Beni Bir Defa Kandırırsan…*

Bu Kasımda pek çok beyaz emekçi Demokatlara oy vermeyecek. Ve bu düşündüğünüz sebepten ötürü değil.

Donald Trump’ın başkan seçilme şansının olduğu bir ülkede inanmak zor olsa da insanlar rasyonel politik kararlar veriyor. En azından çoğu zaman.

Kendi işi ve evi olan, yüksek vergi dilimindeki varlıklı bir seçmenin Cumhuriyetçi bir adaya oy vermesi, rasyonel bir karardır. Tıbbi hizmetlere erişimi az olan ve kira ödeyen düşük gelirli bir seçmenin ortaya çıkıp Demokrat bir adaya oy vermesi de, aynı şekilde, rasyonel bir karardır.

Ülkenin pek çok yerinde nüfusun önemli bir kısmı için iki partinin ayrıldığı nokta hala burasıdır: Daha müreffeh kesim Cumhuriyetçilere, refah seviyesi düşük olanlar ise Demokratlara yönelmektedir.

Eğer Birleşik Devletler’de yaşayan her yetişkin, her Seçim Günü’nde[i] oy verseydi ve iki partiden birisini seçmek zorunda bırakılsaydı, Cumhuriyetçi Parti, şu anki durumunda, yalnız başkanlığı değil, her eyaletteki yasama meclisi ve Kongre seçimlerini de kaybederdi.

Buradaki problem, gelir düzeyi düşük kesimin, müreffeh kesime nazaran Seçim Günü’nde sandığa çok daha düşük sıklıkta gitmesidir. Cumhuriyetçilerin desteklediği, seçmen olmayı önlemeye yönelik yasal düzenlemelerin bu noktada önemli bir etkisi olsa da sorun daha eskiye dayanmaktadır. Yıllar içerisinde, özellikle sınıf temelli meselelerde, oy verenler ile vermeyenlerin politik tercihleri keskin biçimde ayrılmıştır. Oy verenler refah devleti, gelir adaletsizliği ve işçi sendikaları gibi konularda oy vermeyenlerden çok daha muhafazakâr bir çizgidedir. Eğer oy vermeyenlerin daha fazlası sandığa gitseydi, birdenbire Sanders ve destekçilerinin benimsediği türden bir sosyal demokrat programa taraftar seçmen kitlemiz olacaktı.

Bu durum, refah düzeyi yüksek olanların partisi GOP’nin[ii] -Demokratların düşük gelir düzeyindeki tabanına sunduklarına nazaran- somut, maddi ekonomik politikalar ile seçmen sadakatini daha iyi ve istikrarlı biçimde ödüllendirdiği biçiminde açıklanabilir. George W. Bush göreve geldiğinde sermaye gelirlerinden alınanlar ile en üst gelir diliminden alınan vergiler düşürüldü; Çalışma Bakanlığı etkisiz hale getirilerek çalışanların, Bush’un seçmenleri olan patronların gücünü dengelemesi zorlaştırıldı. Tatlı sözler ile yılda bir düzine gülün ötesinde, GOP dediklerini yaptı.

Ancak Obama göreve geldiğinde, Demokratik Parti yasama organında yıllardır edindiği en büyük çoğunluğa sahip olsa da, Heritage Vakfı’nın[iii] sağlık hizmetleri planını yasalaştırdı ve Çalışanların Özgür Tercih Yasası ile örgütlenmiş işgücünün merkezi önemini düşürdü. Karşılaştığı engeller ile yönetiminin işçiler için kazandığı küçük ama gerçek zaferlerden (tıbbi yardımın genişlemesi, fazla mesai kuralı vs.) azade biçimde, Obama’nın Cumhuriyetçi selefi, yüksek gelir düzeyindeki seçmenlerine kendisinin düşük gelir grubundakilere sunduklarından daha fazlasını sağlayabilmişti.

Cumhuriyetçi Parti, sermayenin partisi olarak; Demokratik Parti’nin işçi sınıfının partisi olduğundan daha başarılı bir partidir. Ve bu tesadüf değil.

Seth Ackerman geçen hafta, Vox’un düşük gelirli Trump seçmenlerine yönelik çalışmasını püskürten bir yazı kaleme aldı. Ackerman, yazısını pek karşı çıkılamayacak bir olgu ile bitiriyordu: GOP’nin gerilediğine dair çok şey söylense de, Parti halen Kongre ile eyalet yönetimlerinin büyük çoğunluğunu elinde tutuyor. Yirminci yüzyılın önemli bir kısmında azınlığa itilen Parti, 2010’lara geldiğimizde sadece engel çıkartmıyor, yönetiyor da. Bu iktidara sahip olmalarının sebeplerinden birisi de; seçmenlerin devasa ve faydalanılmayan bir bölümünün –geliri azalan beyazlar- artık oy vermemesi.

Sürekli biçimde demografik olarak öldüklerini duysak da, üniversite diplomasına sahip olmayan beyaz çalışanlar en az yüzde 63’lük bir orandadır ve yirmi yıl içerisinde bu oran ancak yüzde 49,5’e gerileyecektir. Bu da bir dolu potansiyel oy anlamına gelmektedir. Ackerman’a göre; düşük gelirli Trump seçmenlerini cüzdanları yerine hep beyazların üstünlüğüne oy verecek olan umutsuz ırkçılar olarak görmek yerine, geniş bir işçi sınıfı siyasi programı inşa ederek bu seçmenleri kazanmamız gerekmektedir.

Uzmanlar hemen toplu bir beyin erimesi yaşadı. Nasıl olur da ortanın solu bir partinin bir işçi sınıfı programı ile bu yobaz işçi sınıfını yanına çekmeye çalışması gerektiğini iddia edebiliriz! Aydınlatıcı bir tartışmada, önemli bir siyaset yorumcusunun bu stratejiyi saçma bulduğunu; çünkü Demokratik Parti’nin halihazırda beyaz işçi sınıfının ırkçı olmayan kesiminin oylarını aldığını dinledim. Buna göre, Demokratik Parti’nin bu fakir beyazların oylarını almak için izleyebileceği tek yol ise, açık veya örtülü olarak beyazların üstünlüğünü koruma sözü olacakmış.

Buradaki imaya göre, Seçim Günü’nde evde kalacak olan çok fazla sayıdaki düşük gelirli (veya GOP için oy verecek olan çok daha küçük bir sayıdaki) seçmen beyaz ırkçılık sebebiyle eyleme geçmekte veya geçmemektedir.

Böylece bir anda her şey berraklaşmaktadır: Bu fikri benimseyen liberal yorumculara göre hem partileri hem de partinin seçim kampanyası ve yasalaştırdıkları işçi sınıfı programı sayesinde, sicili öylesine iyi durumdadır ki işçi olup da Demokratik Parti’ye oy vermemek ancak sınıf çıkarlarını gölgede bırakacak daha büyük, kapsayıcı bir ideoloji ile açıklanabilir.

Bu “uzmanokrasi”ya göre, beyazların üstünlüğü “işçi sınıfı partisi”nden oy çalan baskın ideolojidir. Bununla beraber, geliri azalan beyaz seçmenlerin hiç oy vermeyen büyük kısmının (ve GOP’ye oy veren küçük bölümünün) tutum değiştirmesi ancak Demokratik Parti’nin eski küflü Güneyli “Beyaz Adamın Partisi” olması veya bu seçmenlerin evlerinde oturarak kişisel aydınlanma ile ırkçılıklarının üzerinden gelmesi ile mümkün olacaktır.

Bu argümanlar gerçeğe tamamen aykırıdır.

Batı Virgina’daki McDowell County’e bakalım. The Guardian, Cumhuriyetçilerin önseçiminde Trump’ın yüzde 91,5 ile kazanması üzerine McDowell’a odaklanmıştı. Tabii ki Demokratik Parti önseçiminde üç katından daha fazla oy kullanılması ve Sanders’a verilen oyların Trump’a verilenleri neredeyse ikiye katladığı olguları dışarıda bırakılmıştı ama önseçim zamanında GOP adaylık yarışının neredeyse bittiği dikkate alınırsa bunu önemsemeyebiliriz. McDowell County Kasım’da yüksek ihtimalle Trump’a oy verecek. Tıpkı 2012’de Romney’e oy verdikleri gibi.

2008 yılında ise, Barack Obama McDowell’ı yüzde 53 oy ile kazanmıştı. Yakın tarihli çalışmalar, 2008 seçimlerinde Obama’nın ülke genelinde, düşünüldüğünden çok daha fazla beyaz işçi sınıfından oy aldığını göstermektedir. Obama 2012 yılında ise bunların pek çoğunu kaybetti –ya sandığa gitmediler ya da Romney’e oy verdiler.- Trump’ın bu yılki Ortabatı’daki desteği, kısmen beyaz işçi sınıfından, eski Obama seçmenlerinden geliyor gibi görünüyor. McDowell’dan yaşlı, emekli bir maden işçisi Guardian’a: “İki kez o siyah çocuğa oy verdim” diyordu. Şimdi Trump’a verecek.

Liberal bir uzman bunu nasıl açıklayacak? Eğer bu beyaz seçmenler “beyazların üstünlüğü”nü ceplerine tercih edecek türden inatçı ırkçılar ise, neden Obama’ya başta bir fırsat verdiler? Yoksa onun gerçekten siyah olmadığını mı düşünüyorlardı? Peki, neden 2008’de oy verdikleri gibi 2012’de vermediler ve 2016’da da vermeyi düşünmüyorlar? Obama’dan basitçe beyazların üstünlüğünü korumasını bekliyorlar ve göreve geldiğinde “siyahlar lehine çok radikal” davrandığını mı fark ettiler? Obama Jay-Z’yi Beyaz Saray’a davet ettiği anda mı beyaz işçi sınıfını sonsuza kadar kaybetmiş  oldu?

Veya basitçe, Büyük Buhran’dan sonraki en kötü ekonomik krizin ardından Obama ve partisi McDowell County’deki seçmenlerin hayatlarını somut olarak daha iyi hale getirmekte başarısız mı oldu? Obama’dan beri Demokratlar, her seçimde “Daha kötüsü olabilirdi!” biçimindeki sarhoş edici çığlık ile kampanya yürüttü. Belki de McDowell’daki seçmenler kendilerine, neden çöküşün ardından en zengin Amerikalıların kolayca toparlandığını; kendileri ve komşularının her zamankinden daha kötü durumda olduklarını sormuşlardır.

Bu gerçekten de akıl almaz bir teori mi? Seçim Günü’nde evde kalmak veya –iki-parti sisteminde- “diğer çocuklar”a oy vermek, ortanın solundaki bir kimsenin görmek isteyeceği bir şey değildir. Ancak, hayatın bir parti sekiz yıldır Beyaz Saray’dayken dağılmışsa, çılgınca veya mutlaka ideolojik bir karar ile bu tutum ortaya çıkmaz. Obama en azından Batı Virginia’lılara tıbbi yardımı genişletirken muhtemel halefi “bir sürü kömür madenini kapatarak kömür işçilerini işsiz bırakacağız” diyerek propaganda yapıyor. Clinton kaybedilen gelirlerin yarattığı sıkıntıyı hafifletecek programların sözünü veriyorsa da, Bill Clinton da NAFTA yüzünden kaybedilen işlerin yükünü hafifleteceğine söz vermişti ve şaşırtıcı olmayan biçimde bu, gerçekleşmedi. Bana kalırsa, buna “öğrenilmiş şüphecilik” denir.

Konu beyaz işçi sınıfının doğasına gelince, temel haklar savunucusu Bayard Rustin’e katılıyorum: Bu kesim özü itibariyle ne muhafazakâr ne de liberal. Hangi yolu tutacakları siyaset ve örgütlenme ile belli oluyor, kader veya beyazlıkları sayesinde değil.

Irkçılığa karşı işçi sınıfı siyaseti ile mücadele edilebilir, ırkçılık bu şekilde yenilebilir veya güçsüzleştirilebilir. Ackerman’ın makalesinde belirttiği gibi, Batı Virginia 1920’lerde tepkinin kalesiydi: Eyalet KKK ve kömür işletmecileri tarafından yönetiliyordu. 1930’lardan 1970’lere kadar işçi sendikaları, sınıf mücadelesi ve Demokratik Parti oylarının yuvası oldu. Temel haklar ve refah devletine olan bağlılığı ile yükselen Hubert Humprey[iv] Richard Nixon ve George Wallace’ı[v] yüzde 49,6 oy ile ezdi. Basitçe, Batı Virginia’daki beyazlar, Wallace’a destek verip eyalette onu seçen Georgia’lılardan daha mı az ırkçıydılar? Ya da o dönemde Georgia’nın aksine Batı Virginia, sınıf mücadelesi ve emek politikalarının alanı olduğu için bu sonuç çıkmış olmasın?

Gerçekte, işçi sınıfına mensup bir beyazın GOP veya Demokratlara oy verip vermeyeceğini belirleyen en önemli değişken bir işçi sendikasına üye olup olmadığıdır. Sonuçta bir sendika ideal durumda, seçimler arasında bile, üyelerini maddi ve sınıf çıkarlarına odaklayan bir organizasyondur. Aksi takdirde birbirlerinden hoşlanmayacak, hatta nefret edecek; birbirine güvenmeyecek insanlar arasında dayanışmayı inşa eder. Çalışan insanları kendilerinde içkin olan birliğe, insanlara üstünlüklerinin gösterildiği etkinlikler, kişisel gelişme kampanyaları veya BuzzFeed testlerinin yapamayacağı biçimde odaklar. Bunun için sendikalar güçlüdür. Ve bunun için zenginler sendikalardan nefret ederler.

Sendika üyeliği onyıllardır düşüşte olmasına rağmen işçilerdeki örgütlenme potansiyeli, yirmi birinci yüzyıl kapitalizmine rağmen, her zamanki kadar güçlü durumdadır. Sosyolog Beverley Silver’ın gösterdiği üzere, tam-zamanında-üretim, az sayıda işçinin halen “bütün bir şirketi durma noktasına getirebileceği” anlamına gelmektedir. Küreselleşme ile birlikte de, “bu iş durdurma eylemlerinin olası coğrafi büyüklüğü artmıştır.”

Bugün dahi, eğitim ve ulaşımda çalışanların haklarını zedeleyen stratejiler ile teknolojilerin sonucunda, sözleşmeli okullar ile Uber şoförlerinde sendikal eylemlerin ilk kıvılcımları görülmektedir. Hep aksini duysak da, kapitalizm kâr elde etmek için her zaman işçilere ihtiyaç duyacak, örgütlenmiş işgücüne karşı hep zayıf olacaktır. Marksistler, başka hususlarda ne kadar tuhaf olabilse de, liberallerin aksine, kapitalist ekonominin merkezinde yatan bu gerçeği anlamaktadır.

Bu aynı zamanda tarihsel olana hiçbir şekilde benzemeyen diğer dogmatik öğretilere karşı bağışıklığa sahip olduğumuz anlamına da gelmektedir. Irkçılığın, işçi sınıfı dayanışmasını yok eden ve daima edecek olan  tarihötesi bir fenomen olduğu inancı da yanlış olmakla kalmayıp; örgütlenmiş işçilerin ancak kendi sonunu getireceğine ve işçi sınıfının artık hükümsüz olduğuna yönelik basında hep duyduğumuz görüşlerle de  ideolojik bir birliğe varan şekilde örtüşmektedir.

Ebedi ırkçılık ile işçilerin sermayeye karşı umutsuz savaşı, inançları aslında muhafazakâr olan bir politikaya vücut vermektedir. Sınıf dayanışması ile emekçi sınıfların kendi kaderini tayin siyasetlerinden geri dönüldüğünde, profesyonel sınıflar öne çıkmakta ve direksiyona geçmektedir.

Demokratik Parti bugün, çoğu beyaz olmayanlardan oluşan, işçi sınıfından milyonlarca Amerikalının oyunu almaktadır. Buna rağmen, parti programının, en iyi ihtimalde varlıklı profesyonel sınıflar, en kötü ihtimalde ise Silikon Vadisi milyarderleri tarafından hazırlandığı herkesin bildiği bir sır olarak görünmektedir. Obama bile, başkanlığının ardından risk sermayesi ile girişimciliğe atılmaya göz kırpmaktadır. Örgütlenmiş işçiler en görkemli zamanda dahi Demokratik Parti’nin içinde küçük ortak durumunda iken şu anda The Big Lebowski’deki Donny’ye daha yakın bir haldedir: Kırılgan, silik ve ölümün eşiğinde, her zaman “çenesini kapatmalı”.

Liberal politikaların bu şekli, korkuyla, birkaç seçim kazanmak için yeterli oyu çekebilir; ancak temel olarak yönetmenin ötesinde, toplumu daha iyi yönde dönüştürmek için yetersiz kalmaktadır. Kongre ve eyalet meclislerinin çoğunu en azılı sağcı manyaklara teslim etmektedir. Ve bu politika, ırk ayrımcılığı ile mücadele etmek için bile sağlam bir temel sağlayamamaktadır.

Nihayetinde, yirminci yüzyılda temel haklara dair en önemli ve kapsayıcı federal yasal düzenlemeler beyaz işçi sınıfının oylarını alan iki başkan tarafından imzalandı: Harry Truman ve Lyndon B. Johnson. Martin Luther King ve Temel Haklar Hareketi’ne mali destek veren ise “uyanmış” şirket yöneticileri değil, Walter Reuther’in Birleşik Otomotiv İşçileri sendikasıydı.

İşçi sınıfı siyasetinin geçmişte ırksal anlaşmazlık sebebiyle bölünmüş olduğu doğruysa da, bunun karşıtı da eşit oranda doğrudur. Jim Crow[vi] dönemi Güneyindeki beyaz ve siyah işçiler ırkçı siyasetin çekimine rağmen beraber sendikalar kurabilmişlerdir. 2016 yılında 40 yaşında olan bir işçinin 1937’de yaşamış olan Jim Crow dönemi Güneyli akranından daha fazla ırkçı kin güdebileceğini düşünmek çok ilginçtir. (Yakın tarihli bir Reuters anketine göre üniversite derecesi olmayan Güneyli beyazlar arasında Trump’a verilen destek, 50 yaş ve üzerindeki nüfusta yüzde 55; ancak 49 yaş ve altındaki nüfusta yüzde 39 oranındadır.) Liberallerin “çetebaşı” olarak imlemeyi tercih ettiği, pek çok sendikalı otomotiv işçisine evsahipliği yapan Macomb County, Michigan, her ne kadar 1968’de Nixon, 1980’de de Reagan’a oy verdiyse de, bölgenin Temsilciler Meclisi’nin en solcu üyelerinden birisi olan David Bonior’u da tekrar tekrar seçtiği gözden kaçırılmamalıdır. Carter bölgeyi 1976’da, otobüs isyanlarının zirvesi olan dönemde, Kuzey ve Güney fark etmeksizin ülkenin tamamında işçi sınıfı oylarını alırken kazanmıştı.

Siyaset, özellikle işçi sınıfı siyaseti karmaşıktır. İyi para alan gericiler her zaman böylesi koalisyonlarda zayıf bir nokta bulacaklardır. Bu, “beyazların üstünlüğü”nün kader olduğu anlamına gelmemektedir. 1980’de Reagan, gerçekten de emekçi beyazları kazanmıştı –siyah seçmenler haricinde, o yıl hemen her demografik gruptan oy aldı, tarihsel olarak Demokratların olanlar dâhil. Kadınlar, Katolikler, siz sayın… Buna rağmen, 1984’teki çalışmalar çoğu kişinin refah devleti harcamaları konusunda Demokratik Parti’nin yanında olduğunu göstermektedir. İnsanlar basitçe, Demokratların, Reagan’ın aksine, ekonomiyi yönetmekte yetersiz olduğuna inanıyordu.

Bu ırkçılık mı? Yoksa Carter’ın tahvil sahiplerini kurtarmak için ekonomiyi durgunluğa sürüklemesi yüzünden mi? Carter televizyona çıkıp çalışan Amerikalılara, bundan sonra daha azıyla daha çok iş yapmalarını söyleyen başkan değil miydi? Başkan’ın Federal Merkez Bankası’na atadığı Paul Volcker 1979’da şunu söylüyordu: “Ortalama Amerikalının yaşam standardı gerilemelidir.” Buna, başkanın partisinin işçi sınıfı seçmenleri ile ilgilenmediğine dair oldukça önemli bir gösterge derim.

Sonuç olarak, “daha azı ile daha çok iş yapmak”, ülkenin zenginleri için geçerli değildi. Liberaller, işçi sınıfının yeni kanaatkâr standartların yalnızca kendilerine uygulanacağını fark etmemiş olacağını mı düşünüyorlardı? Reagan “Amerika’da Sabah” için yarışırken Demokratlar kemer sıkma ve bütçe dengesi partisi olmuştu. 1988 kongresi tanıtım belgeselinde Dukakis[vii], bahçesini eski model, motorsuz bir çim biçme makinesi ile biçerken görüntülenmişti. Görünüşe göre benzin motorlu bir model fazlaca yoz görünecekti.

Uzman sınıfı, bu hataları göremiyor. Deniz kıyısındaki varlıklı topluluklarının üyeleri olarak destekçileri yirmi birinci yüzyıl demokratlarının ancak sembolik başarılarını görmekte ve başarısızlıklarını göz ardı etmektedir. 2016 yılında, çalışan beyaz ortalama Amerikalının öfke ve hoşnutsuzluğunun köklerini “beyazlıklarının değerinin ortadan kalkması” kaygısında arayan bir grup insandan bahsediyoruz. Hayır, geçim kaynakları, aileleri veya evlerini kaybetmekten dolayı olamaz, az önce George Wallace’ın onları kurtarmaya gelmeyeceği söylendi de ondan. Bu yanlış olmasının ötesinde boş laftan ibaret bir siyaset. Bu siyaset uygulamada zenginlerin kullandığı, toplumdaki refah artarken (Birleşik Devletler’de birkaç on yıldır olduğu üzere) çalışan insanların haklı olarak yükselen beklentilerine karşı çıkmak ve bunları karalamak için kullanılan akademik jargondan ibarettir.

WikiLeaks sayesinde, Apple CEO’su Tim Cook ve Bill Gates’in –kamusal eğitimi yok etmeyi amaçlayan hareketi yönlendiren milyarder- Clinton’ın başkan yardımcısı adayı olarak listeye girdiğini öğreniyoruz. Bu beyaz çalışanlar tarafından “ırkçılık” sebebiyle reddedilen parti işte bu, temel haklar ve tıbbi yardımın partisi değil. Sherrod Brown, Elisabeth Warren, Tom Perez ve Keith Ellison gibi işçi haklarını savunan iyi ve samimi politikacıların Demokratik Parti’nin sürücü koltuğunda oturduğuna dair dik başlı inanç bir hayalden ibarettir. Demokratik Parti Madison Square Garden olarak düşünülürse, Andrew Cuomo, Chuch Schumer ve Clinton’lar saha kenarında oturup oyuncularla sohbet ederken Sanders, Warren ve Brown salonun en uzak sıralarında kendilerine yer bulabilmektedir.

Peki, Demokratik Parti 2016’da ne Kongre’deki, ne de eyalet yönetimlerindeki çoğunluğu kazanamazsa ne olur? Uzmanlara göre yalnızca beklememiz gerekir. Birkaç on yıl. Pek çok liberal Sanders’ın sınıf temelli politikalarını benimseyerek bütün işçi sınıfını kazanmak yerine yirmi yıl bekleyerek beyaz işçilerin, işçi sınıfı içerisindeki oranının azınlığa düşmesini beklemeyi tercih eder. Liberallere göre demografi, siyasi kaderdir. Buna rağmen, 86 yaşındaki Senatör Chuch Schumer’in 2036 yılında partisinin nihayet “milyoner sınıfı ortadan kaldırmaya niyetli olduğunu” açıklayacağına dair de çok ciddi bir şüphe içerisindeyim.

Basitçe “sefil, öfkeli beyazlar” ve onların ırkçılığının Demokratik Parti’yi, sosyal demokrat bir güç veya partinin en azından yüzyıl ortasındaki altın çağında elde ettiği başarıları tekrar kazanmaktan geri tuttuğuna dair inancın çekiciliğini anlayabiliyorum. Yapısal olarak bizden ziyade ülkedeki çok güçlü bazı insanların olan partinin kontrolü için kavgaya girişmek yerine, beklemenin çok daha kolay olduğu görünüyor.

Ama nüfus değişimleri Silikon Vadisi partisini Chicago’nun güneyi veya Batı Virginia’nın kömür bölgesinin partisi yapmayacak. Bunca bekleyiş Trump ve Clinton’ın işçi sınıfı destekçileri ile hiç oy vermeyen düşük gelirli kesimin inkâr edilemez sıkıntılarını sürdürmek anlamına gelecektir. Zira bu sıkıntılar yalnızca “içler acısı” durumda olan geliri azalan Trump’cılarca değil; hayatta kalmak için düşük bir maaşla çalışan veya çalışmak isteyen herkes tarafından hissedilecektir. Bir başka deyişle, uzmanlar bu insanlarla ortak hiçbir özelliği olmayan bir gruptan ibarettir.

Demokratlar yalnızca “düz sınıf temelli” konularda başarısız olmamakta; partinin ulusal düzeyde azınlığa itilmesi bir işçi sendikası kurma veya sendikaya üye olmanın ya da kürtaj hizmetlerin erişmenin güçleşmesi anlamına gelmektedir. “Irkçı” beyaz işçi sınıfın seçmen tabanından uzaklaştırılmasına rağmen siyah-beyaz ücret farkları 1979’da olduğundan daha yüksek duruma gelmiştir. İşte burada Demokratların popülist sınıf politikalarını kesin bir dille reddederek savunduğu sosyal liberalizmin ironisi ortaya çıkar: Bu politika ile ulaşabildikleri duruma nazaran önceki politikaları ile çok daha fazla ilerleme kaydetmeyi başarmışlardı.

Oy vermeyen beyaz işçi sınıfını kazanmak için ırkılık karşıtı ve cinsiyet eşitliği vaatlerine teslim olmanın gerekli olması da aynı şey –bir inanç. Sanders beyaz işçi sınıfından Indiana, Wisconsin ve Michigan’da destek alırken aynı zamanda sürekli olarak Black Lives Matter hareketinin bayraktarlığını yapıyor ve ırk ayrımına karşı mücadele ediyordu. Bernie bir Sister Souljah Moment[viii] yaşamadı. İşçi sınıfının belli fraksiyonlarından destek almanın, bu koalisyonun sosyal liberalizme olan bağlılığını reddetmek anlamına gelmesi de bir mitten ötesi değildir.

Evanjelik olmayan Protestanlar arasından siyah seçmenler, oransal olarak demokratlara oy verdikleri ölçüde halen aynı cinsiyetler arası evliliğe karşı çıkıyorlar. 2008 yılında, Afrika asıllı Amerikalı Protestanlar California’da Prop 8’in[ix] güçlü bir biçimde arkasında durdular. Bizim uzmanların “işçi sınıfı kontaminasyonu” teorisine göre Demokratik Parti aynı cinsiyetten evliliğe dair desteği ile siyah Protestanların oyları arasında bir tercihte bulunmak zorundaydı. Buna rağmen iki taraf da seçmen tabanından “sürgün edilmedi.” Ve gelişim istikrarlı bir biçimde sağlandı: çok daha fazla Demokrat, siyah Protestan ve Amerikalı 15 yıl öncesine nazaran aynı cinsiyetler arası evliliği desteklemektedir.

Beyaz işçilerin nasıl mantıksızca oy kullandığının bize böyle anlatılmasını açıkçası şaşırtıcı bulmuyorum. Bunlardan pek çoğu günümüzün müreffeh, profesyonel sınıfların Demokratik Partisi’ne düşük beklentilerle oy veriyor. İşçi sendikaları ve siyasi örgütlerin yönlendirmesi olmaksızın gerici önyargılara düşenler ise en kötü sebeplerden dolayı Trump gibi insanları destekliyor.

Pek çoğu ise, anlaşılabilir biçimde, Seçim günü evlerinden çıkmıyor. Biz değiştirene dek, Birleşik Devletler’deki sosyal adalet hayatını sürdürmek için çalışmak zorunda olan herkesin ulaşamayacağı bir noktada kalacak…

*https://www.jacobinmag.com/2016/10/democratic-party-clinton-trump-white-…


[i] İng. Election Day, ABD’de genel oy ile kazanılan federal kamu makamları için seçimler, Kasım ayının ilk pazartesi gününün ardından gelen Salı günü yapılmaktadır. Election Day, bu güne kanunla verilen isimdir. – ç.n.

[ii] İng. Grand Old Party, Cumhuriyetçi Parti’nin bir başka ismi ve kısaltması. – ç.n.

[iii] İng. Heritage Foundation, Muhafazakâr eğilimli bir Amerikan düşünce kuruluşu. – ç.n.

[iv] Minnesota eyaleti önceki Senatörlerinden, Lyndon B. Johnson’ın başkan yardımcısı ve Demokratik Parti’nin 1968 yılı Başkanlık Seçimleri’ndeki adayı. Yarıştığı yıl seçimi GOP adayı Richard Nixon’a kaybetmişti. – ç.n.

[v] Alabama eyaleti önceki Valilerinden, Demokratik Parti’li siyasetçi. 1968 Başkanlık seçimlerinde Amerikan Bağımsız Partisi’nin başkan adayı olarak yarışmıştır. Güneyli popülist ve ırk ayrımcılığını savunan görüşleri ile tanınmaktadır. – ç.n.

[vi] Birleşik Devletler’in Güney eyaletlerinde İç Savaş’ın bitişinden 1965’e dek yürürlükte kalan ırk ayrımcılığı düzenlemeleri Jim Crow Yasaları olarak anılmaktadır. – ç.n.

[vii] Michael Dukakis, Massachusetts eyaleti önceki Valilerinden, 1988 yılı Demokratik Parti başkan adayı. Seçimlerde GOP adayı, başkan yardımcısı George H. W. Bush’a kaybetmişti. – ç.n.

[viii] ABD siyasetinde bir politikacının; kendisi veya partisiyle bağı olan aşırılıkçı bir kişi, hareket, beyan veya tutumu kamuoyu önünde reddetmesi durumuna verilen isim. – ç.n.

[ix] Resmi adı “Proposition 8” olan, 2008 yılında ABD’nin California eyaletinde yapılan federe anayasa değişikliğine verilen isim. Bu değişiklikle beraber aynı cinsten evlilikler tekrardan eyalet genelinde yasaklanmıştır. – ç.n.