Bu sayının çağrı metninde, queer düşünme biçiminden hareketle disiplinlerarası bir
düzlemde oluşturulabilecek imkânlara ve ittifaklara çağrıda bulunmuştuk. Meramımız queer
teoriyi, herhangi bir disiplinin ‘normal’i olarak ele almaktan ziyade farklı disiplinlerin karşılıklı
konuşabildiği ve/veya çatışabildiği düşünsel ve müşterek zeminler olarak ele alabilmekti. Teorik
ve pratik bir düzlem olarak queerin kesin sınırlarını belirlemeye yönelik bir açıklama ya da
tanımlama çabasından çok, bu düzlemin kenarlarını muhtemel bir kapanmaya ve sabitlemeye
karşı farklı teorik ve pratik girişimlerin müdahalelerine açık tutabilmenin patikalarını takip
etmekle ilgiliydik. Bu ilgi ve meramımız, nihai bir teorik amaçtan ziyade bir çağrı ve umut olarak
biçimlendi; söz konusu imkânların ve ittifakların varlığına inananlar olarak bu umudu ve çağrıyı
paylaşmayı denedik. Sınırlı da olsa çağrımız karşılığını buldu; bu noktada öncelikle sayıya katkıda
bulunan yazarlarımıza sonra da siz okuyucularımıza çok teşekkür ediyoruz.

Özet

Bu sunuş yazısında ViraVerita E-Dergi: Disiplinlerarası Karşılaşmalar’ın 11. sayısının dosya konusu olan “Queer Çalışmalar: İmkânlar ve İttifaklar” başlığı altında, queerin bir düşünme biçimi olarak disiplinlerarası buluşmalarının ortaya koyabileceği müşterek zeminlerin önemine dikkat çekilmiştir. Bunu takiben, queeri farklı disiplinlerin teori ve pratiğinde ele alan makaleler, çeviri ve dosya dışı makaleler tanıtılmıştır.

Özet

Bu sunuş yazısında ViraVerita E-Dergi: Disiplinlerarası Karşılaşmalar’ın 11. sayısının dosya konusu olan “Queer Çalışmalar: İmkânlar ve İttifaklar” başlığı altında, queerin bir düşünme biçimi olarak disiplinlerarası buluşmalarının ortaya koyabileceği müşterek zeminlerin önemine dikkat çekilmiştir. Bunu takiben, queeri farklı disiplinlerin teori ve pratiğinde ele alan makaleler, çeviri ve dosya dışı makaleler tanıtılmıştır.

Özet

Bu çalışmanın amacı, Teresa De Lauretis’in düşüncesinde queer teorinin kuruluşu bağlamında deneyim ve öznellik meselesini açığa çıkarmaktır. Lauretis’e göre, queer olmak, heteronormatif düzeni, özdeşliği ve kimliği bozmaktır. Var olan normun sınırlarında, kurumların çatlaklarında inşa edilen bir süreçtir. Lauretis’in nasıl queer düşüncenin temellerini kurduğunu açığa çıkarmayı deneyen bu çalışma, öncelikle Lauretis’in cinsel fark düşüncesine yönelik eleştirisine değinir. Lauretis’in düşüncesinin bu eleştiri üzerinden kurulduğuna dikkat çeker. Ardından Lauretis’te queer teorinin temel iki unsuru olarak eksantrik özne ve deneyim meselesine değinir. Kelime anlamı acayip, tuhaf olan eksantrik kavramı dolayımıyla Lauretis bir yandan geleneksel özne anlayışını alt üst eden yeni bir öznellik fikrini kurarken diğer yandan cinsiyetin performatif niteliğine dikkat çeker. Bu nedenle bu çalışma, geleneksel özne kavrayışını alt üst eden, yani queer hale gelen eksantrik özneyi deneyim bağlamında ele alır. Sonuçta, Lauretis’in verili öznellik kipleri karşısında tuhaf kalma olarak “eksantrik” kavramını deneyim nosyonuyla birlikte düşünmesi sayesinde queer siyaseti kuramsallaştırma olanağı yakaladığını gösterir.

Özet

Bu araştırma farklı olaylar sonucunda LGBTİ+ bir yakınını kaybetmiş olan LGBTİ+ bireylerin kayıpsonrasında meydana gelen duygularını, yas tutma pratiklerini ve örgütlenme biçimlerini İstanbul Şişli’deki “Boysan’ın Evi” özelinde değerlendirme amacı taşımaktadır. Aynı zamanda, LGBTİ+ hareketi içinde önemli bir aktivist olan ve 2015 yılında hayatını kaybeden Boysan Yakar’ın, ailesi tarafından 2016 yılında Boysan’ın Evi adıyla LGBTİ+ örgütlerinin ve STK’ların kullanımına açılan evin yaşanılan kayıplar sonrasında LGBTİ+ bireyler için nasıl bir anlam taşıdığına odaklanmaktadır. Araştırma kapsamında duygu, yas, örgütlenme ve alternatif kamusallık kavramlarından yola çıkarak kaybın LGBTİ+ bireylerin hayatlarına nasıl tesir ettiği sosyolojik bağlamda tartışmaya açılmakta ve Boysan’ın Evi’nin kaybın ardından bir alan olarak ne gibi imkânlar tanıdığı sorularına yanıt aranmaktadır. Türkiye’de yasları egemen kamusal alanın dışında bırakılan gruplardan biri olan LGBTİ+ topluluğu özelinde gerçekleştirilen saha çalışması sonucunda LGBTİ+ bireylerin yası salt heteronormatif pratikler bütünü olarak değerlendirdikleri ve bu nedenle reddettikleri görülmektedir. LGBTİ+ bireylerin melankoli-yas ikiliğini aşmaya çalışan, acıyı yapısöküme uğratan, unutmanın yerine hatırlamayı koyan, gullüm pratikler içeren bir queer yas deneyimi yaşadığı söylenebilir. Boysan’ın Evi’nin ise bir yandan LGBTİ+ bireylerin normun dışında kurulan bir yas pratiğini gerçekleştirmelerine imkân tanıması, bir yandan da örgütlü mücadelenin devam edebilmesi için yeni bir mekân kurması nedeniyle alternatif bir kamusallık yarattığı görülür.

Özet

Kültürel ve akademik alanda Türk pop müziği söz konusu olunca, 90’lara nostaljik bir tutumla yaklaşılmakta ve bu hafıza egzersizlerinde queer bireyler ve özellikle queer bakış açısı genelde eksik kalmaktadır. Ancak Türkiye’de 1990’ların kültürel tarihi, yoğunlukla pop müzik üzerinden yeniden yazılırken, queer teorinin ve bakış açısının da bu tarih yazımına dahil edilmesi elzemdir. 1990’lara özel olarak duyulan özlemin araştırılması, bu dönem sonrası yaşanan değişimden memnun olmayanların nostaljik bakış açısının potansiyelini ortaya çıkarmak açısından önemlidir. Anaakım kimlik tanımlamalarını ve kategorilerini reddeden, anaakım tarihsel sürecin dışına itilmiş birey ve olguları analizinin merkezine koyan, LGBTİ+ bireyleri ve onların anlattıkları hikayeleri unutulmuş köşelerden çıkarmayı hedefleyen queer bakış açısı 1990’ların incelenmesine dahil edildiğinde, nostaljinin geleceğin inşasına sunacağı katkı ortaya çıkmaktadır. Bu amaçla bu makalede 90’larda queer okumalara imkân veren altı şarkının ve klibin metinsel ve görsel çözümlemesiyle, bu kültür ürünlerini ortaya çıkaranların medyadaki görüşlerini bir arada analiz edip queer teorisyen Alexander Doty’nın queer moments diye adlandırdığı “muğlak anları” inceliyoruz. Bu anların analitik okuması
gösteriyor ki muğlak anların doğru anlaşılması hem söz konusu on yılı günümüzdeki kültürel ve siyasal tartışmaları zenginleştirmede hem de günümüzde yükselen queer görünürlük ve aktivizmin kökenlerini ve hareketin bugünkü halini anlamamıza yardımcı olabilir.

Özet

Bu yazı, queer ile feminizm arasındaki üstü kapalı ilişkiyi görünür kılmayı amaçlamaktadır. Queer kurama feminist bir yönelim kazandırmanın, feminist kurama ise queer bir yönelim kazandırmanın gerekliliği üzerinde durmakta ve bazı queer feminist pratik örnekleri üzerinden bu ilişkinin önemini vurgulamaktadır.

Özet

Bu yazının amacı, cinsiyet ifadesi kavramını ele almak, bunun yanı sıra cinsiyet farklarının inşasında ve bu farkların aşılmasında cinsiyet ifadesinin rolünü tartışmaktır. Cinsiyet ifadesi, bireyin kendini cinsiyet vasıtasıyla dışavurma biçimidir. Bu dışavurum, giyim ve konuşma tarzı, saç kesimi, mimik ve jestler gibi cinsiyetlendirilmiş bedenlerin edimleri vasıtasıyla gerçekleşir. Alanyazında oldukça sınırlı bir şekilde ele alınmış olan cinsiyet ifadesi kavramını tartıştığımız bu yazıda, öncelikle tarihsel belirlenimli cinsiyet edimi anlayışı özetlenmiş, daha sonra, bu kuramsal çerçeve ışığında cinsiyet şeması, cinsiyet kategorileri ve cinsiyet rolleri gibi sosyal psikoloji kuramları gözden geçirilmiş ve bunların cinsiyet ifadesiyle ilişkisi üzerinde durulmuştur. Sonraki bölümde, önyargılar, ayrımcılık ve olumsuz tutumlar sebebiyle belirli bir cinsiyetle uyumsuz olacak şekilde cinsiyeti dışavurmanın zorluğundan bahsedilmiş, ancak her şeye rağmen, cinsiyet ifadesinin çeşitlenmesinin iki cinsiyetli kategorilemeyi çeldireceği ve böylelikle cinsiyet kalıpyargılarını aşmaya katkıda bulunacağı savı
ortaya atılmıştır. Bununla tutarlı bir şekilde, davranışsal nöroendokrinoloji ve sinirbilim araştırma bulgularının iki cinsiyetli sistemi desteklemediğinden bahsedilmiştir. Son olarak, cinsiyet ifadesinin Türkiye’deki zamansal ve mekânsal izi sürülerek politik etmenlerin önemi vurgulanmıştır. Gelecekte yapılacak araştırmalarda, cinsiyet ifadesinin hem cinsiyetten hem de cinsiyetle ilgili diğer değişkenlerden (cinsiyet kimliği, cinsiyet rolleri, vb.) ayrı bir şekilde incelenmesi önerilmiştir. Bu öneri doğrultusunda, gelecek çalışmalar için yol gösterici olabileceği düşünülen bazı sorulara yer verilmiştir.

Özet

Bu çalışma, Deleuze’ün Anlamın Mantığı kitabında bir problem olarak ortaya koyduğu anlam ve organsız beden kavramsallaştırmaları arasındaki bağın izini sürerek, anlamın anlamına yaklaşmanın bedenli yollarını araştırır. Anlamı, bir temsil meselesi haline getirmeden bir yeğinlik olarak görmenin, anlamın içinde yerleşik hale getirilmiş sabitleyici eylemsizlik odaklarını açarak, onu organsız bir beden haline getirmenin imkanları tartışılmıştır. Birinci bölümde, bir yüzey-derinlik problemi olarak anlamın klasik dil felsefeleri içindeki yansımalarına değinilmiş; ikinci bölümde, Deleuze’ün anlamın dinamik oluşumu kavramsallaştırması tanıtılmış ve klasik kuramlardan farkı ortaya konmuş; üçüncü bölümde, anlamın bir yeğinlik meselesi olduğu savı açıklanarak, son bölümle birlikte anlam ve etik deneyleme arasındaki yakın ilişki tartışılmıştır.

Özet

Bu çalışma, edebiyat ve tanıklık konusunu Ermeni edebiyatının önde gelen temsilcilerinden biri olan Zabel Yesayan özelinde yeniden düşünmeyi hedeflemektedir. Bu bağlamda tanıklık, soykırım ve felaket kavramları analiz edilecektir. Bu analiz, tanıklığın mümkün(süz)lüğü savı çerçevesinde Marc Nichanian’ın tanıklık etmenin imkânsızlığı ve Paul Ricoeur’un tarihsel tanıklıklar ve olağanüstü tanıklıklar ayrımında daha da derinlik kazanır. Tanık için, tarih ve hafıza arasındaki güç oyununda hep kaybeden olduğu bilgisi ile bir mağduriyet ispatı şeklini alırken; dinleyen için ise şiddetin bu ölçüsüzlüğü ve akıl almazlığı güçlü bir sorumluluk ya da inkâr eğilimi olarak zuhur eder. Toplumsal bir hatırlama ya da unutmadan bahsetmek, aynı zamanda o toplumsal yapının tüm dinamiklerini de göz önünde bulundurmayı gerektirir. Jan Assmann, hatırlamanın geçmişle kurulan duygusal ve aynı zamanda bilinçli bir ilişki olduğunu vurguluyordu. Bu bağlamda, Yesayan’dan ilhamla, bu ilişkinin izi sürülecektir.

Özet

Habermas’ın hukuk anlayışında, yurttaşların yasa yapım süreçlerine katılımına ve yasa metinlerinden ziyade bu metinlerin ortaya çıktığı sürecin kendisinin demokratik niteliğine önem verilmektedir. Düşünürün ne doğal hukuk ne de hukuki pozitivizm anlayışlarıyla bağdaşan prosedürel hukuk anlayışı, demokratik fikir ve irade oluşumunun iletişimsel ön-varsayımlarını ve prosedürel koşullarını meşruluğun tek kaynağı olarak görmektedir. Buna göre hukuk kişileri, kendilerini muhatap oldukları yasanın aynı zamanda yasa koyucuları olarak görebildikleri sürece otonom olabilirler. Bu çalışmada Habermas’ın otonomi anlayışı, onun hukuk devleti ile demokrasi arasında kurduğu içsel bağlantı temelinde incelenmekte, düşünürün bu bağlantı üzerinden hukukilik ile meşruluk arasındaki gerilimi aşma çabası tartışılmaktadır.

Özet

Bu çalışmada, demokrasinin “ölümü” veya “sonu”na ilişkin (tekrar tekrar) gündeme gelen tartışmayı,demokrasinin soyut bir biçiminde ve insanlar arası etkileşimde tecessüm etmediği sürece ayakta kalamayacağının bir işareti olarak ele alan argümanın izi sürülecektir. Bu görüşe uygun olarak, eleştirel teori geleneği içinde yer alan birçok düşünür, demokrasiyi özgün bir kavramla ele almaktadır: yaşam biçimi. Bu kavramla demokrasi, kolektif irade ve arzuların biçimlendiği, tecessümsel ve öngörülemeyen karşılaşmaların alanı olarak avramsallaştırılır. Bu anlayışa dayanarak, öncelikle ve kısaca, demokrasiyi yaşam biçimi kavramı ile tecessümsel ve dinamik bir etkileşim süreci olarak ele alan eleştirel teori içindeki argümanlar takip edilmiştir. Daha sonra, alışkanlık kavramının tecessümsel bir demokrasi için daha geniş bir anlayış sunabileceğini savunulmaya çalışılmıştır. Burada alışkanlık, kişinin çevresini dönüştürdükçe kendisinin de dönüştüğü, kişinin çevresiyle olan tesadüfi etkileşimini işaret eden bir süreç olarak, başka bir ifadeyle, sürekli devam eden bir müzakere süreci olarak tanımlanmış ve tecessümsel bir süreç olarak demokrasiye ilişkin anlayış derinleştirilmek istenmiştir. Böylelikle demokrasiye ilişkin sorunların, farklı bir açıdan ele almanın mümkün olabileceği savunulmuştur.