2015 Türkiye Seçimleri (1) : Tek Mesele Baraj Değil

7 Haziran seçimleri, gerek öncesindeki %10 seçim barajı ve seçim güvenliği tartışmaları, gerekse 13 yılın ardından ilk defa koalisyonu zorunlu kılan meclis aritmetiği ile Türkiye Cumhuriyeti tarihinin belki de en tartışmalı seçimlerinden birisi olarak tarihe geçti. Seçim sürecinde, önceki seçimlere nazaran çok önemli kırılmaların yaşandığı ve artık o “eski düzen”in “baraj”la beraber yıkıldığı değerlendirmelerinde haklılık payı olsa bile, Türkiye’yi bugüne getiren ve aynı sorunları sürekli yeniden üreten iki husus halen Türkiye’deki parlamenter siyasetin “derin” yaraları olarak, gözden uzakta bir biçimde, sapasağlam ayakta durmaktadır. Bu hususları bir yazı dizisi halinde, 7 Haziran 2015 seçimlerinin sonuçları üzerinden açıklama amacındayım.

2015 seçimlerine dair ilk olarak, milletvekillerinin illere dağıtılmasına ilişkin usulün “eşit oy” ilkesini nasıl zedelediğini göstermeyi amaçladım. Her ne kadar, illere dağıtılan milletvekillerinin saptandığı YSK kararında Bayburt’un milletvekili sayısının 1’den 2’ye çıkmasına karşı HDP’nin yaptığı başvuru[1] bu konuyu kamuoyuna taşımış olsa da, konu seçimin diğer hararetli konuları arasında ikincil bir tartışma olarak kalmış ve gündemdeki hak ettiği yeri bulamamıştı.

İkinci meseleyi ise eşit temsil, yani oyların sandalyelere adil bir biçimde dönüşmesi olarak saptıyorum. Seçimin üçüncü ve dördüncü partileri olan MHP ve HDP, sırasıyla %16,29 ve %13,12’lık oy oranlarına ve arada 1.461.517 oy farkı olmasına karşın eşit sayıda milletvekili ile 25. Dönem parlamentosunda temsil hakkı kazandı. Ayrıca, “koalisyona düşmüş” olsa da AKP’nin halen TBMM’de, oy oranı ile kıyaslandığında fazla sayıda vekil ile temsil edildiğini görüyoruz. Bu durum, bir ölçüde yukarıdaki “eşit oy” tartışması ile bağlı görülebilse de, asıl olarak oyların sandalyelere tahviline ilişkin benimsenen dar anlamda seçim sistemi sebebiyle ortaya çıktığını savunuyorum.

Dizinin ilk yazısında konuyu ana hatlarıyla ortaya koymak istiyorum. Sonraki yazılarda bu ana çizgiyi koruyarak daha detaylı analizler yapmayı hedefliyorum.

1.Aysun Kayacı revisited: “Bayburtlu ile İstanbullu’nun oyu bir değil.”

Bu konuyu değerlendirmeden önce “eşit oy” ilkesine ilişkin bir tartışmanın yapılıp sorunun kuramsal çerçevesini ortaya koymanın faydalı olacağını düşünüyorum.

Eşit oy, burjuva liberal eşitlik anlayışı çerçevesinde her bireyin tek bir oya sahip olması olarak anlaşılır. Ancak, her seçmen tek bir oy kullansa dahi, siyasi-coğrafi temsil esaslarına göre seçmenlerin kullandığı “tek oy”un “değeri” farklılaşmaktadır. Örneğin, 300.000 kişilik A seçim çevresinden 5 milletvekili seçiliyorsa, burada 60.000 seçmenin bir milletvekili seçeceğini görebiliriz. Eğer aynı ülkede 90.000 seçmen B seçim çevresinden 3 milletvekili seçiyorsa, bu sefer 30.000 seçmen bir milletvekili seçmekte, B çevresindeki seçmenlerin kullandığı bir oy, A çevresindeki seçmenlere nazaran iki kat değerli olmaktadır. Bu da, eşit oy ilkesinin özünü ortadan kaldırmaktadır.

Türkiye’nin siyasi-coğrafi temsilde benimsediği ilkeler, bu bakımdan eşit oy ilkesine ciddi bir şekilde aykırı sonuçların ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Her ilin bir seçim çevresi olmasına ilişkin düzenleme seçim çevrelerini küçültmekte, bu da bazı illerin fazla, bazılarının az olarak temsil edilmesine yol açmaktadır.

Siyasi coğrafi temsilde il idari sınırlarının esas alınacağı kuralı, Anayasa’da herhangi bir açık hüküm olmaksızın, yasa koyucunun tercihi ile 298 sayılı kanunun 4. maddesinde yer almaktadır.[2] 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu’nun 4. maddesi ise dağılımın nasıl yapılacağını detaylı olarak düzenlemiştir:

     “(Değişik : 27/10/1995 – 4125/9 md.) İllerin çıkaracağı milletvekili sayısının tespitinde toplam milletvekili sayısından (…) her il’e önce bir milletvekili verilir.

     “(Değişik : 23/11/1995 – 4138/1 md.) Son genel nüfus sayımı ile belli olan Türkiye nüfusu, birinci fıkradaki illere verilen milletvekili sayısı çıkarıldıktan sonra kalan milletvekili sayısına bölünmek suretiyle bir sayı elde edilir. İl nüfusunun bu sayıya bölünmesi ile her ilin ayrıca çıkaracağı milletvekili sayısı tespit olunur.

     “(…) nüfusu milletvekili çıkarmaya yetmeyen illerin nüfusları ile artık nüfus bırakan illerin artık nüfusları büyüklüklerine göre sıraya konulur ve ilk hesapta iller arasında bölüştürülmemiş bulunan milletvekillikleri bu sıraya göre dağıtılır. (Ek cümle : 22/10/2009 – 5922/1 md.; İptal: Anayasa Mahkemesi’nin; 10/2/2011 tarihli ve E.:2009/88, K.: 2011/39 sayılı Kararı ile)

     “Son kalan milletvekilliğinin verilmesinde, iki veya daha fazla ilin eşit nüfus veya nüfus artığı göstermesi halinde, bunlar arasında ad çekilir.”

Türkiye nüfusu TUİK’in Adrese Dayalı Nüfus Kayıt İstatistikleri verilerine göre 2014 yılında 77.695.904 olarak belirlenmiştir.[3] Yukarıda yer alan hükmün ikinci fıkrasındaki hesabı yaptığımız zaman, Türkiye’de yaşayan yaklaşık 165.663 kişiye bir milletvekili düşeceği ortaya çıkmaktadır. Her ile bir milletvekili tahsis edildikten sonra, öncelikle 430 vekillik nüfusla orantılı olarak, artan 39 milletvekili ise maddenin üçüncü fıkrasındaki esaslara göre illere dağıtılmıştır. Bu hesapta, nüfusu hiç milletvekili çıkartmaya yetmeyen beş il bulunmaktadır. Bu beş il, yasaya göre ve ardından YSK tarafından artık sandalyelerin dağıtılması için yapılan hesap sonucunda verilen birer milletvekilliği ile beraber toplam iki milletvekili ile TBMM’de temsil edilmektedir. Tablo 1’de, hem bu beş il, hem de toplam iki milletvekili çıkartan diğer iller ve nüfusları ile bir milletvekilini seçen yaklaşık nüfus yer almaktadır: Bu 16 ilden Bayburt, Tunceli, Ardahan, Kilis ve Gümüşhane; Türkiye nüfusu esas alındığında bir vekil seçmek için gereken sayıdan az nüfusa sahip olan illerdir. Bunun haricinde, Bayburt ile Karaman’ın nüfusları arasındaki üç katı olan fark göz önünde bulundurulacak olursa, Bayburt’ta yaşayan bir vatandaşın Karaman’da yaşayan bir vatandaşa oranla üç kat daha fazla temsil edildiğini görebiliriz.

Seçim çevrelerinin büyüklüğü arttıkça söz konusu fark daha belirgin hale gelmektedir. Tablo 2’de Türkiye’nin en büyük 10 ilinin nüfus, milletvekili sayısı ve bir milletvekiline karşılık gelen yaklaşık nüfus, Tablo 1’de yer alan verilerle karşılaştırıldığında oyların değerindeki eşitsizlik çarpıcı bir boyut kazanmaktadır:

Yukarıdaki verilerden de görülebileceği üzere, Ardahan’da yaşayan bir kişinin oyu, Konya’da yaşayan bir kişiye nazaran üç kat daha değerli; bir başka ifadeyle, TBMM’de Ardahan halkı, Konya halkından üç kat fazla temsil edilmektedir. Her seçim çevresinin bir diğerine göre tam olarak eşit temsil edilmesi beklentisi gerçekçi değilse de, Türkiye’deki gibi 4 kattan fazla farkların ortaya çıktığı bir seçim çevresi dağılımını da savunmak mümkün değildir.

Son olarak, Türkiye genelinde 165.663 kişiye bir milletvekili düştüğü dikkate alınırsa, seçim çevresi büyüdükçe bu sayıya yaklaşıldığını da fark edebiliriz. Mevcut sistemdeki “her ilin bir seçim çevresi olması” kuralından vazgeçerek coğrafi olarak yakın olan illeri birleştirmek ve örneğin 10’ar vekillik çevreler oluşturmak, çok daha adil bir siyasi-coğrafi temsil sistemi ortaya çıkartacaktır.

1.D’Hondt Sisteminin Faziletleri: “Hep dene / Hep yenil / Yine dene / Yine yenil / Daha iyi yenil!”:

Literatürde “dar anlamda seçim sistemi” olarak anılan, “oyların sandalyelere tahvili (dönüştürülmesi)”, parlamenter çoğulculuğa dair önemli bir göstergedir. Türkiye gibi “dar bölge”, yani tek adayın seçildiği çevrelerin değil, birden fazla adayın seçildiği nispi temsil (NT) sisteminin benimsendiği ülkelerde, her bir parti veya adayın aldığı oyun karşılığı olan sandalye sayılarını hesaplama yöntemleri, meclis aritmetiğini kritik düzeyde değiştirecek farklar doğurabilir.

Yukarıda tartıştığımız seçim çevrelerinin büyüklüğü, dar anlamda seçim sisteminin ortaya çıkaracağı aritmetiği önemli ölçüde etkiler. Tablo 1 ve 2’ye ilişkin yapılacak bir karşılaştırma bu durumu rahatlıkla ortaya koymaktadır. Orantılı temsilin en yüksek olduğu durum, ülke çapında tek bir seçim çevresinin olmasıyken, çevreler küçüldükçe daha az oy alan partilerin o çevreden milletvekili çıkarması da zorlaşmaktadır. Bu şekilde de, partilerin o çevrede aldıkları oylar “ziyan” olmaktadır. Bu hususu LIJPHART şu şekilde özetlemektedir: “Mesela yüzde 10’luk bir azınlığı temsil eden bir partinin, beş isimli bir çevrede bir milletvekilliği kazanması olası değildir ama, on isimli bir çevrede böyle bir parti başarı sağlayacaktır.” (tarihsiz: 135)

Çevrelerin boyutlarının yanı sıra, dar anlamda seçim sistemine ilişkin yapılan tercihler de hem temsilde adaleti, hem de parlamenter siyasi çoğulculuğu belirlemektedir. NT sistemlerinin bir kısmında, mevcut sandalyeler ve oylar artık bırakmakta, bunların dağılımı çeşitli matematiksel yöntemlerle yapılmaktadır. Aynı zamanda, Türkiye’de şu anda uygulanan D’Hondt sisteminde olduğu gibi, artık bırakmayan yöntemler de bulunmaktadır. Bu analizin kapsamı dar anlamda seçim sistemleriyle ilgili detaylı bir bilgiye izin vermese de, Türkiye’deki çok partili hayat tecrübesi önemli sonuçlar çıkarmamıza yardımcı olmaktadır. Tablo 3, seçim sistemlerinin yarattığı orantısızlığı Türkiye ölçeğinde göstermektedir. Bu tabloda kullanılan hesaplama yöntemi, Türkiye’deki mevcut dar anlamdaki seçim sistemi büyük partilerin lehine sonuçlar verdiği için açıklayıcı rakamlar ortaya çıkarmaktadır:

Tabloda Türkiye’deki milletvekili genel seçimlerinin ardından oluşan parlamentoda en büyük iki partinin oy oranları ile sandalye oranları arasındaki farkların ortalaması yer almaktadır. Bu ortalamanın düşük olması, seçimlerin temsilde adaleti sağlayan bir parlamento aritmetiği sağladığını göstermektedir. Örneğin, milli bakiye (ulusal artık) yönteminin, kullanıldığı 1965 seçimleri, en çoğulcu parlamentonun oluştuğu seçimler olarak görünmektedir. Bu yöntemde, bütün seçim çevrelerinde milletvekillikleri paylaştırıldıktan sonra kalan artık oylar ve açık sandalyeler ülke seçim çevresinde toplanarak yeni bir seçim sayısı (oy/sandalye) bulunacak ve buna göre vekillikler dağıtılacaktır. (Örneğin K Seçim çevresinde 10.000 geçerli oy var ve 4 milletvekili seçilecekse, seçim sayısı 2500 olacaktır. Buna göre, 5000 oy alan A partisi 2, 3000 oy alan B partisi 1 milletvekili kazanacak, 2000 oy alan C partisi vekillik kazanamayacaktır. Bu şekilde, B partisinin 1000, C parisinin 2000 artık oyu ve 1 açık sandalye kalacaktır). Bu seçimlerde, 15 milletvekili çıkartan TİP’in 13, 11 milletvekili çıkartan CMKP’nin ise bütün vekilleri milli bakiye yoluyla kazanılmıştır. (ÖZBUDUN, 2011: 94). Bu durum, eğer ki D’Hondt gibi büyük partilere avantaj sağlayan bir seçim sistemi uygulanmış olsaydı ortaya çıkmayacak bir tablo oluşturmaktadır.

Türkiye’de uzun yıllardır uygulanan ve asıl olarak büyük partilere avantaj sağlayan D’Hondt sisteminde ise oylar şu kurala göre sandalyelere dönüştürülmektedir: “Seçime katılmış siyasi partilerin ve bağımsız adayların adları alt alta ve aldıkları geçerli oy sayıları da hizalarına yazılır. Siyasi partilerin oy sayıları, önce bire, sonra ikiye, sonra üçe…. ila o çevrenin çıkaracağı milletvekili sayısına ulaşıncaya kadar bölünür. Elde edilen paylar ile bağımsız adayların aldıkları oylar ayrım yapılmaksızın en büyükten en küçüğe doğru sıralanır. Seçim çevresinden çıkacak milletvekili sayısı kadar bu payların sahibi olan partilere ve bağımsız adaylara rakamların büyüklük sırasına göre milletvekili tahsis olunur.” (Milletvekili Seçimi Kanunu, m. 34).

Bu sistemi şu şekilde örneklememiz mümkündür:

6 milletvekili seçilen ve 120000 geçerli oyun kullanıldığı bir çevrede, seçim çevresi barajsız D’Hondt sistemine göre milletvekilliklerinin dağılımı aşağıdaki gibi olmaktadır:

Bu hesaba göre, ortaya çıkan en büyük 6 sayı, o çevredeki milletvekili dağılımını göstermektedir: 42 000 – A Partisi / 30 000 – B Partisi / 21 000 – A Partisi / 20 000 – C Partisi / 18 000 – Bağımsız / 15 000 – B Partisi. Bu sistemde D partisinin almış olduğu 10 000 oy, o çevreden milletvekili çıkartmaya yetmediği için ziyan olmakta, yalnızca partinin ülke barajını geçip geçmediğinin hesabında kullanılmaktadır.

D’Hondt sistemi, büyük partilerin yararına, küçük partilerin ise zararına olan bir sistemdir. 2015 seçimlerinde partilerin aldıkları oy ve sandalye oranlarını karşılaştırdığımızda bu durumu görebiliriz:

Tablo 5’teki verilerden yola çıkarsak, büyük partilere avantaj sağlayan D’Hondt sistemine göre ve %10 ülke seçim barajının etkisinin doğrudan yansımadığı bir meclis aritmetiğinde en büyük parti olan AKP’nin % 6,03’lük bir oranda fazla temsil edildiği ortaya çıkmaktadır. Bir sonraki yazıda bu durumun niçin ortaya çıktığını açıklamaya çalışacağım.

KAYNAKÇA: 

LIJPHART, Arendt (tarihsiz): Çağdaş Demokrasiler (çev. Ergun Özbudun – Ersin Onulduran), Yetkin Yayınları, Ankara.

ÖZBUDUN, Ergun (2011): Türkiye’de Parti ve Seçim Sistemi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul

[1] “Bayburt-Muş İtirazı YSK’da”, Hürriyet, 15.05.2015, http://www.hurriyet.com.tr/gundem/29009122.asp

[2] Anayasa Mahkemesi, 450 vekilin ayrı ayrı seçim çevrelerinden, 100 vekilin ise “Türkiye Milletvekilli” olarak ülke seçim çevresinden seçilmesine ilişkin 4125 sayılı kanuna karşı açılan iptal davasında, her ilin bir seçim çevresi olması kuralını adeta Anayasa’ya içkin görmüş ve düzenlemeyi iptal etmiştir: “Milletvekili, Anayasa’da olanak veren bir kural bulunmadığından bölgesiyle ilişkili olur ve ancak bölgesinden aldığı oylarla seçilir. Anayasa’nın 80. maddesi başka bir ilgiye açık olmadığı gibi 75. maddesi de milletvekillerini sınıflandırıp değişik biçimde adlandırmaya elverişli değildir. Milletvekillerinin bir ya da birkaçını bir başka adla seçmek ve ayırmak Anayasa katında geçerli olamaz. Anayasa’nın başka bir maddesinde de 550 milletvekilinin kendi içinde ayrımına ilişkin hiçbir açıklık yoktur.” (Resmi Gazete, 21.11.1995, S. 22470).

[3] 298 sayılı kanunda 13.3.2008 tarih ve 5749 sayılı kanunla yapılan değişiklik uyarınca, seçmen kütükleri adres kayıt sistemindeki bilgiler esas alınarak Yüksek Seçim Kurulu tarafından belirlenir.

[4] ÖZBUDUN, 2011, s. 101