“Anahtar Kavramlar” yazı dizisinde Bükem Özçeri, Ceren Dalgıç, Güncel Oğulcan Ülgen, M. Taha Tunç ve Rahmi Yurttakalan farklı açılardan “sorunlu” gördükleri kavramların izini sürecek ve konuyla ilgili çalışma yürüten akademisyenlerin veya çevirmenlerin görüşlerine de başvuracak. Yazı dizisinin bu bölümünde Prof. Dr. Demet Kurtoğlu Taşdelen’i konuk ediyoruz. Toros Güneş Esgün ve ViraVerita yayın kurulunun editörlüğünde bir sene boyunca her ay bir kavram grubu hakkında bir yazı yayımlanacak. Çalışma grubuna anahtarkavramlar@gmail.com adresi üzerinden yazı ve önerilerinizle siz de katkı sunabilirsiniz.
Felsefenin yaşamla olan bağını ortaya koyması bakımından filozofu fil dişi kulesinde gören bakış açısını bozguna uğratan iki kavram: “etik” ve “ahlak”[1]. Bazı kavramlar hem felsefe dilinde hem de gündelik dilde oldukça sık kullanılır; etik ve ahlak, bu kavramlardan. Gündelik yaşamda kişilerin ya da toplumların çeşitli normlar doğrultusunda ahlaklı ya da ahlaksız olarak tanımlandığını ve bu sebeple yeni bir ahlak anlayışına ihtiyacımız olduğuna kanaat getirildiğini ya da bir davranışın “etik olmayan” olarak nitelendirildiğini görürüz. Benzer bir şekilde felsefe dilinde etikten ve ahlaktan söz edildiğinde kimi zaman normlar üzerinden doğru ya da yanlış edimler belirlenir, kimi zamansa normlar eleştirilerek yeniden değerlendirilir ve bu doğrultuda yeni normlar yaratılır ya da normlar olmaksızın insanın başkalarıyla, çevresindeki canlılarla olan ilişkilerinin nasıl düzenleneceği ve eylem olanakları düşünülür.[2] Dolayısıyla etik ve ahlak kavramları hem gündelik dilde hem de felsefe dilinde çoğunlukla benzer anlamları karşılar gibi görünürler fakat gündelik dilde de felsefede de etik ve ahlaktan bahsederken kavramların hangi anlama karşılık geldiği aslında net bir şekilde belirlenmez; kimi zaman bu kavramlar aynı, kimi zamansa farklı anlamlara gelen kavramlarmış gibi kullanılır ve kavramların net bir şekilde kullanılmamasının doğurduğu belirsizlik, hem yabancı dillere hem de Türkçeye yapılan çevirilere yansır. Yakın geçmişin ve günümüzün düşünürleri ahlak ve etik kavramlarının birbirleriyle bazen aynı, bazen farklı anlamlarda kullanılmalarının anlam karışıklığına yol açtığını düşünerek bu konuyu yeni bir soru ve sorun olarak ele alıp, bahsedilen iki kavramın birbiriyle aynı mı yoksa ayrı anlamlara mı geldiğini tartışırlar.[3] Bu soru ve sorunun felsefede oldukça önemli bir yere sahip olduğunu düşünerek etik ve ahlak arasında bir ayrımın yapılmasının gerekli olup olmadığına birlikte bakalım.
Ele alacağımız en temel soru şu: Etik ve ahlak, birbirlerinden farklı kavramlar mıdır? Kelimelerin anlamlarını açıklayıp, kökenlerine inerek başlayalım. Etiğin sözlük anlamı “töre bilimi”, “çeşitli meslek kolları arasında tarafların uyması veya kaçınması gereken davranışlar bütünü”, “etik bilimi”, “ahlaki, ahlakla ilgili”dir.[4] Bir de ahlakın sözlük anlamlarına bakalım: “bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları, aktöre, sağtöre”, “huylar”.[5] İki kavramın da sözlük anlamına baktığımızda etiğin ahlakla, normlarla ilişkilendirildiğini görüyoruz; peki kelime kökenleri hangi anlamları taşıyor? Kavramların kelime kökenlerine baktığımızda da etiğin ahlak ve normlarla olan bağlantısıyla karşılaşıyoruz. Etiğin kelime kökeni Yunanca bir sözcük olan ethos’tan gelir; “εθος olarak yazılan ilk kullanımı alışkanlık, töre, görenek anlamlarını taşır; eylemlerini antik polis’te (kent, site devletinde) geçerli olan töreye uygun olarak eğitim yoluyla düzenlemeye alışkın kişi, genel kabul gören ‘ahlak yasası’ normlarını izlediği sürece ‘etiğe’ göre davranmaktadır”.[6] Ethos’un Latincesi mos’tur; Almanca ahlak anlamına gelen Moral sözcüğü, ahlak ve aynı zamanda karakter anlamına gelen mos’tan türetilmiştir.[7] Ethos gibi mos sözcüğü de “töre, gelenek, görenek, alışkanlık, yerleşik hale gelmiş duygululuk hali” anlamlarını taşır.[8] Moral sözcüğünün Türkçedeki karşılığı olan ahlak sözcüğü ise Arapça “töre, gelenek, görenek, alışkanlık, huy, karakter” anlamına gelen hulk köküne dayanır.[9] Hulk, aynı zamanda halk sözcüğünün de köküdür, bu da ahlak kavramının bir toplumun ya da topluluğun yaşamındaki normatif düzenlerle olan bağına işaret eder.

Kökenlerindeki anlam benzerlikleri sebebiyle etik ve ahlak, çoğu filozof ve yorumcu tarafından aynı anlamlara gönderme yapan iki kavram olarak ele alınırlar. Bu durumun yarattığı karmaşa farklı dillerden Türkçeye çevrilen eserlere ve yorumlara da yansır. Örneğin Kant, Türkçede ahlak anlamlarını karşılayan moralische, Moralität, Sitte, sittlich, Sittlichkeit, ethisch sözcüklerini aslında çeşitli bağlamlarda kullanır fakat yorumcuların bir kısmı Kant’ın düşüncelerini yorumlarken tüm bu kullanımları ahlak sözcüğünde birleştirerek Kant’ın düşüncelerini “ahlak felsefesi” olarak tanımlar ya da “Kant ahlakı” der, kimi yorumcular da “Kant etiği” ifadesini kullanır. Metaphysik der Sitten kitabı hem “Ahlak Metafiziği” hem “Töre Metafiziği” olarak çevrilir. Benzer bir karmaşaya Hegel çevirilerinde de rastlanabilir: “Hegel’in kullandığı Sittlichkeit kavramı İngilizceye ethical life olarak çevrilirken, das sittliche Leben Türkçede ‘törel yaşam’, ‘ahlaki yaşam’ gibi karşılıklara sahiptir. Hegel’in kullandığı Moralität kavramı ise ‘bireysel ahlak’ veya ‘öznel ahlak’ olarak çevrilirken, yine Sittlichkeit ‘nesnel ahlak’ veya “törellik” olarak karşılanır”.[10]
Afşar Timuçin, Felsefe Sözlüğü’nde ahlak maddesine ve ahlaktan türetilmiş sözcüklere ayrıntısıyla yer verir, ahlakın doğrudan felsefenin bir dalı olduğunu söyler fakat etik sözcüğünü kullanmaz, sadece ahlakın bilgisinin de olduğuna vurgu yaparken ahlak bilgisinin farklı dillerde etiğe karşılık geldiğine işaret eder.[11] Felsefe Terimleri Sözlüğü’nde ise Bedia Akarsu, etik ve ahlak sözcüklerini farklı maddeler olarak ele alır; burada da ahlak yukarıdaki anlamlarıyla tanımlanırken etik, ahlak felsefesi olarak tanımlanır.[12] Etiğin ahlakla bir tutulmak yerine ahlak felsefesi olarak tanımlanması, etik ve ahlak kavramlarının birbirlerinden farklı olup olmadıkları sorusu bakımından oldukça önemlidir. Gerçekten de etik, düşünürlerin ve yorumcuların çoğu tarafından ahlak felsefesiyle bir tutulur. Bu görüşe göre etik, toplulukların ahlaki normlarını araştıran, inceleyen ve eleştiren, felsefenin konu edindiği bir bilgi alanıdır. Etiğin bir bilgi alanı olduğu düşüncesine karşı Adorno ise, “etik kavramının aslında ahlakın vicdan azabı olduğunu”, bu sebeple de etikle ahlak arasında bir ayrım yapmanın hiç de gerekli olmadığını söyler ve devam eder: “etiğin kendi ahlakçılığından utanan türden bir ahlak olduğunu, bunun sonucunda da hem ahlakmış gibi hem de ahlakçı bir ahlak değilmiş gibi davrandığını iddia etmiştim”.[13] Adorno, etiğin aşağıda inceleyeceğimiz “karakter” anlamından dolayı etiğin ahlaktan farklı bir kavrammışçasına ele alındığını söyler; Adorno’ya göre bu anlam, kişileri bireyselliğe yönlendirip, toplumdan uzaklaşmaya sebep olur.[14]
Etiğin karakterle ilişkilendirilen anlamı, kişilerin ilişkilerinde evrensel olana ulaşmasına engel midir? Yun. ἦθος (ethos) “karakter” anlamına da gelir.[15] Ethos’un çoğulu olan ethe’den ethika sözcüğü türetilmiştir; ethika “ἤθη’ye ilişkin konular” anlamına gelirken ethe’nin ilk anlamı “canlı bir varlığın ‘mekân’ı, ‘hep gittiği, sığındığı yer’ anlamına geliyor”.[16] Etiğin kelime kökenindeki bu bağlantılar, etik ve ahlakın aynı kavram olduğunu savunan görüşleri karmaşıklaştırıyor ve etiğin ahlaktan farklı bir kavrama işaret edebileceğine dair bazı dayanaklar sağlıyor. Ethos’un karakter anlamı ve çoğulu olan ethe’nin ilk anlamı bizi kişinin kendinden kaçamayarak sürekli tekrar kendine dönmesine, bir bakıma kendini keşfetmesine, kendisinin bilgisini edinmesine yönlendiriyor. Bu noktada günlük hayatımızda ahlaklı bir kişiden bahsediş şeklimiz de bize bir ipucu veriyor. Ahlakın gündelik olarak bir kullanımı, ahlaklı kişinin namuslu kişi olarak tanımlanmasında da gizli. Namus kelimesi, Yun. nomos (νομός) kelimesinden türetilmiştir; nomos’un anlamı gelenek, görenek ve yasadır.[17] Namus kelimesi de kökenindeki anlamla çoğunlukla normlarla ilişkilendirilir. Fakat ahlakın bir topluluğun benimsediği normlar olarak tanımlanmasının aksine, günlük hayatta birinden ahlaklı olarak bahsettiğimizde kişinin bir toplumun belirlediği normlara uyması nedeniyle o kişiye ahlaklı demek yerine kişinin karakterine, erdemli oluşuna bakarız.[18] Bu kullanım bizi ahlakın genel tanımının dışında bir kullanımını vurgulayarak karakterli, erdemli olmanın bilgisine yönlendirir. Kişinin hangi özellikleri sayesinde karakterli, erdemli olduğu konusu, elbette birçok düşünür tarafından yüzyıllar boyunca ele alındı. Belirlediğimiz sorular çerçevesinde etiği ahlaktan ayırabilecek özelliğe sahip olan karakter anlamıyla, karakterli olmakla ilgili düşüncelere birlikte göz atalım.
Etiğin konu olarak edindiği soruları ilk kez gündeme getiren Sokrates, kişinin kendini bilmesinin, tanımasının ve bu doğrultuda eylemde bulunmasının önemini vurgular.[19] Benzer bir şekilde Aristoteles, erdemi “tercihlere ilişkin bir huy”, “bizle ilgili olarak orta alanda bulunma huyu” olarak tanımlayarak kişinin kendini tanıyıp ölçülü olana yönelmesiyle erdemli bir kişi olacağını söyler.[20] Sokrates ve Aristoteles, kendilik bilgisini[21] vurgulayarak, etiği bilgi alanı olarak ele alır ve ahlakın normlarla olan ilişkisini askıya alarak etiği, kökenindeki farklı bir anlamla yeni bir kavram olarak var ederler. Kuçuradi ise kendilik bilgisinin yanı sıra farklı bir perspektiften bakarak etik olanın ne olduğunun bilgisinin, ilişkide bulunulan kişinin bilgisine de sahip olmakla ortaya çıkacağını söyler. Kuçuradi’ye göre ahlak, ilk anlamıyla çoğunlukla sabit kalan normlardan oluşur; ahlakın üçüncü anlamı olan etik ise insanlar arası ilişkilere odaklanarak ahlakın normlarını eleştirir, her tek eylemin kişilerin bilinmesiyle doğru değerlendirileceğine odaklanır.[22] Kuçuradi’nin görüşüne göre ahlakın insanlara buyurduğu normlar, içinde bulunulan duruma ve eylemde bulunulan kişiye bağlı olarak değişkenlik gösterir. Dolayısıyla ahlak ilk anlamını koruyarak normlara uyulma gerekliliğini vurgularken etik normlardan uzak kuralsız, sürekli değişip dönüşen, kendini genişleten bir bilgi alanına dönüşür. Yakın tarihte ve günümüzde etik sadece insanlar arası ilişkileri konu edinmez, yeni krizler kapsamında aynı zamanda insanların hayvanlarla, bitkilerle ve doğayla olan ilişkisini de ele alır ve ahlaktan ayrı bir alan olarak karşımıza çıkar.

Tıpkı Kuçuradi gibi Levinas da etiğinde bir başkasını ele alır; kişi başkasıyla olan her karşılaşmasında olduğu kişiyi terk ederek kendini başkasında bulur ve sonrasında tekrar hep gittiği, sığındığı yer olan kendisine dönerek kendini yeniden inşa eder, değiştirir, dönüştürür, kendine ve başkasına ait sahip olduğu bilgiyi genişletir. Levinas bu değişim ve dönüşümü, tekrar kendini tanıma sürecini sadece insanlarda değil, hayvanlarda da bulur. Bu hattı ve başka düşünürleri takip ederek Demet Kurtoğlu Taşdelen de, kişilerin kendilik bilgilerini edinerek kendilerini varedebileceklerini ve bu sayede etik özneler olacaklarını söyleyerek ahlak ve etik kavramları arasında keskin bir ayrım yapar; ahlakı toplum ve topluluk kavramlarıyla ilişkilendirirken etiği biraradalık kavramıyla ilişkilendirir.[23] Kurtoğlu Taşdelen, biraradalık kavramını ön plana çıkararak etik kavramının farklı anlamları doğrusunda kavramı tekrar tanımlar, etiğin bilgi alanını genişletir ve sadece insanlar arasılığa değil, aynı zamanda insanın birarada yaşadığı tüm canlılarla olan ilişkilerini tekrar gözden geçirmemizi sağlayan bir etik görüşü temellendirir. Biraradalık kavramı aynı zamanda etiğin siyasetle olan ilişkisine gönderme yaparak şu soruları da gündeme getirir: Etik ve siyaset arasında bir ilişki var mı? Etik ve siyaset, birbirlerinden kopuk olarak değerlendirilemeyecek alanlar mı? Etiğin konu edindiği alanların genişlemesi, ahlak ve etik kavramı arasında ayrım yapılması gerektiğine dair bir dayanak sağlar. Günümüz krizlerinin acı sonuçlarından ve popüler kültürde felaketleri “ahlaksız”lıkla ilişkilendiren yorumlardan hareketle, bugün hala etik ve ahlak arasında ayrım yapmak, evrensel bir biraradalığı mümkün kılarak günümüz krizlerini çözmemize katkı sağlar mı? Bu soruyu Demet Kurtoğlu Taşdelen’e sordum ve şu cevabı aldım:
“Kimin özne olarak tanındığının iktidara göre konumlanması üzerinden üretilen baskıcı siyasi söylemler belirli grupları dışlayıcı-ötekileştirici yapısıyla evrensel bir biraradalık açısından çıkmazlara yol açmaktadır. Bu çıkmazların sonucu olarak insanlararası ilişkilerde yaşanan günümüz krizlerine bir çözüm yolu ararken “siyaset-ahlak öznesi” yerine “etik özne” kavramından yola çıkmayı düşünebiliriz.
Ötekileştirilmenin öznesi konumunda olmaktan yakınsak da bazen farkına bile varmadan kendimizin de “başka ötekileri” ötekileştirerek “biz” ve “onlar” ayrımını yapmaktan sıyrılamadığımızın farkında olmalıyız. Her birimiz ötekileştirmeye meyilli kişiler olabiliyor, “biz” dediğimiz “ahlaklı” bir grup ve “ötekiler” dediğimiz “ahlaksız” bir grup yaratabiliyoruz. Bunun bir uzantısı olarak belirli kesimlerin “ahlak”sızlıkla itham edilmesi iktidarın kendi çıkarları doğrultusunda uyguladığı politikaların zemininden “güç” alarak bu ve benzeri hükümlerde bulunanların kendilerini aklamak için sığındıkları bir nitelendirme de olabiliyor. “Ahlaklı” yahut “ahlaksız” olma sıklıkla siyasi söylem içerisine yerleşmiş bir “genel ahlak” anlayışına bağlı olarak kullanılıyor. Bu yaklaşımı kabul ettiğimizde de iktidarın çıkarlarının gözetildiği ve özellikle dışlanan kesimlere olmakla birlikte aslında her kesime uygulanan bir sansürlemeyi de beraberinde getirebiliyor.
Ahlak kimi zaman gelenek görenek ve adetler kimi zaman da yasa görünümünde karşımıza çıkar ve sözde-olgu olarak belirli bir insan grubunun değer yargıları sistemidir. Bir gruba görelidir, yereldir. Tek başına bir kişinin ahlakından söz ettiğimizde bile o belirli bir grubun ahlakıdır. O grubun norm ve değer yargıları sistemine uyan ve uymayanları kast ederiz. Çok çeşitli ahlaklar olabildiği gibi iktidarın kendi politikalarına temel sağladığına inandığı bir ahlaklılıktan da söz etmek olanaklıdır. Kimin kimi keyfi ya da sözüm ona geçerli nedenlerle “ahlaklı” veya “ahlaksız” bulduğunun muğlaklığının yanı sıra bu nitelendirmelerin bir işe yaramadığı hatta dışlayıcı olmayan bir siyaset arayışında olduğumuz bu günlerde biraradalıklara zararı da olduğu gözlemlenebilir ve öne sürülebilir. Ayrıca, referans noktası “ahlak” olan anlayışa insan dışı hayvanlar özne olarak dahil edilmezler bile. Ne de olsa onlar iktidar ilişkilerinde özne olamamaktadırlar. Böylelikle insanın insan dışı hayvanlarla olan ilişkisi de iktidarın benimsediği politikalara göre değerlendirilir.
İktidarın tanıdığı özneler iktidarın lehine işleyen sistemlere göreli olan bir “ahlakı” benimseyen öznelere gönderme yapar. Herkes farkında olarak ya da olmayarak ahlak öznesi olabilir. Oysa etik özne olmak, kişilerin kendilerini çeşitli biraradalıklarla varedebilmelerinin zeminini oluşturacak biçimde ahlak konularıyla belirli bir mesafe almayı gerektiren bir farkındalıkla olanaklı olur. Her birimiz farkında bile olmadan belirli ahlakların içerisinde olmak durumunda kalsak da ahlak ve ahlaklardan epistemik düzlemde bir kopuş gerçekleştirebilir ve etik özne olmayı seçebiliriz.
Etiğe, normatif olmayan ve işlevsel/pratik bir alanın içerisinden yaklaştığımızda ahlaklar çokluğunun dayattığı normlarla uğraşmak yerine değer yargılarını ikincil kılabilecek şekilde bir gerçekler etiği inşa etmek olanaklı hale gelir. Böyle bir etik görüş içerisinde de örneğin, kimliğimi inşa edebildiğim, tüm yaşamlara aynı değeri verdiğim, her türden dışlayıcı yapıyı açığa çıkarabildiğim bir matris içerisinde kendimi biraradalıklarda varedebildiğim bir etik özne olabilmek için çabalamak isteyebilirim. İktidarın tanıdığı “ahlak öznelerinden” olmak yerine dışlayıcı siyaset anlayışının değişmesine katkı sağlayacak bir etik özne olmayı seçebilirim. Ahlak ile etik arasında bir ayrım yapmak kendimden ve gerçeklerden kaçamayacağım bir varolma biçimini ve evrensel biraradalığı destekleyen zemini yaratır.”[24]

Demet Kurtoğlu Taşdelen, siyaset ve etik arasında bir ilişki olduğu vurgusundan hareketle ahlak ve etik kavramları arasındaki gerilimi günümüz krizleri çerçevesinde yorumluyor. Evrensel biraradalıkla her bir canlının önemsendiği, normatif olmayan, ahlakın konu edindiği ya da edinmediği her bir canlının biraradalık zemininde buluştuğu bir etik görüşü ortaya koyuyor.
Elbette felsefedeki birçok konu gibi etik ve ahlak kavramlarının birbiriyle eşanlamlı mı yoksa birbirlerinden farklı kavramlar mı oldukları sorusu, hala tartışmaya açık. Fakat günümüzde kavramların kullanılışını, kelime kökenlerindeki anlamlarla ve işlevleriyle değerlendirdiğimizde birçok düşünür gibi etik ve ahlak arasında bir ayrım yapılması gerektiğini düşünüyorum. Günümüz krizlerini felsefenin desteğiyle çözebilmek umuduyla, kavramları şu şekilde ayırabiliriz:
Ahlak: Gelenek, görenek ve normları muhafaza eden; koyduğu evrensel olmayan kurallarla toplum ve topluluk yaşamları içerisindeki bireyin nasıl davranması gerektiğini sorgulamaya kapalı bir şekilde belirleyen normatif düzenler.
Etik: Kişinin kendisini bilmesinden hareketle dünya üzerindeki tüm canlılara[25] nasıl davranacağını her yeni durumda tekrar değerlendirmeyi sağlayarak sürekli değişip dönüşen, bu sayede güncelliğini koruyarak bilgi alanını genişleten ve bu doğrultuda da tüm canlıların birarada yaşamasına olanak tanıyan bir tür evrenselliği ilke edinen sorgulayıcı, dönüştürücü etkinlikler.
[1] Etik ve ahlak yaşamla iç içe kavramlar olsalar da bu kavramları ele alarak düşüncelerini inşa eden filozofların da yaşamdan kopuk çeşitli bakış açılarına sahip olabildiğinin altını çizmek gerekir.
[2] Augustinus, Hristiyanlık normlarını temele alarak ahlaklı bir kişinin ve ahlaklı bir yaşamın nasıl olması gerektiği konusunu araştırır; Kant normlardan uzak, insanın aklı sayesinde ortaya koyduğu ve her farklı durumda nasıl eylemesi konusunda yol gösterecek bir yasadan bahseder fakat her ne kadar bu yasayı tam anlamıyla bir norm olarak tasarlamasa da yasayı açıklamak için verdiği örneklerde yeni normlar ortaya koyar; Nietzsche, ahlakın normlar üzerinden belirlendiği eleştirisinde bulunarak değerlerin sürekli yeniden değerlendirilmesini söyler.
[3] M. Taha Tunç’un soru ve sorun’un felsefe dilindeki izini süren Anahtar Kavramlar yazısı için bkz: https://www.viraverita.org/yazilar/sorunun-seruveni-felsefe-dilinde-soru…
[4] Türk Dil Kurumu Sözlükleri, “Etik” maddesi, 22 Şubat 2023, https://sozluk.gov.tr
[5] Türk Dil Kurumu Sözlükleri, “Ahlak” maddesi, 22 Şubat 2023, https://sozluk.gov.tr
[6] Annemarie Pieper, Etiğe Giriş, çev. Veysel Ataman ve Gönül Sezer (İstanbul: Ayrıntı, 2012), 31.
[7] Agy, 31.
[8] Doğan Özlem, Etik -Ahlâk Felsefesi (İstanbul: İnkılâp, 2004), 23.
[9] Agy, 23.
[10] Toros Güneş Esgün, Yüz yüze görüşme, 09 Mart 2023.
[11] Afşar Timuçun, Felsefe Sözlüğü (İstanbul: Bulut, 2004), 10-12.
[12] Bedia Akarsu, Felsefe Terimleri Sözlüğü (Ankara: Savaş, 1984), 2 ve 62.
[13] Theodor W. Adorno, Ahlak Felsefesinin Sorunları, çev. Tuncay Birkan (İstanbul: Metis, 2023), 19.
[14] Agy, 19-20.
[15] Agy, 19.
[16] İoanna Kuçuradi, Ahlâk, Etik ve Etikler (Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu, 2020), 29-30.
[17] Nişanyan Sözlük, “Namus” maddesi, 9 Mart 2023, https://www.nisanyansozluk.com/kelime/namus
[18] Nazile Kalaycı, yüz yüze görüşme 02.02.2023.
[19] Platon, Sokrates’in Savunması -Euthypron, Apologia, Kriton, Phaidon-, çev. Ari Çokona (İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 2019).
[20] Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, çev. Saffet Babür (Ankara: BilgeSu, 2020), 37.
[21] Bu kavram, yazımızın devamında bahsedeceğimiz Demet Kurtoğlu Taşdelen’in Kendini Varedebilme Etiği başlıklı kitabında geçmektedir.
[22] İoanna Kuçuradi, Uludağ Konuşmaları (Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu,2017), 35.
[23] Demet Kurtoğlu Taşdelen, Kendini Varedebilme Etiği (İstanbul: Pinhan, 2020), 9-21.
[24] Demet Kurtoğlu Taşdelen, Yazara gönderilen e-posta, 05 Mart 2023. Demet Kurtoğlu Taşdelen’e sorduğum soruya özenle cevap verdiği için çok teşekkür ederim.
[25] Yazımızda sadece insanların birbirleriyle, hayvanlarla ve doğayla olan ilişkisine yer verdik fakat cyborglar, robotlar ya da farklı cansız nesneler ve gelecekte ortaya çıkabilecek çeşitli varlıklarla kurabileceğimiz ilişkilerin de etik kavramı kapsamında değerlendirileceğini varsayabiliriz.