Marksizm 2.0: Yeni Metalar, Yeni İşçiler?

Ursula Huws’un Labor in the Global Digital Economy: The Cybertariat Comes of Age* ve Nick Dyer-Witheford’un Cyber-Proletariat: Global Labour in the Digital Vortex** kitapları üzerine bir inceleme.

Karl Marx, Kapital’i bugün yazıyor olsaydı ve Friedrich Engels ile yayıncısı ondan birinci cildin ilk birkaç bölümünü daha az soyut ve daha anlaşılır yazmasını rica ettiğinde buna dikkat etseydi; bir işin en kestirme yoluna dair beyanlarla onların bu önerilerini göz ardı etmek yerine, muhtemelen sermayeyi açığa çıkarabilecek belirli bir meta seçecekti. Dahası çağdaş ekonomi politik ilişkilerinin belirgin hale gelmiş olduğu bir meta seçmek isteseydi, bu büyük olasılıkla iPhone olabilirdi. Marx, iPhone’un ardında yatan toplumsal ilişkilerin izinde, Kongo’da kasiterit çıkarmak için madencilik yapan çocukları gözlemleyecek; California’nın Cupertino şehrinde yer alan yeni-fütürist Apple Yerleşkesinden Çin’de pek çok intiharın gerçekleştiği ve şu anda 60,000 işin robotlaştığı[1] Foxconn fabrikalarının üretim hatlarına dek küresel üretim zincirlerini takip edecek; başından sonuna tüm depoları ve çağrı merkezlerini ziyaret edecek; Amazon Mechanical Turk için İnsan Zekası Görevlerini tamamlayan kitle-işçileri ya da her gün çalışıp çalışmayacaklarını söyleyecek bir mesaj için bekleyen sosyal hizmet çalışanlarını bulacak ve mutlaka İrlanda’da Apple ile AB arasında Apple’ın vergi düzenlemeleri üzerine yaşanan anlaşmazlığa[2] dair söyleyecek bir şeyi olacaktı. Fakat iPhone gibi yeni dijital metalar, Marx’ın kapitalist ekonomi politiğin mekanizmalarını farklı bir biçimde eleştirmesine neden olur muydu?

Dijital ya da sibernetik teknoloji, pek çok teorisyen ve yorumcu tarafından ekonomide ve iş yapısında büyük çapta bir yeniden düzenlemeyi kolaylaştırıcı olmasıyla tanımlanmıştır.[3] Dijital ekonomi ve dijital iş kavramları, çağdaş kapitalizmin bazı özelliklerini bir araya getirmek için kullanılmıştır. Küreselleşme, bu türde bir özelliktir; dijital teknoloji ve ağlar, üretimin örgütsel ve ulusal sınırların ötesine geçişine imkân vermesi, emeğin yeni küresel bölümlerini yaratması ve işi ulusal ölçekte kurulmuş yapıların dışına çıkarması yoluyla çok uluslu şirketler ve küresel üretim ağları için bağlantıları sağlamıştır. Dijital teknolojiler, –internetin sadece finansal sermayenin tüm dünya pazarlarında dolaşıma girme hızını arttırmakla kalmayıp anlık küresel iletişime de imkân verdiği– kapitalizmin dinamiğinde ortaya çıkan geçici değişimler için de merkezi önemde kabul edilir. Ana akım ve aykırı ekonomistler, verimliliği arttırıcı dijital teknolojilerin girişinin neden düşük büyüme oranlarıyla aynı anda meydana geldiğine dair problemin üstesinden gelme girişiminde bulunmuştur. Ayrıca bu teknolojiler üzerine, kaydileştirme –maddi olmayan emeğe doğru kaymalar[4]–, hizmetlerin ve bilginin üretimi anlamında da tartışılmıştır.

Geçtiğimiz iki yılda birkaç ekonomi politikçi, çağdaş işte dijitalleşme anlamında meydana gelen dönüşümleri kuramlaştırdı.[5] Dijital emek, Küresel Kuzeyde yükselen işsizlik seviyeleri ile Küresel Güneydeki aşırı-sömürü arasında bağlantı kurabilecek bir kavram olarak kullanıldı. Bu inceleme, söz konusu tartışmaya iki önemli katkıyı –Ursula Huws’un Dijital Dünya Ekonomisinde Emek: Sibertarya Olgunlaşıyor kitabı ile Nick Dyer-Witheford’un Siber-Proletarya: Dijital Girdapta Küresel Emek kitabını– gözden geçirmektedir.

İki kitap da ekonomik kriz bağlamında sınıf, politika ve iktidar sorularının yeniden ortaya çıkışıyla uğraşırken, bir yandan da işin yeniden yapılandırılmasından dolayı meydana gelen ya da gelebilecek olan yeni direniş biçimlerini araştırmaktadır. İkisi de kapitalizmin esas problem olduğunu ve bir sistem olarak onu nasıl yıkabileceğimizi ya da parçalayabileceğimizi anlamak için öncelikle iş ve sınıf arasındaki ilişkiyi anlamanın gerekli olduğunu başlangıç noktası olarak kabul etmektedir. Ve yine iki yazar da çağdaş kapitalizm ve iş ile ilgili değişimlerin Marx üzerine yeniden bir gözden geçirmeyi gerektirdiği sonucuna varmaktadır –Huws’a göre bu, Marksist emek, meta ve değer kavramlarına dair yeniden bir düşünme anlamına gelirken; Dyer-Witheford için ise sınıfın ve sınıf ilişkilerinin yeniden bir değerlendirmesi yapılmalıdır. Fakat bu benzerliklerin ötesinde, onların analizleri ve sonuçları birbirinden farklılaşmaktadır. İki kitabı da derinliğine incelemenin mümkün olmaması nedeniyle, bu inceleme sadece iki teorisyenin de iş hakkında yürüttüğü önemli bazı tartışmaların altını çizmektedir.

Huws’un çalışmaları, dijital teknoloji ve emek konusundaki tartışmaların çerçevesini oluşturmada merkezi önemde olmuştur ve bu son kitabı da, onun 2006’dan beri yazdığı denemelerin bir derlemesidir. Kitabının başlığında ileri sürdüğü gibi, (“dijital emek” terimini “belirsiz” olarak gördüğü için kullanmayan) Huws “birbirini karşılıklı olarak destekleyen ekonomik, politik ve teknolojik bir dizi faktörün işin karakterinde köklü bir dönüşüme yol açtığı” tartışmasıyla birlikte küresel ekonomide meydana gelen değişimlerin işi nasıl dönüştürdüğünü incelemektedir.[6] O, kaydileştirme –maddi ürünlerin üretiminin bilgi ve iletişimin üretimine yol açtığı ve maddi olmayan emek süreçlerini etkilediği fikri– kuramları ya da Fordist üretimin sonuna gelindiğine dair ilanlar konusunda temkinlidir.[7] Dış kaynak kullanımının, deniz aşırı üretimin ve göçün, emeğin küresel düzeyde bir yeniden bölümlenmesiyle sonuçlandığını teşhis ederken, Huws ayrıca yeni teknolojilerin işi, emek süreçlerini ayırmayı kolaylaştırması ve işin yerini değiştirmesi yoluyla nasıl standardize hale getirdiğine ya da Fordist üslupta söylenirse birimlere ayrıştırdığına odaklanır. Huws, kaydileştirme tezine de dijitalleşmenin yeni teknoloji metalarının yaratımına ve yaşamın daha önce metalaşmamış alanlarında metalaşmaya sebep olduğu temelinde karşı çıkar. Onun da işaret ettiği gibi, büyük dijital oyuncuların (Amazon, Apple) stratejisi, yeni maddi ürünler (Kindles, iPhones) üretip satmak olmuştur.

Huws yaşamlarımızın her zamankinden daha büyük ölçüde metalaşması yoluyla sermayenin nasıl bir biçimde genişlediğini vurgulamakta haklıdır. Fakat bununla birlikte o, metalaşma döngülerinin hem sistemin dinamiğini yürüttüğünü hem de onu krizin dışına çıkardığını öne sürmektedir.[8] Bu krizin metalaşması teorisi –bir yönüyle, kâr oranının uzun dönemli düşüşünü[9] ya da dolaşım alanında değerin sermayeler arasında yeniden dağıtılması amacıyla ortaya çıkan şiddetli rekabeti, yani küresel ekonomiyi karakterize eden finansallaşmayı[10] kabul etmediği ya da nedenini açıklayamadığı için– sınırlıdır. Ancak Huws’un metalaşma ve malların üretimine vurgusu, enformasyon çağının ya da bilgi ekonomisi savunucusu pek çok teorisyenin reddettiği şeyi kabul etmektedir: bir üretim modelinin ve dolayısıyla işin sürekliliği ve merkezi oluşu –bu ise Marx’ın teorize ettiğine kaydileşmenin önerebileceklerinden çok daha yakındır.

Bilgi ve dijital teknolojilerin emeği nasıl dönüştürdüğüne dair teorilerde, tüketim ve üretim arasında bulunan sınırların çöküşüne odaklanma düşüncesi popülerdi. Alvin Toffler, 1970 yılında “üreten-tüketici” fikrini ortaya attı.[11] Dijital medya üzerine son çalışmalar, “üreten-kullanıcı”[12], “oyunlaştırma” ve ücretsiz ya da karşılığı ödenmemiş emeğin dijital üretim ve değer yaratımına katılması[13] üzerine tartışmaktadır. 1970’li yıllardan beri, Huws’un feminizmi onu, öncelikle cinsiyetçi ev işi emeğini tartışmaya dâhil etmek amacıyla ve son zamanlarda ise karşılığı ödenmemiş ya da “ücretsiz emeğin” genel olarak kapitalist üretim süreçlerinde kullanımını teorileştirmek için Marksist ekonomi politiğin, karşılığı ödenmemiş emeği nasıl açıklayabileceğini gözden geçirmeye yönlendirdi. Onun can alıcı teorik katkılarından biri; kitabının emek, değer ve kendi ifadesiyle bizim tüketici olarak yerine getirdiğimiz emeği; yani kendi alışverişimizi torbalama, parçalar halinde satın aldığımız mobilyaları birleştirme, tatilimizin internet aracılığıyla rezervasyonunu yapma işlerini kasteden “tüketim işini” incelediği yedinci bölümünde –okunmaya değer bir bölüm– tartışılmaktadır. Huws’un tartıştığı tüketim işi, kapitalizm için hem bedeli ödenmemiş hem de verimli emek olmakla birlikte onun çağdaş kapitalizmin bazı karmaşıklıklarını çözmeye yardım edebileceği konusunda ısrar ettiği bir fikirdir.

Ne var ki bu detaylı formülasyonun problemi, Huws’un tüketim işini değer yaratma olarak görmesidir. Çünkü o, iddiasını kullanım değeri ile değişim değeri arasındaki ayrıma sağlam bir şekilde yerleştirmediğinden, kullanım değerlerinin dönüşümünü emek sürecinin dışında kapitalist için değer üretimleri olarak görür. Hâlbuki öyle değildir. Eğer IKEA’dan modüler mobilya satın alırsam, bu IKEA için ticari işlemin sonudur; raflarımı üç ya da bir saatte kurup kurmadığımın ya da (gerçekte de olduğu gibi) toz toplayan dolabın köşesinde ve sonsuza dek potansiyel bir raf takımı olarak durmasının şirket için bir önemi yoktur. Bunun yerine, IKEA kurulumun bilgi ve teknolojisini, alyan anahtarı ve çok az bir beceri (fakat belki epey sayıp sövme) ile bir araya getirilebilen rafların her birinin tasarımına ayrıştırmıştır. Emeği, ücretli işçiden tüketiciye ve emek sürecinin dışına itmek, değer yaratımının yerini değiştirmez, onu tümüyle ortadan kaldırır; oysa tüketicinin ürettiği şey, değişim değeri değil, bir kullanım değeridir. İşin bu değişimi, ürünün maliyetinin ve üretiminin düşürülmesiyle –perakendecilerin kendini rekabet halinde bulduğu, fakat aynı anda kapitalistin sürecin bu kısmından yeni değer ya da artı değer yaratma kapasitesine zarar veren bir süreçle– sonuçlanır.[14]

Fakat bu ayrımlar neden önemlidir? Dijital ekonominin tüketici ya da kullanıcı değerinin sömürüsüne dayandığı iddiası, dijital emek tartışmalarında yaygındır. Yalnız bu ağırlık noktası, tıklama ve beğenileri anlamlı bilgiye dönüştüren algoritmaları tasarlayan teknik işçilerin yanı sıra dijital üretim boyunca görevlere katkı sağlayan düşük gelirli işçilerin tümünü belirsizleştirir. Üstelik en çok da sermaye için yaratılmış rekabetçi baskıları görünmez hale getirir; çünkü üretimden tüketime doğru işleyen etkinliklerin bu aktarımı, tüketicilerin görevleri uygulayabileceği ölçüde kolaylaştırabilen ve basitleştiren teknoloji gelişimini gerektirir. Bunun ne ölçüde işte teknolojik açıdan bir yenilenmeyi temsil ettiği de; kriz, yoksulluk ve düşük ücretli işi anlamak amacıyla kâr oranının düşmesi eğilimini inceleyen teorilerin önemine işaret eder.[15] Bu ise tüketim işi gibi yeni kategoriler veya kavramlara ihtiyaç duymak yerine, zaten var olan teorinin daha dikkatli bir uygulamasını gerektirir.

Dyer-Witheford’un kitabı, başlığını Huws’un sibertarya kavramından almaktadır. Fakat onun dijital işgücüne dair araştırmalarının farklı bir odak noktası vardır. O, işçi sınıfının değişen “teknik oluşumu” (işçi sınıfının sermaye tarafından düzenlenmesi) ile direniş arasındaki benzerlikleri tanımlamaya çalışan eski işçicil/özerklik yanlısı kaygıları; “sınıf oluşumu” ve “mücadele döngülerini” incelemekle ilgilenir. Dyer-Witheford, bunu işçi sınıfının içinde sermayeyle karşılıklı bağımlı ilişkisinden dolayı meydana gelen parçalanma ve bölünmüş ilgiler olarak gördüğü ve komünleştirme teorisinden aldığı şeye dair bir dikkatle birleştirir.[16]

Dyer-Witheford’un dijital ekonomiye dair ilk çalışması, Siber-Marx’tı. Siberuzay için ütopik görüşlerin zirvesinde olduğu bir dönemde ve teorisyenlerce hala çevrimiçi ve çevrimdışı dünyalar arasında bir ikili yaratma eğiliminin var olduğu bir zamanda, 1990’lı yılların sonlarında yazılmış bu kitapta Dyer-Witheford, sermaye birikimini ve sınıf ilişkilerini internetin gelişiminin merkezine yerleştirerek çevrimiçi dünyanın sınıfsal doğası konusunda ısrar etmiştir.[17] Siber-Proletarya’da o, “dijitalleşmenin hem evin hem de emeğin jeopolitik organizasyonunda yeniden işlediği”[18] üzerine tartışır ve analizini “sibernetik sermayeden” ortaya çıkan direniş türlerini tanımlamak için kullanmak ister.

Dyer-Witheford, sınıfı bu analizin merkezine yerleştirmek amacıyla giriş bölümünde proletaryanın, hayatta kalmak için satıp satamadıkları ve bir işveren için ücretli işi ya da evde ücretsiz işi yerine getirdikleri fark etmeksizin emeğinin satışına güvenen tüm insanları içerdiğini öne sürer. İşçi sınıfının, örgütlü işçilerden daha kapsayıcı olduğunu kabul etmek önemliyken, ücretli işi, yani emeğini satma ihtiyacını kullanmayı, sınıfı belirlemek için bir ölçüt olarak almak yetersizdir -örneğin yöneticiler ve varlıklı orta sınıf danışmanlar emek gücünü satmak zorundadır, buna rağmen onların sermayeyle ilişkili olarak işçilerin kurduğundan çok farklı işlevleri vardır. Uluslararası Sosyalist geleneğinde insanları daha geniş işçi sınıfıyla sahip oldukları ortak ilgi nedeniyle hep proleter olarak tanımlama eğiliminde olduk.

Dyer-Witheford, ardından dijital ekonomide bir proletarya genişlemesine yol açan mevcut yedi ana akımı belirlemeye devam eder. Genel anlamda bu akımlar; köylü sınıfının küresel ölçekte mülksüzleştirilmesi, ekonomik göçün yeni rotaları, serbest meslek ve gayri resmi iş alanının büyümesi, endüstriyel işin uluslararası düzeyde yeniden yapılanması, çoğunlukla dijital kaynaklı hizmet işinin genişlemesi, kadınların daha büyük bir oranının ücretli işe katılması ve eğitimin yaygınlaşması ile birlikte ihtiyaç fazlası eğitimli işçilerin olmasıdır. Dyer-Witheford, proletaryanın büyük bir bölümünün işsiz, maaşsız veya istikrarsız olduğunu vurgular, bununla birlikte yeni teknolojilerin, sermayenin ve ücretli işin erişebileceği alanları genişlettiğini de kabul eder. Bunun nedeni otomasyonun bazılarını dışarı atarken, daha çok sayıda insanı da eş zamanlı olarak küresel işçi sınıfına dâhil etmesidir.

Dyer-Witheford’un güvencesizlik ve “nüfus fazlalıkları”nın yaratımına[19] odaklanan yaklaşımı, Fordist üretimin “kitle işçisinden”, “Marx ve Engels’in öngördüğünden daha bölünmüş ve akışkan olan”[20] bir işçi sınıfına doğru kaymanın var olduğunu iddia eden otonomist savı desteklemesine rağmen; bu, dünya nüfusunun yükselen bir oranda kapitalist ücret ilişkilerine tabi hale getirilmekte olduğu anlamında dikkate değer eğilimi zorlukla ifade eder.[21] Hatta o küresel ekonominin, gölge işin ve gayri resmi, bağlı ya da köle emeğinin[22] bu formlarına dayandığını öne sürer; hâlbuki Huws’un da ifade ettiği gibi dijital ve iletişim teknolojilerinin, temelde onların etrafında yeniden yapılandırılmış olan bir sistemden ziyade, işin bu formlarının daha kapsamlı kullanımını sağladığını söylemek daha uygun olabilir. Ve bu bile, işin bu formlarında genişlemeyi sınırlayan ve belirli bağlamlarda çok farklı şekillerde vuku bulan dengeleyici yönelimlerin ve karşı yönelimlerin ortaya çıkma biçimini gözden kaçırır.

Fakat Dyer-Witheford, 2011 yılı protesto hareketlerinin ve direnişinin – sokak satıcısı Mohamed Bouazizi’nin intiharının ardından Tunus’ta başlayan devrimden Mısır’da Hüsnü Mübarek’in devrilmesine, İspanya’da öfkeliler (indignados) hareketine ve dünya genelinde Occupy/İşgal hareketine dek–  izini sürdüğünde, onun sınıf oluşumu ve işçi sınıfının bölünmesine dair vurgusu açıklayıcı etkisini kaybeder. Küresel kapitalizmin yeniden organize oluşu, belirli gruptan işçileri yapısal olarak güçlü pozisyonlara yerleştirmiştir –örneğin, karmaşık küresel üretim ağları ile birleştirilmiş tam zamanında üretim, özellikle işçilerin grev yaparsa tüm üretim zincirlerini durma noktasına getirebilecekleri lojistikte temel baskı ya da “tıkanma” noktalarını yaratmıştır. Fakat bu, mücadelenin nerede ve nasıl ortaya çıkabileceğini her zaman açıklamaz veya bunu önceden kestiremez. Politik ve ekonomik mücadele arasındaki ilişkiyi veya bu hareketlerin her birinin ilerlediğinde ve büyüdüğünde birbiriyle bulunan ortak ilgilerini ve yakın bağlantılarını aydınlatmaz. Sınıfsal yeniden birleşim teorilerinin problemi, üretimin güçlerini ve ilişkilerini birbirine karıştırmasıdır –bu teoriler, teknolojik değişimi daha geniş toplumsal dönüşümlere çevirmek için gerekli olan aracı faktörleri inceleme konusunda başarısız olur ve bu yüzden de genel kapasiteleri ve ilgileri, işçi sınıfının belirli tarihsel görünüşleriyle tanımlar.

İşçi sınıfı bilinci ve organizasyonu değişken olma eğilimindedir; kriz veya sermayenin yeniden yapılanışı ile direniş arasındaki ilişkiyi kavramak, bir bilimden daha çok bir sanattır. Dyer-Witheford’ın altını çizdiği işçi sınıfının içindeki bölünmeler –ki bunlar işçi sınıfı içinde insanların sektörel konumları nedeniyle meydana gelen yapısal bölünmeler ya da ırk ve cinsiyete dayalı bölünmelerdir– mücadele baş gösterdiğinde ve dayanışma zorunlu hale geldiğinde yıkılmaya başlar. Ve bazen bu mücadeleler, geriye gelecek mücadelelerin tohumlarını, ya da örgütlenme biçimlerini bırakır. Örneğin, Anne Alexander bu dergide Mısır Devrimi boyunca Mübarek’in otoriter rejimine karşı demokratik taleplerle birlikte daha yüksek ücret, iyileştirilmiş çalışma koşulları ve iş güvenliği talep eden boykot ve protestolardan doğan bağımsız işçiler örgütünün ortaya çıkış biçimini tartışmaktadır.[23] Neoliberalizmin ve otoriteryanizmin her ikisini de, yani hem ekonomiyi hem de politikayı,  mücadelenin nereden doğduğunu ve bu ikisiyle nasıl iç içe geçtiğini analiz etmeden Mısır’da devrimci süreci anlamak imkânsızdır.

Bu farklılıkları bir yana bırakırsak, iki kitap da karmaşık teorik argümanları anlaşılabilir hale getirmeleri ve teknoloji ile küresel ekonominin ve işin yeniden yapılandırılması etrafında dönen tartışmaların dış hatlarına dair iyi bir anlayış sunmaları itibariyle incelikli bir şekilde yazılmıştır.

International Socialism, 5 Nisan 2017, Sayı: 154.


Notlar

* Ursula Huws, Labor in the Global Digital Economy: The Cybertariat Comes of Age, Monthly Review Press, 2014. [Çevirenin notu (ÇN): Kitap, Dijital Dünya Ekonomisinde Emek, Çev. Gülen Ulusoy, Yordam Kitap, 2017 yılı yayın listesinde.]

** Nick Dyer-Witheford, Cyber-Proletariat: Global Labour in the Digital Vortex, Pluto Press, 2015. [ÇN: Kitap, bu metin bağlamında Siber-Proletarya: Dijital Girdapta Küresel Emek adıyla çevrilmiştir.]

[1] Wakefield, 2016.

[2] Oliver, Bradshaw and Jopson, 2016.

[3] Ayrıntılı bir tartışma için bkz. Upchurch, 2016.

[4] Lazzarato, 1996; Hardt ve Negri, 2000. Bir eleştiri için bkz. Callinicos, 2001.

[5] Örneğin, Fuchs, 2014; Scholz, 2012.

[6] Huws, 2014, s. 17.

[7] Örneğin, bkz., Huws, 2003.

[8] Huws, 2014, s. 7.

[9] Mevcut büyük resesyon üzerine karlılığın uzun dönem düşüşü bağlamında bir tartışma için bkz. Roberts, 2015.

[10] Finansallaşma ve kriz üzerine tartışmaların iyi bir değerlendirmesi için bkz. Hardy, 2016.

[11] Toffler, 1970.

[12] Bruns, 2008; Fuchs, 2014.

[13] Terranova, 2004; Fuchs, 2014.

[14] Bu tartışmanın uzun bir versiyonu Carchedi’de bulunabilir, 2014.

[15] Bir değerlendirme için bkz. Harman, 2007.

[16] Dyer-Witheford, esasında işçilerin hem sermayeyi meydana getirme hem de onu dağıtma potansiyeline sahip olma yöntemini vurgulayan Fransız grubu Théorie Communiste’nin komünleştirme teorisinden ve onların işçilerin devrimci potansiyelinin sermayeyle iç içe geçişiyle yaratılmış bölünmeler ve çatışmalar nedeniyle nasıl karmaşık hale getirildiğine dair tartışmalarından etkilenmiştir.

[17] Dyer-Witheford, 1999.

[18] Dyer-Witheford, 2015, s. 14.

[19] Sermayenin gereksinimleri için nüfus fazlalığı üzerine bkz. Davis, 2006.

[20] Dyer-Witheford, 2015, s. 145.

[21] Uluslararası Çalışma Örgütüne göre –Choonara’da alıntılanmıştır, 2015.

[22] Dyer-Witheford, 2015, s. 13.

[23] Alexander, 2012.

Kaynaklar

Alexander, Anne, 2012, “The Egyptian Workers’ Movement and the 25 January Revolution”, International Socialism 133 (winter), http://isj.org.uk/the-egyptian-workers-movement-and-the-25-january-revol….

Bruns, Axel, 2008, Blogs, Wikipedia, Second Life, and beyond: From Production to Produsage (Peter Lang).

Callinicos, Alex, 2001, “Toni Negri in Perspective”, International Socialism 92 (autumn), http://pubs.socialistreviewindex.org.uk/isj92/callinicos.htm.

Carchedi, Guglielmo, 2014, “Old Wine, New Bottles and the Internet”, Work Organisation, Labour and Globalisation, volume 8, number 1, http://marx2010.weebly.com/old-wine-new-bottles-and-the-internet.html.

Choonara, Joseph, 2015, “What is Class in the 21st Century?”, Socialist Worker (11 August), https://socialistworker.co.uk/art/41099/What+is+class+in+the+21st+century.

Davis, Mike, 2006, Planet of Slums (Verso).

Dyer-Witheford, Nick, 1999, Cyber-Marx: Cycles and Circuits of Struggle in High Technology Capitalism (University of Illinois Press).

Dyer-Witheford, Nick, 2015, Cyber-proletariat: Global Labour in the Digital Vortex (Pluto Press).

Fuchs, Christian, 2014, Digital Labour and Karl Marx (Routledge).

Hardt, Michael, and Antonio Negri, 2000, Empire (Harvard University Press).

Hardy, Jane, 2016, “Radical Economics, Marxist Economics and Marx’s Economics”, International Socialism 149 (winter), http://isj.org.uk/radical-economics-marxist-economics-and-marxs-economics/.

Harman, Chris, 2007, “The Rate of Profit and the World Today”, International Socialism 115 (summer), http://isj.org.uk/the-rate-of-profit-and-the-world-today/.

Huws, Ursula, 2003, The Making of a Cybertariat: Virtual Work in a Real World (Monthly Review Press).

Huws, Ursula, 2014, Labor in the Global Digital Economy: The Cybertariat Comes of Age (Monthly Review Press).

Lazzarato, Maurizio, 1996, “Immaterial Labor”, in Hardt, Michael, and Paolo Virno (eds), Radical thought in Italy: A Potential Politics (University of Minnesota Press).

Oliver, Christian, Tim Bradshaw and Barney Jopson, 2016, “Apple’s Tax Affairs Spark a Transatlantic Face-off”, Financial Times (4 April), https://next.ft.com/content/2e7baf4e-fa49-11e5-8f41-df5bda8beb40.

Roberts, Michael, 2015, “The Global Crawl Continues”, International Socialism 147 (summer), http://isj.org.uk/the-global-crawl-continues/.

Scholz, Trebor (ed), 2012, Digital Labour: The Internet as Playground and Factory (Routledge).

Terranova, Tiziana, 2004, Network Culture: Politics for the Information Age (Pluto Press).

Toffler, Alvin, 1970, Future Shock (Random House).

Upchurch, Martin, 2016, “Into the Digital Void?”, International Socialism 152 (autumn), http://isj.org.uk/into-the-digital-void/.

Wakefield, Jane, 2016, “Foxconn Replaces ‘60,000 Factory Workers with Robots’”, BBC News (25 May), www.bbc.co.uk/news/technology-36376966.