ViraVerita Hakemli E-dergi olarak altıncı sayımızda, düşünce tarihinin en temel sorunlarından biri olan adalet kavramının çeşitli sosyal bilim disiplinleri tarafından incelenmesine alan açmaya çabaladık. Bireylerin birbirleriyle ve gruplarıyla, ailede, okulda, vatandaşlık ilişkilerinde; içinde yaşadıkları kente, doğaya ve diğer varlıklara yaklaşım tarzlarında belirginleşen sorunlardan biri olarak adalet kavramı; sosyal bilimler yazınının merkezinde yer almaktadır.

Adalet kavramının ‘değer’ ve ‘hak’ ile, başka bir ifadeyle, etik ve politik olan ile ilişkisini; yasa, özgürlük ve erdem kavramlarıyla olan bağını, ‘adaletsizlik’ olgusunun ortaya çıkış koşullarını, adalet ile karar verme süreçleri arasındaki ilişkiyi ve daha birçok konuyu tartışmayı amaçladığımız ViraVerita E-Dergi’nin bu sayısı ile sosyal bilimler yazınına katkı sağlamak istedik.

Bu sayı, Matthias Kaufmann’ın adalet ile adaletin ‘bin bir yüzü” üzerine ViraVerita’nın altıncı sayısı için kaleme aldığı bir önsöz ile başlıyor. Matthias Kaufmann bu önsözünde, adalet kavramının hukuk ve de özgürlük ile ilişkisini inceliyor ve özgür düşünce ile adalet arasındaki doğrudan bağın altını çiziyor.

Sonra gelen çalışmada Güncel Önkal, adalet kavramını tersten yani adaletsizlik olgusu üzerinden tartışıyor ve geç kapitalist toplumlarda “adaletsizliğin hükümranlığı”na karşı ortaya çıkan tavırları  inceliyor.

Matthias Donat ve Claudia Dalbert, sosyal psikolojik bir bakış açısıyla gerçekleştirdikleri özgün bir çalışmanın sonuçlarından hareketle adalet güdüsü kuramını kanıtlarla inceliyorlar.

M. Murat Öngel Türkiye politik tarihindeki meclis kararları ve hukuki süreçler üzerine bazı gözlemler ortaya koyuyor. Öngel, ortaya koyduğu analiz ile anayasa hukuku ve politika arasındaki ilişkiyi örnekler üzerinden tartışıyor.

Bu sayının son çalışmasında Müge Tepeyurt, Hegel’in ve Agamben’in pratik felsefelerinden hareketle tanınma ve adalet arasındaki ilişki üzerine kuramsal bir yaklaşım sunuyor.

İyi okumalar diliyoruz.

 

Editörler

Gözde Kıral Uçar

Özgür Uçar

Özet

ViraVerita E-Journal Vol 6

Cover

İçindekiler/Contents

Özet

Matthias Kaufmann, adalet ile adaletin ‘bin bir yüzü” üzerine ViraVerita’nın altıncı sayısı için kaleme aldığı bu önsözde, adalet kavramının hukuk ve özgürlük ile ilişkisini inceliyor.

Özet

Abstract

The discussion about justice is neither realized through obtaining a social methodology nor the truth based conceptual analysis, rather the discussion is a result of the loss of truth that means the facts of injustice prior to the ideal one. This article tries to find an attitude against the sovereignty of injustice in neo-capitalist societies that are full of stimuli by making a comparison between the philosophy of law and sociology of law. This comparison stands against injustice that may stem from ignoring conceptual and factual differences; and also this comparison suggests a broader philosophical-sociological approach of justice between theory and praxis for the science of law. Unfortunately, the majority of the people accept the suspicion injustice situation as a permanent situation. The acknowledgement of injustice in discussions has been realised concurrently with the legitimacy of social inequality.

Keywords: Factual justice, inequality, sociological imagination, philosophy of law.

 

Özet

Adalet kavramının ne olması gerektiği, hangi kavramlarla bağlantılı olduğu ve hangi yöntemlerle tartışılacağı sosyal bilimciler tarafından yeteri kadar önemsenmemiştir ve onlar sadece adaletsiz durumları tartışma konusu olarak belirlemişlerdir. Bu tartışmalarda kavramın önüne olgusallık geçmiştir ve bu durum hakikatin yitirilmesine yol açmıştır. Bu çalışmada geç kapitalist uyarıcılarla dolu toplumlarda adaletsiz durumlara yönelik tavrın ne olması gerektiğine ilişkin felsefi ve sosyolojik bakış arasında yanıtlar aranacaktır. Böylelikle dikkat çekilmek istenen, kavramsal ve olgusal adaletin farklılıkları göz önüne alınmaksızın hukuk bilimince konu edilmesinin daha büyük adaletsizliklere yol açabileceğidir. Dahası, adaletsizlikten günümüz için kastedilen müphem ancak kalıcı ve yığınlarca kabul edilmiş bir durumdur. Adaletsizliğin tartışma alanında sıradanlaşması toplumdaki eşitsizliğin meşrulaştırılması ile eşzamanlı gerçekleşmiştir.

Anahtar Sözcükler: Olgusal adalet, eşitsizlik, sosyolojik tahayyül, hukuk felsefesi

Özet

Abstract

In two experiments we investigated the relation between implicit justice motive and quality of decisions in complex justice-specific situations. According to Unconscious-Thought Theory (Dijksterhuis & Nordgren, 2006), people make better complex decisions when thinking unconsciously than when thinking consciously or deciding immediately. We expected that decision quality would depend on participants’ implicit justice motive (Dalbert, 2001) which operates on an unconscious level and would thus explain especially unconscious decisions. Data were obtained from a total of N = 180 individuals. Findings of both experiments suggest that participants with a strong implicit justice motive were more likely to make just decisions in the unconscious-thought condition than in both other conditions. Findings are discussed in light of the justice motive theory (Dalbert, 2001).

Keywords: justice motive, belief in a just world, unconscious thought, decision making

 

Özet

Bu çalışmada iki deneyden hareketle, örtük adalet güdüsü ve adalete özgü karmaşık durumlardaki kararların niteliği arasındaki ilişkiyi inceledik. Bilinçsiz-Düşünce Teorisi’ne göre (Dijksterhuis ve Nordgren, 2006), insanlar bilinçsiz bir şekilde düşündüklerinde bilinçli bir şekilde düşündüklerinden ya da ani karar verdikleri durumlardan daha iyi karmaşık kararlar vermektedirler. Kararın niteliğinin katılımcıların, bilinçsiz bir düzeyde işleyen ve dolayısıyla özellikle bilinçsiz kararları açıklayacak olan, örtük adalet güdülerine (Dalbert, 2001) bağlı olacağını bekledik. Çalışmanın verisi N = 180 katılımcıdan elde edilmiştir. Her iki deneyin bulguları da; güçlü bir örtük adalet güdüsüne sahip katılımcıların adil kararlar vermelerinin, diğer iki koşuldansa  bilinçsiz-düşünce koşulunda daha olası olduğuna işaret etmektedir. Bulgular, adalet güdüsü teorisi (Dalbert, 2001) ışığında tartışılmaktadır.

Anahtar Sözcükler: adalet güdüsü, adil dünya inancı, bilinçsiz düşünce, karar verme

Özet

Abstract

Political parties are the paramount organisations that represent the interests of social classes and class fractions and mostly political parties dominate the legislative and oversighting processes in the parliaments. Constitutional courts, also defined as “negative legislators”, with the power of reviewing the acts of parliament on the ground of complying with the constitution, also plays an important role on the law and politics which are inseparable. This article aims to focus on the acts of parliaments that are brought before the Turkish Constitutional Court by the Turkish Labour Party (TLP), between 1962-1971. By doing that, we can identify the interests of social classes and class fractions which are represented by the TLP and how and by which arguments these interests are presented before the Court. Also, some observations will be made on the relation between law and politics from this standpoint.

Keywords: Constitutional Law, Politics, Constitutional Review, Turkish Labour Party, Social Classes

 

Özet

Belirli toplumsal sınıf ve fraksiyonların çıkarlarını parlamentoda temsil etmek ve parlamentoların yasama veya denetim yetkilerini kullanmak noktasında en önemli rolü üstlenen siyasi partiler, günümüz temsili siyasetin başat aktörleri olarak öne çıkarlar. “Negatif yasa koyucu” olarak da tanımlanan anayasa yargısı ise, parlamentolar tarafından yapılan yasal düzenlemelerin anayasaya uygunluğunu denetlemesi neticesinde, birbirinden ayrılamaz olan hukuk ve siyasetin içerisinde kendisine önemli bir yer edinir. Bu çalışma, Türkiye İşçi Partisi’nin 1963 – 1971 yılları arasında Türk Anayasa Mahkemesi’nde açtığı iptal davalarının konularını inceleme ve partinin temsil iddiasında olduğu toplumsal sınıf ve fraksiyonların çıkarlarının anayasa yargısı önünde nasıl ifade edildiğini gösterme çabasındadır. Çalışmada anayasa hukuku ile siyaset arasındaki ilişkiye dair belirli gözlemler sunulacak; savunulan çıkarların anayasal seviyede nasıl yorumlandığı ve bu çıkarların hangi argümanlarla savunulduğu gösterilecektir.

Anahtar Sözcükler: Anayasa Hukuku, Siyaset, Anayasa Yargısı, Türkiye İşçi Partisi, Toplumsal Sınıflar

Özet

Abstract

Giorgio Agamben has emphasized the issue of individual and recognition as a citizen in the Homo Sacer. I think that addressing this problem in the context of Hegel’s Phenomenology of Spirit and Philosophy of Right is important for current political and social practices. Because the problem with the world is a self-conscious problem. Hegel has also dealt with a dialectical process while dealing with the essential social, subjective, and interactive world. It establishes or aims at the relation of dialectical recognition in the Hegel system with the assumption of ideal state and citizenship. This dialectical attitude hides the fact that some social dilemmas are overcome and their contingent side. Such a recognition process also points to the fact that the subject’s domain of subjective freedom erodes in the thought of a unity. A few basic questions/problems arise in this direction. I start with a quote from Agamben’s book is to reveal the exact question/problem. Is there always a positive recognition and unity from the conflict between the subjectivity of the individual and the objectivity of the state? Can an idealized state and its product citizenship always offer a universal understanding of justice for each individual who shares that social life?

In this study, I will try to present a critique of the dialectical process in the context of the issues I have discussed above, while examining the relation of absolute recognition between the individual and the state. For each individual, I will establish the need to establish a recognition relationship on more equal and equal terms, aiming at a collective life on the basis of freedom and justice. I think we need a new dialectic idea that opens doors to new possibilities from reproduced dual opposites in order to shed light on the blind spots in the world we live in. In this regard, this study explains the relation between recognition and justice, which will be able to reassess the relationship of absolute recognition.

Keywords: Hegel, dialectic, recognition, individual, justice

 

Özet

Giorgio Agamben’ in Kutsal İnsan’ da ortaya koyduğu yurttaş olarak birey ve tanınma sorununu G.W.F. Hegel’in Tinin Fenomenolojisi ve Hukuk Felsefesinin Anahatları bağlamında ele almanın ve yeniden hatırlamanın güncel politik ve toplumsal pratikler için önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü insanın dünyayla sorunu özbilinç sorunudur. Hegel özbilinci toplumsal, öznelerarası ve etkileşimsel bir dünyada ele alırken aynı zamanda diyalektik bir süreci de işletmiştir. Hegel sisteminde ortaya koyduğu diyalektik tanınma ilişkisini ideal bir devlet ve yurttaşlık varsayımıyla kurar ya da onu amaçlar. Bu diyalektik tavır bir takım toplumsal açmazların aşılması olanağını ve olumsal yanlarını gizler. Böylesi bir tanınma süreci, aynı zamanda bireyin öznel özgürlük alanının bir birlik düşüncesinde eridiğine işaret eder. Bu doğrultuda ortaya bir kaç temel soru/sorun çıkar. Agamben’in kitabından bir alıntıyla başlama sebebim tam da işaret etmeye çalıştığım soru/sorunları ifşa etmeye yöneliktir. Bireyin öznelliği ile devletin nesnelliğinin çatışmasından her zaman olumlayıcı bir tanınma ve birlik çıkar mı? İdealize edilmiş bir devlet ve onun ürünü yurttaşlık her zaman için o toplumsal yaşamı paylaşan tek tek her bir birey için evrensel bir adalet anlayışı sunabilir mi?

Bu çalışmada birey-devlet arasındaki mutlak tanınma ilişkisini irdelerken yukarıda sorunsallaştırdığım meseleler çerçevesinde diyalektik sürecin de bir eleştirisini sunmaya çalışacağım. Tek tek her bir birey için özgürlük ve adalet temelinde olumlayıcı beraber yaşamı amaçlayan daha adil ve eşit şartlarda bir tanıma ilişkisi kurmanın gerekliliğini ortaya koyacağım. Şu anda içinde yaşadığımız dünyadaki kör noktalara ışık tutabilmek için yeniden üretilen ikili karşıtlıklardan ziyade yeni imkânlara kapı aralayan yeni bir diyalektik fikre ihtiyacımız olduğu düşüncesindeyim. Bu sayede bu çalışma tanınma-adalet ilişkisini açımlayarak; o mutlak tanınma ilişkisinin yeniden değerlendirilmesine fırsat verecektir.

Anahtar Sözcükler:  Hegel, diyalektik, tanınma, birey, adalet