Bir Cinsiyetlendirme Pratiği Olarak Tecavüz

Tecavüzün, kadınların içinde bulundukları hiyerarşik ilişkilerle bağlantılı biçimde yani bu ilişkilerin bir belirtisi ve kurucusu olma niteliğiyle analiz edilmesi, feminist kuram içerisinde konu edilmesiyle gerçekleşmiştir. Tecavüz bu kuramsal analiz kapsamında, kişisel nitelikli olmaktan öte toplumsal bağları bulunan bir eylem olarak ve cinsiyetler arasındaki iktidar ilişkileri ile bağlantılı biçimde açıklanmıştır. Bu anlamda tecavüzün feminist kavrayışında ortaklık, tecavüzün toplumsal cinsiyetle ilişkilendirilerek toplumsal kaynağının ortaya konulması ve iktidar olgusu ile yoğun bağlarının bulunduğunun tespitinden kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte feministler arasında tecavüzün anlamlandırılmasında farklı eğilimlerin ortaya çıktığı görülmektedir. Tecavüz, feminist analize konu olmasının ilk aşamasında bir şiddet fiili olarak nitelendirilmiştir. Özellikle Brownmiller ve Griffin’in temsil ettiği bu çizgi kapsamında, tecavüzün tecavüzcünün psikopatolojik kişiliğinden ya da yoğun cinsel arzularından kaynaklanmadığı, fakat kadınların tabi kılındıkları toplumsal bir sistemin yansıması ve kadınların baskı altına alınması ve aşağılanması suretiyle bu sistemin sürdürülmesini hedefleyen bir şiddet aracı olduğu ortaya konulmuştur.

Tecavüzün şiddet olarak tanımlanması yaklaşımının tecavüzü diğer şiddet fiilleri ile örtüştürdüğü, bu durumda eylemin cinsel niteliğini deneyimle ilgisiz bulduğu anlaşılmaktadır. Diğer yandan şiddetin politik, cinselliğin doğal olarak anlaşılması ile beden, toplumsal güçlerle şekillendirilmemiş olmasıyla tümüyle biyolojik olarak nitelendirilmektedir. Bu çerçeve içerisinde dişil beden doğası gereği tecavüz edilebilir, eril beden ise doğası gereği tecavüze muktedir olmakla kategorik biçimde tanımlanmaktadır. Tecavüzün şiddet olduğu yaklaşımı bu bağlamda bedenin sosyal değil doğal olarak belirlendiği ve cinselliğin biyolojik bir mesele olduğu yönünde bir kavrayışı içermektedir. Doğa ve kültür arasında dikotomik bir ilişkinin kurulması, cinsellik ve şiddet arasında da benzer bir dikotomik ilişkinin bulunduğunun kabulünü olanaklı kılmaktadır.[1]

Mackinnon, Dworkin gibi isimlerin temsil ettiği bir diğer feminist çizgi ise tecavüzün toplumsal olarak kurulan heteroseksist cinselliği anlayış, algılama, konum, ritüeller, arzu kaynağı olarak erkeksi hakimiyetin erotize edilmesi ile sürdüren niteliğini ortaya çıkarmaya çalışmış; bu anlamda heteroseksist cinsellik kurgusu ile tecavüz arasındaki ayrımın muğlaklığına dikkat çekmiştir. Bu çerçevede kadınların cinsel özgürlükleri üzerindeki toplumsal sınırlamalar, erkeklere sosyal ve ekonomik bakımdan bağımlılıkları ile birlikte değerlendirildiğinde şiddet, tecavüzü heteroseksüel cinsellik deneyimlerinden ayrıştırmayı mümkün kılmamaktadır. Bu durumda tecavüz kurgulanan heteroseksüel cinselliğin bir istisnasını oluşturmamakta, ancak mantığa uygun biçimde genişlemiş halini ifade etmektedir. Böylece söz konusu feminist eğilimin temel savını tecavüzün şiddet değil, cinsellik olduğu oluşturmaktadır.[2]

Mackinnon’un feminist kuramı, tecavüzle heteroseksüel cinsel ilişki arasındaki farkın tamamen muğlaklaştırılması bakımından, erkeklerin mutlak kontrol sahibi, kadınların ise öznelliklerinden ve eyleme kapasitelerinden tamamen yoksun olduğunu ima etmesiyle, genelleştirilmiş ve aşırı olmakla eleştirilmektedir.[3] Cahill, kadınların çoğunun tecavüz fiilleri ile rızaya dayanan ve karşılıklı olarak arzulanan heteroseksüel cinselliği ayırt edebildiklerini ileri sürerek; direnişe olanak tanımayan, kadının patriarkal kültür içerisinde cinsel konularda serbestçe tercih yeteneğinden hemen hemen tamamen yoksun oldukları öngörüsünü reddetmektedir. Kadınlar genel olarak cinsel deneyimleri hakkında sınırlandırılmış da olsa gerçek bir tercihe sahiptirler. Kadınların bu kapsamdaki tercihi, tecavüz fiiline içkin zorlamadan farklı niteliktedir.[4] Bu durumun ihmal edilerek kadınlığın salt mağduriyet üzerinden tanımlanması ile erkeklerin etkin, kadınların edilgen olarak toplumsallaştırıldığı cinsiyet koşullamasının unsurlarının onaylanması noktasına gelinmektedir. Kadın olmakla mağduriyetin birleştirilmesi, bir yandan kadınların diğer iktidar ilişkileri çerçevesindeki iktidar sahipliklerini ve kendi aralarındaki farklılıkları ihmal edebilmekte, diğer yandan da kadının kendini değiştirme kapasitesi olan bir özne olarak tanımasına engel olabilmektedir. Bu durum, edilgen ve iradesiz kadın normunun, dişil beden ve öznenin toplumsal olarak kurulmuş ama sadece kurulmuş olmasıyla tanınması[5] ve iktidarın ilişkisel kaynaklı bir olgu olarak kavranmaması ile fallusta verili olarak sabitlenmesi suretiyle, onaylanması anlamına gelmektedir. Eril iktidarın toplumsal olarak nasıl ve hangi dayanaklar üzerinde inşa edildiği ihmal edildiğinde, faillik tüm erkeklere yayılmakta ve erkeklik biyolojik bir getiri haline gelmektedir. Mackinnon, sorunun salt erkeklerin kadınlara kötü davranması olmadığını, fakat bunu istedikleri zaman yapıp yapmama iktidarı olduğunu ifade etmektedir.[6] Fakat bazı erkeklerin neden ve nasıl farklı davranışı tercih ettikleri ihmal edilmektedir. Erkekler toplumsal olarak iktidar uygulama olanağına sahip kılınmış iseler de, feminizmin nihai olarak yöneldiği hedefin toplumsal bir dönüşüm olması, erkeklerin toplumsal normlardan ayrılan tercihleri ve eylemelerinin, feminizm bakımından farklı erkekliklerin yaygınlaşması olanaklılığı kapsamında değerlendirilmesini ve cinsiyet normlarının elimine edilmesine yönelik olarak farklılıkların nasıl ve hangi dayanaklar kapsamında gerçekleştiğinin tartışılmasını gerekli kılmaktadır. Cinselliğin kuruluşunda kadının edilgenliğinin bağımlı karşılığını, erkeğin “kadınsı” sayılan kimi insani özelliklerinin dışlanması cisimlenen etkinliği oluşturmaktadır. Bu bakımdan verili bir erkek cinselliğini kabul etmek, zaten cinselliğin toplumsal olarak kurulduğunu inkâr etmek anlamına gelecektir.

Bu kapsamıyla Mackinnon’ın feminist kuramı, eril iktidar dışındaki iktidar ilişkilerinin analiz dışında bırakıldığı veya tali konular olarak önemsizleştirildiği bir nitelik taşımaktadır. Her ne kadar Mackinnon toplumsal gerçekliği bir bütün olarak kavramak iddiasında değilse de[7], iktidar ilişkilerinin doğası bunların birbirinden kesin sınırlarla ayrılarak incelenmesini mümkün kılmamaktadır. Zira iktidar ilişkileri, birbiriyle kesişen, birbirini besleyen, karşılıklı üreten ve kimi zaman paradoksal olarak birbirini zayıflatan nitelik taşımaktadırlar.[8] Bu sebeple cinsiyetler dahilindeki farklılıkların ihmali, tahakküm kurumlarının tanımlanması ve alternatiflerin yaratılması bakımından güçlükler yaratmaktadır.[9] Böylece söz konusu eleştiri, kadın olmanın getirdiği ezilmenin sınıf, ırk gibi değişkenlerle çeşitlenebilen ve biçimlenebilen bir deneyim olduğunun yadsındığına yöneliktir. Bu tür kavrayışın bir örneğini Mackinnon’ın kadın olmaya ilişkin tespitlerinde görmek mümkündür. Bu bağlamda Mackinnon’a göre “her ne kadar bir kadının kendine özgü ırkı, sınıfı veya fiziksel yapısı onu diğer kadınlardan ayırsa da, sadece kadın olmak da bütün kadınları en mahrem anlarından en genel ilişkilerine kadar toplumsal olarak tanımlamaya kesinlikle yeterli bir anlama sahip”tir.[10] Böylece kadının baskı altında tutulmasının, nitelikleri sabit ve aynı ağırlıkta bir deneyim olarak yaşandığı kabul edilmiş olmaktadır. Bu kapsamda Mackinnon’ın kuramında kadın deneyiminin belirliliği ve kesinliği, kadınların pratik ve bağlamsal yaşam gerçeklerinin yadsınmasına sebep olmaktadır.[11] Aynı zamanda kadınların kendi aralarında da hüküm süren ekonomik ve siyasal hiyerarşik ilişkiler, kadınların ezilmişliğinin esas unsur olarak kabulüyle yok sayılmaktadır. Bu kapsamda cinsiyete dayalı ezme-ezilme ilişkilerinin kadınlar bakımından, kadınların diğer ezilmelerinden bağımsız olarak aynı nitelikle deneyimlenen bir ezilme biçimi olduğu ve kadınlığın yekpare bir bütünlük olduğu varsayılmaktadır.

Her iki feminist eğilimin de toplumsal ve politik iktidar, cinsel hiyerarşinin oluşturulması ve bedenlemenin etkileşimini yeterli biçimde dikkate almadıkları görülmektedir. Diğer yandan her iki eğilim de kuramsal temelini doğa/kültür, kendi  /toplum, şiddet/cinsellik gibi dikotomilerde bulmaktadır. Fakat Cahill’e göre tarihsel durumunda tecavüz, kadınların deneyimlerinin oluşumunda yaygın, sürekli ve tekrarlayan ancak nihai belirleyici olmayan bir unsur olarak yeniden ele alınmalıdır. Bu çerçevede tecavüz, bazı ortak yönleri de bulunmakla birlikte farklı kadınlar tarafından farklı olarak deneyimlenen ve kadınları farklı ölçülerde meşgul eden bir şey, kadınları erkeklerden farklı olmakla imleyen bir faktör, bedenle başlayan ancak önemi orada tükenmeyen bir deneyim olarak tartışılmalıdır. Tecavüzün bu bağlamda ele alınışının zeminini bedenin, iktidar tarafından tek yönlü ve zorunlu biçimde belirlenmediğine fakat iktidarın üretimi ve direniş olasılığının merkezi alanı olarak kavranışı oluşturmaktadır.[12] Son dönemde tecavüzün bu çerçeve içerisinde ele alınışı ile tecavüze ilişkin farklı bir feminist eğilimin ortaya çıktığı görülmektedir. Bu eğilim esasen tecavüze ilişkin iki temel feminist çizginin eleştirisi ve farklı bir iktidar analizinden kaynağını almaktadır. Özellikle Cahill’in temsil ettiği bu çizgi, tecavüzün, şiddet olduğunu teslim etmekle birlikte cinsel anlam ve göndermelerle yüklü olmakla cinsellik aracılığıyla gerçekleşen ve cinsel uyarılarda bulunan bir şiddet biçimi olduğunu tespit etmektedir. Bu düşünceye göre tecavüz, bedenin heteroseksüel cinsellik kurgusundaki hiyerarşik konumlar temelinde oluşturulmasını ve bu yolla iktidarın içselleştirilerek beden içerisinde üretilmesini sağlayarak, bedenlerin cinsiyetlendirilmesini gerçekleştirmektedir. Bu anlamda tecavüz, iktidarı cinsiyete ve cinselliğe ilişkin normlar aracılığıyla bedenlere yayan bir eylem niteliğindedir.

Tecavüzün bir şiddet biçimi olarak anlaşılması gereğini öneren Foucault da tecavüze ilişkin üçüncü eğilim çerçevesinde eleştirilmiştir. Foucault tecavüzün yüze atılan yumruktan farklı olarak algılanmaması ve bu sebeple hukuksal olarak spesifik bir suç oluşturmaması gerektiğini düşünmektedir. Zira Foucault’ya göre cinselliğin bedende baskın olarak kurgulanmasında yani cinsel organların diğer insan organlarından ve bedenden farklılaştırılması ile farklı bir çevreleme ve korunmaya kavuşturulmasında hukuk, tecavüzün ayrı bir suç olarak düzenlenmesi ile rol oynamaktadır. Bu bakımdan cinsellik, devlet müdahalesi dışında kalmalı ve hiçbir haliyle cezalandırma konusu yapılmamalıdır. Ancak karşılıklı rızanın bulunmadığı durumlarda yaralama suçu kapsamında cezalandırılmalıdır.[13]

Bilindiği üzere Foucault bireylerin cinselliği üzerindeki iktidarın iki biçimde ortaya çıktığını ileri sürmektedir: Bunlardan biri cinselliğin bastırılması iken, diğeri cinselliğin dayatılmasıdır. Bastırma, bireyin cinselliğini serbestçe yaşamasına karşı baskıya maruz kalması iken; dayatmanın özünü bedenlere nüfuz etmek için üretilmesi oluşturmaktadır. Dayatma çerçevesinde cinselliğe genel olarak değer atfedilerek cinsellik, bireyin esası ve en önemli sorunu haline getirilmekte; cinselliğe ilişkin bilgi ve değer üretimi ile birey disipline edilmektedir.[14] Bu bağlamda cinselliğin bileşenleri olarak cinsel organların özel ve esaslı bir konumda kabul edilmesi, cinselliğin dayatılması bakımından anlamlıdır.

Foucault’nun tecavüzün fiziksel bir saldırı olarak kabul edilmesi önerisi esasen cinselliğin toplumsal olarak kurgulanmasına, tecavüz ile cinselliğe ilişkin iktidar pratiklerinin bir arada ele alınması gereğine ilişkin bir uyarıyı ortaya koymaya yöneliktir. Fakat Foucault, cinselliğin toplumsal müdahale alanının dışına çıkarılmasını talep ederken; cinsel iktidar ilişkileri altında müdahalesizlik ile, kadına yönelik etkileri itibariyle saldırgan nitelikli olanlar da dahil olmak üzere erkeğin heteroseksüel cinselliğinin ifadeleri serbest bırakılırken, aynı durumun kadının cinselliği ile öznel bir ilişki kurmasına engel teşkil eder nitelikte bulunduğunu ihmal etmektedir. Bu kapsamda fiili toplumsal durum bakımından cinselliğin, tecavüzü de kapsayacak biçimde serbestleşmesi ya da en azından tecavüzün daha zayıf bir engellemeye tabi olması, mevcut iktidar ilişkileri içerisinde kadın ve erkekler bakımından farklı gerçeklikleri ortaya koyarken, yine aynı ayrılık kapsamında farklı türden tedbirlerin alınmasını gerekli kılmaktadır. Bu bakımdan tecavüzün diğer fiziksel şiddet saldırıları ile aynı kapsamda ele alınması, toplumsal alanda yerine getirdiği işleve karşılık gelmek bakımından yetersizdir. Sonuç olarak Foucault cinselliğin toplumsal bir yönetim tekniği olarak kurulan niteliğinin bertaraf edilmesine yönelik bir öneri sunarken, cinselliğin kadın ve erkekler bakımından farklılaşmış hiyerarşik kuruluşunu ve tecavüzün bu hiyerarşik ilişkiler bakımından kurucu niteliğini ihmal etmektedir. Bu kapsamda devletin cinselliğe müdahalesini engelleme çabası, esasen erkeklerin heteroseksüel cinselliğinin özgürleştirilmesi anlamına gelecektir. Diğer yandan hukuksal kuralların tecavüz mağdurlarının tecavüzü anlamlandırma ve algılamaları üzerindeki etkisi tartışılmalıdır. Yani bir davranışın hukuk kuralları içerisindeki adlandırılması, davranış sahibi veya davranışın muhatabının bu adlandırmaya uygun biçimde hissetmelerini ancak sınırlı biçimde sağlayabilecektir. Tecavüz bakımından değerlendirdiğimizde tecavüzün kaynakları yanında etkilerinin de köklerini bulduğu hüküm süren toplumsal, kültürel ve siyasal kaynakları, salt hukuk kurallarının değişimi ile bertaraf etmek mümkün bulunmamaktadır. Hukuk kuralının tecavüzü fiziksel şiddet biçimi olarak cezalandırması, mağdurun deneyimlediği cinsel uyarının karşılığını oluşturamayacak, mağdurun deneyimini salt fiziksel şiddet mağduriyeti olarak yaşamasını olanaklı kılamayacaktır. Bu durumda tecavüzün hukuken fiziksel şiddet biçimi olarak tanımlanması, hukuk kuralı ile tecavüz mağdurunun deneyimi arasındaki mesafenin açılması ve sonuç olarak kuralın demokratik niteliğinin zayıflaması anlamına gelecektir.

Öte yandan tecavüzün cinsel niteliği, hem tecavüzcünün motivasyonlarının, hem de mağdur üzerindekini etkilerinin anlaşılması bakımından etkilidir. Tecavüz faillerinin mevcut motivasyonları farklılıklar gösterse de, kadına zarar vermenin neden cinsel bir yolla gerçekleştirildiği tartışılmalıdır.[15] Tecavüz, bedenin cinselleştirilmiş kısımlarını kullandığı ve fiziksel ve duygusal şiddetin gerçekleşmesinin araçları olarak saldırganın ve mağdurun cinselliklerini kullandığı için cinseldir.[16] Bu bakımdan tecavüz cinsel bir zeminde, cinselleşmiş bir içerikle gerçekleşmekte ve aynı zamanda kadınlara, deneyimlerini anlamalarına çerçeve olarak bu zemini aşılayarak cinselliğe ilişkin normlar aracılığıyla toplumsal kaynağını bedenlere işlemektedir. Tecavüzün cinsel karakteri, hem mevcut ve hem de potansiyel mağdurlar bakımından etkilidir. Tecavüzle, birçok tecavüz mağdurunun cinselliğiyle kurduğu ilişki yara almıştır. Aynı zamanda tecavüz, potansiyel mağdurlar bakımından cinsel içerikli bir uyarı teşkil etmektedir. Bu bakımdan Cahill’e göre pek az kadın, tecavüzün, yüzüne yumrukla vurulmasından farksız olduğunu düşünecektir.[17]

Frye ve Shafer, tecavüz analizlerini kişisel alan (domain) kavramı üzerine kurmuşlardır. Buna göre kişinin alanı, kişinin içinde yaşadığı fiziksel, ruhsal, duygusal ve entelektüel mekânı ifade etmektedir. Alan bu kapsamıyla, kişinin haklı olarak tercih etme gücüne sahip olduğu bir dizi meseleyi içermektedir. Böylece beden, kişinin alanının merkezinde bulunduğundan ve birini kişi yapan özellikleri ve kapasiteleri içerdiğinden, bedene yönelik iradi saldırı, kişinin varlığını inkâr etmektedir. Tecavüz mağdura, başkasının alanında olan fakat kendi alanına sahip olmayan bir tasvirini sunmaktadır.[18] Kişinin bedeni üzerinde etkili irade gösterme gücünü saldırganın elinde tuttuğunu varsaymakla bu tür saldırılar, kişiyi yok saymaktadır. İnsan olmaktan kaynaklanan değer, yok edilemez olmakla birlikte, tecavüz gibi bir davranışla yokmuş ya da azmış gibi temsil edilebilir.[19] Kişinin bedeni üzerinde irade gösterme gücünün ve bu gücü elinde bulundurmaktan kaynaklanan güven duygusunun tahribi ile tecavüz, bedeni bir nesne olarak konumlandırmaktadır.

Bu çerçevede bakıldığında tecavüzün bir şiddet biçimi olduğu aşikârdır. Ancak tecavüzün şiddet olduğunun tespiti, tecavüzü anlamlandırmamız bakımından tüketici bir tanımlama olmayabilir. Tecavüz, mağdurun cinselliğini saldırganın niyetlerinin hizmetine sunarak kurarken, mağdur oluşunun özelliğini inkâr ederek onu cinsel bir nesne olarak görmektedir.[20] Böylece tecavüz, mağdurun bir kişi olarak değil fakat salt cinsel yönü bulunan bir nesne olarak muamele görmesi ve mağdurun bedenini bu nitelik ışığında algılaması anlamına gelmektedir. Kadının, erkeğin cinsel tatmininin hizmetinde olduğu ve bir birey olarak iradesinin önemsiz bir ayrıntı olduğuna dair fail algısıyla, kadın bedeni nesneleştirilmekte ve tecavüze zemin olan bu algı, kadın bilincine ima edilmektedir. Bu durum tecavüzcünün bu sonucu hedeflediği anlamına gelmemekte, fakat saldırganın davranışları ile tecavüzün toplumsal bağlamı, toplumsal cinsiyet normlarının dayatılmasını olanaklı kılmaktadır. Saldırgan bakımından tecavüz, bir yandan içselleştirdiği cinsellik tanımını ve erkekliği, bir yandan da kadına bakışını yansıtan bir fiil niteliği taşımaktadır. İlki, şiddet ve hakimiyet kurma güdüsüyle birleşen, sonuca elverişli ve tek taraflı bir cinsellik anlayışına; ikincisi ise bu tür bir cinsellik anlayışını mümkün kılan, kadını iradesiz cinsel bir nesne olarak konumlandıran bir algılamaya işaret etmektedir. Böylece tecavüz her gerçekleştiğinde, doğrudan ve potansiyel mağdurlara, cinselliklerine ve özne olarak varlıklarına ilişkin bir algılama aşılayarak, kendilerini bu bakış altında görmelerine ve denetlemelerine yol açmaktadır. Bu kapsamıyla tecavüz, mağduru nesne olarak kabul eder, toplumsal alanda yaygın cinsel anlamlar üzerinden gerçekleşerek mağduru cinsel nesne konumunda görür ve aynı anlamlar üzerinden cinsellik yoluyla cinsel hiyerarşiyi kurar. Bu kapsamda tecavüz, mevcut cinsiyete dayalı iktidar ilişkilerinin gerçekliği zemininde mümkün olurken; aynı zamanda özellikle toplumsal cinsiyet normlarının kadın bedenine işlenmesinde gördüğü işlev çerçevesinde, bu iktidar ilişkilerini kuran bir nitelik de taşımaktadır. Tecavüz fiilinin kendisinin, kadınları aşağı ve harcanabilir olarak tanımlayan söylemin uygulaması olmasıyla, tecavüz mağdurlarının bedenleri, tecavüz dolayımıyla, verili iktidar söyleminin yazım yüzeyine dönüşürler. Böylece özellikle bu anlam, kadının tecavüz deneyimini kurmaktadır.[21] Aynı zamanda bu tür bir çerçeve, iktidarın bir merkezden yayıldığı ve kendinden menkul tek biçimli sonuçlar ürettiği yönündeki kavrayışlardan, iktidarın işleyişine dair daha gerçekçi sonuçlar çıkarılmasını mümkün kılmaktadır. Zira Cahill’in ortaya koyduğu şekilde anlaşıldığında tecavüz her ne kadar mağdurun varlığına ve kişiliğine yönelik yıkıcı etkileri olan bir saldırı olsa da, bu deneyimle mağdurun varlığı dönüşmekte fakat bu dönüşüm kişinin son değişimini oluşturmamaktadır. Böylece öznelerarasılık, tecavüz mağdurunun salt mağdur olarak değil fakat her ne kadar mağduriyet deneyimi yaşamının önemli bir noktasını oluştursa da bu deneyimin, varlığının diğer önemli unsurlarından biri olarak anlaşılmasını olanaklı kılmaktadır. Aynı zamanda tecavüzün tek tek bedenlerde gerçekleştiği ve bu belirli bedenlerin daha geniş söylemler aracılığıyla imlendiği ve kurulduğu bilgisi ışığında deneyimlerin çokluğu dikkate alınmalıdır.[22] Bu kapsamda Cahill’in teorisi, tecavüzün bireysel ve sosyal düzeylerinin birlikte kurulduğunu, bu düzeylerin birbirine alternatif olarak ele alınamayacaklarını öngörmektedir.[23]

Cahill, tecavüzün kadın bedeninin erkeğinkinden ayrı olarak kurulması bakımından işlevsel olması sebebiyle, salt bir şiddet eylemi olarak ele alınamayacağını savunmaktadır. Zira tecavüz tehdidi, sınırları kesin biçimde belirli olmasa da bedensel kadın duruşunun geliştirilmesi ile ilişkilidir. Bedensel kadın duruşunun penisin tehlike olarak kodlanması temelinde belirlenmesi sebebiyle tecavüz, yüze atılan yumruktan farklıdır. Kadınlar için toplumdaki yaygın tehlike cinselleşmiştir. Bu bakımdan kadınların erkekler ile ortak biçimde yaşadığı fiziksel şiddet olarak bedenin yıkımı tehdidinin yanı sıra, kadın bedeni aynı zamanda cinsel varoluş ve özgürlüğüne yönelik olarak da tehdit altındadır. Bu bakımdan bedensel kadın duruşuna ilişkin kişisel sınırlamalar, istenmeyen cinsel ilişkiyi reddetme çabasını yansıtmaktadır. İki binin üzerinde fotoğrafın analizi ile kadın ve erkeklerin beden duruşlarını değerlendiren Marianne Wex, kadınların kollarını vücutlarına yakın tutarak, kucaklarında birleştirerek ve bacaklarını yapıştırarak oturmakla az yer kapladıklarını; erkeklerin ise tam tersi duruşa sahip olduklarını gözlemlemiştir. Bu durum, kadınların korku içerisinde cinsel varlıklarını gizleme eğilimi içinde olduklarını, erkeklerin ise teklifçi biçimde cinselliklerini ifade ettiklerini yansıtmaktadır.[24] Bu bakımdan saldırının cinsel niteliği, saldırı tehdidine karşı kadının kendini koruma ve gözetiminin de cinselliğine odaklanmasına kaynaklık etmektedir.

Young’a göre kadının bedensel varoluş şekilleri, kadının bedenini bağımsız bir şey olarak –kırılgan, kendisine bakılan ve üzerinde hareket edilen bir şey olarak– deneyimlemesinde köklerini bulmaktadır. Kadının bedenini güzel ve zayıf hale getirme saiki, bedeni doğal ve böylece güzel olmayan ve şişman haline dönmekle tehdit eden ve kadının isteklerine karşı olan hasım bir varlığa dönüştürmektedir. Bu kapsamıyla kadın bedeni, kadın özne tarafından kendisine karşı ve kendisinden bağımsız bir nesne olarak algılanmakla; çekici olmayan görünüme bürünmesine neden olabilecek doğal eğilimlerine karşı mücadele edilecek, kontrol edilecek ve şekle sokulacak bir şey olarak kurulmaktadır.[25] Bu bakımdan kadın, bedenini kendinden başka ve kendine yabancı bir varlık olarak deneyimlemektedir.

Aynı zamanda kadın, bedenini, korkularına kaynaklık eden tehlikeleri mümkün kılmasından dolayı kusurlu olarak deneyimlemektedir. Kadın özne, bedenini, istekleri ve arzularından ayrılmış bir güç ya da parçası olarak kavrayarak, bedeninin yakın tehlikelerin kaynağı olma statüsünü onaylamaktadır. Bu kapsamıyla kadın bedeni, mağduriyete gebe olmakla damgalanmaktadır. Sınırlı kapasitelerini aşmaya çabalamakla, güvenli alanının ötesinde gezinmekle, zarar görmeyi bekler haldedir. Mağduriyetin kaynağı beden olarak konumlanırken, mağduriyetin sorumluluğu da hareketlerini yeterli biçimde sınırlamayan kadın olmaktadır.[26] Böylece tecavüz bağlamında kadının bedeniyle kurduğu ilişkinin iki esas özelliği, bedenin terbiye konusu olarak kendi dışında bir şey olarak algılanması ve bu algının sonucu olarak tecavüzden kaçınmanın odağını bedenin yönetilmesinin oluşturması ile birbirine bağlanmaktadır.

Kırılgan ve tehlike altında olarak kavranan kadın bedeni bu özellikleriyle, hareket edilen mekânsal alanın ve fiziksel çabanın sınırlandırılması esasına göre kurulmaktadır. Bartky’e göre, kadının yaşam alanı bedensel amaçlılığın serbestçe gerçekleştirilebileceği bir alana değil, fakat kadının sınırlanmış ve yerleştirilmiş hissettiği bir kapanmaya işaret etmektedir. Böylece bedensel korku, kadın fiziksel deneyiminin alanını daraltmaktadır. Sonuç olarak kadının bedensel duruşu, bedensel arzulardan ve zarardan korku ile yüklü olarak kurulmaktadır.[27]

Kadının doğuştan edilgen olduğuna dair toplumsal cinsiyet koşullaması, bir yandan failin nesneleştirebilmesine temel teşkil eden algılamasını kurarken, diğer yandan da tecavüze uğrayan kadının toplumsal değerlendirilmesine kaynaklık etmektedir. Buna göre tecavüz sorumluluğu söz konusu olduğunda, kadının sınırını geçip geçmediği de değerlendirme kapsamında olacaktır. Kadın, edilgenliğinin sınırını aştığında toplumsal erkekliğe ait sayılan nitelik ve alanlara dahil olmaya başlamış sayılacaktır. Bu durumdaki bir kadının tecavüzü “hak etmiş” olacağına ilişkin düşünce de, tecavüzün, kadına kadınsal niteliklerini ve edilgen konumunu hatırlattığı sayıltısı üzerinden inşa edilir. Bu çerçevede tecavüz mağduru da bu toplumsal algılama üzerinde deneyimini algılayabilecek, kendini de bu anlamlandırma çerçevesinde kurabilecektir. Gordon ve Riger’ın yürüttüğü araştırmaya katılan Ellen’ın deneyimi bu duruma örnek teşkil etmektedir. Ellen yirmi yıl önce yaşadığı tecavüz olayını kimseye açıklamamış fakat yıllar sonra gördüğü kabuslarla tecavüz yeniden yaşamına dahil olmuştur. Ellen, tecavüzden, açık, arkadaşça, açık yürekli, girişken ve yarışmacı olamayacağını öğrendiğini düşünmektedir. Gördüğü kâbusları kariyerine ilişkin mevcut girişimleriyle ilişkilendirmekte ve kendisine zarar verecek yeni bir ders almaktan korkmaktadır.[28] Bu şekilde kadınlar toplumsal cinsiyet normlarına aykırılık durumunda şiddete maruz kalma ihtimalini öğrenmekte, toplumsal korumanın yetersizliği karşısında şiddet gerçekleşmeden kendilerini düzenleyerek kişisel olarak korunmaya çalışmaktadırlar. Kadının yaşamını “normal” sınırlar içerisinde tutması halinde tecavüzün gerçekleşmeyeceği ya da gerçekleşse bile kadının en azından toplumsal olarak sorumlu tutulmayacağı algısından kaynaklanarak tecavüz korkusu, toplumsal cinsiyet normlarının içselleştirilmesine kaynaklık etmektedir. “Normal” sınırların belirlenmesi de kadınların deneyimleri ile çoğu zaman çelişmektedir. Örneğin tecavüz korkusunun içerik bakımından, gerçekleşen tecavüzlerin geneliyle örtüşmediği görülmektedir. Ev içi ve tanıdık tecavüzünün yaygınlığına rağmen tecavüzün sokağa ve yabancılara ilişkin bir suç olarak algılanmasına yönelik toplumsal yönlendirme, tecavüz korkusunun yönetilmesine ilişkin bir veri niteliği taşımaktadır. Zira bu yönlendirme, kadına tecavüzden korunmanın yolu olarak ev içini ve bir eş veya koca gibi tanıdık erkekleri sunmakta, tecavüze zemin erkeklik algısını hasıraltı ederek kadınlık normlarını güncelleştirmektedir. Tecavüz korkusunun toplumsal cinsiyet normlarına uygun biçimde yapılandırılması ve tecavüz eyleminin bizzat bu içerik üzerinden oluşması, bireyin tecavüz korkusu aracılığıyla içsel olarak yönetilmesini olanaklı kılmaktadır. Bu çerçevede tecavüz, bir iktidar pratiği olarak ortaya çıkmaktadır.

Bu bakımdan tecavüz tehdidi, kadının bedeni üzerindeki koruma ve gözetim görevini gerekli biçimde yerine getirmesi durumunda tecavüz ihtimalinin bertaraf edileceği kabulüyle, kadınların “kadınlığın gereklilikleri” yönünde eğitilmeleri bakımından önemli bir işleve sahiptir. Bu kapsamıyla kadının bedensel duruşu, korkuyla yüklüdür. Kadınlığa  iyi eğitilmiş dişil beden, şiddetin mağduru olmaya gebedir. Zira tereddüt, güçsüzlük, nezaket ve kendini tutma gibi özellikler kadın bedenini, şiddete karşı daha kırılgan hale getirmektedir.  Bu tehdit aynı zamanda kadın bedeninin, doğası gereği tecavüz edilebilir ve bu nedenle tehlikeli biçimde tahrik edici olan olarak algılanmasına neden olmaktadır. Böylece kadın, tehlikeyi kendinden uzaklaştırmak için bedenini terbiye sürecinde, bedenini ve hareketlerini kontrol etmeye, kapatmaya ve izlemeye yönelir. Bu bakımdan bedenin “kadın”  ve kendini suçlayan olarak yoğrulmasına kaynaklık eden tecavüz tehdidi, kadının direnme kapasitesini sadece tecavüz bakımından değil fakat aynı zamanda üzerindeki tahakkümün diğer birçok unsuru kapsamında da sistematik olarak düşürmektedir.[29] Bu şekilde tecavüz korkusu, bir yandan kadınlara toplumsal cinsiyet normlarının dayatılmasında işlev kazanırken, diğer yandan da kadınlık nitelikleri arasında sayılan korku, savunmasızlık, güçsüzlük gibi kadınların özellikleri olarak tanımlanan toplumsal cinsiyet niteliklerinin mevcudiyetini yaratmaktadır.

Monique Plaza’ya göre tecavüz, (sosyal) bir erkeğin (sosyal) bir kadın üzerinde tahakküm kuran bir davranışıdır. Böylece tecavüz sosyal cinsiyetlendirme eylemi olarak, gerçekleşmek için salt bir penis ve bir vajinaya ihtiyaç göstermez. Bir şişenin anüse sokulması durumunda tecavüz genital içerikli olmamasına rağmen, sosyal olarak cinsiyetlendirilmiş biçimde kadın ve erkeği simgesel olarak içermekle cinseldir. Bu durumda erkek tarafından tecavüze uğrayan mağdur erkek, o anda bir “sosyal kadın”dır.[30] Sharon Marcus’a göre, bedenlerin kadınlaştırılmasının bir aracı olarak tecavüz tecavüzcünün, yumuşak, kırılgan ve zarar verilebilir “kadınsı” cinsellik ve psişik karşısında, güçlü ve saldırgan görünümüyle “gerçek bir erkek” olduğu bir süreci ifade etmektedir. Bu bakımdan eril ve dişil cinselliklerin normal olarak saldırgan ve girişken, kırılgan ve kendini koruması gereken şeklinde kurulduğu bir içerikle cinsiyetlendirme, tecavüzün toplumsal bağlamını oluşturmaktadır.[31] Bu karşıtlık içerisinde cinsellik penetrasyonla sınırlı biçimde algılanırken, mağdur da bu cinsellik içerisinde tecavüz edilebilir olmakla penetrasyonun edilgen tarafı olarak konumlandırılmaktadır. Bu durum tecavüzün gerçekleşmiş olmasına bağlı değildir. Zira tecavüz hiçbir kadının deneyimlerine yabancı değildir. Bu nedenle tecavüzü yaşamamış kadınlar dahi kendilerini bu konum altında görmekte, kendi bedenleriyle bu cinsellik algısı üzerinden ilişkilenebilmektedirler. Dayak toplumunda geçerli toplumsal cinsiyet algılaması, tecavüzün cinsel bir cinsiyetlendirme eylemi olduğuna dair önemli veriler sunmaktadır. 1985 ve 1986 yılları arasında Endonezya Borneo’nun Gerai bölgesinde yaşayan Dayak topluluğu hakkında antropolojik bir araştırma yürüten Helliwell, yerli bir kadının evine giren erkeğin ona cinsel olarak zarar verebileceğini söylediğinde, kadın onun sadece bir penis olduğunu ve bir penisin bir insana nasıl zarar verebileceğini sormuştur. Dayak toplumu, penisin zarar verebilecek iktidarlı bir uzuv olarak algılanmadığı bir toplumsallık örneğidir. Bu toplumda toplumsal cinsiyet, genital organlara bağlı olarak değil fakat, belli işleri yapabilme kapasitelerine bağlı olarak inşa edilmiştir. Batı toplumlarındaki kadın-erkek ayrımı, bu toplulukta aynı hiyerarşik ilişkiyi içermemekle birlikte ancak pirinç ayırt eden ve depolayanlar ile pirinç tarlaları açmak için büyük ağaçları kesmekten sorumlu olanlar şeklinde yapılabilmektedir. Aynı zamanda bu toplulukta cinsel ilişki, gerçekleşmesine yönelik süreç de dahil olmak üzere iki tarafın karşılıklı iradesinden kaynaklanmaktadır. Kadınlığın, cinsiyetlendirilmiş üreme organları üzerinden değil de, pirinç ayırt etme ve depolama faaliyetlerine bağlandığı ve cinselliğin hiyerarşik olarak değil fakat karşılıklılık üzerine kurulduğu bu toplumda insanlar, Batı toplumlarındaki anlamıyla tecavüzü tahayyül edememektedirler. Bu kapsamda Dayak toplumu, üreme organları üzerinden hiyerarşik olarak cinsiyetlendirmenin ve hiyerarşik cinsellik kuruluşunun mevcut olmadığı bir toplumsallık örneği olarak tecavüz fikrine yabancıdır. Bu bakımdan bu topluluk, toplumsal cinsiyetlendirme ve cinsellik normları ile tecavüz arasındaki ilişkiyi destekler niteliktedir.[32] Sonuç olarak tecavüzün, vurgulanan cinsel hiyerarşiyi hem uygulayarak ve hem de ona işaret ederek, bedenlerin cinsel hiyerarşiye göre kurulmasında rol aldığı görülmektedir. Bu şekilde söz konusu hiyerarşik ilişkiler yeniden üretilmekte ve tecavüz bir iktidar tekniği olarak ortaya çıkmaktadır.

Bu çerçevede tecavüzün kadın bedeninin kuruluşundaki işlevi üzerine çalışan feminist kuram, tecavüzün salt bedene yönelik bir saldırı ya da cinsellik olmadığını fakat her iki niteliği de içinde barındıran bir saldırı olduğunu önermiştir. Cinsellik ve şiddet arasındaki ayrım bu kuramsal analiz içerisinde tecavüzün özel şiddetinin cinsel ve içerisindeki cinselliğin şiddet olduğu şeklindeki önerme ile muğlaklaştırılmaktadır.[33] Tecavüzü oluşturan araçlar ve davranışlar, toplumsal olarak cinselleşmiş olduğu için ve toplumsal olarak oluşturulmuş cinsellik üzerinden sosyal olarak kadın ve erkek konumlarını simgelediği ve bedenlediği için tecavüz, toplumsal cinsiyet normlarının bedene işlenmesi ile bir iktidar pratiği ve üretimidir. Kadın bedenini, cinsiyete dayalı hiyerarşik farklılaştırma içerisinde uygun yerinde konumlandırmaktadır. Aynı zamanda tecavüz, toplumsal alanda geçerli olan cinsel anlamlar üzerinden hareket ederek, doğrudan ve dolaylı mağdurlara cinsel uyarılarda bulunduğu için cinseldir. Saldırı tehdidi cinsel nitelikli olduğundan, kadının bedensel duruşunun, davranışının ve mekânsal alanın sınırlandırılması, kadının cinselliğini saklaması ve gözetmesi temelinde gerçekleşmektedir. Bu durumda tecavüz, toplumsal cinsiyet normlarının bedensel yayılımında esaslı bir işleve sahip bulunmaktadır.

 

 

 

 

 


[1] CAHILL, Ann J., Rethinking Rape, NewYork, Cornell University Press, 2001, s.3.

[2] Tecavüz hakkındaki bu iki temel feminist eğilim hakkında ayrıntılı bilgi için bakınız ÖZDEMİR, Omca, “Tecavüzü, Hegemonik Erkeklik Zemininden Kavramak…,” Fe Dergi 2, no. 2 (2010), s.77-83.

[3] BRILL, Laura, “Mackinnon and Equality: is Dominance Really Different?”, UALR Law Journal, 15, s.267.

[4] Aktaran: MARTIN, Susan E., “Book Review: Rethinking Rape”, Violence Against Women, 8:7, 2002, s.902,904.

[5] CAHILL, Rethinking Rape, s.12.

[6] MACKINNON, Feminist Bir Devlet Kuramına Doğru, Çev. Türkan Yöney, Sabir Yücesoy; İstanbul, Metis Yayınları, 2003, s.116.

[7] MACKINNON, Feminist Bir Devlet Kuramına Doğru, s.10.

[8] DOBROWOLSKY, DEVLIN, “The Big Mac Attack: A Critical Affirmation of Mackinnon’s Unmodified Theory of Patriarchal Power”, McGill Law, 36, 1990-1991, s.584.

[9] BRILL, “Mackinnon and Equality…”, s.261-262.

[10] MACKINNON, Feminist Bir Devlet Kuramına Doğru, s.112.

[11] DOBROWOLSKY, DEVLIN, “The Big Mac Attack…”, s.588.

[12] CAHILL, Rethinking Rape s.3-5.

[13] FOUCAULT,  Michel, İktidarın Gözü, (Çev. Işık Ergüden), 2.Baskı, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2007, s.139,273.

[14] FOUCAULT, , İktidarın Gözü, s.163-165.

[15] WHISNANT, Rebecca, Feminist Perspectives on Rapehttp://plato.stanford.edu/entries/feminism-rape/, 13.5.2009.

[16] MARTIN, “Book Review…”, s.903.

[17] WHISNANT, Feminist Perspectives on Rape.

[18] Aktaran: WHISNANT, Feminist Perspectives on Rape,

[19] ARCHARD, “The Wrong of Rape”, The Philosophical Quarterly, 57:228, 2007,s.388-389.

[20] MARTIN, “Book Review…”, s.905.

[21] CAHILL, “Foucault, Rape, and the Construction of the Feminine Body”, Hypatia, 15:1, Kış 2001, s.58.

[22] CAHILL, Rethinking Rape,  s.9.

[23] MARTIN, “Book Review…”, s.905.

[24] Aktaran: CAHILL, “Foucault, Rape, and the Construction of the Feminine Body”, s.43, 60, 55.

[25] Aktaran: CAHILL, “Foucault, Rape, and the Construction of the Feminine Body”, s.51-52.

[26] Aktaran: CAHILL, a.g.e., s.52-53.

[27] Aktaran: CAHILL, a.g.e., s.52.

[28] GORDON, Margaret T., RIGER, Stephanie, The Female Fear, NewYork, University of Illinois Press, 1991, s.43.

[29] WHISNANT, Feminist Perspectives on Rape.

[30] Aktaran: CAHILL, “Foucault, Rape, and the Construction of the Feminine Body”, s.45.

[31] HELLIWELL, Christine, ‘”It’s Only a Penis”: Rape, Feminism, and Difference”, Journal of Women in Culture and Society, 25:3, 2000, s. 796-797,810.

[32] HELLIWELL, “It’s Only a Penis…”, s.790,797, 807-808.

[33] CAHILL,  “Foucault, Rape, and the Construction of the Feminine Body”, s.8-9.

 

*Bu yazı ilk olarak Felsefe Yazın’ın “Eril Şiddet: Fail ve Mağdurun Ötesinde” sayısında yayımlanmıştır.

KAYNAKÇA

ARCHARD, David, “The Wrong of Rape”, The Philosophical Quarterly, 57:228, 2007, 374-393.

BRILL, Laura W., “Mackinnon and Equality: is Dominance Really Different?”, UALR Law Journal, 15, s.261-270.

CAHILL, Ann J., “Foucault, Rape, and the Construction of the Feminine Body”, Hypatia, 15:1, Kış 2001, s.43-63.

CAHILL, Ann J., Rethinking Rape, London, Cornell University Press, 2001.

DOBROWOLSKY, Alexandra Z., DEVLIN, Richard F., “The Big Mac Attack: A Critical Affirmation of Mackinnon’s Unmodified Theory of Patriarchal Power”, McGill Law Journal, 36, 1990-1991, s.575-608.

FOUCAULT, Michel, İktidarın Gözü, (Çev. Işık Ergüden), 2.Baskı, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2007.

GORDON, Margaret T., RIGER, Stephanie, The Female Fear, NewYork, University of Illinois Press, 1991.

HELLIWELL, Christine, ‘”It’s Only a Penis”: Rape, Feminism, and Difference”, Journal of Women in Culture and Society, 25:3, 2000, s.789-816.

MARTIN, Susan E., “Book Review: Rethinking Rape”, Violence Against Women, 8:7, 2002, s.901-907.

MACKINNON, Catharine A., Feminist Bir Devlet Kuramına Doğru, (Çev. Türkan Yöney, Sabir Yücesoy), İstanbul, Metis Yayınları, 2003.

ÖZDEMİR, Omca, “Tecavüzü Hegemonik Erkeklik Zemininden Kavramak…”, Fe Dergi, C.2, S.2, 2010, s.75-90.

WHISNANT, Rebecca, Feminist Perspectives on Rapehttp://plato.stanford.edu/entries/feminism-rape/, 13 Mayıs 2009.