Kriz Zamanında Felsefe

Felsefede bir hayalet dolaşıyor – bir virüsün hayaleti. Ne olduğu tam olarak tespit edilemediği için felsefî bir kriz çıkaran bu hayaleti herkes “koronavirüs” adıyla çağırmasına rağmen bu adın neyi gösterdiği hakkında hiçbir filozof anlaşamıyor. Agamben için bu ad gerekçesiz bir acil durumun yarattığı istisna haline işaret ediyorken,[1] Nancy için bu adın göstergesinin böyle belirlenmesi “yanlış hedefi vurmak”tan başka bir şey değildir.[2] Badiou içinse başımıza gelen bu durum yeni bir düşünme tipinin nesnesi olma özelliği taşımıyor.[3] Dolayısıyla tartışmaya dâhil olan filozofların yaklaşımları arasındaki kapatılamaz fark felsefenin nesnesinin belirginleşmesini engelliyor. Bu bağlamda konumuz koronavirüsün dünyada yarattığı iktisadi ve siyasi kriz değil, fakat filozofların açıkça belirleyemedikleri nesnenin bulanıklığından kaynaklanan kriz olacaktır. Böylece metnimiz adların gösterdiklerindeki anlaşmazlığı ortadan kaldırmayı hedefleyen felsefenin krizini ve bu krizde felsefenin nasıl bir görevi üstlenebileceği tartışma konusu yapacaktır.

Nedir felsefede ortaya çıkan bu kriz? Cevabını aradığımız bu soru aslında “nedir bu felsefe?” sorusunun açıkça ortaya konmuş halidir. 1955 yılında Heidegger de “nedir?” sorusunu felsefenin kendisine yönelttiğinde “neliğe yönelmiş bu sorgulamanın” tam da kendisinin felsefî olan olduğunu tespit etmişti.[4] “İnsanlığın başına gelen bu durum nedir?” diye sorarız. Cevabı bir hastalıktır. Peki, “hastalık nedir?” diye sorduğumuzda böylece hastalığın neliğini soru konusu kıldığımızda ise cevaplamak ilk soru kadar kolay olmaz. İşte bu neliğe ilişkin sorunun kendisi tam da felsefenin neliğini bize açımlar. Felsefe bu anlamda şeylere yöneltilen soruda bu nelik jestini korumaktır. Dahası nelik sorusu şeylere değil de felsefenin kendisine döndürüldüğünde ise en felsefî halini alır. Zira şeylerin neliği sorusu sorgulamayı yapan felsefenin neliği sorusuna bağımlı haldedirler. Felsefe, nesnesinin neliğini belirlemekte zorlandığında yani nesnenin ayırt edilemediği (krinō) ya da nesne hakkında karar verilemediği (krinō) o kriz (krisis) anında nesnesini kuramadığı ve gerçekleştirdiği faaliyetini açıklayamadığı için kendisi de bu fiilin faali olarak belirsizleşir ve böylece nesnedeki kriz felsefenin kendi neliği krizine dönüşür. Nelik soruşturması, radikalliği gereği sonuçlandırılması çok zor ve bazen de imkânsız olmasından dolayı kriz bu anlamda en temel felsefî haldir. Bu bakımdan felsefenin neliği soruşturması felsefenin krizi soruşturmasına denk düşer.

M. Ö. 4. Yüzyılda Antik Yunanda φιλοσοφία’nın (philosophia) doğuşu da böyle bir krizin ürünüdür. Başka bir ifadeyle felsefenin ortaya çıkışı kendi kriziyle birlikte olmuştur denilebilir. Bu durumun kesifleştiği en açık örnek Platon’un Sofist diyaloğudur. Diyalog boyunca ne olduğunun tam olarak tespiti ilk bakışta imkânsız görünen sofistin tek bir tanımına (logos) ulaşılmaya çalışılır. Sofist dilde (logos) spekülasyon yaparak kazanımlar elde eden bir söz ustasıdır. Dildeki yetkinliği onu her şeyde bilgi sahibi gösterip istediği şeye karşı çıkmasına ve agoranın tecrübesiz gençlerini yandaş olarak çekmesine imkân vermektedir. Sofist sözleri örerek kurduğu fantazmalarla bu gençlere küçüğü büyük, büyüğü küçük gösteren gerçek olmayan bir dünya kurmaktadır. Agorayı saran bu sofizm salgını bugünkü virüsün aksine daha çok gençleri etkilemektedir. Bu noktada Platon diyaloğunda dildeki kayganlığı sayesinde yakalanması pek de mümkün olmayan sofistin neliğinin peşine tam da kayganlığın başladığı dilde (logos) düşer:

“Sofist’in neliğini bir logosta araştırıp görünür kılalım. Aslında şimdilik ortaklığımız sadece onun adındadır. Ama bu adlandırmayla ondan hedeflediğimiz işlev (ergon) belki de hepimizde farklı farklıdır. Hâlbuki bir logosun eşlik etmediği tek başına bir adın yerine logos aracılığıyla fiilin (pragma) kendisinde anlaşmak gerekir. Fakat araştırma niyetinde olduğumuz varlık, yani sofist, neliği yakalanması hiç de kolay olmayan cinstendir.”[5]

Diyaloğun başkarakteri “Yabancı”, tartışmaya katılan herkesin “sofist” adını kullanmasının, işaret ettikleri nesnenin aynılığını gerektirmediği uyarısında bulunarak başlar. Böylece adların belirsiz gönderimleri terkedilip yerine nesnesinin filleri/aktivitesi ön plana alınır. İlk bakışta Platon burada kavramlar ve işlev halindeki nesneleri arasında bir dikotomi inşa ediyor gibi gözükmektedir. Zira Platon’un ifadeleri bize mütekabiliyet teorisinde kurulan dikotomiyi hatırlatır: Şeyler ve kavramlar. Thomas Aquinas tarafından yapılan meşhur formülasyonla hatırlamak gerekirse : “Veritas est adaequatio rei et intellectus”.[6] Birbirine indirgenemez iki ayrı varlık olan res ve intellectus’un denklikleri doğruluğu ortaya çıkarır.  Mütekabiliyet teorisinin kurduğu dikotominin aksine Platon karşıtlığı daha temel bir yerde yakalar. Diyalogdan alıntıladığımız pasajın son cümlelerine dikkatli bakılacak olursa Platon’un karşıtlığı adlarla şeyler arasında değil de adlarla logos’lar arasında kurduğunu fark ederiz.[7] Yani aranılan nesne dilin dışında parmak ile gösterilen bir şey değildir. Felsefe nesnesini her zaman logos vasıtasıyla logos’ta arar. Burada Platon’un logos’tan kastettiği hem doğruluk ve yanlışlık taşıyabilen önermelerken (logos apophantikos) hem de tanımlardır. Peki, nasıl oluyor da adların işaret edemediği eyleme (ergon) adlardan müteşekkil bir logos işaret edebiliyor? Logos’lar adların birleşiminden meydana geliyorsa nasıl oluyor da karşıt bir pozisyon kazanıyorlar?  Cevap tam da sorunun içinde gizli; logos’ların adlara indirgenemeyen özelliği onları birleştiriyor olmasıdır. Bu bakımdan logos adları bir araya getirme aktivitesiyle aktivitenin kendisine işaret edebilir hale geliyor. Yani logos’un adları bir araya getirmesi aktivitesi adların durağan ve belirsiz yapılarından kendisini ayırmasını sağlıyor. Sonuç olarak logos’un adların durağanlığını aşarak yüklenebildiği aktivite/fiil şeylerin fizik dünyada gerçekleştirdiği hareketleri değil aksine dilde ortaya çıkması bakımından oluş ve olaydır.

Platon yabancı nesnenin araştırılacağı alanı tespit ettikten sonra diyalektik metoduyla tanım sorgulamasına koyulur. Bu soruşturmada verilen hükümlerden her defasında bir şekilde kaçan sofist yabancıya nesnesini tanımlayamayan mevcut felsefî pozisyonların ötesinde bir yaklaşım keşfetmesi gerektiğini gösterir. Bu noktada değişimi yokluktan pay aldığı için bilinmesi mümkün olmayan bir doksa/sanı gören baba Parmenides’in felsefesini terk edip Parmenides’in doksa olarak gördüğü için yokluğa hükmettiği yerde aktivite sahibi sofistin tespiti amacıyla hem varlıktan hem yokluktan pay alan oluşun logos’ta tespitinin yapılabileceği bir pozisyon kurulur. Yani adları bir araya getiren olarak logos, oluş ve bozuluştaki eylemi (ergon) temsil ve tespit edebilir hale gelir. Bu atılımla birlikte Yabancı sofistin neliğini belirleyebilir hale gelir.

Diyalogdaki sofist ilk bakışta polis’teki dil cambazı sofistler olarak karşımıza çıkmasına rağmen ontolojik anlamda dilin kendisinde bulunan doksa’nın imkânıdır. Bu manada sofist dile dışarıdan müdahale ederek devalüasyon yaratmaz aksine bizatihi dilin özüne içsel bir hastalıktır. Nesnelerini analiz eden her türlü akıl yürütme faaliyeti bu araştırmayı dilde ve dil sayesinde yaptıklarını ihmal edip safdil bir şekilde nesnesini analiz etmeye çalıştıklarında bu yanılsama açığa çıkar. Diğer akıl yürütme biçimlerinden ayrılan felsefenin doğuşu bu yanılsamanın ortaya çıkmasıyla eş zamanlıdır. Felsefi düşünüş biçimi diğer akıl yürütmelerin yaptığı gibi şeyleri konu almak yerine düşüncenin bizzat kendisini konu alarak refleksiyonda bulunur. Presokratik düşünürlerin doğayı düşüncelerinin konusu yapmalarının aksine felsefeye kavramsal anlamdaki bugünkü anlamını bahşeden Platon, Phaidros diyaloğundaki başkahramanı Sokrates’e doğaya sırt çevirtir:

“Bana hak ver, iyilerin iyisi; çünkü ben bir öğrenme meraklısıyım. Öte yandan ne kırların bana öğretebileceği bir şey vardır ne de ağaçların; bunu yapsa yapsa şehirdeki insanlar yapar. Öyle görünüyor ki, sen beni dışarı çıkarmanın ilacını gerçekten de bulmuşsun. Nasıl ki karnı aç koyunların önlerinde bir tutam zeytin yaprağı ya da meyve sallayarak sürerler; görünen o ki sen de kitaptaki sözleri [logous en bibliois][8] böyle önüm sıra çekerek beni Attike’nin neresine istersen orasına götüreceksin…”[9]

Doğayı bırakıp logos’un peşine düşen Sokrates nesnesini doğa düşünürlerinin aksine kitaptaki sözleri yani düşüncenin kendisi yapmıştır ki bu jest kavramsal anlamda felsefî kavrayışın başlangıcıdır. Platon bir yanda doğa düşünürlerinin dilin kendisini düşüncelerinin konusu yapmayışları diğer yanda ise onların ardından gelen sofistlerin dilde gerçekleştirdiği manipülasyonun yarattığı krize cevap olarak bu düşünüş biçimini geliştirmiştir.[10]

Bugün de düşüncenin önünde Platon’un sofisti gibi ne olduğu tespit edilemeyen bir problem durmaktadır. Koronavirüsü ve akabinde gelişen karantina halini analizlerinin konusu yapan çağdaş düşünürlerin tartışmaları sonucunda birbiriyle anlaşmazlık içinde birçok farklı pozisyon ortaya çıkmıştır. Peki, felsefenin görevi burada nedir? Parmenides’in değişime tabi olanı doksa görerek tartışma dışı bıraktığını[11] hatırlatır şekilde Badiou’nun yaptığı gibi bu nesneyi düşüncenin konusu olmaktan mı çıkarmalı yoksa doğa düşünürleri gibi doğrudan doğal nesnelerini tartışan Agamben ve Nancy gibi hastalığın yarattığı fiziki ve sosyal realite hakkında bir pozisyon seçip karantina halinin meşruiyetini mi tartışmalı? Akşam karanlığında ortaya çıkan Minerva’nın baykuşu felsefenin konusunu ne birinci yaklaşım ne de ikinci yaklaşım oluşturur. Aksine felsefe düşüncede ortaya çıkan bu krizin kendisini konu alır. Zira o nesnesine ne bir doktorun virüsü konu alması gibi ne de bir politika bilimcisinin karantina halini konu edinmesi gibi yaklaşır. Bu bakımdan felsefe açısından kriz koronavirüs adındaki bulanık nesneden kaynaklanmaz aksine bizatihi düşüncenin kendisinden kaynaklanır. Nesnedeki bulanıklık bu krizin tartışmasının açığa çıkması için sadece bir sebep görevini görür.

Sonuç olarak kriz kavramını zor ve önemli bir kararın alındığı an anlamında ele alırsak ne Badiou’nun ne de Agamben ve Nancy’nin krizi görmediklerini söyleyebiliriz. Zira Badiou krizi düşünülemeyen [anoēton] ve adlandırılamayan [anōnumon] alanına terk ederek üzerini doğrudan kapatmakta, Agamben ve Nancy ise nesnedeki anlaşmazlığı derinleştirip krizin kendisini düşünmemektedirler. O halde tartışma içerisindeki çağdaş düşünürlerin felsefeyi kuran Platon’a göre düşüncenin kendisini konu almayan doğa filozofları konumunda olduğunu söyleyebiliriz. Böylece orijinal anlamında ele aldığımız felsefenin görevi düşüncedeki krizin belirişinin ortaya koyulması yani felsefenin kendisinin bir kriz olarak ortaya çıkışının açıklanması olacaktır.


[1] Agamben, Giorgio. “Covid-19: Gerekçesiz Bir Acil Durumun Yarattığı İstisna Hali”,  Terrabayt Web Sitesi, çev.  Karakaş, Ö., https://terrabayt.com/dusunce/covid-19-gerekcesiz-bir-acil-durumun-yarattigi-istisna-hali/

[2] Nancy, Jean-Luc. “Viral İstisna”, Terrebayt Web Sitesi, çev. Kırmızısakal, K. ve Karakaş, Ö., https://terrabayt.com/dusunce/viral-istisna/

[3] Badiou, Alain. “Salgın Durumu Üzerine”, Teori ve Pokitika, çev. Özcan, B. ve Kızılkan, D., https://www.teorivepolitika.net/index.php/component/k2/item/696-salgin-durumu-uzerine

[4] Heidegger, Martin. Nedir bu felsefe?, çev. Dürin Tunç, (İstanbul: Logos Yayıncılık, 1990), s. 16.

[5] Platon, Sofist, 218c-d. Pasajın çevirisinde Létitia Mouze’un Le Sophiste çevirisinden yararlandım.

 

[6] Doğru, şeylerin ve zihnin tekabüliyetidir.

[7] Mouze, Létitia. Le Sophiste, (Paris : Le Livre de Poche, 2019), s. 200.

[8] Köşeli parantez orjinal çeviriye yapılan eklemeleri göstermek için kullanıldı.

[9] Platon, Phaidros, çev Birdal Akar, (Ankara: BilgeSu, 2016), s. 22, 230d-230e.

[10] Platon, Sophist, 242c-243a.

[11] Parmenides, Fragman VIII, 15-18.