Bir Kitap: Büyük Dönüşüm, Karl Polanyi

Ne tür alana özgü olursa olsun yazılı bir metin baştan sona okunmayı bekler. Kuşkusuz her bir metin belirli eğilimleri temsil eden kimi ana temaları kendine kılavuz edinir. Bu ana temalar bir ölçüde metnin ruhunu oluşturur. Metnin nicel boyutuna ‘beden’ demeyi seçersek, nitel boyutu ‘ruh’a denk düşer. Hoş, bu ruhu yakaladım derken metnin kaba bir kısmına dokunma olasılığı da yok değil! Bu nedenle ana temaları belirlemeye girişmek cesaret ve riski göze alma işi. Bundan sıyrılmanın en kolay yolu ise metnin baştan sona okunmasını önermek olabilir. Bu fikirde olmakla beraber cesaretimizi toplayıp ‘ruh’ avına çıkalım…

1886-1964 tarihleri arasında yaşayan Macar düşünür Karl Polanyi, Büyük Dönüşüm yapıtını 1944 yılında yayımladı. Metni sunmaya girişirken ilk elde, bu çalışmanın anahtar kavramları neler olabilir sorusuna yanıt verecek olursak: insan, toplum, piyasa, piyasa ekonomisi, meta, liberalizm, müdahale, değişim/dönüşüm ve çok genel olarak bu değişimin zemini olan tarihsel arka planı ile ekonomik yapı. Çok genel kavramlar. Doğru. Bu kavram seti ile nice metni kapsayabiliriz. Burada ayırıcı olan, bu kavram setinin nasıl ilişkilendirildiği.

Nasılı ortaya koymaya çalışalım. Sözgelimi; liberal felsefenin, değişime bağlı oluşan sorunları savsakladığını ve kendiliğindenliğe bağlı kaldığını genel olarak söyleyebiliriz. Ancak değişim ve buna bağlı oluşan sorunlar kaçınılmaz olarak karşımızda. Burada Polanyi, değişim kavramını iki yönlü anlamlandırmayı yeğliyor. Değişim hızı ve değişimin yönü. Daha çok değişimin yönü üzerinde durulmasına karşın, Polanyi’nin uyarısı fazlasıyla dikkate değer: değişim hızı değişimin yönü kadar önemli olabilir (s. 78). Bu yargı bizce metnin ruhunu oluşturan temel öğelerden biri. Öyle ki Polanyi, tarih çözümlemesini, bu belirlemeden hareketle yapmakta. Çok genel olarak; bu hızın sistemi paramparça etmeyişi dengeleyici güçlerin (müdahale de diyebiliriz) etkisinden kaynaklanıyor.

Değişim hızının üzerinde durulduğundan, bu hızın doğası kaçınılmaz olarak araştırılmalı. Bu hız ikili bir yapı tarafından belirleniyor. Ortalığı toza dumana katan ‘ekonomik liberalizm’ ve tozun, dumanın kitleleri ayaklanmadan alıkoyması adına işlevsel hale getirilen ‘sosyal koruma’ (s. 194).

Durum buysa; liberallerin, laissez-faire militan inancı fazlasıyla boş! Müdahaleye duyulan sınırsız tiksinti, özünde, sistemin işlerliğinin güvencesi olan müdahalenin önemini ıskalamakta ve müdahale, anti-liberal bir komplo düzeyine indirgenmekte. Polanyi’nin yargısı fazlasıyla kışkırtıcı: piyasa sistemi ve müdahale birbirini dışlamaz. Her şeyden önce sistemin kuruluşu, ilk aşamada bir müdahaleyi barındırır. Sonrasında da bu müdahale gereğince kullanılır (s. 213, 333, 341).

Belirttiğimiz kavram setinin özgün bir ilişkilenmeye yol açmasında önemli bir etken, Polanyi’nin sistem çözümlemesinde antropoloji alanını fazlasıyla önemsemesi. Antropolojiye ilgi; insanın doğası ve piyasa ekonomisi öncesindeki sosyal/ekonomik varlığının anlaşılması ve piyasa ekonomisinin ebediyetine ilişkin keskin bir eleştiri silahı donanmak adına Polanyi açısından çok önemli. İşbölümü, takas, kişisel çıkar gibi ‘doğal’ olduğu öne sürülen durumların doğallığının tartışılması önemli bir temayı bize sunuyor.

Bununla ilişkili olarak; ekonominin, öncesinde sosyal ilişkilerin içerisine yerleşmiş olması, maddi zenginliğin bireysel çıkarın bir fonksiyonu değil toplumsal kurum ve sosyal değerlerin fonksiyonu olduğunun belirlenmesi ve dahası ekonomik sistemin ekonomi dışı amaçlara bağlı olarak şekillenmesi; piyasa ekonomisinin sorunlarını anlamak adına Polanyi’ye hizmet ediyor.

Bu durumda sisteme özgü kırılma ve çığ gibi büyüyen gerginlik, piyasa ile düzenli bir sosyal yaşama özgü basit gerekliliklerin uzlaşmazlığı nedeniyledir (s. 332). Emeğin, toprağın ve paranın zorla meta haline dönüştürülmesi bu gerginliğin çekirdeğini oluşturuyor! Sistemin işlemesi adına metalaştırılması gereken yani satılabilir hale getirilen emek ve toprak, Polanyi açısından toplumun çöküşüne eş değerdir (s. 120). Polanyi’nin yargısı çok açık: emek, toprak ve para piyasasını görmek çok kolay ama toplum çekirdeğini; insanların, doğal çevrelerinin ve üretim düzenin aşamalarının oluşturduğunu saptamak hiç de kolay değil (s. 230)! Tartışmaya açık bir yargı olarak; toplum çekirdeğinde oluşan yarılmalar, felaketler Polanyi açısından iktisadi olmaktan daha çok kültürel bir olgu. Ekonomik süreç yıkım aracı olabilir ama felaket, kişinin sosyal varoluşunu içeren kurumların yıkılmasında yatar (s. 223, 224).

Vurguladığımız temalarla ilgili olarak Polanyi’nin, faşizmi çözümlemesine dahil ediş biçimi de belirtilmeye değer. Faşizm, tam da piyasa ekonomisinin işleyiş mantığı çerçevesinde yani ekonomi ve siyasetin ayrıştırılması ekseninde, her sanayi toplumunda hazır bekleyen siyasal bir çözümü ifade eder. Faşizmin rolünü, Polanyi’ye göre piyasa sisteminin durumu belirler    (s. 320, 324). Yirminci yüzyıl ana siyasal gelişmelerini ve hatta Sovyet dönemi dönüşümlerini uluslararası ilişkiler sistemi üzerinden tanımlama gayreti, tartışmaya açık olmakla beraber vurgulanmalı.

Özgürlük için ne diyebiliriz? Karşımızda belirgin bir sorun biçiminde ve toplumun dokusunu bozucu bir güç olarak duran piyasa ekonomisinde, özgürlük ve barış,  Polanyi açısından olası görünmemekte. Açık biçimde kâra odaklı bir işleyiş, barışı ve özgürlüğü odağında tutamaz. Barış ve özgürlük için bilinçli bir çaba zorunlu görünmekte (s. 339). Özgürlük teması, metnin son kısmının belki de bilinçli olarak sınırları net çizilmemiş öğesini oluşturuyor. Özgürlüğün tanımını değil ama başlangıcını, piyasa ekonomisinin sona ermesinde görebiliriz. Piyasa ekonomisi açısından serbest girişimcilik ve özel mülkiyet, özgürlüğün esas kaynağı olarak görülüyor. Farklı bir örgütlenme girişimi ise özgürlük yoksunluğu olarak damgalanıyor. Düzenleme, müdahale sonucu oluşan herhangi bir özgürlük durumu gizli kölelik ilan ediliyor (s. 340). Peki, piyasanın kendince işleyişinin sonucu korkunç olmadı mı diye soruyor Polanyi. Ona göre faşizmin zaferi, liberallerin her türlü düzenleme uygulamasına karşı çıkması ile kesinleşti (s. 342).

Yargılar çok net ve düşünmeye değer: karmaşık bir toplumda güç ve zorlama kaçınılmazdır ve bundan sıyrılma olanağı yoktur. Ya hayali bir özgürlük fikri ekseninde toplumun gerçekliği yadsınacak (liberal sonuç) ya da gerçeklik özgürlüğe yeğlenecek (faşist sonuç) (s. 342).

Oysa bu gerçekliğin üzerinden hareketle özgürlük örülebilir. İnsanın; gücün ve planlamanın aracılığı ile kurduğu özgürlüğünün yine bunlar aracılığı ile özgürlüğünü yok etmek için kendisine karşı çıkacağından korkması gerekmiyor diyor Polanyi! Benzetme yolu ile ölümün gerçekliği, yaşamı kurgulamamızda bir korku kaynağı, bir engel olarak görülmemeli (s. 345).

Bu metne konu olan ve tam da liberal düşüncenin özüne ilişkin ipuçları barındıran ancak doğru olmadığı kanıtlanan bir öyküyle bitirelim mi? Doğruluğu önemsiz diyor Polanyi, çünkü ‘paradigma ampirik desteğe bağlı değil (s. 171).’ İleride uğranılması durumunda et gereksinimini karşılamak için bir adaya az sayıda keçi bırakılır. Keçiler çoğaldıkça çoğalır ve İngiliz korsanlar için sağlıklı bir besin kaynağı oluşturur. Ancak İngilizler tarafından hırpalanan İspanyol yetkililer bu et stoğunu adaya köpek bırakarak yok etmeyi tasarlar ve beylik sonuç: iki türün en zayıfları ‘doğa yasaları’ gereği yok olup gider. Bu öyküyü piyasa ekonomisinin merkezine koyduğumuzda doğal olanın sosyal olana çevirisi şöyle olacak; yiyecek miktarı ve açlık: sistemin temel öğütücü/düzenleyici gücü! Bentham ne demiş? “Fiziksel yaptırım gücü (açlık diyebiliriz) yeterli olduğu sürece, siyasal yaptırımlar gereksiz olacaktı (aktaran Polanyi, s. 175).”

Yırtıcı bir köpekseniz yasaların ‘doğallığı’ fazlasıyla memnun edici olacaktır. Keçiler için ne büyük talihsizlik! Bir bütün olarak insan ilişkileri ve onun örgütlü ifadesi olabilecek toplumun, aktardığımız sığ öykünün olumlu anlamda çok ama çok ötesine ulaşabilme potansiyelinin varlığına inanıyoruz. Yazılmamış/yazılamamış nice güzel öykünün varlığını anımsayarak…

– Polanyi, K. (2011), Büyük Dönüşüm, çev. A. Buğra, İstanbul: İletişim Yayınları.