşamı sorgulatan olaylar olmuştur. Tanık olduğumuz bu günlerde de pandemiyle, afetlerle veya politik olaylarla, hem kendimiz acıyı, yası deneyimledik hem de “başkasının acısını” kendi acımız gibi hissedebileceğimizi gördük. Filozofların felsefe tarihine yön veren soruları da yaşamı sorgulatan benzer krizler ortasında çıktı aslında. Bu düşünceden hareketle aklıma yeni soruları açacak bir soruya cevap aramak geliyor. Bu sebeple, Çetin Türkyılmaz’a bazı sorular yönelttim.

İlk olarak yazıda da izlemiş olduğum yöntemle kelimelerin kökenine dair şu soruyu sordum: Erlebnis ve Erfahrung kavramlarının karıştırılmasının ve birbiri yerine kullanılmasının bir etkeni de çevirilerdir. (Erfahrung’un hem deneyim hem tecrübe hem de deney olarak çevrilmesi gibi) Sözcüklerin etimolojisini göz önünde bulundurduğumuzda bu kavramların Türkçe karşılığı için ne önerebilirsiniz?

Bu soruya Türkyılmaz’ın cevabı şu şekilde: “Almancada Erlebnis sözcüğü, “er-leben”den geldiği şekliyle bir kişinin yaşam deneyimine yani “yaşantı”ya gönderme yapar. Sözcüğün içindeki yaşamın bizim üzerimizdeki / içimizdeki etkisi ve / veya tortusudur. Erfahrung ise, bir şeyi bir edim, etkinlik ya da işle öğrenmek, deneyimini edinmek anlamına gelir ve bizim tecrübelerimizi ifade eder. Ataol Behramoğlu’nun “Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var / Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi” dizesindeki “öğrenme” Erfahrung’a, “yaşadıklarım” ifadesi ise Erlebnis’e gönderme yapar.”[31]

Yaşadığımız ve öğrendiğimiz şeyler bağlamında bir başkasını düşünmek oldukça kıymetli. Bu sebeple ikinci olarak şu soruyu yönelttim: Günümüz krizlerini göz önünde bulundurduğumuzda “başkasının acısı” deneyimlenebilir mi? Bu bağlamda “yaşantı” ve “deneyim” arasında nasıl bir bağ kurabiliriz?

Türkyılmaz’ın bu soruya cevabı ise şu şekilde:

“ ‘Başkasının acısı’nın deneyimlenmesi ifadesi, felsefenin temel sorunlarından birisi olan  başkası sorununa götürür. İster Hermeneutikten isterse de Fenomenolojiden hareket edilsin, “deneyim alanı”, doğrudan “kişi”ye gönderme yapar ve bu alan kişiye aittir. Öte yandan kişi, kendi “yaşantılarını” ve “deneyimlerini” öznelerarası bir zeminde yani diğer kişilerle birlikte olduğu bir alanda edinir. Dolayısıyla, hep bir başkasıyla birlikte varolan insan, bir başkasının acısına kendi yaşam dünyası içerisinde sürekli şahit olur. Öte yandan, başkasının acısı sorunu, bu acıyı anlama (Alm. Verstehen) sorunu bakımından filozofları zora sokar. Dilthey’a göre, anlamak öncelikle bağ kurmayı / ilgiyi (inter-esse) gerektirir. Bu nedenle, bir başkasının acısını deneyimlemek, anlama temelinde onunla bağ kurmayı gerektirir. Bu bağın kurulabilmesi için gerekli olan şey, başkasının yaşadığı şeyi kendi içinde hissetme (Alm. Einfühlung) yani empatidir.

Bir başka açıdan bakıldığında başkasının acısını deneyimleme, merhamet duygusu ve kavramıyla ilgilidir. Almancadaki “mitleiden” fiilinden geldiği şekliyle merhamet (Mitleid), acıyı deneyimlemekten ziyade, bu acıyı paylaşmaya gönderme yapar. Ama bu paylaşımın acıyı sadece kendi üzerine alma durumunun ötesinde olması gerekir. Kriz zamanlarında ya da acı günlerde, başkasının acısının deneyimi –bunun bilgisine nasıl ulaşılırsa ulaşılsın-, merhametin ötesinde, ortaklık / birliktelik temelindeki bir dayanışma ruhunu çağırmalıdır.”[32]

Türkyılmaz’ın cevaplarından hareketle yalnızca acıyı değil bütün duyguları “hep bir başkasıyla varolarak” deneyimlediğimizi görürüz. Dünyaya yeni gelmiş bir bebek, bir Lebenswelt’e doğar. Sadece insanlarla değil; mevsimlerle, hayvanlarla kısaca doğayla birlikte yaşamı deneyimler. Kimi zaman acıyı, kimi zaman mutluluğu, kimi zaman cinsiyet rollerini, sevgiyi deneyimler. Türkyılmaz’ın cevabından hareketle “birliktelik”, “dayanışma” gibi kavramların, “yaşam” ile “yaşantı” ve “deneyim” kavramları arasında bir bağ kurduğunu görebiliriz. Yaşamın hep bir başkasıyla ilişkili olduğunu bazen “acı” olaylarla deneyimleyebiliyoruz. Kendi deneyimimiz olmayan “başkasının acısı”nı kendi “acı”mız gibi hissetmemizin sebebini, araştırdığımız bu kavramlar arasındaki bağda bulmamız mümkün. Ancak yine de yazının genelinde gösterdiğim tavra uygun olarak, sorularımızı hep canlı tutabilmek için, yazımı “son olmayan bir son” olarak bitirmek istiyorum. Bu sebeple Sokrates’in “sorgulanmayan yaşam, yaşanmaya değmez” sözünü de hatırlatarak, “yaşam”, “yaşantı” ve “deneyim” kavramlarını sorgulamaya davet ediyorum.


[1] Mutlu yaşam, iyi ruh hali gibi anlamlara gelmektedir. Eu (iyi) daimon (ruh).

[2] Diogenes Laertios, Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri, çev. Candan Şentuna (İstanbul: YKY, 2019), 207.

[3] Necdet Yıldız, Tanıdık ve Yeni – Nietzsche’de Aşırılık Yaşam Kendilik içinde “Nietzsche’de ‘Yaşamı Evetleme’ veya ‘Gülmeye ve Dansa Davet Olarak Felsefe’(syf.115-131) (İstanbul: Pinhan Yayıncılık), 116.

[4] J. Kristeva, Hannah Arendt: Yaşam Bir Anlatıdır. çev. Necdet Dümelli (İstanbul: İletişim, 2018), 12.

[5] Türk Dil Kurumu Sözlükleri, “Yaşam” maddesi, 10 Mart 2023, https://sozluk.gov.tr

[6] Afşar Timuçin, “Yaşam”, Felsefe Sözlüğü içinde (İstanbul: Bulut, 2004), 510.

[7] Agy.

[8] Bedia Akarsu, “yaşam”, Felsefe Terimleri Sözlüğü içinde (Ankara: Savaş, 1984), 195

[9] Akarsu, agy, 195-196.

[10] Arapçadan dilimize giren, ḥyy/ḥyw kökünden gelen “hayat” kelimesi de kullanılmaktadır.

[11] G. Agamben, Kutsal İnsan. (İsmail Türkmen çev.) (İstanbul: Ayrıntı, 2013), 9.

[12] Nermi Uygur, Yaşama Felsefesi (İstanbul: Kabalcı, 1993), 7.

[13] Hançerlioğlu, “Yaşantı”, Felsefe Ansiklopedisi: Kavramlar ve Akımlar, 7. Cilt (İstanbul: Remzi, 1985), 266.

[14] Bedia Akarsu, “Yaşantı”, Felsefe Terimleri Sözlüğü içinde (Ankara: Savaş, 1984), 197.

[15] Akarsu, Erfahrung kelimesini “Deney” olarak karşılamaktadır. Bedia Akarsu, “Deney”, Felsefe Terimleri Sözlüğü içinde (Ankara: Savaş, 1984), 37.

[16] Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, çev. Saffet Babür Ankara: Bilgesu Yayınları, 1095b 15-20

[17] Aristoteles, agy, 1097b-30.

[18] Hannah Arendt, İnsanlık Durumu, çev. B. Sina Şener, (İstanbul: Ayrıntı, 2016), 155.

[19] Foucault’dan Aktaran Agamben, agy.11.

[20] T. Güneş Esgün, “Adorno’da Yaşam ve ‘Doğru’ Yaşam”, ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar, Ocak 2017, 97.

[21] Agy, 101.

[22]Benjamin’den Aktaran Ünsal Oskay “Walter Benjamin’de Tarih, Kültür ve Fantazya” Estetize Edilmiş Yaşam içinde (İstanbul: Der, 1995), 155.

[23] (Yönelmişlik Yaşantısı) Bedia Akarsu, “Yaşantı”, Felsefe Terimleri Sözlüğü içinde (Ankara: Savaş, 1984), 197.

[24] Çeviri Rudolf A. Makkreel’e ait.

[25] Wilhelm Dilthey, Poetry and Experience, çev. Rudolf A. Makkreel, Frithjof Rodi, (New Jersey: Princeton University Press, 1985), 223.

[26] Önder Kulak https://viraverita.org/yazilar/dilthey-ve-lukacsta-anlama-yorumlama-iliskisi

[27] Bu kavram “tecrübe” olarak da çevrilir.

[28] Benjamin’den Aktaran Oskay, agy. 156.

[29] Walter Benjamin, Pasajlar, çev. Ahmet Cemal, (İstanbul: YKY, 2016), 205.

[30] Fr. expérience vecué. “Yaşam deneyimi”, “yaşantı” anlamlarına gelmektedir.

[31] Çetin Türkyılmaz, Yazara gönderilen e-posta, 26 Mart 2023.

[32] Çetin Türkyılmaz, Yazara gönderilen e-posta, 26 Mart 2023. Çetin Türkyılmaz’a sorduğum sorulara verdiği detaylı ve zihin açıcı cevapları için çok teşekkür ederim.