Patatesin Faşizmi

Patatesin Faşizmi[1]

Redaksiyon: Evren O. Yurttaş

 

Metne dair bir not: “Patatesin Faşizmi” metni Fransızcada ilk kez, Rizom’un yayımlanmasının üzerinden çok geçmemişken, 1977 yılında basılmıştır. Rizom kavramının Alain Badiou’nun ilgisini erken bir zamanda çektiği söylenebilir. Badiou, yaklaşık otuz yıl boyunca ders verdiği Vincennes’in felsefe bölümünde Deleuze’ün meslektaşıdır. Ayrıca, bu zamanlarda küçük bir Maoist gruba dahil olmuştur. Anti-Ödipus 1972 yılında yayımlandığı zaman psikiyatri alanında çalışanlar tarafından derin bir suskunlukla karşılansa da Deleuze’ün tanınırlığını giderek arttırmıştır. Badiou için Anti-Ödipus’un başarısı yoğun bir rekabetin de yaratıcısıdır. Zira Deleuze’ün seminerleri Vincennes’in felsefe bölümünde kaçırılmaması gereken bir olay haline gelmiştir. François Dosse, Gilles Deleuze and Félix Guattari: Intersecting Lives kitabında, 1977 yılında Rizom yayınlandığında Badiou’nun vaziyeti bir adım daha ileriye götürüp, Deleuze’ün bir “halk düşmanı” olduğuna karar verdiğini anlatır. Badiou’nun Deleuze ve Guattari’yi sert bir şekilde eleştirmek için kaleme aldığı ilk metin “Akış ve Parti”dir. İkinci metin ise “Patatesin Faşizmi”dir. Badiou bu metni, UCFML’nin (1969 yılının sonlarında kurulan Maoist örgüt) yayınları için sıklıkla kullandığı Georges Peyrol takma ismiyle imzalamıştır. Bu çeviri için İngilizce metin temel alınmıştır. Bkz. Alain Badiou, “The Fascism of the Potato”, The Adventure of French Philosophy, çev. Bruno Bosteels, Verso, Londra, 2012, s. 191-201.

***

Bugün, 1960’ların ve 1970’lerin en genel –ontolojik– bilançosunu oluşturabiliriz. Meselenin kalbinde, Mayıs 68 kitle isyanının –eşi görülmemiş halk isyanı olarak– entelektüel kahramanlarının gözünde, somut bir sınıf zeminine sahip olmadığı ve bu sebepten, çokluğun bir isyanı olarak düşünülebileceği fikri vardı. Öğrenciler, işçiler, çalışanlar her şeyin üstünde küçük-burjuva entelektüellerin, taktik öncünün rolünün intikamını aldıkları bir tür yatay fırtına ya da kümülatif bir dağılımda, paralel biçimde ayaklanmış gibiydi.

Sendikaların sözde merkezlerine ve daha çok nesnel biçimde, onların burjuva politik garantörüne (Fransız Komünist Partisi) karşı doğrudan saldırı, fırtınanın asli bir bileşeniydi. Bütün burjuva dışsal birlik tipleri şiddetle reddedildi. Fakat sözde merkezlere karşı bu isyan sadece varlığında değil, aynı zamanda sürecinde de yeninin, yeni bir tipin (yeni bir tip partinin) merkezi olan yeni Maoist düşünceye olduğu yerde yol vermekten de uzaktı.

Çok sayıda devrimci işçinin aksine, ki onlar için bu baskın bir meseleydi, küçük-burjuva entelektüeller Maoist sorunun kendilerini kat etmesine topluca direndi. Çünkü işçiler, yokluğu bu entelektüelleri memnun eden proleter sınıf bakış açısına yeniden yoğunlaşmıştı. Küçük-burjuva entelektüeller, kendilerini ön sahneye atan şeyi (geniş bir kitle isyanının ve yenilmiş bir proleter liderliğin; güçlü bir ideoloji ve var olmayan bir politikanın diyalektiği) korumak için durumun organik zayıflığının çok belirgin güçlere dönüşebildiği kavramları aceleyle işlediler. Bu diyalektik, Bir’in savlarına karşı Çokluğun fırtınasını saf düşüncenin bulutlarına saldı. Ne olursa olsun, kahrolsun merkezler! Bizatihi, yaşasın dağılım! Ontoloji, Megara okuluna döndü: sadece çokluk olumlayıcıdır, oysa Bir onun baskıcı hayaletidir, hınçla şişmektir.

Kabul edelim ki, bu çılgınca çok merkezliliğin geçici kuvveti fırtınanın gerçekleri tarafından beslendi. Burjuva tipi ‘birliklerin’ (işçi sendikası, ulusal birlik, ‘Sol’un birliği) bütün cephelerine saldırmak harekete canlılık kazandırdı. İsyanın çoklu fırtınaları bir burjuva politikasının birleştirici vesayetinden daha iyidir. Bu kesinlikle doğrudur.

Fakat aynı zamanda, örgütlenme karşıtı bahanelerle, sınıf bakış açısının reddini görmek çok zor değildir. Mevzu, isyanları (göçmenler, kadınlar, ekolojistler, askerler, tutuklular, öğrenciler, eşcinseller vb.) bir araya toplama, vaktinde gelen toplumsal güçleri sonsuza dek sayma, ancak inatla yaşayan sınıfsal varlığında, antagonistik kıvrılmasında ele geçirilen halkın tarafının siyasi birliğini andıran bir şeyle savaşma ihtiyacıydı. Örgütlenme ve onun sözde ‘iğdiş edici hiyerarşisi’ geniş hedeflere doğru yol alır: İsyanda çokluğun Bir’i, halkın içeriğine, politikasına dair bir meseledir. Bazıları şurada ve burada, içeriği reddetmek için biçimin hatalarının arkasına saklandı. Militanlık nefretinin ardında kötü bir biçimde kamufle edilen şey, sınıf mücadelesi nefretiydi.

Bu sallantılı zeminde, Bir’in yakında, burjuva politikacılarının Solun Birliğinden geri dönüşünün baskıcı kisvesi altında intikamını alacağı görülüyordu. Çokluğun uzak ucunda, revizyonist Despot söz konusudur; Deleuze’ün edebi hazlarının uzak ucunda, Marchais’in bakanlık gülümsemesi veyahut faşist despot, tarihimiz olan gereksiz sözlerle dolu bu generallerin Medusa-benzeri yüzü sırrı biliyor gibi görünüyor. Aslına bakılırsa, halk kendi politikasına sahip değilse, düşmanının politikasını sahneleyecektir: politik tarih boşluktan nefret eder.

Küçük burjuvazinin ideolojik liderleri, burjuva politikası özellikle de ‘demokratik’ parlamentarizm tarafından kabul edilen avantajlardan –hatırı sayılır ölçüde– faydalandıkça ve seçilmek zorunda kalmadıkça nihilizm figürleri ve umutsuzluğun estetiği içinde övündükleri bu boşluğu daima ticarileştirirler, her zaman isyanın ganimetleriyle kendilerini süslerler. Bu insanların nefret ettikleri ve bastırmaya –duruma bağlı olarak, Bir’in mutlaklığında ya da Çokluğun püskürtülmesinde– çalıştıkları şey ikiye bölünmedir, yani diyalektiktir.

Bu bakımdan, şunu not etmek ilginçtir: Rizom’da, çoklukların kurnaz maymunları, anti-Marksist kolun başkanları olan Deleuze ve Guattari açıkça temel diyalektik ilkenin üzerini çizerler: Bir, ikiye bölünür. Şu pasaja bakalım:

Bir, iki haline gelir: İster stratejik olarak Mao tarafından belirtilsin, ister mümkün olan en ‘diyalektik’ şekilde anlaşılsın, bu formülle ne zaman karşılaşırsak önümüzdeki şey, en klasik ve iyi yansıtılmış, en eski ve en yorgun biçimli düşüncedir… Tinsel bir gerçeklik olarak kitap, bir imge olarak Ağaç ya da Kök, Bir’in iki haline gelişi kanununu sonsuz bir şekilde geliştirir, sonra iki, dört haline gelir… İkili mantık kök-ağacın tinsel gerçekliğidir… Bu düşünce sisteminin bir çokluk anlayışına asla ulaşamadığı bile söylenebilir: tinsel bir metodu takip ederek ikiye ulaşmak için güçlü bir temel birlik varsayılmak zorundadır (s. 5).[2]

Deleuze ve Guattari’yi cahiller olarak ele almayacağız. Nitekim, onları dolandırıcılar olarak ele alacağız. Deleuze ve Guattari okurlarına, ‘Pembe Panter olun ve sevginiz; orkideyle eşek arısı, kedi ve babun gibi olacaktır’ (s. 25) şeklindeki yıkıcı direktifi vermeden önce, onları tüm bu metamorfozlardan evvel moronlar olarak kavradıkları yönünde uyarmalılar. Sadece bir moron ‘Bir ikiye bölünür’ Marksist diyalektik ilkesini ‘Bir iki haline gelir’de gizlenen Aile ağaçlarının soybilimiyle karıştırabilir. Zira diyalektiğin söylediği şey ona yüklenen ‘güçlü ilkesel birliğin’ tam karşıtıdır; o, Bir olarak hareketin bölünmüş özüdür, yani Bir’in çifte güvencesizliğinin bir ilkesidir.

  1. Bir, varlık olarak mevcudiyete sahip değildir, sadece hareketten birlik vardır, her şey süreçtir.
  2. Sürecin kendisi bölme içinde içsel varlığına sahiptir.

Bir Marksist için Bir’i düşünmek karşıtların birliğini, yani bölme olarak hareketi düşünmektir. Diyalektik düşünce tek isyan düşüncesidir, çünkü tam olarak, Bir’in her şeye gücü yeten köklerini sarsar. Diyalektik düşünce için Bir’in özü, İki’yi oluşturan antagonizmanın çalışmasıdır.

Patatesin ‘çoklu’ felsefesini ağacın dikey despotizminin karşısına koydukları için her şeyin absorbe edildiği bir noktaya çevrildiği Deleuze-Guattari’nin ‘diyalektik’ ağaç yetiştiriciliği, sadece acı verici bir sahteciliktir. Lenin zaten diyalektiğin özünün asla güçlü ve önceden varsayılmış birlik olmadığını, ancak geri dönüş ötesi Bir kavramını şıp diye görecelileştiren karşıtların birliği olduğunu söylemişti: ‘Karşıtların birliği (çakışma, özdeşlik, eşit hareket) koşullara bağlı, geçici, süreksiz, görecelidir. Birbirlerini dışlayan karşıtlıkların mücadelesi tıpkı gelişim ve hareketin mutlak oluşu gibi mutlaktır.’[3]

Diyalektiğin sorunu kesinlikle Bir’in aşırı gücü değil, zayıflığıdır. Bununla birlikte, iş bölümü ve ayırma olarak da olsa birliği düşünmek, diyalektikte iki kere Bir İki’ye denk olmayıp bir kez daha tekrar Bir olduğu için –Bir’e dönüşmenin özü olan isme layık sadece İki’dir– karşıtının içinde dönen, kurtuluşu sadece Bir’in tekrarlanmasında gören ve karşıtların birliği zincirini kaybeden solcu Maniheizm’e karşı felsefenin kendine uygulaması gereken şeydir.

‘Bir, ikiye bölünür’ her zaman şu demektir: ‘Bir, kendi kendinin ikiye bölünmesine denktir’ ve asla: ‘Bir, iki haline gelmez.’ Bu, iki antagonistik siyaset arasındaki ölümüne mücadelenin birliği olarak – kapitalist toplum için olduğu kadar – kendini yeniden üreten yaşam birliği olarak – amip için de doğrudur.

Bu küçük hatalarda Deleuze ve Guattari’nin nasıl bir çıkarı vardır?

Diyalektikte tanıdıkları şeyin gerçek düşmanları olduğunu sanıyorlar.

Deleuze’ün geçici tarihsel gücü onun burjuva Bir’ine (ki bu dolayısıyla, sadece rekabet olarak onu oluşturan ikinin Bir’idir: iki süper güç, iki burjuva, klasik ve bürokratik-devlet) karşı isyan içindeki çokluğun ozanı olmasından gelir. Burjuva Bir, Deleuze’ün antagonistik hedefi olduğu sürece, sözde-merkezlere karşı ayaklanma zamanında, dağınık isyanlar için bir müşteri var? olacaktır. Proletaryanın Bir’ine karşı ne yapılacak, isyanın onu kat eden antagonizma öğesi yoluyla sadece yerini değil, ayrıca olumlu boyutunu da bulduğu yerde bu hareketli ve kırılgan Bir bölünme olarak tam anlamıyla hangisidir? Deleuze ve Guattari sadece şu zavallı hileyi keşfettiler: diyalektiği zorla gerici metafiziğin Bir’ine indirgemek. Böylelikle isyanların ontolojisinin tekelini koruyabilmeyi hayal ediyorlar.

Maalesef, söz konusu ontolojinin diyalektiği alt ederek herhangi bir antagonizma düşüncesine karşı inşa edildiği göz önüne alındığında bu oyun bitmeyecektir ve bu yüzden bugün onun nasıl her türlü konuşma ya da eylemi toplam metanetle onayladığını görebiliriz. Bu, sadece mantıksaldır: Kendinizi var olan her şeyin en kesin onaylanmasına, muhafazakârlıkların en düz alanına atmaksızın saf çokluğu (rizomu) düşünemez ve yüceltemezsiniz. Sadece Pembe Panter, babun ve orkide elde etmeyeceksiniz, aynı zamanda hiç bitmeyen şantiyelerin kazık çitlerinin üzerinde bulduğunuz tüm keskin otların tam teçhizatını, güveyi, son vahanın uyuz çakalını, beyaz kutup ayısını –hepimizin bildiği gibi o, uzun görüntüsünü özel, balıkçıl rejime borçludur– da elde edeceksiniz.

Çokluk ontolojisinin büyük ilkeleri tüm boş lafların çoğalan ihtişamına bu estetin rızasının, bu tutuculuğun kendileri tarafından resmedilmesidir.

Tüm olası çoklukları dikkate aldığımızda, Deleuze ve Guattari sadece tek birinden nefret ederler: Bu tiksindirici seçim (ve sınıf seçimi) şekli olan İki ve onların dünyada en çok kınadıkları şeyin desteği: seçeneklere işaret eden ahlak, ancak aynı zamanda politika (çünkü yalnızca iki tanesi var, proleter ve burjuva). ‘Bu yüzden iyi ve kötünün temel formunda bile bir ikilik ya da ayrılma asla sunulamaz’ (s. 9).

Tüm bölünme atlatıldı, tüm seçim savıldı, rizom, her ne olursa olsun herhangi bir şeyin dizginlenemez müdafaasına doğru rotasını takip ediyor. Bu, ilk ilkedir: ‘Herhangi bir rizom noktası başka bir şeye bağlanabilir ve bağlanmalıdır’ (s. 18).

Bu ‘olmalı’ ünlüdür. Anlamamıza izin verin:

. İlk anlamda, sadece bedenin dolaysızlığı olarak ‘sosyal’ ilişkilere dair sınırsız temaslar-teorisinin hazzından onları ayıran herhangi bir sınıf talebine ya da herhangi bir yasaya sahip olmaksızın birbirlerine dokunabilmelerinin onlar için önemli olduğu bireyler vardır.

. İkinci anlamda, anti-diyalektik bir politikanın, çokluğun politikasının yegâne sonucu olarak federalist politik ideoloji: Tüm ‘mücadeleler’ temas halinde olabilir ve söyledikleri gibi, bu bağlı eşitlikçi magmadan ‘birleşebilirler’. Fakat bu rizomatik parlamenter patatesten ne çıkacak? Masum arkadaşlarımız, soğuk bir yüzle cevap verirler: festival! Tarih başka bir dil konuşuyor. En azından Komün’den beri biliniyor ki, bölünmüş mücadelelerin bu ‘birleşimleri’ en muhalif formlarında Bir’in restorasyonuna, katliama, başarısızlığa öndeyiştir. Rizomun sekterleri, Şili’yi hatırlayın!

. Üçüncü anlamda, her şey başka her şeyle iletişim kurar, indirgenemez bir antagonizma yoktur. Bir tarafta burjuvazi, öte tarafta proletarya ve devrimci halk söz konusu değildir. Her şeyin nedeni biçimsiz bir yumrucuk, çokluğun yalancı ayaklarıdır.

Aslında, Bir, evrensel karşılıklı bağlılık alanında intikamını alır.

Gerçekte, Bir’in antagonistik zayıflığını düşünen Maocu diyalektiktir, çünkü bağlanılamayan bir şey olduğunu – onların çelişkili hareketinin birliğinde, çelişkinin her bir teriminin, onu başka bir terime bağlayan şeyi kesmeyi asla bırakmadığını kavrar. Örneğin, sınıf partisinin süreci gibi: Antagonizma pratiğiyle, halkın devrimci politikasını burjuva politikasının her türünden kökten ayırmak için araçlara yoğunlaşmak. Deleuze ve Guattari sadece sahip oldukları statüyü ontolojinin alanına atarlar: tavşan ile koşmak ve av köpekleriyle avlanmak.

‘Saf’ çokluk kavramını çıkarmaya izin veren şey budur. Nasıl çalıştığına bakalım:

Çokluk ilkesi: çokluk ne zaman etkili biçimde bir esas olarak ele alınmaya başlanırsa, ‘çokluk’ o zaman imge ve dünyayla, doğal ya da tinsel gerçeklikle, özne ve nesne olarak Bir’le herhangi bir ilişkiye sahip olmayı keser. Çokluklar rizomatiktir ve ağaçsı sözde çoklukların ne için olduklarını açığa çıkarırlar. Öznede bölmek ya da nesnede bir eksen olarak hizmet etmek için birlik yoktur. Özneye ‘geri dönme’ ya da nesneyi iptal etme birliği bile yoktur. Çokluk özne ya da nesneye değil, sadece belirlenimlere, büyüklüklere ve çokluğun doğası değişmeden artmayacak boyutlara sahiptir (s. 8).

Bu karışık savlardaki anlamı olan tek pasaj, diyalektik üzerinde bir asalak olarak yaşar. ‘Çokluğun doğası değişmeden artmayacak bu boyutlar’ içinde, niceliğin niteliğe dönüşme yasasının tuhaf bir versiyonu tanınacaktır. Gerisi büyülü sözler kabilindedir: Çokluk aslında sadece Bir ile çelişkili ilişkisinde düşünülebilir bir kategoridir. Saf çokluğun tüm düşüncesi saf Bir’in düşüncesini gölgesi gibi taşır. Bunun yanında, bu hayaletin, kendini kurma numarasına karşın, karşıtlığının tek taraflı ve yüceltilmiş sapmasıyla rahatlayan büyük sermayenin kullanımına kadar Deleuze ve Guattari’nin söylemine musallat olduğu görülür.

Bu, Deleuze ve Guattari’nin Bir’in ve Çokluğun Yunan tuzaklarında ağlarına düşürdüklerini hissettikleri, alanları değiştirmiş olduklarını hayal ettikleri yineleyici tanımlamada özellikle açıktır:

Rizom ne Bir’e ne de çokluğa indirgenebilir. İki ya da doğrudan üç, dört, beş vb. olan Bir değildir. Bir’den türetilen Bir’in eklendiği (n+1) bir çokluk değildir. Birimlerden değil boyutlardan, daha doğrusu hareket halindeki yönlerden meydana gelir. Başı ya da sonu yoktur, ama büyüdüğü ve içinden taştığı yer daima bir orta (ortam) dır. Bir’in daima çıkarıldığı (n-1) bir tutarlılık düzlemine yayılabilen öznesi ya da nesnesi olmayan boyutlarla çizgisel çokluklar meydana getirir (s. 21).

Tam bir başarısızlık! Bir’in çıkarılması sadece Deleuze ve Guattari’nin ‘çoklukların’ inşası içinde hem Bir ve Çokluğu hem de ‘n’ ve ‘1’e olan ihtiyacı metaforik olarak ifade eder. Politik sonucun şeffaflığı, eksiltici modelinin ‘n-1’ meselesi olarak bir ders kitabı alıştırmasıdır.

Buradaki mesele, kitle isyanlarına, birliğin antagonistik etmeninin eksisine –yani, sınıf bakış açısıyla kitle isyanlarının kat ettiği negatife bir çağrıda bulunmaktır.

Mesele, Marksist sistemleştirmenin eksisine, isyan fikirlerine bir çağrıda bulunmaktır.

Mesele, proleter partinin eksisine, devrim güçlerine çağrıda bulunmaktır.

Sadece bu ‘eksi’ sayesinde saf olan bu çokluklar onlara indirgenemez bir biçimde düşman olan Bir’de tam kalan olarak kendilerinin sonraki dışarılarını geçerli kılar.

Bunu Mayıs 68’de gördük: Proleter antagonizmaya değil, kitle isyanına sahipseniz, burjuva antagonizmasının (burjuva politikasının) zaferini elde edersiniz. Sadece Marksizm olmayan fikirleriniz varsa, Sosyalist Partinin burjuva reformistlerinin iktidara dönüşünü elde edersiniz. Ne program ne de parti, eğer nesnel güçleriniz varsa Pompidou’nun parlamentarizminin intikamını, PCF’ye (Fransız Komünist Partisi) ve sendikaların sahnesine dönüşü elde edersiniz.

Deleuzecü çokluklar, isyanda ve burjuva Bir’inde çokluğun, güçsüzlük ve zayıflığın sıfır-toplam birleşimidir.

İkinin dışında, bölünme dışında çokluğu düşünmek Bir’in diktatörlüğünü dışsallık içinde pratik etmek anlamına gelir.

Şeylerin ihtişam ve erdeminin, onlara düşman olan ‘eksik olan’ varlıklarında (yani, dışsal varlıklarıyla birlikte) yattığını söylemek: en nihayetinde oradaki her şey ona ilişkindir demektir. Düşmanından kendini antagonistik olarak ayıran şeyin içsel birliğini şekillendirerek, çokluk içindeki bir kopmanın başarıldığı noktada, Deleuze ve Guattari bir eksiltme, düz bir farksızlık önerir. Bir olarak kendilerini birbirlerinden çıkarırken çokluklar bir arada barış içinde var olur. Kendi köşende oynamak: rizomatik çoklukların maksimi böyledir.

Ve bu arada Deleuze ve Guattari’nin virtüel bir keşif yaptıklarına dikkat ettiğinizden emin olun. Halkın bölünmesi halka içkin olmayıp, ancak burjuva devleti tarafından da düzenlenmiyorsa onlar bize başka neyi anlatırlar; bu devletin ayrılmış birliğinin karakteri tüm büyük farklılıkların, tüm tabakalaşmaların, tüm hiyerarşilerin etkin olduğu noktadır, öyle ki gerçekten de popüler değil, halktan çıkarılır. Bir olarak devlet kendisine karşı kısmen yükselme olarak, çoklu olarak halkı korur mu? Maoistler şeylerin bu yönünde hemen devletin sınıf boyutunu görüyorlar, işte gerçek tarihsel beden olan ve kalıcı çıkarları tanımlayan şey: burjuva diktatörlüğünde tüm insanların örgütlenmesi. Sonuç şüphe götürmez: Merkezi olarak devlete sahip burjuva birliğin kitleler tarafından yıkımı ve proleter olan, diğer sınıf bakış açısının antagonistik olumlaması dışında halkın geri kazanılmış birliği olamaz.

Deleuze ve Guattari için bu durum tamamıyla farklıdır. Onlar burjuva Bir’in halkın bölünmesine neden olduğu gerçeğinden, antagonizma-sız olarak, Bir’e kayıtsızlık olarak düşünülen bölünmenin kusursuzluğunu çıkarırlar. Devlet çoklu zayıflığımızın Bir’i midir? Daha da bölünmüş olalım, bölünmemizi eksiltici bir şekilde onaylayalım ve biz kendimiz çok olacağız. Hangi biz? Gerçekten, Bir tarafından buyurulan biz. Söylemeliyiz ki, işin doğrusu Rizom, burjuva Bir’in mükemmelliği sonucuna varır.

Böyle bir silahsızlanma, en kötüsüne karşı bu kadar bir tahammül hayal edilebilir mi? Her kim antagonizmadan vazgeçerse ve farksız olumlayıcı çokluk öğesi içinde düşünürse er ya da geç gerçek politik iktidarlardan önce, ayrı Devlet birliğinden önce, Kendi kültünün sığınağı altında diz çökme ihtiyacı duyar. Bu sebeple, Deleuze ve Guattari pre-faşist ideologlardır. Ahlakın yadsınması, doğal olumlama kültü, antagonizmanın inkârı, çokluğun estetizmi, ki çıkarmacı politik koşul ve giderilemez cazibesi olarak kendinin dışındadır, tiranın Birini sürüncemede bırakır: sorgusuz sualsiz boyun eğmeye hazırlanılır, çoktan boyun eğiliyordur.

Deleuze ve Guattari’nin faşizm suçlamasını kendilerinden temizlemeleri için insanların düşündüklerinden bile çok daha fazlası olduklarını savunmaları –bilindik bir bale hareketinde olduğu gibi– yeterli olmayacaktır.[4]


[1]                    Gilles Deleuze ve Félix Guattari’nin Rizom’u (Paris: Minuit, 1976) üzerine bir inceleme. İngilizce çeviri: Gilles Deleuze ve Félix Guattari, ‘Giriş: Rizom’, Bin Yayla, çev. Brian Massumi (Minneapolis: University of Minnesota Press, 1987). Metindeki sayfa numaraları bu çeviriyi referans göstermektedir.

[2]                    Rizom, ‘adventif kökleri alt tarafına iten yaşayan bitkilerin yeraltı köküdür.’ Deleuze ve Guattari için çiçek ve kökler arasındaki geçişte çoğalan bu botanik varlık, birleştirici üretme ilkesi olmaksızın çokluğun modelidir. Rizom döner köke ya da gövdenin sağlamlığına dayanan dallarını katmanlara ayırdığı Kartezyen ağaca karşıdır. O, karahindibaya ya da köknara karşı patatestir.

[3]                    İngilizce Çevirmenin Notu: Bkz. V.I. Lenin, ‘Diyalektik Sorun Üzerine’ (1915), Collected Works: Philosophical Notebooks içinde (Moscow: Foreign Languages Press, 1961), vol. 38, s. 360.

[4]                    “Faşist olarak muamele gördük; asla çok yeterli olmayacağız, en azından ne kadar çok farkında olursak, bu faşizm de sadece ötekilerin faşizmi olmaz. Grupların ve bireylerin içindeki mikro-faşizm kristalleşmeyi beklemektedir.”

[İngilizce Çevirmenin Notu: Badiou burada, değerlendirmesinin geri kalanında olduğu gibi, Rizom’un Fransızcada küçük farklı bir cilt olarak yer alan ayrı yayınından alıntı yapıyor (Paris: Minuit, 1976), s. 28. Bin Yayla’nın ‘Giriş: Rizom’un İngilizce çevirisine karşılık gelen kısım olası itirazlara karşı böyle bir açık önleyici hamle yapılmasını artık gerektirmez: “Bir kopma yaratabilir, bir kaçış çizgisi çizebilirsiniz, ancak her şeyi yeniden tabakalaştıran kurumlarla, iktidarı bir gösterene devreden oluşumlarla, Oedipus canlanmalarından faşist somutlaştırmaya kadar istediğiniz herhangi bir konuyu yeniden düzenleyecek nitelemelerle yeniden karşılaşacağınız bir tehlike halen söz konusudur. Grupların ve bireylerin içindeki mikro-faşizm kristalleşmeyi beklemektedir” (ss. 9-10).]