Filozof Nedir?

Ne kadar filozof varsa o kadar da felsefe tanımı vardır. Belki de daha fazla. Üç binyıl süren felsefi etkinlik ile anlaşmazlıktan sonra bir uzlaşıya varılması pek de olası görünmüyor ve bu bilinemezliğin volkanik bulutuna biraz daha sıcak hava eklemek istemiyorum kesinlikle. Açık bir köşede1 bu yeni riske girmek istememin nedeni, meseleyi biraz daha farklı bir soru sorarak başlatmak istemem: Filozof nedir?

Alfred North Whitehead’in dediği gibi, felsefe Platon’a düşülmüş bir dipnotlar dizisidir. Bunlara Platon’un Theaitetos diyalogunun ortalarında bir yerde geçen kışkırtıcı filozof tanımına bakarak bir dipnot daha ekleme riskine girmeme izin verin. Akademisyenler diyalogdaki bu pasajın bir “konu dışına çıkma” olduğunu düşünür. Ne var ki sapmadan fersah fersah uzak olan bu dipnotta, kanımca Platon bize bir filozofun ne olduğu ve ne işe yaradığı hakkında oldukça önemli şeyler söyler.

Sokrates, bazılarına göre ilk filozof sayılan Thales’in hikâyesini anlatır. Thales gözünü yıldızlara diktiğinden kuyuya düşmüştür. Bu hikâyenin birkaç şakacı Trakyalı hizmetçi kadının Thales ile alay etmek için yaptığı bir şaka olduğu söylenir. Şaka, Thales’in gökyüzü hakkında her şeyi bilme hevesine ilişkindir; çünkü Thales gökyüzüne bakarken çevresinde olup biten şeylere karşı dikkatini kaybetmektedir. Seth Benardete’nin [Theaitetos –çn.] çevirisinde Sokrates şunu der: “Aynı jest felsefeyle ilgilenen herkes için geçerlidir.”

Öyleyse filozof nedir? Yanıt açık: Bir maskara, dalgın bir palyaço, Aristofanes’in Bulutlar’ından2  Mel Brooks’un Dünya Tarihi’ne3 kadar sayısız şakanın hedefi. Filozof çevresindeki şeyler hakkında konuşmaya ne zaman zorlansa yalnızca Trakyalı kadınlar değil, ahalinin kalanı da karınları ağrıyana değin güler. Filozofun dünya işlerindeki beceriksizliği onu aptal gibi gösterir ya da “ayan beyan aptal izlenimi verir”. Filozofun tanımı konusunda daha ziyade Monty Pythoncu4 bir tanıma kaldık: Sersem kişi.

Ne var ki Platon’da daima olduğu gibi, şeyler zorunlu olarak ilk göründükleri gibi olmak zorunda değildirler ve Sokrates ironistlerin en büyüğüdür. İlk olarak Thales’in suyun her şeyi oluşturan evrensel madde olduğuna inandığını anımsamalıyız. Su, bir bakıma Thales’in felsefe taşıydı. Bu nedenle Thales gökyüzünü seyretmeye dalıp kuyuya düştüğünde aslında kazara temel felsefi iddiasında ısrar etmiş oluyordu.

Ne var ki burada, yerinden yavaşça çıkarmak istediğim çok daha derinde duran ve çok daha zahmetli bir ironi düzeyi var. Sokrates, filozof ile (Benardete’nin ince bir biçimde “düzenbaz avukat” yaptığı) avukat arasında ayrım yaparak “konu dışına çıkma” zahmetine girer. Avukat, mahkemede bir dava ve özünde bir zaman sunmak zorunda olandır. Yunanların yasal süreçlerinde davaların sunumuna oldukça katı biçimde sınırlandırılmış bir zaman tahsis edilmiştir. Zaman bir su saatiyle ya da tam anlamıyla zaman çalmak anlamına gelen clepsydra ile ölçülür. Yunanlarda kleptes hırsız ya da zimmetine para geçiren demektir. Düzenbaz avukat, jüri ve bütün toplumun karar vermesi, bu daimi zaman baskısıyla birlikte gerçekleşir. Akıp giden zamanın suyu, onları sürekli olarak boğmakla tehdit eder.

Buna karşın filozofun zamanı olan kişi ya da zaman harcayan kişi olduğunu söyleyebiliriz. Sokrates’in muhatabı olan Theodoros sözleriyle “konu dışına çıkar”. “Zaman kaybetmiyor muyuz, Sokrates?” Arkadan gelen yanıt şaşırtıcıdır. “Öyle görünüyor”. Hepimizin bildiği üzere felsefede görünüşler yanıltıcı olabilir. Ne var ki burada zamanı olmayan ya da zamanı para olan avukat ile zaman harcayan filozof arasında basit bir karşıtlık vardır. Filozofun özgürlüğü, ya serbestçe konudan konuya geçmesine ya da basit bir biçimde konunun karmaşıklığı, çekiciliği ve merakı yüzünden aynı konu üzerinde yıllarını harcamasına dayanır.

Bunu biraz daha zorlayarak, felsefe yapmanın zamanınızı harcamak olduğunu söyleyebiliriz; hatta zaman sürekli peşinizden koşarken hiç zamanınız olmasa bile. The New York Times’ın meşgul okurları şüphesiz ki bu duygunun yabancısı değildir. Umudumuz, bazılarının The Stone’u okumak için zaman ayıracağıdır. Wittgenstein’ın dediği gibi “Filozoflar birbirlerini böyle selamlamalıdır: ‘Zaman harcayın’5 ” Aslına bakılırsa bu, felsefi diyalogun doğası hakkında bize bir şeyler söyler. İtiraf etmeliyim ki, Theaitetos’taki bu pasaja dikkatimi çeken, boş zamanlarımızda tartıştığımız, New School’da doktora öğrencisi olan Charles Snyder’dı.

Sokrates tıpkı avukatlar, siyasetçiler, ipotek aracıları ve fon yöneticileri gibi sürekli olarak işinin baskısı altında olanların giderek “çarpık ve bozulmuş” olmaya başladığını ve “şeyleri yalan yanlış yapmaya” zorlandıklarını dile getirir. Düzenbaz avukat şüphesiz ki başarılı, varlıklı ve olağanüstü derecede tatlı dillidir; ancak Sokrates şunu eklemeyi unutmaz: “Ruhları bakımından küçülürler, kurnaz ve dalaverecidir.” Buna karşın filozof öteki-dünyalılığından [otherworldliness] ötürü; kuyuya düşme ve aptal gibi görünme kabiliyetinden dolayı özgürdür.

Sokrates buna, filozofun kentin sözümona yazılmamış kanunlarını, yani kamusal yaşamı yöneten adetleri ve teamülleri ne gördüğünü ne de duyduğunu ekler. Filozof, hiyerarşi ile miras kalmış ayrıcalığa saygı göstermez ve herhangi birisinin asil olup olmamasına karşı kayıtsızdır. Bu durum aynı zamanda filozofun bir siyasi kulübe ya da özel partiye katılmasında da cereyan etmez. Sokrates’in sonuçta dediği gibi, filozofun bedeni yalnızca kentin sınırlarında ikamet eder. Düşüncedeyse sınırlar başka yerlerdedir.

Tüm bu anlatılanlar bir rüyaymış6 gibi tınılıyor kulaklarda; ancak değil. Felsefe, Avrupa’daki sigara paketlerinin üzerinde bulunanlar gibi bir tür sağlık uyarısıyla birlikte gelmeli: FELSEFE ÖLDÜRÜR. Tam da burada Platon’un sözlerindeki derin ironiye yaklaşıyoruz. Platon diyalogları Sokrates’in ölümünden sonra kaleme alınmıştır. Sokrates, kentin tanrılarına saygısızlık yapmakla ve genç Atinalıları yoldan çıkarmakla suçlanmıştı. Mahkemede zaman hırsızı olan su saatine (clepsidra) karşı konuşup suçlamalara karşı kendisini savunmak zorunda kalmıştı. Zaman tükendi ve sonuçlarına katlandı: Ölüm cezası aldı ve kendi yaşamını sonlandırmaya zorlandı.

Birkaç nesil sonra, Büyük İskender’in 323 yılındaki ölümünü izleyen yıllarda Makedonya yönetimine karşı başlatılan ayaklanmalar sırasında, İskender’in eski hocası Aristoteles, “Atinalıların felsefeye karşı ikinci kez günaha girmesine izin vermeyeceğim” diyerek kaçmıştı Atina’dan. Antik Yunan’dan Giordano Bruno’ya, Spinoza, Hume ve 1940’ta New York’taki Kent Koleji’nde hocalık yaparken cinsel ahlaksızlık ve ateizm suçlamasıyla Bertrand Russell’a karşı utanç verici bir dava açılmasına kadar felsefe sürekli olarak ve ısrarla -hangi türden olursa olsun- tanrılara karşı dini değerlere küfür etmeyle özdeşleştirildi. Tarihte felsefenin saygısızlık suçlamasına maruz kalmasından daha yaygın bir şey yoktur. Filozoflar gülünç öteki-dünyalılıklarından ve toplumsal uzlaşıya, hiyerarşi ile ayrıcalığa saygılarının eksik olmasından dolayı eski tanrıları onurlandırmayı reddederler ve bu onları siyasi açıdan şüpheli, hatta tehlikeli yapar. Böylesi üzücü şeyler bizim mutlu aydınlanmış çağımızda halen olmuyor mu? Bu kişinin gözlerinin nereye baktığına ve ne kadar yakından baktığına bağlıdır.

Belki de son gülen filozoftur. Filozof, kafayı statükoyu korumaya takmış olanların ve düzenbaz avukatların gözünde daima komik görünmesine karşın; filozof olmayan adalete kendi içinde hesap vermek ve genelin mutluluğuyla sefaletine dair bir açıklama yapmakla yükümlü olduğu zaman bunun tam da aksi gerçekleşir. Retoriğe epey mesafeli olan Sokrates, düzenbaz avukatın “kafası karışık ve kekeme” olduğunda ısrar eder.

Elbette, birinin kekelemesiyle dalga geçmenin hoş bir şey olmadığı itirazı gelebilir. Benardete’nin doğru bir biçimde işaret ettiği üzere Sokrates filozofu ılımlı olmanın dışında her türden erdemi taşımaya memur etmiştir. Özgürlükte büyüyen ve düşünürlerin zamanını alan, filozof hakkında korkunç biçimde –ister canavarca ister tanrısal ister ikisi aynı anda olsun– tekinsiz bir şey vardır. Bu da pek çok hassas insanın Atinalıların Sokrates’i ölüme göndermesinde haklı bir neden olduğunu düşünmeye devam etmesinin nedenidir. Bunu sizin kararınıza bırakıyorum. Muhtemelen bunu yargılayamam.

 

 

1. Critchley burada yazıyı kaleme aldığı The New York Times’ın “The Stone” köşesini kast ediyor. Felsefecilerin felsefe ve güncel olaylar üzerine kalem oynattıkları bu köşenin editörlüğünü Critchley üstlenmiş durumda. Bu çalışma da söz konusu köşe için yazılmış bir açılış yazısıdır. –ç.n.
2. Aristofanes’in Sokrates’i eleştirmek üzere yazdığı komedya. –ç.n.
3. Mel Brooks, 1981 yılında çektiği Dünya Tarihi’nde dünya tarihindeki pek çok ünlü karakter ve olayı komedi tarzında anlatmıştır. –ç.n.
4. Monty Python, İngiltere’de uzun süre devam etmiş komedi programıdır. Programın özelliği komedi tarzının abartılı jest ve davranışlara dayanıyor olmasıdır. –ç.n.
5. Buradaki ifade aynı zamanda “Acele etme” anlamına gelmektedir. –ç.n.

6. Critchley burada kullandığı sözcükle aynı zamanda “dalgınlık”a da gönderme yapıyor. –ç.n.