2015 Türkiye Seçimleri (3): Oy Pusulasındaki Mürekkepten Ceylan Derisi Koltuklara – Bir Metamorfozun Hikâyesi

2015 Türkiye Seçimleri yazı dizisine 7 Haziran 2015 Milletvekili Genel Seçimleri’nin sayısal bir analizini ortaya koyma niyetiyle başlamış, Türkiye’nin, daha önce emsali olmayan bir biçimde aynı yıl içerisinde iki defa seçime gideceğini düşünmemiştim. Dizinin başlığını ve yazıların içeriğini değiştirmemekle beraber, dizideki ilk üç yazının 7 Haziran seçimleri, planlamadığım ancak bu aşamada gerekli olan son yazının ise 1 Kasım seçimleri üzerine olacağını not etmek isterim.

Bu yazıyı, özellikle ilk yazımda değindiğim d’Hondt sisteminin yarattığı temsilde adaletsizliği göstermeye ayırıyorum. 7 Haziran seçimlerindeki durumu ilk analizde tablo haline getirmiştim ancak burada tekrardan göstermek isterim:

Tabloda ilk bakışta görülebileceği üzere, AKP, mevcut “oydan sandalyeye dönüşme” yönteminden en çok faydayı sağlayan parti olarak öne çıkmakta, HDP de bu partiyi takip etmektedir. Bir ilginç husus ise seçimlerden üçüncü ve dördüncü parti olarak çıkan MHP ve HDP’nin, oy oranları arasındaki önemli farka karşın, aynı sayıda adayı listelerinden meclise yollamasıdır. Her iki durum da d’Hondt seçim sisteminden kaynaklanan, “büyük partiye avantaj” sağlayan hesaplama yönteminden ileri gelmektedir. Yazıda, bu hususu detaylandıracağım:

1. Fenerbahçe’nin Büyüklüğü v. Siyasi Partilerin Büyüklüğü: Bir Tanımlama Çabası

Türkiye’de pre-endüstriyel futbol döneminin en güzide spor gazetecilerinden İslam Çupi, Fenerbahçe’nin büyüklüğünü “adı konamaz” diyerek tarif ediyordu. Futbolda da şüphesiz “büyüklük”lerin belirli nesnel kriterlere dayanarak yapılabilmesi mümkün olsa da,  seçimlere giren bir siyasi parti açısından bu kriteri bir seçimde aldığı oy oranı ve kazandığı milletvekili sayısı olarak belirlemek, özünde sayı oyunu olan bu sistemin dinamikleri açısından mantıklı olacaktır. Bununla beraber, tıpkı Fenerbahçe’nin büyüklüğünde olduğu gibi, “ne şampiyonluk büyüklüğü, ne kupa büyüklüğü” olan bu tanımlanamaz büyüklüğün, seçim sonuçları açısından da mümkün olup olmayacağını tartışabiliriz.

d’Hondt seçim sisteminde partili ve bağımsız adayların, aldıkları oylarla o çevreye tahsis edilmiş milletvekillerinden kaçını nasıl bir hesaplama yöntemiyle kazanabildiklerini ilk analizde aktarmıştım. Türkiye’de benimsenen bu sistem, “büyük partilere” daha çok sandalye kazandıran bir hesaplamadır (TEZİÇ, 2009: 299 – 300; ALESKEROV – ERSEL – SABUNCU, 2010: 105 – 106). Ancak buradaki “büyüklük”ün, ülke çapında önemli olduğu kadar “seçim çevresi” çapında da olması gerektiğinin altını çizmemiz gerekir. Yani, bir parti ne kadar çok çevrede “şampiyon” olursa, o denli fazla milletvekili çıkartacak, o çevrede yarışan diğer partilerin listelerine o denli baskın çıkacaktır.

İlk olarak 7 Haziran seçimlerinde %10 ülke barajını aşan dört partinin kaç seçim çevresinden milletvekili olduğuna, bu çevrelerden kaçında birinci olduğuna ve kaç çevrede partinin gösterdiği listenin tümünün seçildiğine (partinin “tulum çıkarttığı”na) bakalım (Milletvekili Seçimi Kanunu’nun m. 4/5 hükmü[1] uyarınca, Türkiye’de İstanbul, Ankara ve İzmir haricindeki her il bir seçim çevresi olarak belirlenmekte, bu illerden İstanbul üç, Ankara ve İzmir ise ikişer seçim çevresine bölünmektedir. Yani, toplamda 85 seçim çevresi bulunmaktadır).

Tablo 2’deki verilerden yola çıkarak, AKP’nin olağanüstü bir başarıyla HDP’nin “tulum çıkarttığı” beş çevre (Ağrı, Hakkari, Iğdır, Şırnak, Tunceli) haricinde bütün çevrelerden, listesindeki adaylardan en az bir kişiyi milletvekili olarak çıkarttığını görebiliyoruz. Bu da yaklaşık olarak Türkiye’deki seçim çevrelerinin yaklaşık %94’ü anlamına gelmektedir. Aynı oran CHP’de yaklaşık %56, MHP’de %60, HDP’de ise yaklaşık %35 olarak ortaya çıkmaktadır. Bu sayısal verileri, MHP’nin HDP’den 1.461.517 oy fazla almasına rağmen aynı sayıda milletvekili çıkartması ile birlikte okuduğumuz zaman iyice belirginleşen soru işaretleri, partilerin kaç çevrede birinci parti oldukları ile beraber düşünüldüğünde ortadan kaybolmaktadır. Bunu rastgele seçilmiş iki örnekle açıklamamız mümkün:

AKP, “tulum çıkarttığı” illerden olan Rize’de, 7 Haziran seçimleri sonuçlarına göre, yurtdışı ve gümrük kapısı oyları da eklendiğinde toplam 133.431 oy almıştır. Bu da yaklaşık olarak o çevredeki toplam geçerli oy olan 201.007’nin yüzde 66’sına tekabül etmektedir. Yani, AKP bu çevrede %66’lık oya karşın %100’lük bir temsil imkanı kazanmıştır. Bu partiyi 37.891 oyla (%18.8) CHP takip etmektedir. Bu oy Gümüşhane, Kilis, Ardahan, Tunceli ve Bayburt’ta bir milletvekili seçmeye yeterken[2], görüldüğü üzere Rize’de yetmemekte ve amiyane tabirle “ziyan” olmaktadır.

d’Hondt sisteminin yarattığı adaletsizliği Sakarya ilinin sonuçlarında da görebiliriz. Bu ilde birinci parti olan AKP, toplam geçerli oy sayısı olan 585.136 oydan 330.588 oyu kazanmış ve %56.4 ile çevredeki birinci parti olmuştur. Bu partiyi 112.350 oy ile MHP (%19,2) ve 93.008 oy ile CHP (%15,8) takip etmektedir. Sakarya’dan seçilen 7 milletvekilinin 5’ini AKP kazanmış, kalan iki sandalyeyi ise MHP ve CHP aralarında eşit pay etmiştir. Bu tabloda, incelediğimiz çevredeki oyların %56,4’ünü alan partinin o çevrede %71,4 oranında temsil edilebildiğini; MHP ve CHP’nin ise, yaklaşık olarak %14,2’lik bir temsil gücü kazandığını görebiliyoruz. AKP, seçim sonuçlarına göre en çok oyu alarak birinci parti olduğu Sakarya ilinde bir milletvekili çıkartmak için yaklaşık 66.117 seçmenin oyuna ihtiyaç duymuşken bu sayı MHP ve CHP için, yukarıda belirttiğimiz üzrer, çok daha yüksektir. Sayısal olarak ifade edecek olursak, d’Hondt sistemi sayesinde AKP’ye oy veren bir seçmenin oyu 1,6 MHP seçmeninin ve 1,4 CHP seçmeninin oyuna eşit hale gelmektedir.

O halde, yukarıdaki analizden yola çıkarak “partilerin büyüklükleri”yle ilgili bazı gözlemlerde bulunabiliyoruz: (1) d’Hondt seçim sisteminde bir partinin diğerlerinden fazla oy alması onu diğer partiler karşısında avantajlı hale getirebilir. (2) Ancak bu avantaj, seçim çevrelerinin büyüklükleri ile birlikte düşünülmelidir. Daha küçük çevrelerde bir milletvekili çıkartmak için yeterli olan geçerli oy sayısı ile büyük çevrelerde bir milletvekili çıkartmak için yeterli olan oy sayısı arasındaki farklar, sonucu ciddi ölçüde etkileme potansiyeline sahiptir. (3) Partilerin ülke çapında kazandıkları oy sayısı kadar, kaç seçim çevresinde birinci parti (“büyük parti”) olduklarını da incelemek gerekmektedir.

Bu gözlemlerin ardından, AKP ile MHP – HDP’ye ilişkin ortaya koyduğumuz sorunsalları ayrı ayrı düşünebiliriz:

2. Yıldız Savaşları: “Yerel Liglerdeki Şampiyonluklar Sayılır mı?”

Türkiye’de milenyumun getirdiği en hararetli tartışma konularından birisi olarak profesyonel futbol takımlarının, formalarına, her beş şampiyonluk için arma üzerine bir yıldız takması”nı gösterebiliriz. 2000 – 2001 sezonuyla beraber bu uygulamaya geçildiğinde 1959 öncesindeki yerel küme şampiyonluklarının sayılmaması ancak Beşiktaş’ın 1959 öncesine ait iki şampiyonluğunun –ulusal lig standardında kazanıldığı gerekçesiyle- sayılarak ikinci yıldızı takmaya hak kazanması, özellikle Fenerbahçeliler tarafından, yıllar boyunca eleştiri konusu yapılmıştır.

Futboldaki “şampiyonluk” ve “yıldız”ın anlamları bir yana, seçimler açısından “yerel küme” veya “seçim çevreleri”nde şampiyonluğun, “milli küme” veya “ülke çapında” şampiyonluktan daha avantajlı sonuçlar doğurabileceğini 7 Haziran 2015 seçimlerinde MHP – HDP açısından net olarak görebildik. Aynı husus, AKP’nin seçim sonuçlarına göre en fazla artık temsile sahip parti olması noktasında da geçerlidir.

Yukarıdaki Rize – Sakarya örneklerinde yaptığımız gibi, bu sefer HDP özelinde tekrardan, ama HDP’nin birinci olduğu seçim çevrelerinin toplamı ile yapalım.

HDP’nin halkın büyük teveccühü ile çok yüksek oranlarla birinci parti olduğu bu on dört seçim çevresinde, Muş hariç olmak üzere, aldığı oy oranının üzerinde bir temsil gücüne sahip olduğunu görebiliyoruz. Bu da bize, d’Hondt seçim sistemindeki hesaplama yönteminin “bir çevrede büyük olan parti” lehine sonuçlar doğurduğunu göstermektedir. Aynı durumun AKP için, bu parti 55 seçim çevresinde birinci parti olduğu için, daha lehe sonuçlar doğurmuş olduğunu da söylememiz artık tam anlamıyla mümkün hale gelmektedir. MHP ise, yalnızca bir seçim çevresinde (Osmaniye), az farkla birinci olmuş, o çevredeki 4 sandalyenin de 2’sini almaya hak kazanmıştır. Söz konusu parti, 51 ayrı seçim çevresinden milletvekili çıkartma başarısına sahip olsa da, “yerelde şampiyon” olamayışı sebebiyle dezavantajlı duruma düşmüştür.

Bu yazıyı sonlandırmadan önce, partilerin ülke çapında bir milletvekili seçen oy sayılarına bakarak, seçim sisteminin yarattığı sonuçları tam olarak gösterebileceğime inanıyorum. Buna göre, AKP 73.129, CHP 87.258, MHP 94.000 ve HDP 75.731 geçerli oya karşılık olarak listelerinden bir milletvekili çıkartmıştır. Karşılaştırma açısından, ülke çapında düşünüldüğü zaman ise ortalama 83.933 kişinin bir milletvekili seçebildiğini görebiliriz. Bütün veriler beraber düşünüldüğü zaman bu hikâye bize “partilerin büyüklüğü”nün, Fenerbahçe’nin büyüklüğünün aksine, ölçülebilir bir büyüklük olduğunu ancak bu büyüklüğün yerelden başladığını anlatmaktadır.

1 Kasım 2015 seçimlerine ilişkin son bir analiz ile –artık bu yıl içerisinde başka seçim olmayacağını hesaba katarak- yazı dizisini sonlandıracağım.

 

Kaynakça

ALESKEROV, Fuad, ERSEL, Hasan, SABUNCU, Yavuz (2010): Seçimden Koalisyona Siyasal Karar Alma, Efil Yay. Göz. Geç. 2. Baskı, Ankara.

TEZİÇ, Erdoğan (2009): Anayasa Hukuku, Beta, 13. Baskı, İstanbul.

 

Yazı dizisinin diğer bölümleri:

2015 Türkiye Seçimleri (2) : “Her İlin Sahip Olduğu Üç Şey – Vali, Üniversite, Milletvekili”

2015 Türkiye Seçimleri (1) : Tek Mesele Baraj Değil


[1] Hüküm şu şekildedir: “Yapılan tespit sonunda, çıkaracağı milletvekili sayısı 18’e kadar olan iller, bir seçim çevresi sayılır. Çıkaracağı milletvekili sayısı 19’dan 35’e kadar olan iller iki, 36 ve daha fazla olan iller üç seçim çevresine bölünür. Bu seçim çevreleri, numara sırasına göre adlandırılır.

[2] bkz. Analizin 2. bölümü, Tablo 2.